Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #889

yenigun - avatarı
yenigun
Ziyaretçi
12 Mayıs 2007       Mesaj #889
yenigun - avatarı
Ziyaretçi
ÖLÜM VE OYUN


Ayazın soğuğu muydu yoksa birazdan asılı duracağı darağacı mı titretiyordu içini bilmiyordu ama bedenine söz geçiremiyordu artık. Birazdan onu götüreceklerini düşünüp dizlerini kontrol etmeyi denedi, başaramadı. Örsle çekicin buluşması gibi çarpan dişlerini bir birine kenetledi ama bu sefer de çenesinin titremesine mani olamadı. Son bir kez etrafına baktı, üşüme fikrini unutmak istiyordu. Küçük bir odaydı beklediği yer. Camı kırık pencereye baktı önce, soğuğun oradan girdiğini gördü ve yine titremeye başladı. Ayın ışığına odakladı gözlerini ve bilincini. Kendini bir an için ay olarak düşledi. Ve aklına Fatma ile sahilde dolaştığı akşamlar geldi. Ayın gölgesi altında dakikalarca yürüdükleri ve ilk defa Fatma’nın elini tuttuğu an bir film karesi olarak düştü gözlerinin önüne. Daha sonra gözlerini kapattı ve o anın bütün ayrıntılarını yaşamaya başladı. Elini tuttuğu o an gibi atıyordu yüreği. Saatlerce bırakmamıştı Fatma’nın elini ve iki taraf kurduğu düşlerle kamp alanından uzaklaştığını hissetmemişlerdi bile…
Demir bir kapının şiddetli çarpmasıyla irkildi Hüseyin. O an geldi diye geçirdi içinden ve slogan atmaya başladı en gür sesiyle. Erdal’ın kendisini sarstığını görünce şaşkına döndü elleriyle yüzünü kapattı utandı, yine düşler ve kâbusun iç içe geçtiği bir rüyadan uyandığını anladı. Kafasını yastığın altına gömdü ve üzerine de battaniyeyi çekti. Her şey o kadar gerçek yaşanmıştı ki üşümeler, korku ve Fatma’nın elinin sıcaklığı anlamamıştı bunun bir rüya olduğunu. Kendisini kontrol edemiyordu. Hâkimin idam kararını verdikten sonra bunları yaşaması ise bir tesadüf değildi…
Erdal’ın sesiyle uyandı Hüseyin. Kalktı elini yüzünü yıkadı ve Erdal’ın hazırlamış olduğu sofraya oturdu. Nedense bir türlü yemeğe başlamıyordu. “Belli ki gece yaşadığı bu kâbusu anlamlandırmaya çalışıyor” diye geçirdi içinden Erdal. Hüseyin’e dönerek “gece yaşadıklarını anlatmak ister misin?”. Hüseyin cevap vermeden önüne baktı ve sofra kalkana kadar da duruşunu değiştirmedi. İçindeki şiddetli esen rüzgâr onu bir düşünceden diğerine savuruyordu. Soru işaretleriyle dolu bilinci, yaşam ve ölüm üzerine odaklanmıştı artık.
Erdal, Hüseyin’le beraber kaldıkları hücrenin penceresini açtı. Hücre küçük ve hapishanenin arka tarafında olduğundan karanlıktı. Hapishanenin tüm su boruları onların hücresinden geçtiği için de nemliydi ve küf kokuyordu. İdamlık olduklarından dolayı bu hücrede kalıyorlardı. Havalandırmaya çıkmak diğer tutsaklarla görüşmek yasaktı onlara. Bir tek mektup alıp vermek serbestti. Günleri çoğu zaman mektup okumakla ve yazmakla geçiyordu. Ölüm bu kadar yakınken onlara yaşama ve sevdiklerine sadece mektupla ulaşabiliyorlardı…
Gece yaşadıklarını unutmak için Fatma’nın yollamış olduğu mektupları çıkardı Hüseyin. İlk mektuptan son mektuba kadar hepsini okumaya başladı. Yüzündeki solgun düşünceler bir anda kendini renkli hayallere bıraktı ve belirli belirsiz tebessümler yayıldı ortalığa. Kendini iyi hissettiriyordu bu mektuplar. Mektupları kaç sefer okuduğunu kendisi bile unutmuştu ve çoğunu ezberlemişti ama yine de okumak onu rahatlatıyordu. Yüzünü mektuplardan kaldırdı ve Erdal’a baktı. Erdal uzanmış ve kendini elindeki kitaba bırakmıştı. Ne okuyorsun? diye sordu Hüseyin. Erdal: “Şolohov”, dedi okuduğu kitabın kapağını göstererek. Don hikâyeleri diye ekledi sonra. Sovyetlerdeki İç savaşı ve Kazakların ayaklanmalarını farklı farklı kısa hikâyelerle anlatıyor diye açıklama yaptı. Uzun