Üye Ol
Giriş
Hoş geldiniz
Misafir
Son ziyaretiniz:
13:35, 1 Dakika Önce
MsXLabs Üye Girişi
Beni hatırla
Şifremi unuttum?
Giriş Yap
Ana Sayfa
Forumlar
Soru-Cevap
Tüm Sorular
Cevaplanmışlar
Yeni Soru Sor
Günlükler
Son Mesajlar
Kısayollar
Üye Listesi
Üye Arama
Üye Albümleri
Bugünün Mesajları
Forum BB Kodları
Your browser can not hear *giggles*...
Your browser can not hear *giggles*...
Sayfaya Git...
Salı, 16 Aralık 2025 - 13:35
Arama
MaviKaranlık Forum
Hikayeler ve Öyküler -2-
-
Tek Mesaj #903
NiliM
Ziyaretçi
15 Mayıs 2007
Mesaj
#903
Ziyaretçi
Yitik çocuk
Kocaman gövde üzerine monte edilmiş minicik kafatasına yapışık bir çift silik göz. Pınarları kanlı. Gecenin sessizliğinde
ekseninde dönerek alev çıkartıyor. Bu çakmak gözlerle altı senelik çekyatta tahta kurularıyla uyumaya çalışan uykusu pek
derin olmayan abisinin yüzü arasında bir karış mesafe var.
Gözlerin nefesi abisinin ensesinde. Uyurken seyrediyor abisini saatlerce ve her gece. Seviyor ailesini. Sevgisini böyle
yaşıyor yarım kalan aklıyla. İstiyor ama dokunamıyor.
En güzeli uyurken doya doya gözleriyle sevmekti. Bilindik bir sevgi yolu değildi. Abisi tesadüfen uyanmasa bu şölenden
mahrum kalacak. Ve korkudan. Kim bu mahlukat diyor ödü bokuna karışan abisi zifir karanlıkta bağırarak. Kimseyi
korkutmak istemiyordu aslında. Hele ki ailesini.
Bazen çok agresif olabiliyordu. Ürkünç bir insan değildi. Yıllar önce abisine verilen talimatla zorla sürüklenip götürülerek
teslim edilmişti. Tavşan kanı kıvamında koyu dini eğitim veren yatılı okula. Ne olduysa o okuldan sonra olmuştu. Yatılı okula
gitmek istemiyorum diye yalvarmış ağlamıştı bu derin bakışlı gözlerin sahibi. Henüz sekiz yaşındaydı o zamanlar.
Neler olup bittiğini anlamamıştı. Belliki evde istenmiyor ve gönderilmek isteniyordu. Göt korkusundan başka birşey
hissetmeyen abisi, yitik çocuğun tepkilerine duyarsızdı o nu sürüklerken. Bu hüzünlü minik bakışlar ve ağlamalar umrunda
değildi. Bir an önce emaneti hacı hocalara teslim etmekten başka bir şey düşünmüyordu.
Alev çıkan bakışların temelini kapıdan ayak üstü cüppeli sarıklı sakallı adama teslim ettiğinde atmıştı abisi. Emir kuluydu.
Kardeşini teslim etmeden eve dönme diyen bir babanın muhteşem fikri olan bu kararını uygulamıştı. Okulundan hiç
memnun olmayan hergün ağlayan sekiz yaşında ki yitik çocuk gün geçtikçe yaşlanıyordu. Hafta sonları pek nadir eve
gelmesi için serbest bırakılırdı. Onun haricinde kimsecikler onu görmeye gitmezdi. Eve geldiğinde ise bambaşka bir dünya
ya ait olduğu geçde olsa anlaşılmıştı. Cinler ve perilerden konuşmaya, zaten bilmedikleri müzik resim ve kadınların
şeytanın bir parçası olduğunu söylemeye başlamıştı. Kalemle pürüzsüz yüzüne sakal yapmaya başladığında ise anne
gözyaşlarını tutamamıştı. Beni ağlattınız. Sizde ağlayacaksınız diyordu dokuz yaşına giren yitik çocuk. Büyümüş ve
küçülmüş gibiydi. Muskalar yazmaya başladı on yaşında. Sabahlara kadar yatmıyor. Gülmüyor. Gülen insanlara çok kızıyordu
Neden rahatsız oluyorsunuz gizli gizli ağlıyorsunuz ki böyle olmasını siz istemediniz mi diyerek bir bakıma intikamını
alıyordu.
İntikam almaktan başka bu yaşam tarzını yitik çocuğun beynine sistemli bir şekilde kazımışlardı. Mutluydu baba.
İstediği olmuştu. Gerisi hiç önemli değildi.
Baba hiç sevmemişti çocuklarını. Yitik çocuk gibi diğer iki abiside kayıptı. Kendisinden iki yaş büyük kardeşi evden kaçmıştı.
