Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #903

NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
15 Mayıs 2007       Mesaj #903
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Yitik çocuk
Kocaman gövde üzerine monte edilmiş minicik kafatasına yapışık bir çift silik göz. Pınarları kanlı. Gecenin sessizliğinde ekseninde dönerek alev çıkartıyor. Bu çakmak gözlerle altı senelik çekyatta tahta kurularıyla uyumaya çalışan uykusu pek derin olmayan abisinin yüzü arasında bir karış mesafe var. Gözlerin nefesi abisinin ensesinde. Uyurken seyrediyor abisini saatlerce ve her gece. Seviyor ailesini. Sevgisini böyle yaşıyor yarım kalan aklıyla. İstiyor ama dokunamıyor. En güzeli uyurken doya doya gözleriyle sevmekti. Bilindik bir sevgi yolu değildi. Abisi tesadüfen uyanmasa bu şölenden mahrum kalacak. Ve korkudan. Kim bu mahlukat diyor ödü bokuna karışan abisi zifir karanlıkta bağırarak. Kimseyi korkutmak istemiyordu aslında. Hele ki ailesini. Bazen çok agresif olabiliyordu. Ürkünç bir insan değildi. Yıllar önce abisine verilen talimatla zorla sürüklenip götürülerek teslim edilmişti. Tavşan kanı kıvamında koyu dini eğitim veren yatılı okula. Ne olduysa o okuldan sonra olmuştu. Yatılı okula gitmek istemiyorum diye yalvarmış ağlamıştı bu derin bakışlı gözlerin sahibi. Henüz sekiz yaşındaydı o zamanlar. Neler olup bittiğini anlamamıştı. Belliki evde istenmiyor ve gönderilmek isteniyordu. Göt korkusundan başka birşey hissetmeyen abisi, yitik çocuğun tepkilerine duyarsızdı o nu sürüklerken. Bu hüzünlü minik bakışlar ve ağlamalar umrunda değildi. Bir an önce emaneti hacı hocalara teslim etmekten başka bir şey düşünmüyordu. Alev çıkan bakışların temelini kapıdan ayak üstü cüppeli sarıklı sakallı adama teslim ettiğinde atmıştı abisi. Emir kuluydu. Kardeşini teslim etmeden eve dönme diyen bir babanın muhteşem fikri olan bu kararını uygulamıştı. Okulundan hiç memnun olmayan hergün ağlayan sekiz yaşında ki yitik çocuk gün geçtikçe yaşlanıyordu. Hafta sonları pek nadir eve gelmesi için serbest bırakılırdı. Onun haricinde kimsecikler onu görmeye gitmezdi. Eve geldiğinde ise bambaşka bir dünya ya ait olduğu geçde olsa anlaşılmıştı. Cinler ve perilerden konuşmaya, zaten bilmedikleri müzik resim ve kadınların şeytanın bir parçası olduğunu söylemeye başlamıştı. Kalemle pürüzsüz yüzüne sakal yapmaya başladığında ise anne gözyaşlarını tutamamıştı. Beni ağlattınız. Sizde ağlayacaksınız diyordu dokuz yaşına giren yitik çocuk. Büyümüş ve küçülmüş gibiydi. Muskalar yazmaya başladı on yaşında. Sabahlara kadar yatmıyor. Gülmüyor. Gülen insanlara çok kızıyorduNeden rahatsız oluyorsunuz gizli gizli ağlıyorsunuz ki böyle olmasını siz istemediniz mi diyerek bir bakıma intikamını alıyordu. İntikam almaktan başka bu yaşam tarzını yitik çocuğun beynine sistemli bir şekilde kazımışlardı. Mutluydu baba. İstediği olmuştu. Gerisi hiç önemli değildi. Baba hiç sevmemişti çocuklarını. Yitik çocuk gibi diğer iki abiside kayıptı. Kendisinden iki yaş büyük kardeşi evden kaçmıştı.En büyük abiside vatani görevini yapıyordu. Yaşını büyülttürüp gitmişti evdeki ortamdan uzaklaşmak için. Herkes sevgiyi başka yerlerde aramaya başlamıştı. Baba dayak faslına başladımı ertesi güne kadar sürdürürdü. Yitik