Arama

Kahraman Tazeoğlu - Tek Mesaj #7

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Mayıs 2007       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KAHRAMAN TAZEOĞLU İLE MAVİSİ BOL BİR SÖYLEŞİ:
""BAZEN BAZI ŞEYLERİ GİDİŞİNİZLE ANLATIRSINIZ, YANİ BİR ŞEYERİ BIRAKIP GİTMEK ASLINDA ONUN ÇÖZÜMÜ OLABİLİR.""
1969 İstanbul doğumlu 93 yılında radyo programcılığına başlayan Kahraman Tazeoğlu halen -Radyo 7 de Maviada isimli programının yapımcılığını ve sunuculuğunu sürdürüyor. Bunun yanında “Seni içimden terk ediyorum ,Ölü Bir Kentin Morg Alfabesi, Tutsak Mektuplar , Mavi Ada Mektupları, Araz ve Susacak Var” kitaplarıyla edebiyat dünyasına giriş yapan güçlü farklı bir kalem

Ayrıca eğitim, kültür gibi alanlarda toplumsal tavır gösteren bir aktivist

Kahraman Tazeoğlu, onu ona ancak onun cümleleriyle anlatabiliriz herhalde.
Derin derin bir sesti çelişkilere isyan eden :
“Ne tuhaf değil mi?
İçimi acıtanda sendin
Acımı dindirecek olan da…”
Kırgın suskun çekingendi:
“Yorgun söylentiler kanıyor solgun yaralarımdan
Kırılır mı bilmem hüznümde taşıdığım kin
Kinim kendime susuşum sana
Küsüşüm tüm dünyaya “diyecek kadar yaralı
Herkes kadar umutsuz, ama bir o kadar da umut dolu:
“Aşk iki kişilik bir yalandır sevgilim
Ve iç kanamalı bir aşkın
Mürekkep fırtınasıdır bu şiir
İstersen yalnızlık duvarlara yakışır de ve başkalarını sev
Ben sende herkesi terk edeceğim” diyerek direnen.

Zeynep Çelik: Söze neresinden başlasam size çıkıyor kapılar hem başarılı bir radyo programcısı hem de şiir ve roman örneklerinde başarılı işler yapan bir edebiyatçısınız sizinle aynı işi yapmaya çalışan nice meslektaşınız olmasına rağmen hiçbiriyle aynı kulvarda değilsiniz yanılıyor muyum?

Kahraman Tazeoğlu: Farklı bir yerde olmayı istediğim için oradayım. Hayata bakış tarzım onlardan farklı olduğu için ve ben yayında da kendim olmayı sevdiğim için öyleyim. Kendim gibi oldukça onlardan ayrılıyorum. Onları da suçlamak istemiyorum. Yanlış anlamayın onlar kendileri gibi değil demek istemiyorum. Ne varsa onu sunarsın insanlara sunacak bir şeyin yoksa da -ki bu işi çok iyi yapanlar var- varmış gibi yaparsın.

O kadar geniş bir skala ki bu kolaylıkla maniple edebileceğin oldukça büyük bir kitle bulabilirsin kendine.

Ama asla kandıramayacağın insanlar da vardır onlar bizde ve (gülüşmeler )

Zeynep Çelik: Programınız özellikle hayranlarınızla olan bağınınız mükemmel bütün kısa süreli şiir edebiyat programlarına inat başarısı tescillenmiş ödüllerle yayın hayatına devam ediyor bunu neye bağlıyorsunuz?

Biraz önce çok güzel girdin cümleye “ bağınız çok kuvvetli dedin “ buna bağlıyorum. Hiçbir zaman burnu kaf dağında bir radyo programcısı olmadım çünkü ben ailemden aldığım terbiye gereği mütevazı ve saygılı olmayı öğrendim önce kendim öyle olduğum için bir radyo programcısı fikri kazandıktan sonra ödüller ve başarılar geldikten sonra da bu değişmedi. Çünkü yola başladığımda da kendim gibiydim şimdi de kendim gibiyim ayrılması gereken 2 şey var :

Radyo programcılığı ile gelinmiş olan nokta ve özelindeki Kahraman Tazeoğlu

İkisinin arasında fark yok. Ben ikisinin arasındaki farkı ortadan kaldırdığım için insanlarla, hayranlarımla, dinleyicilerimle bu kadar iyi diyaloglar kurabiliyorum. Ve kendilerini benim yanımda çok rahat hissediyorlar.

