Arama


Tigin - avatarı
Tigin
Ziyaretçi
10 Ocak 2006       Mesaj #8
Tigin - avatarı
Ziyaretçi
Dünya petrol fiyatlarının son yılların rekor değeri olan varil başına 44 doların üstüne çıkması ve buna paralel olarak Türk ekonomisine bir haftada 2,5 milyar dolarlık yeni bir yük getirmesi eski bir tartışmayı yeniden alevlendirdi: ‘Türkiye’de potrol var mı yok mu?’ Özellikle Amerikan ve İngiliz petrol şirketlerinin gerek Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ile yaptığı anlaşmalar gerekse gayri resmi petrol havzaları üzerindeki çalışmaları ve komşu ülkelerinin hepsinde petrol çıkan Türkiye’nin de petrol denizi üzerinde olabileceği ihtimalini kuvvetlendiriyor. Kamuoyunun yeniden petrol tartışmalarının içine çekilmesi belli kesimleri rahatsız ettiği de geçen dönemlerdeki bazı gelişmelerden biliniyor. <BR>Yıllardır Türk basınında ülkenin petrol okyanusu üzerinde yüzdüğü ancak bazı güçlerin bu petrolün çıkarılmasına ve işletilmesine engel olduğu haberleri yayınlanır durur. Hatta bazı bölgelerde açılırken içinden petrol fışkıran kuyuların “rantbl” olmadığı gerekçesiyle üzerlerine beton dökülerek kapatıldığı haberlerini de yine gazetelerden okuruz

Gerçekten de Türkiye bir petrol okyanusu üzerinde mi yüzmektedir, yoksa petrol zengini komşularının petrolden fakir sınırdaşı mıdır? Özellikle Türkiye’nin doğu, güney ve kuzey komşularına petrol ve doğal gaz konusunda olanca cömertlik veren güç, Anadolu coğrafyasına bu kadar mı hasis davranmıştır? Suriye, İran, Irak, Azerbaycan, Gürcistan, Bulgaristan ve Romanya’da üretilen petrol iyi kötü söz konusu ülkelerin ihtiyacını karşılayıp, ihracatına da imkan tanırken Türkiye’de ise üretilen petrol yıllık tüketimin ancak yüzde 11’ni karşılayabilmektedir

Böyle bir coğrafyada bu tür istatistiksel veriler ne kadar gerçeği yansıta bilir?
ARAMAK YASAK MI?
1954 yılında kurulan TPAO, 3900’ü aşkın elemanıyla 43 yılda sadece 54.3 milyon ton petrol üretmiştir. Oysa 1997 itibarıyla resmi rakamlarda Türkiye’nin yıllık petrol tüketimi 28 milyon tondur. Bu konuda Dr. Ümit Emre, Türkiye’nin belirli bölgelerinde petrol aranamayacağına ilişkin bir antlaşma imzaladığını öne sürüyor.

Yeni Hayat Dergisi’nde yayınlanan yazısında Dr. Emre sözlerini şöyle sürdürüyor: “1954 yılında Yahudi asıllı Max Ball’ın hazırladığı taslak meclisimizde 6326 sayılı petrol kanunu olarak kabul edildi. Bu kanun Türkiye’nin kuzey doğusunda petrol aranmasını yasaklıyor ve her şirket için yıllık on sondaj izni ile sınırlandırıyordu. Bunun pratik anlamı Türk Milleti’ne kendi toprağında petrol aramayı yasaklamaktı.” Dr. Ümit Emre yazısının devamında yüksek rütbeli bir Türk generalinin Hindistan’a yaptığı bir gezide söz konusu ülkedeki uzay üssünde Türkiye’nin 5000-5500m. derinliklerinde zengin petrol varlığı bilgisine ulaştığı aktarılıyor. Dr. Emre, “Bu doğrultudaki bir diğer müspet bilgi de Türkiye’de 20 yıl müddetle Shell firmasının Araştırma Genel Müdürlüğü’nü yapmış olan Anthony Hages tarafından dile getirilerek, ‘Petrol ile ilgilenen ABD şirketleri bilirler ki, Türkiye bir petrol okyanusunun üzerinde oturmaktadır’ demiştir.”

