Arama


VerSchL@GeN - avatarı
VerSchL@GeN
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #2
VerSchL@GeN - avatarı
Ziyaretçi
GENÇLERİMİZİ BATI DEVŞİRİYOR
g1 İvo Andriç, "Drina Köprüsü" adlı eseriyle Nobel Edebiyat Armağanı'nı kazandı. Bu yapıtın en çarpıcı yanı, Osmanlı askerlerinin Drina Köprüsü'nü geçerken arkalarından ağlayan ve kendilerini nehre atan analardı. Ne oluyordu? Andriç'e göre Osmanlı Devlet görevlileri Hıristiyan çocuklarını "Yeniçeri" olarak yetiştirmek üzere alıyorlardı! Analar, yürekleri bu acıya dayanamayan, evlatlarının ardından çaresizce koşuyor, koşuyor ve en sonunda kendilerini Drina Nehri'ne atıyorlardı ama atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmiş oluyordu.
İslam-Hıristiyan Kavgası'nda dramatik bir tablo çizen Andriç'e, dünyada en çok sayıda insan katliamına sebebiyet veren İsveçli Nobel'in adına kurulu olan Vakıf, "500 bin Amerikan Doları" armağan verdi. Alfred Nobel, dinamiti bulan kişiydi. Aslında Osmanlı ordusunda görevli olmak o dönemlerde bir mazhariyetti ve ebeveynler "Kölelik yasalarının" geçerli olduğu çağlarda yetişkin evlatlarını seve-seve Osmanlı'ya teslim ediyorlardı.
Kafkasya'dan alây-ı vâla ile, törenlerle gelenler de evlatlarını Yeniçeri olmaları için ilgililere seve-seve veriyorlardı. Zaman, bir su gibi akıp geçince işin bambaşka yüzü aydınlığa çıkartılıyor ve Hıristiyan çocuklarının dramını yazan Andriç de böylece yanlış yorumlara girmiş olsa bile Nobel'le ödüllendiriliyordu.

Meliham


Anadolumuzda kız almak, evlat vermek pek o kadar kolay değildi. "Meliham" nasıl da sızlanır: "Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar/Arşı arşı memlekete kız vermesinler/Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim..." Meliha, Rumelili bir güzel. Ebeveynleri O'nu evermiş. O da başka bir kentte gelin olmanın acısı içinde yakarıp bağırıyor: "Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar/Arşı arşı memle kete kız vermesinler..."
Evlilik üstüne pek çok türkü var elbet, bunlardan biri de "Kızım seni Ali'ye vereyim mi?" diye başlar. Ali'ler, Veli'ler, şunlar, bunlar sayılır da sayılırdı. Zaman, bir su gibi akıp geçti. artık, yetişmiş genç kızları mahremiyetlerine alacak ne Ali'ler ne de sarhoşlar kaldı! Sanki, bugünün insanı geçmiş dönemde ekilenlerin sancısını çekiyor ve çekecek.

Para etmeyen pasaport


Andriç'in anlattığı şemsiye çoktan tersine döndü, artık Fransızlar, Almanlar, İsveçliler, Norveçliler ve Birleşik Amerikalılar bizim evlatlarımızı alıp kendi potala rında eritmek için türlü-çeşitli planlarla meşguller.
Türkiye Cumhuriyeti pasaportu, ne yazık ki, beş para etmiyor. Geçmiş dönemlerde "Gavur parasıyla beş kuruş etmiyor" denirdi. O dönemin gavurları yüceldiler, yükseldiler ve bol sıfırlı Türk paralarına milyon kere fark atıyorlar. Bulgaristan, Yunanistan, nereye uzanılmak istenirse uzanılsın, komşu ülkeler de dahil olmak üzere dünya Türk Pasaportları'na kapalı! Günlerce Büyükelçilik, konsolosluk kapılarında vize için bekleyip, oralarda görevli olan, kraldan fazla kralcı kişilere hesap vermek gerekiyor: "Ne zaman gideceksin? Neden gideceksin? Cebinde kaç para var?"