En büyük abiside vatani görevini yapıyordu. Yaşını büyülttürüp gitmişti evdeki ortamdan uzaklaşmak için. Herkes sevgiyi
başka yerlerde aramaya başlamıştı. Baba dayak faslına başladımı ertesi güne kadar sürdürürdü. Yitik çocuk bu aile içi
şiddetten olanca hızıyla etkileniyordu. Belki de bu bu yatılı okula gidiş mutluluk getirecek orada bir başkaları tarafından
sevilecekti. Sevilmenin değer verilmenin ne demek olduğunu öğrenme ihtimalinin bu yatılı okula gidişle olabileceğini
düşünmüştü.
Bu evde kalmak daha kötüydü. Diğer kardeşleri gibi o da kaçmalı ve kurtulmalıydı. Hayatının en erken ve ilk
yolculuğuna çıkıyordu. Tek başına. Tek üzüldüğü konu annesinden ayrı kalmaktı. Yavrularım diyerek anne çocuklarına
sımsıkı sarılır. İhtiyacı oldukları kadar sevgiyi onlara vermeye çalışırdı. Annelerinden başka kimsecikleri yoktu.
Anne gizli gizli güzel yemekler yapar çocuklarına yedirirdi. Ufacık harçlıklar vererek çocuklarını sevindirmek anneye tarif
edilmez mutluluk verirdi. Ve çocuklara. Herşey çok kısa sürer baba inanılmaz bir baskı kurar aile fertlerine sonsuz
işkencelerle dünyayı dar ederdi. Anneninde pek hükmü ve yaptırımı yoktu. Şiddet sevgiyi her zaman alt ederdi.
Anne baba ve yitik çocuk için hayat çekilmez bir hal almıştı. Evet gitmeliydi yitik çocuk. Annesinin sevgisini minicik
yüreğine gömdü ve koğuşuna girdi. Kış günüydü. Dışarısı inanılmaz soguktu. Üst üste konulmuş paslı soguk demirler
üzerinde kat kat yatan çocukları gördü. Artık üç katlı ranzanın ikinci katı ona aitti. Sabah beş de kalkacak. Gün kararana
kadar bilmediği ama ürktüğü yollarda yürüyecekti. Korkmuştu. Belli etmemeye çalıştı. Uzun tahta sopalarla yediği
dayaktan sonra pınarlarında ilk kanları oluşmaya başlamıştı. Bu duruma alışmalıydı. Et ve tırnak misali dayak yemek
ayrılmaz bir parçasıydı bu karanlık okulun. Dayak fasıllarına alışıktı ama burada ki yaşam ona çok farklı geliyordu.
Ailesiyle göçebe hayatı yaşamıştı. Annesi ve kardeşleriyle devamlı babalarından kaçar akrabalarında kalarak yaşamlarını
sürdürürlerdi. Bazen durumları müsaitse kendilerine kiralık ev tutar aç karnına olsada yaşamayı sürdürürlerdi.
Hayat tecrübesi bilgisi ve ağırlığı olan birde ananeleri vardı. Bütün kaçışlar ananenin direktifleri planları doğrultusunda
gerçekleşirdi. Kimse bu durumdan rahatsız değildi. Babadan başka. Hemen hemen hergün dayılarıyla iç içe yaşarlardı.
Dayıları külliyen alkolle haşır neşir olurdu. Akşam vakitlerinde herkes neşelenir alkolün etkisiyle geçici mutluluklar
yaşanırdı.
Altı tane dayıları vardı. Her bir dayı için ayrı ayrı bakkala gidilir. Bazen şarap. Bazen rakı. Bazen de biralar alınır
kuruyemişlerden biraz tırtıklanarak eve dönülürdü. Kalan bozukluklardan epeyce kazanç da elde edilirdi. Arada
sırada dayıları tadı buruş buruş olan içkilerden yitik çocuk ve kardeşlerine tattırırlardı. Yaz aylarında akrabaları bazen
denize ve pikniğe gider unutulmazlarsa davet edilirlerdi. Mangal yakılır. Milletin içinde onlarda nasiplenirdi. Alkol sular
seller gibi akıp giderdi. Dayılarına ait at yarışları kuponlarını defalarca götürüp bayiye yatırırlar ama hiç kazanıldığını
görmezlerdi. Etrafında dünyevi zevk ve haram denilecek olayların içindeydi yitik çocuk. Yaşı küçük ama hayata dair
yaşanmışlıkları çoktu.
Her gün, günde seksen kere ibadet etmek buz gibi havalarda devamlı sularla temizlenmek uzun
sopaların menzilinde gezmek ve ilginç harfleri zorla öğrenmek ona çok zor gelmişti. Eve de dönme ihtimali hiç yoktu.