Başta heyecanlanıyorlar 5 dakika sonra rahatlıyorlar. Onlara ben de sizin gibi bir insanım diyorum; ama bunu tavırlarımla, davranışlarımla söylüyorum, anlatıyorum bu duyguyu veriyor, vermeye çalışıyorum. Böylece samimi diyaloglar oluşuyor.

Fatma Söylemez: Eğitiminize ara vermek zorunda kalışınıza sanki nazire olsun diye nice eğitsel, kültürel sosyal faaliyetlerde yer aldınız “ÜNKEP” isimli platformla nice başarılara Türkiye’de imza atarken yurtdışından da teklifler almaya başladınız bu başarınızın arkasında neler var?

Eğitimimden başlayayım. Evet eğitimime ara verdim ama bu içimde hep yaraydı. Eğer açıköğretimi üniversiteden sayarsanız üniversite mezunuyum ama bana hiç öyle gelmiyor. Örgün eğitim olmadığı zaman üniversiteli olamıyorsun, üniversiteyi yaşayamıyorsun. Mesela öğrenci evin olmuyor oturup etüt yapabileceğin bir yer yok Final döneminde kahvelerle sabahlayabileceğin öğrenci gecelerin yok. Hep böyle bir üniversiteli olma hayalim vardı. Bunu gerçekleştiremedim ama ÜNKEP sayesinde çok sayıda üniversite öğrencisiyle bir araya geldim tanıştım. Onların evinde kaldım, onlarla makarna yumurta yedim onların yaptıkları yer yataklarında yattım sabahlara kadar onlarla bu ülkenin geleceğini konuştum. ÜNKEP’i kurdum ve içimdeki bu duyguları bir nebze olsun onlarla giderdim ve iyi olduğunu da düşünüyorum ve ondan sonra da en parlak olduğu zamanda ÜNKEP kendi kendini bitirecekken onu bitirdim.

Z.Ç: Evet biz tam ÜNKEP’ li olacağız diye sevinirken ÜNKEP son buldu (!)

K.T: Evet ancak sadece Manisa Demirci’de Demirci Belediye Başkanı ve kaymakamının ısrarlı destekleriyle devam ediyor yani sembolik olarak. Yurtdışına da yayıldı ÜNKEP Kuzey Kore Enformasyon Bakanı aradı ilgilendiği konu şuydu :

“Siz böyle bir çatı altında sağcıyı solcuyu inançlıyı inançsızı nasıl bir araya getirdiniz hiç mi kavga çatışma olmuyor? “ diye sordu. Buna şaşırmış. Gelin bunu bize anlatın dedi ve bizi Kuzey Kore’ye davet etti.

Bunun bir örneği daha onlarda yok. Gidebilseydim -malum tren kazası oldu cep telefonu bile yasaklandı- bu işin dikte ile değil gönüllü insanlarla yapılabileceğini onlara, insanlara tutunabilecekleri bir şeyleri göstermek gerektiğini söyleyecektim, bu da edebiyattır şiirdir diyecektim. Kısmet olmadı.

Yeryüzüne bakınca katil, hissiz yazar göremezsiniz Biz ÜNKEP’te insanları ideolojileriyle değerlendirmedik yargılamadık. Bak dostum! O insanların bize ihtiyacı var gelirsen hep beraber gidiyoruz dedim ve hepsi geldi Çünkü hepsine aynı şeyi söyledim aynı yakınlık uzaklıkta durdum zamanla oldu bu.