YA PETROL MİLLİLEŞİRSE?
1980 askeri yönetimi döneminde Enerji Bakanlığı görevini yürüten Serbülent Bingöl, ülkenin belirli bölgelerinde sınırlı sayıda sondaj kuyusu açılabileceğine ilişkin olan 6326 sayılı yasada değişiklik yapar. Bu konuda ABD’nin petrol şirketleriyle görüşmek üzere gider. Söz konusu firmalar bu görüşmelerde Türkiye’de 5000m. civarında zengin petrol yatakları olduğunu doğrulamış ancak, “Sizinle çalışma konusunda garantimiz yok. İran ve Irak’ın yaptığı gibi petrolleri millileştirirsiniz” diyerek işletmeyi kabul etmemişlerdir.

Cumhuriyet gazetesinde Leyla Tavşanoğlu’nun röportaj yaptığı İTÜ hocası, “1984 yılında Shell Barbeş sahasında 3300 metrede bir gaz rezervuarı ve kıymetli bir yoğuşukluk saptadı. Bu bölgenin yakınındaki Güney Hazra sahasında TPAO derin bir kuyu deldi ve 3780 metrede gaz ve yoğuşuk rezervuarı buldu” Ancak gerek TPAO ve gerekse de Shell’in araştırmaya devam etmeleri ‘üretip de nereye satacaklar?’ şeklindeki anlaşılmaz bir mantıkla kapatılmıştı.”

DEPREMLE GELEN PETROL
1998 yılında Alexanders’s Gas&amp;Oil tarafından (Suprise oil discovery in Turkey after earthquake - Depremden sonra Türkiye’de sürpriz petrol keşfi) adıyla rapor edilen olaya göre, 29 Temmuz 1998 tarihinde Türk şehrini vuran güçlü deprem sürpriz petrol bulunmasına yol açtı. Ceyhan şehri yakınında su için sondaj yapan köylüler, 140 kişinin öldüğü depremden bir hafta sonra kasabaya döndüklerinde kuyudan kahverengi bir sıvının geldiğini gördüler. Kola gibi kahverengiydi ve akıyordu. Ne olduğunu araştırıken yandığını teşhis ettiler ve petrol olması gerektiğini düşündüler” diyen Ceyhan Kaymakamı Mehmet Oklu, TPAO’nun kahverengi yapışkan sıvıyı test ettiğini ve petrol olduğuna karar verdiğini belirtti. Oklu; “Bu sıvının yer altı petrol rezervlerinden gelen gerçek petrol olduğunu gösterdi. TPAO yetkilileri bu bulguyu onayladılar ama araştırma sonuçlanıncaya kadar yorum yapmaktan kaçındılar.

Buna benzer pek çok örnek 17 Ağustos depreminden sonra bütün Marmara bölgesinde yaşanmıştı. Hatta fay hatları için yapıldığı belirtilen incelemelerin ardından Marmara Denizi’nde petrol ve doğal gaz bulunmuş ve Romanya’dan getirtilen dev platformlarla petrol aranmasına başlanmıştı.

HORA GEMİSİNDEN KIBRIS’A

1974 Kıbrıs Barış Harekatından sonra Yunanistan ile diplomatik ilişkileri iyice bozulan Türkiye, öte yandan da başta Avrupa ve ABD olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinden de ambargo uygulamasına maruz kalmıştı. Ülkeye konulan ambargolar milli sanayii ve milli enerji kaynaklarının önemini bir kez daha gündeme getirmişti. Bunun üzerine 1970’lere damgasını vuran “HORA Gemisi krizi” baş gösterdi.

Ege Denizi’ndeki uluslararası sularda ve Türk deniz sularında sismik araştırmalar yapmak ve petrol yataklarını tespit etmek üzere denize açılan Hora araştırma gemisi Yunan savaş gemileri ve uçaklarınca sık sık taciz edilmişti. Bu tacizlerin çalışma imkanı tanımaması üzerine Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı savaş gemisi ve uçaklarca korumaya alınmıştı. O yılların gazete arşivlerine bakıldığında ise Hora’nın araştırmalarında Ege denizinde zengin petrol yataklarına ulaştığı ancak Yunanistan’ın kara sularının 12 mil olduğunu iddia etmesi yüzünden bu rezervlerin kullanımının uluslararası sorunlara neden olacağı dile getirilmişti. Diğer yandan bilim adamları Ege Denizi’nde petrolün varlığı, Türkiye’nin batı sahillerinde ve Ege bölgesinde de petrol olması ihtimalini beraberinde getirdiğini dile getiriyorlar. Bu tezi doğrulayan başta Bergama yöresi olmak üzere Muğla, Manisa ve İzmir’de arazideki yarıklardan doğalgaz çıkışı nedeniyle yanan kayalar, ve petrolle bulanık şekildeki göl ve dere yatakları dikkat çekiyor.

