Arama


NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
15 Haziran 2007       Mesaj #5
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
S - 5

SEYYİD:
1. Efendi.
Genç olarak Cennet'e girenlerin Seyyidi Hasen ve Hüseyin'dir." (Hadîs-i şerîf-Üsüd-ül-Gâbe)
2. Hazret-i Hüseyin'in neslinden (soyundan) gelenler.
Seyyidlerin bulunduğu bir memlekette ben oturamam. Zîrâ Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem bağlı bir nesebden (soydan) gelmenin şerefini taşıyanlara lâyık oldukları tâzimi (hürmeti) gösterememekten korkuyorum. (Ubeydullah-ı Ahrâr)
Seyyidler, İmâm-ı Hasen'in torunları olan şerîflerden daha üstündür. Osmanlı Devleti zamânında Haleb'de seyyidlere ve şerîflere mahsûs bir mahkeme vardı. Bütün evlâdları orada kayıtlı olup, yalancılar seyyidlik iddiâ edemezdi. Seyyidlerin kıymeti bil inmeli, hürmette ve hizmette kusûr edilmemelidir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Seyyid-ül-Enâm:
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın lakablarından biri. Beşerin yâni insanların efendisi, en yükseği.
Seyyid-ül-enâm Muhammed aleyhisselâm, her zamanda, her memlekette, yâni dünyâ yaratıldığı günden, kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan O'nun üstünde değildir. Bu, güç birş ey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O'nu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın O'nu medh edecek gücü yoktur. Hiçbir insanın, O'nu tenkîd edecek iktidârı yoktur. Allahü teâlâ hadîs-i kudsîde; "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım!" buyuruyor. (S. Abdülhakîm Arvâsî)

Seyyid-ül-İstiğfâr:
Duâ ve istiğfârların başı. İstiğfâr duâlarının büyüğü. Allahü teâlâdan günâhın bağışlanmasını istemek için yapılacak duâların en üstünü, en kıymetlisi.
"Allah'ım! Sen benim Rabbimsin. İbâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ancak sen varsın. Beni sen yarattın; şüphesiz ben senin kulunum. Gücüm yettiği kadar, ezelde sana verdiğim ahd ü mîsâk (Allahü teâlâ, rûhları yarattığında; "Elestü bi Rabbiküm - Ben si zin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, rûhların; "Kâlû belâ - Evet Rabbimizsin" dediği günkü verdiğim söz) ve vâ'dim üzerinde duruyorum. Yâ Rabbî! İşlediğim günâhların şerrinden sana sığınıyorum. Bana lütuf ve ihsân buyurduğun nîmetleri ikrâr ve îtirâf ederim (kabûl ederim). Günâhımı da îtirâf eylerim. Beni affet Allah'ım! Zîrâ senden başka günâhları kimse affedemez." İşte her kim bu seyyid-ül-istiğfâr duâsını (ihlâs ile, sevâb ve fazîletine inanarak) gündüz okuyup, o gün akşam olmadan ölürse, o kimse Cennetlik olur. Her kim de sevâb ve fazîletine inanarak gece okur da, sabah olmadan ölürse, o kimse de Cennet ehlindendir." (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)

Seyyid-ül-Mürselîn:
Muhammed aleyhisselâmın lakablarından. Gönderilmiş olan peygamberlerin önderi, efendisi.
Seyyid-ül-mürselîn sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bir kimse, bir günâh yapmak istese ve sonra Allah'tan korkup, onu terk eylese, Hak teâlâ hazretleri, o kula iki Cennet ihsân eder. (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Allahü teâlânın rızâsına; Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdıyla yâni Resûlullah efendimizin ve O'nun sohbetinde yetişen Eshâb-ı kirâmın yolunda olmakla, onların bildirdiklerine tam inanmakla kavuşulur. Bu doğru îtikâd (inanış) her şeyden kıymetli ve kaz anılan şeylerin en üstünüdür. Kim bu doğru îtikâda sâhib olursa, bütün şerefleri ve üstünlükleri toplamış olur. Cennet kapıları, bu îtikâda sâhib olmakla açılır. Dünyâ ve âhirette üstünlük onunladır. Peygamberler bunun için gönderilmiş olup, onların sonuncusu Seyyid-ül-mürselîn Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemdir. (Serahsî)

Seyyid-üs-Sakaleyn:
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın lakablarından. İnsanların ve cinlerin efendisi, iki cihânın seyyidi Muhammed aleyhisselâm.
Hak teâlâ kullarını Cennet'e dâvet edip cemâlini (güzelliğini) müşâhede etmelerini (görmelerini) vâd eyledi. Bu devletin ele geçmesine Seyyid-üs-Sakaleyn efendimiz hazretlerini vâsıta kıldı. O'nu (sallallahü aleyhi ve sellem) mîrâca götürmesi sebeple rinden ve hikmetlerinden bir sebep ve hikmet de bu olsa gerektir. (Harâitî)

