Mahkeme
Artık yapayalnızdı.
Hayatı küçülmüş anılara dönüşmüş kafatasının içine hapsolmuştu. O kendince muhakeme mahkemesini kurmuş kendini suçlu, hâkim, avukat, savcı yapmış sallanan sandalyesinde yaşamının hesabını görüyordu.
Zaman zaman sinirleniyor dişlerini sıkıyor, sandalyesinde deli gibi bir ileri bir geri sallanıyor, zaman zaman bıyık altından haklılığının onaylandığı muhakeme mahkemesinde kazandığı zaferler için gülüyordu. Hayati boyunca asabi mizaçlı biriydi. Bu sebeple ilerlemiş yaşına rağmen hiç dostu yoktu. Sudan sebeplerle kim bilir kaç kalp kırmıştı. Kırılamayan bir tek kalp kalmıştı geriye, hayatından arta kalan. O da kendi kalbiydi.
O kadar duygusuzlaşmıştı ki adeta taştan bir kalp göğsünün ortasında belli belirsiz atıyordu. Yüzünde birçok yaşlının yüzünde olan tatlı bir tebessüm ve atmış oldukları kahkahaların mutluluk çizgileri yerine ömrü hayatı boyunca sebepli sebepsiz yere astığı suratının acuze çizgileri vardı. Her şey etrafından birer birer yok olmuştu. Dostları, eşi, çocukları.
Bu yok oluşların tek suçlusu vardı o da kendisi. Herkesten kaçmayı basarmış bir kendinden kaçamamıştı. Kendi tek başınaydı ama kafasının içi bir dünyaydı. Fırtınalar, kopuyor, şimşekler çakıyor, savaşlar oluyor, kafatası çatlayacak bir hale bürünüyordu. Var olmasının tek sebebi vardı o da bencilliği.
Bu neyin kini neyin isyanıydı?
Dostluklara tutunamamanın acı bir sonucu mu?
Yoksa kendine yaşamı zehir etmenin iç hesaplaşması mı?
Her ne halt olursa olsun yapılmış, yıkılmış, yakılmış kırılmış bir şeyler vardı anılarının satır aralarında. Kırılanları onarmak için bir omur gerekli idi, yanlışları ve nerede yapıldıklarını tespit edip düzeltmek pişmanlıklarından sıyrılmak için tek lazım olan şey bir ömürdü. Ama tek bir ömür vardı elinde o da yaşanmış son demlerine yaklaşmıştı.
Bu karmaşık duygular çözümlenemeyen hesaplaşmalar geriye kalan ömrünün son kırıntılarını da silip süpürüyordu.
Birden kaskatı kesildi,
Taştan kalbi durdu,
Mahkeme bitti…