F.S: Yalnız kendi yazdıklarınızı değil hayranlarınızın size gönderdiği mektupları da değerlendirerek “Tutsak mektuplar ve Maviada mektupları “adı altında iki kitap yayınladınız. Sizde bu sosyal sorumluluğu sağlayan fikir nasıl oluştu?

K.T: Onların yazılarını ölümsüzleştirdim. Arkadaşım nerde kim olduğun önemli değil izin ver ben senin adına bir şey yapayım çünkü sen beni önemseyip bana mektup yazıyorsun, emek veriyorsun, çok zor şartlarda beni dinliyorsun, radyonu alıyorlar radyo yapıp beni dinliyorsun. Eşine dostuna selam göndermek bana reyting kazandırır sana ise geçici bir sevinç. Hayır, bu yetmez izin ver o edebi değer taşıyan yazılarını kitaplaştırayım dedim ve verdiler. Onlar şimdi o kitapları torunlarına bırakacaklar.

Z.Ç: Türkiye şartlarında oldukça geniş bir kitleye hitap eden ve güven telakki eden bir programcı olarak bunu kullanıp TV ya da benzeri bir sahaya yönelmeyi düşünüyor musunuz?

K.T: TV mu ?

Ben TV hiç düşünmedim çünkü ben özel hayatımdan TV 15 yıl önce çıkarmış bir insanım . TV hayatından çıkartmış bir insanın TV programı yapması bir çelişki olur ve ben bunu dinleyicilerime anlatamam. Benim öyle dinleyicilerim var ki karakterimi, mizacımı, nerde nasıl davranacağımı çok iyi biliyorlar. Ben onlara böyle bir şeyi açıklayamam -inandırıcı da olmaz zaten- böyle bir şey yapmam.

Çünkü TV ‘nun toplumu olumsuz yönde etkilediğini düşünüyorum ben Kahraman Tazeoğlu olarak

Daha çok insana ulaşmak daha geniş kitlelere hitap etmek isteyenler için TV elbette gerekli ama bu gerekliliği kabul edenler için gerekli benim için değil.

F.S: Edebi kimliği ile radyo programcısı kimliğini başarıyla taşıyan bir insan olarak hangisinin ağır bastığını söyleyebilir misiniz?

Tercih zorunluluğunuz olsa hangisinden yana tercihinizi kullanırsınız?

K.T: Ben 1993 yılında gerçek mesleğimi bırakıp radyoculuğa başladığımda radikal bir kararla radyoculuğu seçtiğimde asıl kararımı vermiştim. Sanatımı, işimi bunun uğruna bıraktım ve kazandığım paranın onda birini kazanacağım bir mesleği seçtim. Bedel ödedim yani bu da aslında benim neye daha çok gönül verdiğimin ifadesi sanırım.

Yazmaksa, ben radyoculuktan önce 17 yaşımdan beri yazıyordum ama kendim için. Bir iki yerde yayınlanmıştı ama egomu tatmin etmek içindi, edebiyat dünyasına girmek gibi bir düşüncem yoktu heyecanlıydım, aşıktım ve yazdıklarımın yayınlanmasını istiyordum, yayınlandı ve bitti. Kendim için yazan biriydim. Daha sonra radyoculuk başlayınca programlarıma taşıdım şiiri insanlar neden benim bildiğim kendi bilmedikleri şairlerle, şiirlerle tanışmasınlar diye düşünerek programlarımda şiir okumaya başladım ve bunlar içinde benim yazdıklarım dikkat çekmeye başladı. İlk önce şiirlerin bana ait olduğunu söylemiyordum daha sonra şiirlerin bana ait olduğunu dinleyiciler öğrenince ismen şiirleri istemeye başladılar. 2000 yılına kadar kitap çıkarın baskısını yaşadım. 2000’de Radyo 7’ye geldim ama benden hala kitap istiyorlardı. Benimse edebiyat dünyasına gireyim diye bir takıntım yoktu. Sonra Ferman Karaçam’ında baskılarıyla ilk kitabım çıktı ve başkalarına da hizmet edeyim bencillik olmasın diye Maviada ve Tutsak Mektuplar’ı çıkardım. En son kitabım da Susacak Var adlı romanım.

