Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Nisan 2007       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Bioteknoloji : Yaşam kalitesine katkı

Ad:  b.jpg
Gösterim: 1254
Boyut:  7.5 KB
Virüsler, ilaçları alt etmekte "başarılı" olmaya başladı. Virüslerden "hızlı" davranıp, hatta doğada bile olmayan yeni moleküller üretmek gerekiyor.
Kazaya uğrayan bir hastaya yapılacak ilk müdahalelerden biri ona serum vermektir. Serum, hastanelerde en olağan ve en hızlı müdahale biçimi olarak ancak 1931'den beri kullanılıyor. Kullanım, önce Amerika'da başlamış, sonra dünyaya yayılmış. Baxter adlı bir Amerikan bioteknoloji firmasında bundan 60 - 70 yıl önce yapılan araştırma ve geliştirme, serumun hem ticari hem tedavi amaçlı karlı bir ürün olduğunu göstermişti. Aynı firma, kanın güvenli ve sağlıklı biçimde toplanıp saklanması için ilk steril üniteyi de 1939'da üretmişti. Baxter, kan plazmasıyla serumunun ayrılmasını sağlayan bioteknolojik yöntemi geliştirdiğinde İkinci Dünya Savaşı sürüyordu. Amerika savaşa henüz girmişti. Yaralanacak askerler için milyonlarca ünite kan ve kan ürünü, yani plazma ve serum gerekiyordu. İnsanı öldürmeye yarayan savaş, ne tuhaftır ki gerek bioteknolojide gerekse nöroloji ve cerrahide yeni yöntemlerin hızla araştırılıp gündelik yaşama uygulanmasına da "yaradı". Pek çok cerrah, hayal bile edemeyeceği kadar çok yaralanma vakasına müdahale ederken ikinci bir tıp eğitimi almış gibi oldu. O dönemin bioteknoloji firmaları da var güçleriyle tedaviye yönelik ürünler üzerinde yoğunlaştı. Bu çaba, bugün daha da hızlı bir biçimde sürüyor.

Bioteknoloji nedir?


Bioteknoloji denilince akla gelmesi gereken pratik özet şu: İleri teknoloji ürünü steril laboratuvarlarda astronot kılığında çalışan süper uzmanlar, süper bilgisayarlar, bir bilim kurgu ortamı... Ne yapar bu insanlar? İnsan ömrünü uzatmak ve yaşam kalitesini arttırmak için yöntem geliştirir veya ilaç üretir. Bunu yapmak için de ileri teknolojinin sağladığı her olanağı kullanır. İlacı bazen şifalı bitkilerden üretir, bazen tamamen yapay moleküller "yaratıp" bunları ilaçta kullanır. Veya öyle bir aygıt geliştirir ki, bunu kullanan hastanın yaşam kalitesi artar. Örneğin, yine Baxter'in kronik böbrek hastaları için dünyada ilk kez ürettiği portatif diyaliz makinası gibi...
Bugün bioteknolojideki araştırma ve geliştirme hızı, 50 yıl öncesine bakışla çok çok daha baş döndürücü. Çünkü 50 yıl önce kocaman odaları dolduran bilgisayarlar artık masaüstünde bir kaç kitaplık bir yer kaplar oldu. İşlemler, eskiye bakışla müthiş hızlı. Bilginin birikimi de aynı şekilde çok hızlı. Bilimsel dergiler, bilgiyi uzmanlara aktarmakta gecikmeye başladı. Makalenin yazılması, dergi tarafından kabul edilip edilmeyeceğini anlamak için beklenen süre, derginin basımı ve dağıtılması gibi doğal gecikmeler, bilimin hızının çok gerisinde artık.
Bu müthiş hızın nedeni şu: Sürekli olarak yeni tedavi yöntemlerine ve ilaçlara ihtiyaç artıyor... Bunun da en önemli iki nedeni var:
  • Özellikle virüsler, her yeni ilacı alt etmekte daha "başarılı" olmaya başladı. Virüslerden "hızlı" davranıp, hatta doğada bile olmayan yeni moleküller "üretmek" gerekiyor.
  • Bilimsel buluşların sayısı arttıkça, bunların hem ticari açıdan hem tedavi açısından sağlayacağı yarar da artar oldu. Örneğin geçenlerde, "kalp kasını besleyen damarları kalbin bizzat üretmesini sağlayacak genetik anahtar" bulundu. Bioteknolojide sürekli ve ısrarlı kılı kırk yaran araştırmalar sayesinde...
Ne var ki bioteknoloji araştırması yapmak, örneğin yeni genetik tedavi yöntemleri bulmak, yeni ilaçlar geliştirmek, dünyanın sanayi ötesi ülkelerinde bile ancak bazılarında mümkün. En başta ABD ve Japonya olmak üzere Almanya, Fransa, İngiltere, İsveç bioteknolojide söz sahibi belli başlı ülkeler.
Neden bioteknoloji bir avuç ülkede yürüyor? Çünkü çok pahalı... Ancak varlıklı ülkelerde bu işlere para yatırılır. "Paha", görece bir kavram olduğu için burada rakam vermek gereksiz. Ancak, bioteknoloji veya ilaç firmalarının, serbest piyasa ortamında rekabet edebilmesi için yıllık toplam gelirlerinin neredeyse yüzde 20'ye yakınını araştırma - geliştirmeye ayırması gerekiyor. Üstelik, yüzlerce milyon dolarla ifade edilen dev paraların mutlaka yeni bir bioteknoloji ürününe veya ilaca dönüşmesi garanti değil.

