yanıtlarım... Şehrin karşısında otururum bazen, binlerce hayat görürüm yanıp sönen binlerce ışıkta... Kimler yaşadığını sanır benim gibi, merak ederim... Kaçını ürkütmez karanlık, kaçının yarın ne yapacağı bellidir; planlanmıştır önceden kuracağı cümleler, söyleyeceği yalanlar.... Kaçının aklından geçer kaçmak, yok olmak ve kaçı kurtulmak ister zincirlerinden? Çoğu diye yanıt veririm; aynı şeyleri hissettiğimden... Dağların karşına otururum bazen, gülümsediklerini görürüm çiçeklenmiş her bitkinin, her bir ağacın... Merak ederim; zirvelerinden kimler gelip geçmiş, kaç aşık saklanmış kuytularında, kaç avcı eli dolu varmış eteklerine, kaç türküye esin kaynağı, kaç gence mezar olmuş? Acaba, var mıdır gidip de dönmeyenleri ve pişman mıdırlar geride bıraktıklarından ötürü? Hayır diye yanıt veririm; mutlu öldüklerini düşündüğümden... Bir çay bahçesinde oturup, caddeden gelip geçenleri izlerim bazen... Neler yaptıklarını merak ederim, tahminler yürütürüm hayatlarını nasıl kazandıklarına dair... Elinde büyük bir çanta taşıyan takım elbiseli adam avukat olabilir mi? Karşıda kitap okuyan genç, kendini dersten azat etmiş bir üniversite öğrencisi mi? Ya şu yaşlı kadın, torununu okuldan almaya mı gidiyor? Mutlu olup olmadıkları anlaşılabiliyor mu yüzlerindeki ifadelerden, yürüyüşlerinden? Bilinçli mi geçiyorlar bu yoldan, yoksa planladıkları her şey mekanik mi, farkında bile değiller mi her gün aynı şeyleri yaptıklarından? Evet diye yanıt veririm; benzer şeyleri aynı nedenlerle yaptığımdan... Yağmurun yağşını seyrederim bazen... Gökyüzü neden ağlar merak ederim. Durup durup akıtmak mı ister içindekileri, öfkesinden mi homurdanır, hiddetinden mi boşaltır bütün elektriğini, kurtulmak mı ister kötü duygularından, rahatlar mı toprak kokusunu içine çektiğinde? Öyle olmalı diye yanıt veririm; toprak kokusunu içime çektiğıimden... Çocuk bahçesinde otururum bazen... Oradan oraya koşturan çocuklarla, refakatçilerini seyrederim ve merak ederim büyüdüklerinde kim olacaklarını? Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle oğlunu dikkatli olması için uyaran anne, çocuğu için nasıl bir gelecek tasarlıyor kafasında? Zincirlere tırmanmak için büyük çaba sarf eden şu küçük kız, bir dağın zirvesinde de düşleyecek mi kendini? Silahını arkadaşına doğrultan ufaklık öldürecek mi birini? Düşünce, korkup annesine sarılan şu tatlı yaramaz, büyüyünce bulabilecek mi ağlayacak bir omuz? Şükran mı duyacaklar, yoksa nefret mi edecekler bizden, onlara bıraktıklarımız için? Pişman olacaklar mı büyüdüklerine? Evet diye yanıt veririm; zaman zaman çocukluğumu özlediğimden... Gece ya da gündüz farketmez; ama mümkünse en önde, otobüsle seyahat ederken, seyrederim etrafımı... Nereye gittiğimi merak ederim bazen... Bilinçli miydi seçimim, yüreğim aynı fikirde miydi aklımla? Daha önce aynı yoldan geçenler, uluşmışlar mıydı varmak istedikleri hedefe? Asıl, yolların bittiği yerde miydi ölüm? Seçeneklerin kalmadığı, hasretin özel bir anlam ifade etmediği ve sözcüklerin tükendiği yerde... Kimler, hasretle kavgasında yüklenmişti gazına, kimler umutlar bırakmıştı yol kenarlarına ve hangileri otostop çekmişti acıya ya da kim bilir farkında olmadan ecelini buyur etmişti arabasına? Dümdüz yollar daha mı uzun gelir insana , daha sıkıcı; inişli-çıkışlı, virajlı ve kasisli olanları daha mı heyecan vericidir ve sanki daha çabuk biter seyahatin... Sanırım diye yanıt veririm; onca insana eşlik ettiğimden kısa seyahatinde... Bir dost meclisinde, göz gezdiririm bazen masanın etrafındaki gülen yüzlere... Merak ederim önce hangimizin veda edeceğini ve ne zaman hüzün ekleneceğini gülücüklere? Hangi omuzlara akıtacağımızı acıyı, hasreti? Bir gün vazgeçilecek mi randevu defterine özenle not edilen toplantılardan? Hangi adlar silinecek titreyen ellerle telefon rehberlerinden? Beraber yaşlanmayı başarabilecek miyiz? Pişmanlık duyacak mıyız yaşadıklarımızdan? Hayır diye yanıt veririm; Onlarla geçen her an için minnet duyduğumdan... Ailemle birlikteyken, bazen dışarıdan bakarım yemek masasına... İştahla yemek, herkesin " eline sağlık " diyen ve her fırsatta kıkırdayan canlarımı görürüm ve merak ederim, bir ömür böyle sürüp sürmeyeceğini? Dört bir yana dağılıp dağılmayacağımız, parçalanışına tanıklık ettiğim diğer aileler gibi... Hayat ve zaman el ele verip unutturur mu geçmişi? Eksilir mi birbirimize duyduğumuz sevgi? Hayır diye yanıt veririm; unutmayı öğrenmediğimizden; bunca acı ve güç deneyime rağmen, hala tükenmediğimizden... Aynanın karşısında otururum bazen... İçinden bana bakan bir kız vardır; genelde yorgun görünür, yüzünde uykusuz gecelerin izleri... Gözleri hüzünlüdür, hele bazen, dehşete düşerim boş bakışlarından... Hangi uzak diyardaysa, bir şey dönmesini engeller sanki; ne olduğunu bilmem... Oysa bilmem gerekir neler hissetiğini... Elini uzatır " Yardım et! " der, kıpırdamam yerimden; öfkeyle dolar gözleri, korkaklıkla itham eder, haklıdır üstelik... Tepki göstermememe kızar... Oysa öfkeliyimdir; o kadar ki, kıpırdayamam yerimden... Korkum, yapabileceklerimden ileri gelir, belki de yapamayacaklarımdan... Bazen kendimde bulurum aynadan içeri girecek cesareti... Başını omuzuma yaslar, ağlar; yoruldum der burada bir başıma oturmaktan, üşüyorum uzaklığından... Ne zaman saracaksın yaralarımı, avutacaksın acılarımı, ne zaman öldüreceksin şeytanımı? Yakında diye yanıt veririm, bilmediğimden...