roman okumuyorum çünkü darağacına giderken bitiremezsem sonunun ne olacağını merak etmek istemiyorum diye gülerek bir espri yaptı. Hüseyin hafif bir tebessüm etti. En çok hangi hikâyeyi beğendin diye sordu Erdal’a. Erdal biraz düşündükten sonra Mişka dedi. Hemen kitabın sayfalarını geriye doğru çevirdi ve işte burada, Yüz Karası dedi. Hikâyeyi anlatmaya başladı Erdal. Mişka’nın inatçılığını, dedesine yaptığı kötü şakalarını, Bolşeviklerin safında savaşan babasını, arkadaşlarına göğsünü gere gere anlatmasını ve hiç görmediği Lenin’e duyduğu büyük hayranlıkla Bolşeviklere katılmak için harcadığı çabayı. Erdal anlatırken Hüseyin hayallere dalmıştı. Ben de buna benzer bir hikâyeyi Ostrovski’den okumuştum. Erdal hemen tamamladı Pavel değil mi dedi. Evet, “Ve Çeliğe Su Verildi” kitabı derinden etkilemişti beni. Belki bizim hayatımızı da yazarlar diye gülerek şakalaştı Erdal…
Akşamın solgun ve ürpertici karanlığı yavaş yavaş hücreye çöküyordu. Hücre sakinleri yemeklerini yemiş mektup yazıyorlardı. Hüseyin, Erdal’a gece yaşadığı kâbusu anlatmaya başladı. Korkuyorum dedi. İpi çekeceklerinden ve hep 19 yaşımda kalacağımdan değil ama sevdiklerimden ayrılmak, yoldaşlarımı bir daha göremeyeceğimden korkuyorum, dedi. Erdal, Hüseyin’den iki yaş büyüktü. Dışarıda ne iş olursa hep beraber yapmaya alışmışlardı. Hüseyin’in ellerini avucuna aldı. Korku insani bir şey, biz insan kalmakta ısrar ettiğimiz için buradayız dedi. Evet, dışarıdaki ve içerideki dostlarımızı özleyeceğiz. Onlarda bizleri özleyecek ama özlerken ve yâd ederken bu güzel günleri onlar asla üzülmeyecekler sadece yüzlerinde yer edecek bir tebessümle bahsedecekler bizden. Hüseyin bulunduğu yaşın ağırlığından değil ama bir halkın düşleriyle üstlendiği o sorumluluğu hatırlayarak Evet dedi. Rahatlamıştı. Keşke seninle daha önceden paylaşsaydım diyerek kendine kızmaya başladı. Erdal, Hüseyin’e dönerek hadi dedi yatma vakti geldi. 15 dakika sonra ikisi de ranzalarındaydı. Bu gece iyi şeyler görmeye çalış dedi Erdal. Mesela çocukluğumuzda yaptığımız şeyleri hatırla. Sen Pavel ol, ben de Mişka. Tamam dedi Hüseyin. Ve gözlerinin üzerine düşen ağırlığa daha fazla dayanamayarak bıraktı kendini uykunun kollarına…
Taşı beşe fırlattı Pavel, ve tek ayağının üzerinde beşe doğru sekmeye başladı. Beşten taşı aldı ve sonra geriye dönüp başladığı yere doğru tekrar sekmeye başladı. Mişka onu bekliyordu. Pavel daha sonra aynı hamleyi altıya doğru yaptı ve başarıyla geriye doğru döndü. Sırada yedi ve sekiz vardı. Taşı atacağı sırada demir kapıda kilit sesleri duyuldu. İrkilerek doğruldu yerinden Hüseyin. Erdal çoktan kalkmıştı. Ayak seslerinden, koşuşturmalardan olağan üstü bir şeyler olduğunu anlamıştı. Hüseyin’e dönerek öyle tebessümlü uyuyordun ki kıyamadım uyandırmaya, dedi. Oyunu kazanmaya az kalmıştı dedi. Ne oyunu dedi Erdal. Rüyamda sen Mişka’ydın ben de Pavel. Eskiden oynadığımız sek sek oyununu oynuyorduk. Ama ben sona yaklaşmıştım ki sese uyandım. Erdal gülerek, tamam dedi oyunun sonunu getirme fırsatı doğdu sana. Özgürlük şu kapının arkasında yedi ve sekiz de kapının arkasında kapıdan çıktığın zaman oyunu kazanmış olacaksın. Hüseyin, Erdal’a sımsıkı sarıldı. Mutlaka ben kazanacağım dedi. Kapıda görülen gardiyanlar Hüseyin’in ismini okuduğunda Erdal hadi bakalım görsün seni bu halk, oyun nasıl kazanılırmış diye sırtını sıvazladı. Pavel kapıdan çıkarken iki ayağını da karoların içine basarak, büyük bir mutlulukla kazandım Mişka kazandım diye bağırmaya başladı. Oyunu ben kazandım, biz kazandık, biz kazanacağız… Ardından duyulan sloganlar sabaha kadar hücre hücre yankılandı.




24.04.2007