SEYYİE:
Kötülük, günah.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Her güzel, her iyi şey, sana Allahü teâlâdan geliyor. Her seyyieye de nefsin sebeb oluyor. (Nisâ sûresi: 79)
Hiçbir kimse yoktur ki, tertemiz abdestini alsın, sonra (şu) mescidlerden birine gitsin de Allah, ona attığı her adım karşılığında bir sevâb yazmasın; her adım karşılığında onun bir seyyiesini affetmesin! (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Mü'minin başına sâbit bir sızı veya bir meşakkat, bir hastalık, bir hüzün, hattâ kendini üzen bir keder gelirse, onunla seyyielerinden bâzısı örtbas edilir. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Kalbe gelen düşünce seyyie olup, terk edilirse sevâb yazılır. Azm edilir, yapmamaya karar verilirse, bir günâh yazılır. İşlemezse bu da affolur. Hadîs-i şerîfte; "Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affolur" buyruldu. (Muhammed Hâdimî)

SIBTEYN-İ MÜKERREMEYN:
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın iki mübârek torunu; hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyn (radıyallahü teâlâ anhümâ).

SIDDÎK:
1. Pek doğru, hiçbir zaman yalan söylemeyen, işinde ve sözünde doğru olan.
Doğru sözlü olmak iyiliğe götürür. İyilik Cennet'e götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allahü teâlânın katında sıddîk olarak yazılır. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Doğru olan tüccar kıyâmette sıddîklarla ve şehîdlerle berâber olacaktır. (Hadîs-i şerîf-Rıyâd-ün-Nâsihîn)
Aralarında şu dört kimseden biri bulunan topluluk helâk olmaz: İmâm, velî, sıddîk ve üstâd. ( Ebü'l-Hasan)
Sıddîklar, harama sebeb olmak korkusu bulunmayan hallerden de sakınır. Bunları meydana getiren sebeblerden birine haram karışmış olmasından çekinirler. ( İmâm-ı Gazâlî)
2. Hazret-i Ebû Bekr'in lakabı.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, mîrâcdan döndükten sonra, sabahleyin Kâbe'nin yanına gidip mîrâcını anlatmıştı. Bunu işiten kâfirler alay ettiler. Müslüman olmaya niyeti olanlar da vazgeçti. Mîrâcı duyan Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh, Resûlullah'ın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle; "Yâ Resûlallah! Mîrâcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlayan yüzünü görmekle, kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle nîmetlendirdi. Yâ Resûlallah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem! Senin her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana fedâ olsun!" dedi. Ebû Bekr'in sözleri, kâfirleri şaşırttı. Diyecek şey bulamayıp dağıldılar. Şübheye düşen, îmânı zaîf birkaç kişinin de kalbine kuvvet verdi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem o gün Ebû Bekr'e; "Sıddîk" dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi. (Ahmed Cevdet Paşa, M. Sıddîk Gümüş)

SIDK:
1. Doğruluk.
Sıdk, sözün süsüdür. (Hazret-i Ali)
İnsanları, sıdktan daha güzel birşey süsleyemez. (Fudayl bin Iyâd)
Sabır bütün hayırların; sıdk ise kurtuluşun ve nîmetlere şükretmek, bereketin anahtarlarıdır. Kimde bu hasletler bulunursa, o en yüksek mânevî mertebelere kavuşur. (Bâhilî)
Araştırıldığında sıdkın şecâatle, yalanın da korkaklıkla berâber olduğu görülür. ( İbn-ül-Mugter)
2. Peygamberlerin sıfatlarından.
Bütün peygamberler sıdk sâhibidirler. Her sözleri doğrudur. Aslâ yalan söylemezler. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)

SIFAT:
Özellik, hâl, keyfiyyet. Varlıkta kendi kendine duramayıp başka bir şeye muhtaç olan şey.
Varlıklar birbirlerinden sıfatlarıyla ayırt edilmektedir. (Teftâzânî)
Allahü teâlânın insanlar içinden seçmiş olduğu peygamberler (aleyhimüsselâm) da insanlık sıfatlarında diğer insanlarla aynıdır. Yâni onlar da yerler, içerler, soğukta üşürler. Ancak Allahü teâlâ, onlara husûsî (özel) nîmetler ve çeşitli mûcizeler ihs ân etmiştir. (Harputlu İshâk Efendi)
Noksan sıfatlar Allahü teâlâda yoktur. O, maddelerin, cisimlerin, ârâzların yâni hallerin sıfatlarından ve bunlara lâzım olan şeylerden münezzehtir (uzaktır). (Ahmed Fârûkî)