Her iki taraftada şiddet vardı. Okula zar zor devam ettiği üçüncü senesinde kaçmaya karar verdi. Adanada çöp
konteynırının içinde buldu kendini. Cuma pazarını anımsatan eski kale içinde ki topkapı otogarından sıyrılarak ankara
otobüsüne binmişti. Rica minnet oradanda ver elini adana. İki minik kedicik ve köpekle sabahı yaptı mis kokular içerisinde.
Hiç bir amacı ve hedefi yoktu bu kaçışın. Çarpık bir ailenin meyvasıydı o.
Sabah ezanını duyunca içi bir tuhaf oldu yitik çocuğun. Değişik duygular hissetti. Ağlamamalıydı. Ayakları üzerinde
durabilen güçlü kocaman on bir yaşında olgun bir insandı o artık. Domatesi oldum olası sevmemişiti. Belki küflenmişi hoşuna
giderdi. Pörsümüş yeşil biberleride topladı çöp kovasının içinden. Yanda ki markete ekmek için yalvardımı karnını
doyurabilirdi. Postaneden annesinin sesini duyabildi.
Ağlamaktan konuşamadılar. Merak etme anneciğim ben seni çok seviyorum diye bildi son saniyede. Çabuk biten jetona
bastı küfürü. İyi olmuştu aslında telefonun kapanması. Yıllardır kesintisiz ağlamaktan içi geçmişti. Aynı senelerde anne ve
babası kayseriye yerleşmişlerdi. Baba devlet memuruydu. Sağlam bir işi vardı. Devlete kapağı atmıştı. Kimse işine son
veremezdi. Umarsız gamsız bir tipti baba. Çocuklar nerdedir acaba diye bir gün oturup on dakika düşünmezdi. Anne o
kadar şanslı değildir. Dalgalı uzun saçlarını makasla kökünden kesmiştir. Travmalarla seyreden türlü türlü bunalımların
içindedir. Çamaşır asmakta olan anne. Balkondan köşe başında tedirgin vaziyette duran yitik çocuğunu fark etti. Bu sefer
gözün pınarları sevinç gözyaşları için çalıştı. Şehir değiştirmiş yeni evine girdi yitik çocuk. Altı ay sokaklarda yaşamış
onlarca kilo vermiş kurtlara kuşlara kalmamıştı. Hiç konuşmuyordu. Boynundaki kocaman muskası duruyordu.
Değişmeyen birtek o vardı.
Sofraya oturdular hiç sevinmemiş babayla beraber. Kayseride çok iyi bir din eğitimi veren
okul var seni oraya vereceğim dedi baba. Temmuz ayının ortasında şimşekler çaktı odanın içinde. Babanın bir insan
olmadığına karar verildi. O okula gideceksin yoksa bu evde seni istemiyorum dedi baba. On iki yaşının son altı ayını
çöplüklerde geçirmiş yitik çocuk tekrar kaçtı şimşekli evden. İstanbula ananesinin yanına sığındı. Oradan halasına. Ve yine
sokaklara. Büyük abisinin askerden döndüğünü duydu. Annesinin biz istanbula geleceğiz ev tutup hep beraber yaşayacağız
cümlelerini duyunca çok sevindi. Sevincinden o akşam uyuyamadı bulduğu emniyetli yeni çöplüğünde.
Büyük abi kayseriye giderek annesini alıp istanbula geldi. Ufak odaları olan iki göz yuva tutuldu. Akşam eve yitik çocukda
gelecekti.
On üç yaşına gelen yitik çocukda inanılmaz davranış bozuklukları gözledi anne. Yarın sabah bakırköy ruh ve sinir
hastalıkları ikinci kat on dört numaralı odadan annenin feryatları duyuldu. İki sene psikiyatride yatan yitik çocuk girdiği
travmalardan çıkamıyordu. Üstüne giydirilmiş mavi önlüğüyle demir parmaklıklı bahçede sigarasını tüttürüyordu. Saçları
bembeyaz olmuştu. Hiç konuşmuyordu artık. Üçüncü seneden sonra abilerini tanımadı. Sadece annesini tanıyabiliyordu.
Beyin şoku önerdi doktorlar. Anne kabul etmedi.
Gecenin en koyusunda duygu dolu gözlerle sevilmenin mutluluğunu yaşamak kalmıştı otuz yaşına giren yitik çocuğun ailesine
.
BEĞEN
Paylaş
Paylaş
Cevapla
Kapat
Saat: 13:35
Hoş Geldiniz Ziyaretçi
Ücretsiz
üye olarak sohbete ve
forumlarımıza katılabilirsiniz.
Üye olmak için lütfen
tıklayınız
.
Son Mesajlar
Yenile
Yükleniyor...