Z.Ç : Seni İçimden Terk Ediyorum :

“Bu aşkın adresi dursun sende
Kelepçeli kuşlar yuva kurmadan gözlerimize
Belki geri döneriz
Ve geri veririz birbirimize
Yitirilmiş ne varsa… “
diyordunuz ilk şiir kitabınızda. Siz hak ettiği övgüye hiçbir zaman mazhar olamamış bir alanda (şiirde) ilk kitabınızı yayımladınız bu sizi korkutmadı mı ?

K.T: Aslında benim şöyle bir avantajım vardı. Belli bir dinleyici kitlesine sahip olduğum için tiraj kaygım yoktu onların ısrarlarıyla çıkarmıştım kitabı zaten onlar alacaktı. İlk kitabımın basıldı ve bitti bu beni hiç şaşırtmadı ikinci 3 üncü baskıları basıldı ve bitti Ben beşinci baskıdan sonra şaşırmaya başladım ve şuan ilk kitabım yedinci baskıya hazırlanıyor. Doğrusu ben biraz geç korktum. Benim bir iddiam yoktu -belki de en büyük iddiadır iddiasızlık-
Farkında olmadan edebiyatın içine girmişim oysa kendim için yazan bir adamdım nihayetinde (ne halk için ne de sanat için) Aşık oluyordum, yazıyordum. Birisi beni terk ediyordu, yazıyordum. Yazdığım şeylerin farklı olduğunu bilmiyordum tıpkı Cem Adrian gibi Cem Adrian’ın mükemmel sesi vardır onun çıkarabildiği sesleri herkes çıkaramaz ama çocuk bu sesleri herkes çıkarabiliyor zannediyormuş. Bende farkında değildim, yazdıklarımın kendi alanında farklı olduğunun. Meğer farklı duruyormuş diğerlerinin yanında. Sonra sonra anlamaya başladım kitaplar basılmaya okunmaya başlayınca…
Sonra zaten şiir yazmadım roman yazmaya başladım.

Z.Ç: Araz ufak bir sahil kasabasının büyük şehirlere uzanan boynu bükük sevdası… Şiirlere sığmayıp roman olan olunmazı olur kılan:
“Aşka
Rüzgâra
Ayrılığa
Zamana
Eyvallah” dediğiniz de sizi kalabalık kılan roman. Nedir böyle yaralayan ve bu çoğu siz kılan?

K.T: Çok güzel bir şey sordun şimdi.
Galiba orada ben insanların içindeki ses oldum. İnsanların yalnızlıklarını konuşturdum, insanların içindeki o küçük dünyaları sözlerimle söylemlerimle şiirselleştirdim. Anıt bıraktım gerçekten de. Ben tek başıma eyvallah derken artık çok büyük kitleler :
”Aşka
Rüzgara
Ayrılığa
Zamana
Eyvallah” diyorlar. “Bir şeylere eyvallah demek aslında bir şeylerden vazgeçmek demek değildir” ben bunu anlatmaya çalışıyorum. Bazen bazı şeyleri gidişinizle anlatırsınız yani bir şeyleri bırakıp gitmek aslında onun çözümü olabilir Bizim yaptığımız da bu: Her şeye eyvallah demek. Bunun içinde arkanda bir şeyleri, olurunu görüp yine de bırakıp gelecek olan her şeyi de büyük bir eyvallah ile karşılamak… İkisinin arsında duran bir duruş bu.

Ben eyvallah diyorum Geride bıraktıklarıma ve gelecek olanlara ( önceden eyvallah ) başım gözüm üstüne anlamında ve böyle düşünen insanlar, beni anlayan, o durduğum yeri keşfeden insanlar benimle birlikte eyvallah demeye başladılar

F.S “Yarım kalan öykülerin başlangıcı olmaktan vazgeç
Bana başlangıçlara yeter hevesini ver.”