Nasıl çaılşıyorlar?


Her konuda olduğu gibi, bu konuda da bazı Amerikan ve Japon firmaları, diğerlerine bakışla daha başarılı. Yine baştaki örneğe dönersek, Baxter'da üzerinde çalışılan konular, yaşam kalitesini arttırma ve yaşamı uzatma yönünde... Türkiye'de Eczacıbaşı'yla 1994'te yarı yarıya hisseli bir ortaklığa da giden Baxter, başta serum ve kan ürünleri olmak üzere "hastane ürünleri" üretmekle kalmayıp, bu konuda sürekli araştırma - geliştirme yürüten dev bir firma. Dünyada Kızılhaç'tan sonra en çok kan toplayan firma aynı zamanda. Bu kanları işliyorlar ve kanı, içindeki birimlerine ayırıp, kime hangi birimden ne kadar gerekliyse onu veriyorlar. Böylece, kanın ziyan olup gitmesi önleniyor. Kanı pıhtılaşamayanlar (hemofili hastaları) için kandaki Faktör 8 denilen birimi bundan 30 yıl önce ilk kez ticari biçimde üreten firma da yine Baxter'di. Firma bunu, 1992'den beri kandan değli, tamamen bioteknolojik yöntemlerle "yapay" olarak üretiyor.
Bioteknolojik araştırma - geliştirmede bu firmanın programı, aslında "bilimde ilerleme" dediğimiz şey. Örneğin, "yapay kan" üzerinde çalışıyorlar. Bu öyle bir yapay kan olacak ki, kişinin kan grubunun önemi kalmayacak. Normal kana bakışla, hastaya verilmesi, depolanıp saklanması daha kolay ve güvenli olacak... Bir diğer araştırma - geliştirme programı, gen tedavisi alanında... Hemofili ve kanserde genetik öğeleri araştırıp bunlara uygun tedavi yöntemleri geliştirmek için milyonlar harcıyorlar... Kronik böbrek hastalarını diyaliz için hastane yatağına mıhlanmaktan kurtaran portatif diyaliz aygıtı da yine bu firmanın "icadı". Baxter, bütün bu işler için 1996'da 340 milyon Dolar harcadı.

Üç boyutlu resim, tıbbın emrinde


Bioteknolojide araştırma - geliştirme, yan bilim dallarının da işbirliğini gerektirir. Üç boyutlu fotoğraf yöntemi olmadan, bioteknolojide bazı adımları atmak mümkün değil. Eskiden, moleküllerin yapısını anlamak için renkli toplarla model yapılırdı. Her bir renkli top bir atom grubunu temsil eder, bunlar da birbirine telle tuttururuldu. Artık bu yöntem, tıp tarihine mal oldu. Şimdi, üç boyutlu fotoğraf tekniği var. Bunu kullanmak için özel bir gözlük takıyorsunuz. Büyük bir bilgisayar ekranında alaca bulaca görülen bir molekül, bu özel gözlükle ekrandan size doğru fırlayıp burnunuzun dibine geliyor. Bilgisayarla bu görüntüyü ekranda sağa sola çevirip altını üstüne getirmeniz mümkün. Böylece, molekülün içini dışını görmeniz de... Eskiden, doğada mevcut olup da insanoğlunun bilmediği moleküller "bulunurken", şimdi işler değişti: Artık, virüsü alt etmek için molekül "icat ediliyor". İlaç sanayiinin bu kadar hızlı ilerlemesinin temel nedeni, bilgisayarın, ilaç tasarımında "olmazsa olmaz" rolü. "Eskiden" sadece biokimyasal yöntemlerle başlatılıp klinik deneylerle sürdürülen araştırmalar, şimdi bilgisayarla "sanal düzeyde" yapılabiliyor.
Son düzenleyen Safi; 12 Haziran 2016 00:20