çocuk bu aile içi şiddetten olanca hızıyla etkileniyordu. Belki de bu bu yatılı okula gidiş mutluluk getirecek orada bir başkaları tarafından sevilecekti. Sevilmenin değer verilmenin ne demek olduğunu öğrenme ihtimalinin bu yatılı okula gidişle olabileceğini düşünmüştü. Bu evde kalmak daha kötüydü. Diğer kardeşleri gibi o da kaçmalı ve kurtulmalıydı. Hayatının en erken ve ilk yolculuğuna çıkıyordu. Tek başına. Tek üzüldüğü konu annesinden ayrı kalmaktı. Yavrularım diyerek anne çocuklarına sımsıkı sarılır. İhtiyacı oldukları kadar sevgiyi onlara vermeye çalışırdı. Annelerinden başka kimsecikleri yoktu. Anne gizli gizli güzel yemekler yapar çocuklarına yedirirdi. Ufacık harçlıklar vererek çocuklarını sevindirmek anneye tarif edilmez mutluluk verirdi. Ve çocuklara. Herşey çok kısa sürer baba inanılmaz bir baskı kurar aile fertlerine sonsuz işkencelerle dünyayı dar ederdi. Anneninde pek hükmü ve yaptırımı yoktu. Şiddet sevgiyi her zaman alt ederdi. Anne baba ve yitik çocuk için hayat çekilmez bir hal almıştı. Evet gitmeliydi yitik çocuk. Annesinin sevgisini minicik yüreğine gömdü ve koğuşuna girdi. Kış günüydü. Dışarısı inanılmaz soguktu. Üst üste konulmuş paslı soguk demirler üzerinde kat kat yatan çocukları gördü. Artık üç katlı ranzanın ikinci katı ona aitti. Sabah beş de kalkacak. Gün kararana kadar bilmediği ama ürktüğü yollarda yürüyecekti. Korkmuştu. Belli etmemeye çalıştı. Uzun tahta sopalarla yediği dayaktan sonra pınarlarında ilk kanları oluşmaya başlamıştı. Bu duruma alışmalıydı. Et ve tırnak misali dayak yemek ayrılmaz bir parçasıydı bu karanlık okulun. Dayak fasıllarına alışıktı ama burada ki yaşam ona çok farklı geliyordu. Ailesiyle göçebe hayatı yaşamıştı. Annesi ve kardeşleriyle devamlı babalarından kaçar akrabalarında kalarak yaşamlarını sürdürürlerdi. Bazen durumları müsaitse kendilerine kiralık ev tutar aç karnına olsada yaşamayı sürdürürlerdi. Hayat tecrübesi bilgisi ve ağırlığı olan birde ananeleri vardı. Bütün kaçışlar ananenin direktifleri planları doğrultusunda gerçekleşirdi. Kimse bu durumdan rahatsız değildi. Babadan başka. Hemen hemen hergün dayılarıyla iç içe yaşarlardı. Dayıları külliyen alkolle haşır neşir olurdu. Akşam vakitlerinde herkes neşelenir alkolün etkisiyle geçici mutluluklar yaşanırdı. Altı tane dayıları vardı. Her bir dayı için ayrı ayrı bakkala gidilir. Bazen şarap. Bazen rakı. Bazen de biralar alınır kuruyemişlerden biraz tırtıklanarak eve dönülürdü. Kalan bozukluklardan epeyce kazanç da elde edilirdi. Arada sırada dayıları tadı buruş buruş olan içkilerden yitik çocuk ve kardeşlerine tattırırlardı. Yaz aylarında akrabaları bazen denize ve pikniğe gider unutulmazlarsa davet edilirlerdi. Mangal yakılır. Milletin içinde onlarda nasiplenirdi. Alkol sular seller gibi akıp giderdi. Dayılarına ait at yarışları kuponlarını defalarca götürüp bayiye yatırırlar ama hiç kazanıldığını görmezlerdi. Etrafında dünyevi zevk ve haram denilecek olayların içindeydi yitik çocuk. Yaşı küçük ama hayata dair yaşanmışlıkları çoktu. Her gün, günde seksen kere ibadet etmek buz gibi havalarda devamlı sularla temizlenmek uzun sopaların menzilinde gezmek ve ilginç harfleri zorla öğrenmek ona çok zor gelmişti. Eve de dönme ihtimali hiç yoktu. Her iki taraftada