Sen büyüdükçe özgürlük büyüsün avuçlarında
Hazan yaklaşıyordu. Havada buruk bir sükûnet vardı.
O yaz sonu dal kıpırdamıyor, kelebekler azalıyor, eylül eşikte...
Ardında kış paltosunu giymiş sıra sıra ayaz ayları bekleşiyordu.
Onun aklında halâ kırlangıçlar, tekrar dönecek dediği göç kuşları ve
sevdiği vardı.Yaz çatlağı dudakları kupkuru, günahsız bir bekleyişle içine kanamış, sanki sancısının izi öylece ağzının kenarında asılı kalmıştı.
Beyaz sümbül ellerine kimse dokunmamış, korktuğunda kendinden başka
ince bedenini kimse kavramamıştı sıkıca, hiç öpülmemişti çocuk ağzı.
Düşlerinde bile yaşamamasına rağmen, ölesiye istiyordu saçlarının başak kokusunun sevdiğinin genzine dolmasını ve ölesiye istiyordu yar dediği yarinin gözlerine gözlerinin uyanmasını.
Onca kalabalığın içinde beklediğini arıyor, her gölgeye mağrur ve ürkek bir heyecanla yaklaşıyor sonra çaresiz iç çekişiyle kendi karaltısına sığınıyordu. "yarın" diyordu, "belki yarın..."
Çimene vakitsiz düşen çiyin, kırağın yeşilini söndüreceği endişesiyle ağlayamazdı. Ağlamayı beceremezdi, ağız dolusu gülemediği gibi hayat sahnesindeki filmlere.
Süs nedir bilmedi özünden başka. Pahalı çiçek parfümü kokmadı teni kent vitrinlerinde satılan. İçine sustuğu herşeye ve kendine rağmen ölümüne sevdi yaşamayı. Yarınlara uyanmaya umuttu yastığı, her gecesini başıyla birlikte sabahlayan.Özgürlüktü beklediği, sevdiğiydi. Vaktiydi, gelecek gelecekti, gelmeliydi...
Kimbilir yaşı kırka vardığında nasıl anlatacaktı çocuklarına, kanayan diz kapaklarının izini ve içinde çocukluğunu hiç yaşayamamış o cocuğun düş yüklü özlemlerini.
Ay tozu akşamlarda nöbetini üleştiği yıldızlara anlatırdı masalını. Kaç zamandır taramadığı saçlarının matemini tutan omuz başlarının kuş telaşı "gelecek" diyordu ona. Çakıl gözlerinin avlusunda biriken umutla çırpınan bakışları,
her göç mevsiminde uğurladığı kırlangıçların kanatlarına yüzündeki beyaz bahar kokusundan bir parça koparıp asıyordu, bekleyeşini yeminleyerek.
Rüzgârda sallanıp duran başaklar gibi ince bedeninde, kuş yuvası sadeliğinde beklemek dünyası ibadetti. Özlemek gökyüzü kadar büyüktü. Güneşten daha sıcaktı dupduru yüreği.
Davasına inandığı başının dimdik duruşuyla, kutsal dediği gün doğumlarında şükür düşürürdü toprağa. Umudunu yaşatmak adına "ölmek yok!" diyordu, " görmeden ölmek yok! söz verdim. Söz, bekleyeceğim. Kırlangıçlar gelecek, kırlangıçlarla geri gelecek. İnanarak beklemek boynumun borcu, yoksa ne emek ne sofradaki yemeğin bereketi kalır, hak değil böylesi. İnsan inanarak umut etmeli, ölecekse de büyük ölmeli.Verilen söz yerine getirilmeli..."
Geçti zemheri, kar çarşafı kalktı zirvesinden dağların. Eteklerinde gelincikler düğüne durdu. Usul usul esen yel nice tohum düşürdü toprağın rahmine, döllendi. Renk renk çocuğu oldu tabiatın. Tek güne ömür yükleyen kelebekler uçuşmaya başladı. Hızla koşuşturan karıncalar kışlık kırıntılar toplamak üzere yuvalarının kapılarını açtılar yeryüzüne.