Kocakarılar yok oldu


Annesini-babasını, kardeşlerini özleyen Meliha, günümüzde sağ olaydı, şaşırır kalırdı. Görürdü ki, artık zaman öylesine değişmiş ki bırakalım bir köyden öbür kente gelin gitmeyi, bu durumun acınacak bir olay olduğunun vurgulanarak "Söyleyin babama at'ına atlayıp gelsin" falan-filan gibi hiçbir yakarışta bulunmazdı.Yakın zamana kadar kentlerdeki hamamlara haftada en azından bir kere giden kimi kocakarılar, yakınları, evlatları için hamamda kız beğenirlerdi. Artık böyle bir durum yok. Türkler'in en önemli yanları olan aile yapıları, magazin programlarıyla alt-üst olmuş durumda. İhtiyarlar, anaerkil yapıla sahip olan bizler, kocakarı denen "çöpçatanları" yitirdikten sonra evlatlarımızı erkek sıkıntısı çeken ülkelere kaptırmağa başladık.


DROHOMA


Türk insanında "Çeyiz Sandığı" vardı ki, çok çeşitli teklifler arasından birini tercih ederek gelinlik giyen kızların ebeveynleri ayrıca "Başlık" alırlardı. Evlenecek erkek olmadığına, daha doğrucası giderek azaldığına göre bundan böyle kim kimden "Başlık" parası alabilecek? Doğrusu düşünmeğe değer. Bin yıldan beri nüfusları artmayan komşu ülke Yunanistan'da kızların evlenecekleri erkeklere vermekle yükümlü oldukları "Drohoma" geleneği var. Çarpıcı, ilgi çekici ve zengin drohoma sahibi kızların olduğunu görenler, dünya evine giriyorlar. Bundan böyle başlık yerine "Bütün gençliklerini bin yaşındaki beylerine veren" çaresiz güzeller ön plana çıktılar. Mehmet Ali Erbil ve Günay, kendilerinden tam 40 yıl daha genç olan değerlerle hayatlarını birleştirdiler ya da birleştirecekler. Türk kızları bugün "Drohoma" olarak yaşlı eşlerine gençliklerini sunuyorlar, devir ol devir ki, birgün gelecek tıpkı Yunanlılar gibi ihtimal "Drohoma" sunar olacaklar.


BAKANLIK NE YAPAR?


Spor Bakanı'nı görüyorum: Dünya çapında başarı kazanan değerlere Cumhuriyet Altını dağıtıyor. Bu delikanlılar zaten yasalarda belirtilen mükafatları kazanmış durumdalar. Spor Bakanlığı, yasalara bağlı olarak kazanılan madalyaları dağıtmaktan, bu arada fiyakalı fotoğraf çektirerek kendi kendilerine övünmekten başka ne yaparlar?
Bilemiyorum! Spor Bakanlığı'nın başında "Gençlik" sözcüğünün yer aldığı çok kimse tarafından bilinmiyor. Madem ki Gençlik ve Spor Bakanı'na sahibiz, o halde gençliğin elden uçup gitmesine engel olabilecek ne gibi özendirici kararlar alınmıştır, doğrusu bilmek isterim.

Vasıflı kızlarımız iş bulamıyor Türkiye'de genç erkekler oturma müsaadesi elde edebilmek için yabancı kızlarla evlenirken, Türkiye'de iyi eğitim görmüş kızlarımız iş ve evlenecek müslüman Türk eş bulamıyor. Vasıflı kızlarımız da yabancılara yöneliyor.