Susacak var edilen bir yemin sözle tutulamayan” diyordunuz. Yaşamadan yazamayan bir edebiyatçı olarak “Susacak Var “ı hayatınızın neresine koyarsınız? Yaşanmadan yazılanlara inanmıyorsunuz galiba?

K.T: İnanmıyor değilim. Bir şeyi hayal ederek kurgulayarak yapan ve yazan insanların başarılı olduğunu düşünüyorum ama bunu ben yapamıyorum ve insan kendi yapamadığı şeylere hayranlık duyar. Ben o insanlara hayranım hakikaten. İyi kötü kaliteli kalitesiz bu tartışılır…

Ama bu benim yapamadığım bir şey bravo diyorum onlara. Ben en fazla yaşadığım şeylerden yola çıkarak, yaşadıklarımdan bazı şeyleri değiştirerek (saklamak amacıyla ) biraz da taklalar attırarak yazmaya çalışıyorum.

Araz ve Susacak Var…
Her ikisi de yaşanmış ve bitmiş şeyler kapatılmış defterler. Bu yazdıklarım eşimle tanışmadan önce yaşadığım şeylerdi.

Z.Ç Hayatınızda zemheri (karakış) dönemi diyebileceğiniz zamanlarınız oldu mu ? Zemheri Edebiyat Dergisi okuyucularıyla paylaşır mısınız?

K.T Benim zemherilerim biraz uzundu. Yalnız bir insandım. Yalnızlık çok soğuktur. Öyle bir andır ki etrafına bakarsın çok kalabalıktır ama kendini yine de yalnız hissedersin. Çok yaşadım ben bunu. İnsanlarla iletişim kuramazsınız söylediklerinizi anlamayanlar vardır. Hatta çoğunluk anlamaz ne dediğinizi ve bu nedenle ben çok defa yanlış adam ben miyim diye düşünürdüm?

Küçüklüğümden beri, benim mahalle arkadaşlarım top oynarken ben yerde bulduğum gazete parçalarını okurdum. Ben düşünürdüm, düşünmek için zaman ayırırdım. Çocuktum, mesela bu öğleden sonra düşüneceğim derdim düşünmeye özel vakit ayırırdım. Derin düşüncelere dalardım insanları düşünürdüm, insanların davranışlarını hareketlerini söyledikleri yalanları ve çözüm arardım. Farklıydım ve yalnızdım. Yapayalnızdım. O halimi biri görse deli derdi. Sonra ergenlik dönemi arkadaşlarım kahvehanelerdeyken ben konferanstan konferanssa tiyatrodan tiyatroya koşardım. Ben 17 yaşımda Ayhan Songar okuyordum ve okuduklarımın yüzde ellisini anlamıyordum. Psikanalize giriş, temel psikiyatri bunları okuyordum. Saf bir çocuktum insanlardan hep zarar görüyordum, kandırılıyordum. Hala safım da… Bu kendini koruma psikolojisidir. Diyordum ki : ”Eğer insan psikolojisiyle ilgili şeyler okursam insanı tanırım ve daha az kandırılırım.” anlatabiliyor muyum?

Bu da işte yalnızlıktan kaynaklanıyor insan kendini neden tanımak ister ki?

Yalnızlaştığın zaman her an saldırıya uğrayacakmışsın gibi hissedersin.. Bunun için bu zemheri dediğim uzun dönem benim kendimi ifade etmeye başladığım 1993 yılına kadar sürdü sonra 93 yılında önüme mikrofon konuldu. Kendi düşüncelerimi kendi bakış açımı insanlara paylaşmaya başladı.

Ve taraftar buldum ve artık Kahraman Tazeoğlu yalnız değil .

F.S: 14 yıl önce mesleğe yeni başlayan K.T ile şimdiki K.T arsında elbette gelişim bakımından büyük farklar vardır. Peki K.T bu ilerlemeyi bekliyor muydu, hayal ettiği yere gelebildi mi?