O halâ bekliyordu. Yolların bittiği çizgilere, en tepelere gözleri takılarak. Nehir yataklarında gümüş balıklara türküler söylüyordu, dumanı tüten çay demliyordu güneş evinde gözlerindeki derin okyanus sularından.Gelinciklerle şafak bebeklerine isim koyuyordu her birinin adı umut olan.
Çiy düşen çimene sevda yanığı tenini siper ediyordu. İçinin seline vakur bir şekilde direnerek
Gelecek gelecekti, gelmeliydi, vaktiydi...
Mektup yollayacaktı sevenler sevdiğine, söz ışığından sine kokulu.
Yavuklu meydanlarında halay coşkusuyla zılgıt çekecekti kızlar. Sevda kuşları yaralanmayacak, sevdalıların koynunda harlanacaktı kumrular. Kem niyetten arınmış, saf ve tertemiz olacaktı yarınlar.
Sevecekti insanlar birbirini. Özgür, barışık, dost büyüyecekti tüm çocuklar. İncinmeyeceklerdi, incitilmeyecekti masallar.
Avlusunda renk renk çiçeklerin açtığı bahçelerde sevda mayalı toprak kokacaktı saçları. Yıldızlara isim koyacaklardı sevişmelerden. Dudaklarındaki gülüşten güneş ısınacaktı, yeni günler avuçlarında menevişli gözleriyle berrak iklimlere uyanırken...
Kuşlar gelecekti
gagalarında zeytin dalı
kuşlarla gelecekti özgürlük ve beklediği yavuklusu
bekledi... bekledi... bekledi hiç bıkmadan.
./.
Adı Ezo. Bir kız daha vardı yıllar önce, kendisini tanımazdım.
Ama ne adını ne hikayesini hiç unutmadım.
Cansız bedenini götürürlerken içimdeki kanamayı yazdım tarihe.
"notsuz ölüm... mevsim göç zamanı , 1980 sene...
Kız kısmı okumazmış diye, yollamışlar okula.
Cahil zihinler sebebiyle, ardında tek sözcük bırakamadan
bir ağacın gölgesinde son vermişti tazecik ömrüne
Sebebi sevda. Çok sevmiş civar köyden bir civanı.
Öksüzmüş adam, ne bağı varmış ne bostanı.
Malum adet başlık parası, insanın insana öküz karşılığı satıldığı.
Cehalet dizboyu. Sevdaymış, sevdalıkmış hak getire!
İstemiş çocuk Ezo'yu, vermemiş babası.
Engelleyememişler yüreklerindeki yangını, birbirlerinin olmuşlar.
Korkmuşlar.
Sonra kaçarlarken yakalayıp vurmuşlar oğlanı
Kızı da sürükleyerek kapatmışlar kilitleri üstüne, karartmışlar dünyasını.
Ezo gebeymiş bebesine cansız bedenini götürürlerken.
Gelinlik yerine sarılırken kefene, içimdeki kanamayı yazdım tarihe.
Cinayet... Suçu: sevmek. Faili: cehalet. Mevsim: g/öç zamanı. Sene: öteden beri...
Neyin öcü, ne densiz kin, namus uğruna namussuzluk.
Kimbilir kaçıncı kıyım, kirli ellerde...
Vuran bilmez mi sevgiyi!
Beklemez mi gagasında özgürlükle gelecek kuşları!
Ezo'yla yavuklusu göremezler artık, göremediler...
Hani şimdi bir yola çıksam; dalar giderim uzaklara,
düşer kalemimin yüzü efkâr dökülür kâğıtlara,
ben ağlarım, sinem yanar, acı dumanım yükselir bulutlara.
"Yaşamaksa marifet, sevmeyi bileceksin.
Hünerin İNSAN olmak asla yok etmeyeceksin"
Emek verdikleri onurlarıyla, hak edilen değerlerinden ırak,
günebakan çiçekleri gibi güneşe çevirip yüzlerini
gün ışığına doğru gittiler...
./.
Bin yıllık töre... Bir öyküye sığmayacak kadar çok acı.
Ezo'nun karnındaki bebeğiyle birlikte, gözlerini dünyaya kapadığı gün
anasının onu bir çığlıkta doğurmasıyla başlamıştı beklemeye yolculuğu.