Türkiyemizde birkaç üniversite birden bitirmiş, dünya çapında vasıflara sahip genç kızlar bulunuyor. İş kurmak, hayatta başarılı olmak, kimi ülkeleri "vize" almadan gezmek arzusunda olan erkekler ise Alman, Fransız, İsveçli, Norveçli ya da Birleşik Amerikalı oluyorlar. Vasıflı genç kızlarımız, evlenecek erkek bulmakta zorlanıyorlar, hatta zorlanmak da ne kelime çaresiz kalıyorlar.
Fransızca, İngilizce, Almanca ve Rusça bilen değerli bir arkadaşım bir Almanla dünyaevine girdi. Bu derece yetişmiş, aynı zamanda güzeller güzeli olan bir kızımıza Türk erkeği sahip çıkmadı, evlilik teklifinde bulunmadı. Belki bu kızı isteyen oldu ama, o olağanüstü özelliklere sahip olan bu genç Türkiyemizde kendisine uygun erkek bulamadı. Komplimon olarak buraya kaydetmek isterim ki, biraz genç olaydım, belki Boğaz Köprüsü'nün korkuluklarına dayanıp "Ya sevdiğimi bana verirsiniz, ya da kendimi boşluğa atarım" diye bağırırdım! Ben, bu ülkede böylesine mükemmel özelliklere sahip genç kızlarımızı her türlü engelleri yıkarak elde edecek ve evlenecek delikanlılar görmek isterim.

Etme-bulma


Tarihin Babası olarak kabul edilen, aynı zamanda röportaj ve gazetecilikte bir "ilk"i teşkil eden Heredot, diyor ki: "Kim ne ederse en çok 7 kuşak sonra acısı çıkar." Bugün yetişmiş değerlerimizin, bilekleri bükülemeyen evlatlarımızın, kendilerine Gençlik ve Spor Bakanlığı'nca hiçbir şekilde el uzatılmaması sonunda birer birer yok olup gitmelerine sadece seyirci kalınıyor. İsveç'in, Norveç'in, Fransa ve Almanya ile Birleşik Amerika'nın nüfusu olduğu yerde sayıyor, fakat yeni pasaport, iş imkanı, şu-bu, çok özendirici yasalarla Türk erkekleri gidip "Yabancı kızlarla" hayatlarını birleştiriyorlar. Yoksa Heredot'un belirttikleri doğru mu? Bir dönemde Yeniçeri olarak Osmanlı toplumuna katılan Hıristiyan çocuklarına reva görülen muamele bugün bizim evlatlarımıza doğru mu çevrildi? Neden en azından bir milyon Türk genci yabancı kızlarla evlilik akti yaptı? Neden Gençlik ve Spor Bakanlığı bu konuda sağır? Neden Türk kızları artık evlenmek için zorlanıyor?
Bence, milletvekilleri maaşının şu kadar ya da bu kadar olması tartışmalarından "Gençliğe sahip çıkma projesi" çok daha önemli.

Gençlik Bakanlığı'nı arıyorum


Evlatlarının yabancılarla evlenmelerini iyi karşılayanlar da üzüntü ile kabul edenler de var. Bazan, "Ölüm İlanları"na bakıyorum, bu duyurularda günden-güne erimekte olduğumuzu görerek ürperiyorum. Dünya globalleşti, yabancılarla evlenmek isteyenler evlensin, tavsiyesinde bulunanlar Türk erkeklerinin başka ülke kızlarıyla başgöz olmaları sonunda ülkemizdeki kızların bekar kalmağa mahkum olduklarının bilinmesi gerekir. Yabancı kızlarla evlenenler yaşadıkları ülkenin nüfusunu çoğaltıyorlar. Tıpkı, Osmanlı Devlet görevlilerinin çeşitli vaatlerle elde edip, seve-seve aldıkları (İvo Andriç işi sapıtmış) Hıristiyan çocuklarının Yeniçeri yapılmaları gibi şimdi sağlam, sağlıklı, başarılı Türk çocukları da türlü-çeşitli vaatler, oturma izni çalışma izni gibi kolaylıklarla ellerimizden alınıyor. Avustralya'dan, Birleşik Amerika'ya ta Honduras'a kadar. Türkiyemizin denizlerle çevrili üç yanı vasıfsız kaçak işçiler, üst yanları uçaklar, helikopterler, çok uluslu şirketler ya da birinci sınıf devlet memurlarının vasıflı çocuklarıyla "kansız" yabancı evliliklere doğru kanat açmış bulunuyorlar. Gençlik ve Spor Bakanı, gençliğe teşvik edici imkanlar sağlamadığı sürece bu göç sürecek ve gencecik, körpe, aynı zamanda üstün vasıflı Türk delikanlıları, sınırsız propagandanın etkisi altında bir gün bakacaklar ki, ülkeyi terk ederek yabancı kızlarla evlenmiş olacaklar. İyi hoş da, bu arada kızlarımız ne olacak?
"Kızım seni Ali'ye vereyim mi/İstemem babacağım istemem" dizeleri sadece şarkı ve türkülerde kalmış durumda. Günümüzde tıpkı Mehmet Ali Erbil gibi 55'ini çoktan aşmış erkekler dahi 20'lerindeki genç kızlara "Benimle evlenir misin?" dediklerinde adeta havalarda uçarcasına "evet" cevabı alıyorlar. Bu durum böyle sürdüğü takdirde Türk kızları da artık Ortodoks kızları gibi evlenmeden önce drohoma toplayacaklar. Artık, erkek aslanın ağzında. Çoğunu mıknatısla yabancılar ellerimizden alıyorlar...

