Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #687

VerSchL@GeN - avatarı
VerSchL@GeN
Ziyaretçi
16 Nisan 2007       Mesaj #687
VerSchL@GeN - avatarı
Ziyaretçi
Eski Mektuplar

Bundan iki yıl önce yazılmış bir yazı…

Merhaba…

Kış günleri ağır aksak da olsa geçti işte…Fakat bahar kendisini naza çeken bir gelin gibi şimdilik yüzünü tam olarak göstermemekte kararlı.Kuşlar gittikleri yerlerden daha dönmediler,cemrenin havaya düşme zamanını bekliyorlar herhalde.Yüreklerinde ve kanatlarında o anın özlemini taşıyorlar.
Bense en çok yaprakların yere düşme zamanını özledim,yani eylül’ü…yani sonbaharı…İçinde taşımış olduğu hüznün yanında tarif edilmesi çok zor olan bir gizem taşıyor sanki bu mevsim.Perdeler çekilmesi gerektiği kadar örtük,aynalar olması gerektiği kadar buğulu.
Şimdi sen “Bu mektubun konusu belli oldu,Sonbahar!” diyorsundur içinden ama öyle değil işte.Geçenlerde başımı yastığa koyamadan önce ikimiz arasındaki dostluğu başlatan ve adına “mektup” denilen hayatımın ikinci gizeminden neden bahsetmediğimi düşündüm,onca yazdıklarım arasında.İçime ve gövdeme garip bir sızı çöktü.Sanki şimdiye kadar yazılmış olan bütün mektupları incittiğimi düşündüm.
Aslına bakarsan cümleler ne kadar açık ve ifadeler ne kadar beyaz da olsa her mektup ayrı bir gizem taşır içinde,tıpkı sonbahar gibi…
Unutamadığım ilk mektup ailece askerdeki ağabeyimize yolladığımızdı.Herkes içindekileri bir paragrafa dönüştürmüştü.Bana ise ailenin en küçük olarak,mektubun en altına yazılan ve yaşıma uygun olduğuna inanılan şu cümle düşmüştü.”Kestane kebap,acele cevap”böylece gönlüm alınmıştı ama yine ben ailenin en küçük ferdi olduğuma hiç bu kadar üzülmemiştim.
Her mektup farklı bir dünyadır aslında,yazanların bahçelerinden farklı bir dünya sunar bize.Ben bundan dolayı bütün mektupları sevdim.İster Emine teyzenin köy muhtarına yazdırdığı ve gurbetteki,Almanyalardaki Ahmet’ine yolladığı olsun,ister “Er mektubudur,görülmüştür” zarfının içindeki şafak mektubu…Ya da bir yazarın imgeler dünyasını en yakın arkadaşıyla paylaştığı mektuplar olsun.
Oysa şimdi bunların çoğu geride kaldı.Zaman birçok şeyi sürüklediği gibi mektupları da aramızdan aldı götürdü.Yazmanın okumaktan zor olduğu bu dönemde,hal hatırlarımızı,sevinçlerimizi,dertlerimizi,paylaşımlarımızı, kısa mesaj servisleriyle veya chat sayfalarıyla dile getirme gibi bir basitliği ve çarpıklığı yaşıyoruz.
Bir şeyleri bekleme duygusunu yitirdik,zor zamanlardan geçip bir yerlere ulaşma olgunluğunu toprağa gömdük.Oysa mektup,bize beklemeyi öğretip hasletini kazandırmıştı.Firaktan visale yol açmıştı.Benim yüreğimi,yolladığım mektuplardan ziyade bana yollananları heyecanla bekleme duygusu titretti.
Şimdi zarflarımızdan telefon faturaları,banka hesap ekstreleri gibi sekülerizmin,maddiyatın unsurları çıkıyor.Ne kadar garip!Geçmişimizi,değerlerimizi yitirdikçe her şey maddeleşiyor.
Beyaz kağıda geçirilen hangi ifade bir mektubun ruhunu taşıyabilir,ya da mektubu yollayanın sanki yanımızdaymış gibi konuşmasını yansıtabilir,kalbimizin en derinliklerine…
Havada da bir kasvet kasvet…Yağmur yağacak gibi.Bahar da yüz görümlüğü istiyor herhalde.Ne dersin kuşlar döndüklerinde,kanatlarında artık zamanın içinde kaybolmuş mektupları olmasa da,onların ruhlarını getiriler mi?Ya da biz kendimizi değiştirebilir miyiz bundan sonra?
Cümleler kelimelere,kelimeler harflere artık yorulduklarını söylüyorlar…
Zarfı kapatmadan önce postane görevlisi Cemil amcanın hafif ve muzip bir gülümsemeyle “Hocam yine mektup mu var?” demesinden sonra kahkahayı patlatarak “Yoksa Patagonya’ya mı?” demesini şimdiden duyar gibiyim.
Benim cevabım mı?Kısmetse başka bir sefere…