Avazıyla düştüğü toprak tomurcuklanmış, ağaçlanmıştı.
Doktorsuz kesilen göbekbağında ebeliğini tabiat ana yapmıştı.
Tenini ilk yapraklar öptü. Anasının basma eteği kundağıydı.
Serpildi zamanla. Çocukluğu umut ederek geçmişti.
"Ey! maralım
Be hey! kalbime sızı olanım
Bir gelsen...
Üzüm çürüğü gecelerde
Sürsem yüzümü yüzüne
Ruhumda çarmıha gerili düşlerimin dindirsen acısını
İçimin katranından arınıp ışığa tünel kazmaya çalışan öyküler yazmaz mıyım!
Seher vakitlerinin yakasına en sevdalı türküleri haykırmaz mıyım!
Kırlangıç kanatlarında yüreğim, gagalarında zeytin dalı, özgürlüğe uçmaz mıyım!
Bir gelsen! " diyordu yıllar sonra “ bir gelsen! “
./.
Dinle kıymetlim
Bir sana kokar hanımellerim
Bir sana gözümden bahar düşürür cemrelerim
Süt kokulu yanakların öylesine güzel, öylesine güçlü ki yumuk ellerin
Büyü!
Kar/a uykusundan uyanmayanlara inat en cesur halinle büyü!
Gülümsesin güneşe kardelenlerin
Korksun cüce gönüllüler, zifir zihinliler
Korksun rengini yitirmiş sevgisizler
Seninleyim en halimle İNSAN
İşte bu omzum, bu canım
Seninleyim ölümüne her an
Ah! bebeğim
Ne kördür gözler
Ne sağırdır kulaklar
Ne sivridir diller
Ne çok herşeyi bilirler de
Bir sevmeyi bilmezler
Koy başucuna yanık yanımı
Bil seni çok sevdiğimi
Bıçak dayanmış kemiğime
Sırtımda emeğin asil teri
İşte sana kızlarımızın baht karasından
Yaşamın iki gerçek hikâyesi
Kendini dikenli tellerle kuşatmış acizler
Sözüm ona bahaneler ardına saklananlar
Allah kelâmı zikredip, kitaba uymayanlar
Vijdanını suni merhametle boyayanlar
Bilmezler mi ki Allah korkusunu?
Bilirler elbet, geberesiye korkarlar
Gel gör ki acz saltanatları ağır basar;
atar, tutar, yargılar, kendilerini dünya meleği tanıtırlar
Sandıkları bencillikleridir de
cennet vaat ettiklerini haykırırlar
Büyüyeceksin küçüğüm, göreceksin
Gözgöze geleceksin onlarla
Sen ellerinde ilim irfan
cahillikten uzak bilgeliğinle
ve insan kimliğinle
başını omzunun üstünde dimdik tutarak gideceksin üstlerine
Korkacaklar senden, ufalacaklar, dağılacaklar...
Minik bir karınca ayağı altında kalacak kadar küçülecekler karşında.
İşte sen beni göreceksin o an yanıbaşında ve
bir omzunda kırlangıçlar olacak, bir omzunda bin bir çeşit kardelenler...
Saçlarından güvercinler uçuracağız yarınlara göreceksin!
Beni bağışla kıymetlim
Sana ne kırmızı şapkalı kızı, ne çizmeli kediyi anlatmadığım için;
uçan balonlu, pamuk şekerli düş resimleri çizmediğim için beni bağışla
Seni ne " tü kaka" larla, ne de "cıss, aman ha!" larla sakındırabilirim
Tuhaf ve olmayanlarla kandıramam asla
Tenin gibi çıplak, ruhun gibi pak bir onurla seviyorum seni
Görebilmen için onca yalan içinde gerçeği, gerçek hikayeleri yazdım
İçinde umut, barış ve sevda olan kuşlarla birlikte.
Sen büyüdükçe özgürlük büyüsün avuçlarında.
Cehaleti yok etsin erdemin ve kalemin, İNSAN olduğunu asla unu tma!
Sevinç YILDIZ
Son düzenleyen Blue Blood; 15 Nisan 2007 02:56