Aile yapısı: Onlar aya biz yaya


Gençler Batı'ya hayran Türkiye hala Batı'ya hayran genç nesiller yetiştiriyor. Avrupa, Amerika şehirlerinin cilalı imajları liseden itibaren çocuklarımızın gözlerini kamaştırıyor. Sorunsuz yaşanacağına inanılan bir hayat olduğuna inanılıyor. Halbuki herşey gidince başlıyor...

Türkiyemizde lisenin ilk basamaklarında okumağa başlayanlar için gösterilen tek hedef var, bu da: YABANCI BİR ÜLKEYE KAPAĞI ATMAK...
Çocuk bakıcısı olarak İngiltere'ye gidenlerin büyük çoğunluğu bir daha Türkiye'ye dönmüyor. Günlük gazetelerimizde birçok İngiliz ailesinin "Çocuk Bakıcısı" aradığına dair ilanlar yayınlanıyor. Hayatlarında bir tavuk ya da koyun dahi gütmemiş olan gençler, "Asılırsan İngiliz İpiyle Asıl" deyimine uygun olarak ve de çocuk bakmak üzere yadellere kapağı atıyorlar.

Ne biçim eğitim


Bütün hayatım sürekli yurtdışına gidip dönmelerle geçtiği için pek iyi biliyorum: Yaşantılarında, kül tablası dahi dökmemiş olan gençler, büyük bir hevesle "Çocuk Bakıcısı" olarak İngiltere yollarını tutuyorlar. Sistem, onların, yetişmiş gençlerin yurtdışına gitmelerine kurulu. Ne diyebiliriz!
Geçmiş dönemlerde en azından bin yıl medreselerin basamağından içeri "Türkçe" girmemiş. Arapça lügati ezbere bilmeyenlere de medreselerde öğretmenlik verilmemiş. Sonra bir Osmanlıca'dır tutturulmuş, derken efendim, tam Türkçe ölmek üzere iken, cahil halk, medreselere alınmayan annelerimiz, babaannelerimiz, masallarla, türlü-çeşitli öykülerle evlatlarını kundaklayıp büyüterek Türkçe'yi yaşatmışlar. Şimdi ise "İngilizce" furyası var. Fransa'da, Almanya'da, İspanya'da yükseköğretim İngilizce değil, kendi dillerinde yapılıyor. Bu türlü akademik öğretim sadece bizlere özgü. Bir dönemde Arapça, daha sonra Osmanlıca ve Fransızca öğrenmek akıllılık, ileri görüşlülük sayılmış, öz dilimiz pas geçilmiş.
Gülhane Hattı Hümayun'undan (1839) itibaren Türkiyemizde başlayan "Yabancı Hayranlığı" dolu-dizgin gidiyor. Gençler, evet, gençler, dikkat edin, hiç biri Türkiye'de yaşamak istemiyor. Bu ülkede kalmayı arzulayanlar her ay yüzelli, ikiyüz Amerikan Doları tutarında emekli maaşı olanlardan ibaret. Elbette Türkiyemizde hak, hukuk, adalet kavramı çok değişik. Sözün gelişi 30 yıl çalışan bir basın emekçisi ancak 150 Amerikan Doları tutarında maaş alırken, çok değişik kademelerde çok değişik ödemelerin olduğu biliniyor. Almanya'da şoför de, savcı da, öğretmen de 65 yaşı geçtikten sonra 4 bin Mark emekli aylığı alırken, bizde her kesime mensup kişiler "Bal tutan parmağını yalar" deyimine uygun olarak kendilerine tarifsiz emekli maaşları sağlamışlar. Emekli gazeteci en çok 160 Dolar alıyorsa, genel müdür emeklileri 600, Anayasa Mahkemesi üyeleri 800 ve emekli milletvekilleri ise 1400 Amerikan Doları emekli maaşına sahipler. Yasalar böyle. Hangi yasa!
Türk Gençlerine "Yabancı Hayranlığı" aşılanıyor ve erkekler türlü-çeşitli yollardan oralara kaçarlarken, gül gibi kızlar boş yere kısmetlerini bekliyor ya da tıpkı Türk erkekleri gibi yabancılarla evlenip kayboluyorlar.