PETROL TRÖSTLERİ

Uluslararası şirketlerin Türkiye’deki petrol arama çalışmaları ise aralıksız sürüyor. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) yalnızca 33 kuyuda üretim yaparken, yabancı şirketler 146 kuyudan petrol çıkarıyor. <BR>TPAO Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nden alınan bilgilere göre, Diyarbakır merkez ile ilçelerinde, TPAO’ya ait 13 petrol üretim sahası bulunuyor. Buna karşın çok büyük bir bölümü uluslararası petrol şirketlerine ait olan 24 özel üretim sahası var.

Türkiye’nin petrol zenginliği üzerine pek çok uluslararası yabancı şirketin ilgisi olduğu bilinmektedir. Bir de bunların ötesinde devlet olarak Anadolu’nun yeraltı zenginliklerini işleterek para kazanmayı tasarlayan güçlerin varlığıda daha uzun süre Türkiye’de petrol var mı yok mu tartışmalarını sürdürecek görünüyor.

‘Yanlış yerde aranıyor’
Türkiye’de petrol olup olmadığı tartışmalarına ilginç bir yaklaşım da Birleşmiş Milletler Sosyal Siyaset Uzmanı ve Türkiye-Hollanda Sağlık Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Maranki’den geldi. Maranki, Türkiye’nin ihtiyacına cevap verecek petrolün Kastamonu’da olduğunu iddia etti. Enerji Bakanlığı’nın Karadeniz’de Akçakoca açıklarında, petrol arama çalışmaları yaptığını, ancak burada yalnızca bir miktar doğalgaz bulunabileceğini savunan Maranki, Bakanlığın petrol arama platformunu, Akçakoca’nın 5-7 kilometre doğusundaki İnebolu açıklarına kurması halinde petrol yataklarına ulaşabileceğini ileri sürdü.
Bartın İnceburun ile Sinop Kerempe burnu arasında kalan alanda zengin petrol yatakları olduğunu iddia eden Maranki, “Bunu hem elimdeki bilimsel uydu fotoğraflarına göre hem de bölgede yaptığım incelemelere göre söylüyorum. Elimdeki tüm bilgileri Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na verdim” diye konuştu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler de, Akçakoca açıklarındaki doğalgaz ve petrol aramalarından umutlu olduklarını belirterek, rezerv bulunduğu takdirde üretime geçilmesinin 2-2.5 sene sürebileceğini, bunun için de denizin altında ayrı bir dünya kurulacağını kaydetmişti.


TPAO’nun faaliyetleri yetersiz kalıyor

Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)’nun Türkiye’de kara ve denizde petrol arama çalışmaları ödenek yetersizliğinden dolayı beklenen neticeyi veremiyor. Dolayısıyla TPAO, uluslararası petrol tröstleriyle rekabet edemiyor.

TPAO devletin resmi petrol şirketi olarak ülkedeki petrol faaliyetlerinde en dikkat çeken kurum olma özelliğini koruyor. Bu kapsamda yurt içindeki faaliyetlerinden bazıları şöyle: 3 adet petrollü kuyu, 7 adet gazlı kuyu, 2 adet kuru kuyu, 2 adet gaz emareli kuru kuyu, 1 adet gaz emareli sulu kuyu, 1 adet gaz, petrol emareli sulu kuyu, 1 adet sulu kuyu, 1 adet jeolojik nedenle terk, 1 adet geçici terk, 1 adet petrol, gaz emareli kuyu, 1 adet workover, 2 adet devam eden kuyu, 4 adet müteahhitlik hizmeti verilen kuyu, 1 adedi devam ediyor şeklinde açılan kuyular sıralanabilir. Türkiye’nin 2002 yılı itibarıyla toplam ham petrol üretimi 2,441,533 tonu bulurken TPAO’nun bundaki payı ise 1,712,038 ton. Bunlara karşılık yine aynı yıl içindeki ithalat miktarı ise 23,661,800 tona ulaşıyor.