şiddet vardı. Okula zar zor devam ettiği üçüncü senesinde kaçmaya karar verdi. Adanada çöp konteynırının içinde buldu kendini. Cuma pazarını anımsatan eski kale içinde ki topkapı otogarından sıyrılarak ankara otobüsüne binmişti. Rica minnet oradanda ver elini adana. İki minik kedicik ve köpekle sabahı yaptı mis kokular içerisinde. Hiç bir amacı ve hedefi yoktu bu kaçışın. Çarpık bir ailenin meyvasıydı o. Sabah ezanını duyunca içi bir tuhaf oldu yitik çocuğun. Değişik duygular hissetti. Ağlamamalıydı. Ayakları üzerinde durabilen güçlü kocaman on bir yaşında olgun bir insandı o artık. Domatesi oldum olası sevmemişiti. Belki küflenmişi hoşuna giderdi. Pörsümüş yeşil biberleride topladı çöp kovasının içinden. Yanda ki markete ekmek için yalvardımı karnını doyurabilirdi. Postaneden annesinin sesini duyabildi. Ağlamaktan konuşamadılar. Merak etme anneciğim ben seni çok seviyorum diye bildi son saniyede. Çabuk biten jetona bastı küfürü. İyi olmuştu aslında telefonun kapanması. Yıllardır kesintisiz ağlamaktan içi geçmişti. Aynı senelerde anne ve babası kayseriye yerleşmişlerdi. Baba devlet memuruydu. Sağlam bir işi vardı. Devlete kapağı atmıştı. Kimse işine son veremezdi. Umarsız gamsız bir tipti baba. Çocuklar nerdedir acaba diye bir gün oturup on dakika düşünmezdi. Anne o kadar şanslı değildir. Dalgalı uzun saçlarını makasla kökünden kesmiştir. Travmalarla seyreden türlü türlü bunalımların içindedir. Çamaşır asmakta olan anne. Balkondan köşe başında tedirgin vaziyette duran yitik çocuğunu fark etti. Bu sefer gözün pınarları sevinç gözyaşları için çalıştı. Şehir değiştirmiş yeni evine girdi yitik çocuk. Altı ay sokaklarda yaşamış onlarca kilo vermiş kurtlara kuşlara kalmamıştı. Hiç konuşmuyordu. Boynundaki kocaman muskası duruyordu. Değişmeyen birtek o vardı. Sofraya oturdular hiç sevinmemiş babayla beraber. Kayseride çok iyi bir din eğitimi veren okul var seni oraya vereceğim dedi baba. Temmuz ayının ortasında şimşekler çaktı odanın içinde. Babanın bir insan olmadığına karar verildi. O okula gideceksin yoksa bu evde seni istemiyorum dedi baba. On iki yaşının son altı ayını çöplüklerde geçirmiş yitik çocuk tekrar kaçtı şimşekli evden. İstanbula ananesinin yanına sığındı. Oradan halasına. Ve yine sokaklara. Büyük abisinin askerden döndüğünü duydu. Annesinin biz istanbula geleceğiz ev tutup hep beraber yaşayacağız cümlelerini duyunca çok sevindi. Sevincinden o akşam uyuyamadı bulduğu emniyetli yeni çöplüğünde. Büyük abi kayseriye giderek annesini alıp istanbula geldi. Ufak odaları olan iki göz yuva tutuldu. Akşam eve yitik çocukda gelecekti. On üç yaşına gelen yitik çocukda inanılmaz davranış bozuklukları gözledi anne. Yarın sabah bakırköy ruh ve sinir hastalıkları ikinci kat on dört numaralı odadan annenin feryatları duyuldu. İki sene psikiyatride yatan yitik çocuk girdiği travmalardan çıkamıyordu. Üstüne giydirilmiş mavi önlüğüyle demir parmaklıklı bahçede sigarasını tüttürüyordu. Saçları bembeyaz olmuştu. Hiç konuşmuyordu artık. Üçüncü seneden sonra abilerini tanımadı. Sadece annesini tanıyabiliyordu. Beyin şoku önerdi doktorlar. Anne kabul etmedi. Gecenin en koyusunda duygu dolu gözlerle sevilmenin mutluluğunu yaşamak kalmıştı otuz yaşına giren yitik çocuğun ailesine.