Gençleri ülkeye kazandırmak


Büyük masraflarla Birleşik Amerika'da, Avustralya'da ve Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde okutulan ve okuyan gençlerimiz yabancılarla hayatlarını birleştiriyorlar. Bu türlü evlilikler için devletlerin "özendirmeleri" var. Yerleşim izni, pasaport falan gibi. Türk gençlerinin kendi bünyelerine katılmalarını temin için pekçok ülke özel yasalar çıkartmış durumda.
Bu yasaların bütün yabancılara açık olduğu sanılmasına rağmen genellikle sadece ve sadece dirayetli, sağlam, kendilerinden iyi "döl" alınabilecek çaptakilere özgü olduğunu unutmayıp, yüksek öğrenim yapan ve bu öğrenimlerini tamamlamış olan gençlerimizin oralarda yitirilmemelerini temin için Hükümetimizin son derece etkili önlemler almaları gerekiyor.
Türkiyemizde geçmişte ve gelecekte pekçok kişi yabancılarla evlilik müessesesi kurmuş ya da kuracak olabilir. Aşk evliliklerine, yabancılarla evlenmiş ve evlenecek olanlara hiç kimsenin bir söz söylemeğe hakları yok. Bu gibi durumlarda onları topyekûn kutlamak gerekiyor.
Ne var ki, bu yazı dizimizde benim anlatmak istediğim, sadece ve sadece "Oturma, Çalışma" izni almak amacıyla, hiçbir gönül bağı olmayan evliliklere, yitirilen gençliğe sahip çıkılmasına parmak basmaktır. Yetişmiş insanlarımızı elde etmek amacıyla sayısız fırsatlar sunan yabancı ülkelerin bu çalışmalarına karşılık bizde ne yapılıyor? Ve neler yapılması gerek?
Gençlik ve Spor Bakanlığı ilgilileri süratle bu konularda kararlar almak zorundadırlar. Aksi halde gençler elden gidecek, kızlarımız ya bekar kalacak ya da babaları yaşında kişilerle evlenmek zorunda kalacaklardır ki, salt oturma ve çalışma izni karşılığında bir takım yabancılarla evlenerek terk-i diyar edenlerle, salt "para" için evlenenlerin fazla farkları olmasa gerektir? Fakat, ya çaresizse, bu türlü birliktelikleri dahi kınamağa hakkımız yok.
Beri yanda, "Türkiye'de sürüneceğine yabancı diyarlara gidip hayatlarını kurtarsınlar" diyen ana-babalar da yok değil! Hûkümetimizce yerli evlilikleri özendirici teşvik programlarına bu bakımdan şiddetle ihtiyaç bulunuyor.









ALİ GÜMÜŞ