ÖDENEK AZALTILDI

TPAO’nun sondaj ödeneğinin azaltılmış olması ise dikkat çeken bir konu. 2000 yılı itibarıyla 120 milyon dolar olan sondaj (kuyu açma) ödeneği 30 milyon dolara indirilmiştir. Oysa eski Genel Müdürün dediği gibi petrol ve doğalgazı bulmak için çok sayıda sondaj yapılması gereklidir. Fakat TPAO bu kısıntılı bütçeye rağmen karada yapılan sondajdan 6 kat daha pahalıya mal olan denizde petrol aramaya yönelmiştir. Oysa Türkiye’nin sadece denizlerinde değil kara topraklarında da petrol olduğu bilinmektedir. Hatta sadece Karadeniz’de yapılan Limanköy 1 ve 2 kuyuları için yapılan masraf 60 milyon dolardır. Dr. Ümit Emre bu konuda, “TPAO’nun karada petrol yokmuş gibi denizlere çekilip, yabancı ortakları tarafından orada da yalnız başına bırakılmasını küresel güçlerin şeytanca oyunudur. Böylece kendini elit olarak kabul eden kesimler bir taşla iki kuş vurmaktadırlar. Bir yandan kısıtlı bütçesi olan TPAO’yu iflasa sürüklemekte, diğer yandan da Türk Halkı’na, ‘Karada petrol yok, bir de denizde şansınızı deneyin’ mesajını vererek, düşmanca psikolojik bir savaş yürütmektedirler. TBMM’ye gelen son petrol kanunları da ülkedeki rafinerilerin yerli üretim petrolü alma ve işleme mecburiyetinde olmaması hükmü kendisini elit olarak kabul eden çevrelerin şimdilik Türkiye’deki petrolün işletilmesini istemediğinin en açık delili olarak gözler önündedir” demektedir.

BÜTÇE SINIRLI

Konuyla ilgili TPAO yetkilileri ise Boyabat, Soğuksu, Ekinveren yörelerinde 8 kuyu açtıklarını, ancak bunların hiçbirinde ekonomik bir keşif yapamadıklarını, sadece birinde gaz bulunduğunu belirtiyorlar. Yetkililer, “TPAO’nun arama bütçesi onda bire düşürüldü. Bu da yeterli sayıda ve istediğimiz yerlerde kuyu açmamızı engelliyor. Bu bütçeyle ancak çok sınırlı aramalar yapabiliyoruz. Şimdilerde daha ziyade Karadeniz’de denizel alanda petrol araması yapıyoruz”diyor.

İçe kapanmanın sebebi geçmişteki acı ders

Türkiye’deki petrol ve yeraltı zenginliklerinin işletilmesinin engellenmesinde gizli bir gücün etkili olduğu iddialarının temeli Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarına kadar uzanıyor.

Türkiye’nin başta petrol olmak üzere çeşitli yeraltı madenlerinin işletilmesine engel olan güç nedir? Ve belki de daha önemlisi bu güç ne istemektedir? Bu tür sorular kamuoyunda sıkça tartışılmakta. Türkiye’deki petrol arama ve çıkarma faaliyetlerinin geçmişine göz attığımızda, “art niyet” olarak isimlendirile-bilecek bazı hallerin yanısıra, ilginç bir içe kapanma da hemen dikkati çekiyor. Bir derginin yaptığı araştırmada şu gerçekler hemen göze batıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, daha önce özellikle yabancılara verilmiş birçok petrol arama/çıkarma izninin iptal edildiği görülüyor. Dahası 1940’lı yıllara kadar da petrolle ilgili bir kuruluşumuz yoktu. 1921’de Amerikan Raşyen Kumpanyası Anadolu’da petrol aramak için başvuruyor, TBMM barış imzalanmadan kabul edilmeyeceği yönünde karar çıkartıyor. Meclis 3 Kasım 1922’de, “Petrol, neft ve havagazı arama izninin kimseye verilmeyeceği” kararını çıkartıyor. Fransız Emile Mayen’e verilen Van’ın Beşparmak ve Gürgün ilçelerindeki arama izni, Sinop Ekinveren köyündeki arama izni, Manisa Kozluca’daki Mehmet Bahri Bey’e verilen petrol işletme imtiyazı, Mardin Midyat’ta Ahmet Şakir Efendi’ye verilen neft ve zift araştırma ruhsatı... Bunlar ve daha birçok petrol arama/çıkarma izni 1924’te iptal ediliyor. Ertesi yıl, yani 1925’te ise Sinop Ekinveran, Gelibolu Gölcük, Eksamil, Gonoz, Mürselli, Tekirdağ Balatnoz deresi, Van Hareşit, Amik ve daha birçok bölgede daha ziyade yabancılara verilmiş petrol arama/çıkarma ruhsatları feshediliyor

http://www.hakimiyetimilliye.org/modules.php?op=modload&name=Forums&file=viewtopic&topic=77&forum=13
Son düzenleyen Tigin; 10 Ocak 2006 02:54