K.T Ben ilk yerel radyoda başladım göreve. Hedefim bir bölgesel radyoda görev yapmaktı, bölgesel bir radyoya geçtim. Hedefim ulusal radyoya geçmek oldu. Yayıncılık anlamında geleceğim için ulusal radyodan sonra başka bir radyo yok (gezegenler arası radyolar yok ) Aslında ben hedeflediğim en uç noktadayım bütün bir dünyaya yayın yapan bir radyodayım. Hedefime ulaştım ama bunun yanında kat ettiğim yol içerisinde yazdığım kitaplar aldığım ödüller vs. bunlar hiç planda yoktu.

Z.Ç: Radyo programcılığı pek çok özelliği bünyesinde barındıran zor bir meslek sizde hayranlarınızın takdirine dayanarak her şey var diyebilirim. Acaba K.T bugüne gelene kadar nelerle ilgilendi, neler okudu ve okurlarına, dinleyicilerine tavsiyeleri nelerdir? K.T.gibi başarılı olmak isteyenler neler yapmalı?

K.T: En başta insan olmak gerekiyor çünkü elinizde bir güç var. Bir radyo, bir mikrofon ve sizi takip eden, dinleyen, gözünüzün içine bakan, söyleyeceğiniz bir sözle belki kendini ateşe atacak insanlar var. Bu durumu eğer insansan toplumun lehine kullanırsın; insan değilsen, o erdeme ulaşamadıysan kendi menfaatine kullanırsın. Bunu yapanlarda var zaten. Ben var olan bu gücü insanlık adına kullanmayı tercih ettim. Seçim meselesi. Ben insanların içindeyim. Kopmadım onlardan ve kopmayı da istemiyorum. Birileri bunu kendi lehine kullanırken bende böyle olmayı seçiyorum. Her şeyin bir bedeli var ama bende ödülümü alıyorum. Bazı insanların hiçbir zaman alamayacağı ödüller bunlar

Z.Ç: Neslihan, Gökhan Türkmen gibi isimlere programlarınızda, dinletilerinizde, yer vererek onlara yardımcı oldunuz. Bu günümüzde eşine rastlanılan bir durum değil.

K.T: Kepazeliğin sanat diye yutturulduğu bir ülkede birilerinin bunu yapması lazımdı. Benim yayınlarda çaldığım insanlar bu ülkenin yetiştirdiği gerçek sanatçılar. Medya, ünlülerin, onlara reyting getirecek kişilerin peşinde koşarken bende gerçekten sanat icra ettiğini düşündüğüm ve benim gibi bu fikre katılan insanların da onayladığı kişilerin peşinde koşuyorum. Benim için onlar önemli.

Bana göre Tarkan’ın bir önemi yok. Benim yıldızım Nurettin Rençber’dir. Çünkü biz onunla aynı toprakları paylaşıyoruz, aynı dünyadan geliyoruz, bu ülkeli olmak şerefini paylaşıyoruz.

Neslihan ve Gökhan’ı ben internetten tanıdım. Önce şarkılarını dinledim, çok beğendim. Bunlar genç yeteneklerdi. Kısıtlı imkanları ile bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. Benim elimde imkânım vardı. Ben de onlar için değerlendirdim.

F.S: Programınızda mektuplara, dergilere onlardan seçme yazılara, konuklara, şiirlere, şarkılara, türkülere, Cuma, cumartesi seslenişlerine ve daha nice şeye yer verdiniz. Bundan sonra Maviada’da neler göreceğiz?

K.T: Programlarımda kendi kurallarımın yanında çalıştığım kurumun da kurallarına uymak zorundayım. Çünkü ben bir profesyonelim. Programa baktığımda birçok şey var ama yapacak başka projelerim de var. Onlard a sürpriz olsun

”Gittiğine inansam
Dönmeni beklerdim” diyordunuz bir şiirinizde. Bizler de sizin edebiyattan, Maviada’dan, dergimizden ve içimizden gitmeyeceğinizi umut ediyoruz.
Bu keyifli sohbet için teşekkür eder başarılarınızın devamını dileriz.

K.T: EYVALLAH …