Sıfat-ı İlâhiyye:
Allahü teâlânın zâtî ve subûtî sıfatlarının hepsi.
Perdeler tamâmen kalkıp, hakîkat bütün açıklığıyla bildirilince anladım ki, âlemler, mahlûklar (yaratılmışlar) sıfat-ı ilâhiyyenin aynaları ve esmâ-i ilâhiyyenin (Allahü teâlânın isimlerinin) görünüşleri ise de, görünenler gösterenin kendi değildir. Bir şeyin görüntüsü o şeyin kendisi değildir. (İmâm-ı Rabbânî)

Sıfat-ı Ma'neviyye:
Allahü teâlânın subûtî sıfatları.
Allahü azîm-üş-şân hakkında bize bilinmesi vâcib (lâzım) olan sıfat-ı ma'neviyye sekizdir. Bunlar; Hayy, Allahü teâlâ diridir. Semi', Allahü teâlâ sem-i kadîmi (ezelî işitme sıfatı) ile işiticidir. Basîr; Allahü teâlâ görücüdür. Mürîd; Allahü teâlâ i râde-i kadîm ile (ezeli olan dileme sıfatıyla) dileyicidir. Alîm; Allahü teâlâ ilm-i kadîmi ile (ezelî ilim sıfatıyla) bilicidir. Kadîr, Allahü teâlâ kudret-i kadîmesiyle (ezelî kudreti ile) gücü yeticidir. Mütekellim; Allahü teâlâ kelâm-ı kadîmi (ezelî, başlangıcı olmayan kelâmı) ile söyleyicidir. Mükevvin; Allahü teâlâ her şeyi yaratandır. (Kutbüddîn İznikî)

Sıfat-ı Nefsiyye:
Allahü teâlânın Vücûd yâni var olma sıfatı.
Allahü teâlâ hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfat-ı nefsiyye birdir. Yâni var olmaktır. Kur'ân-ı kerîmdeki İhlâs sûresi ve bu âlemdeki bütün yaratılmışlar Allahü teâlânın sıfat-ı nefsiyyesi olan vücûd sıfatının delilleridir. (Kutbüddîn İznikî)

Sıfat-ı Selbiyye:
Allahü teâlâda bulunması câiz olmayan sıfatlar.
Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyye ve sıfat-ı subûtiyyeden başka sıfatları ya îtibârî (var kabûl edilen) veya selbîdir. Meselâ Allahü teâlâ cisim değildir. Cisimden değildir. Madde değildir. Arâz yâni hal değildir. Mekânı yoktur. Zamanlı değildir. Bir ş eye girmiş, bir yere yerleşmiş değildir. Hudûdlu, bir şeyle çevrilmiş değildir. Bir tarafta, bir cihette değildir. Bir şeye mensûb değildir. Bir şeye benzemez. Misli, ortağı ve zıddı yoktur. Anası, babası, zevcesi (hanımı), çocukları yoktur. Bunların hepsi mahlûklarda (sonradan yaratılanlarda) bulunur. Hepsi noksanlık ve kusûr alâmetleridir. Bütün bunlar sıfat-ı selbiyyedir. Bütün kemâl sıfatlar Allahü teâlâda vardır. Bütün noksan sıfatlar yoktur. (İmâm-ı Rabbânî)

Sıfat-ı Sübûtiyye:
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunmakla birlikte başka varlıklarda da sınırlı olarak bulunan sıfatları. Bu sıfatlara sıfat-ı hakîkiyye de denir.
Mükellef yâni âkıl ve bâliğ olan, kadın-erkek her müslümanın Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyyesini ve sıfat-ı sübûtiyyesini, doğru bilmesi ve inanması lâzımdır. Herkese ilk farz olan şey budur. Bilmemek özür olmaz. Bilmemek günâh olur. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Allahü teâlânın sıfatları sıfat-ı zâtiyye (zâtında bulunan sıfatlar) ve sıfat-ı sübûtiyye olmak üzere ikiye ayrılır. Allahü teâlânın sıfat-ı subûtiyyesi sekiz tânedir. Bunlar; Hayat (diri olmak), İlim (bilmek), Sem'(işitmek), Basar (görmek), Kudret ( gücü yetmek), Kelâm (konuşmak), İrâde (dilemek) ve Tekvîn (yaratmak)dır. Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesi de zâtı gibi ezelî (başlangıcı olmayan) ve ebedî (sonu olmayan) dirler. Mahlûkların (yaratılmışların) sıfatları gibi değildirler. Akıl ile zan ile dünyâdakilere benzetilerek anlaşılamazlar. Allahü teâlâ bu sıfatlarından birer örnek insanlara sınırlı olarak ihsân etmiştir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Sıfat-ı Zâtiyye:
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunup diğer varlıklarda bulunmayan, yalnız Allahü teâlâya mahsûs sıfatları. Bu sıfatların sonradan yaratılan varlıklarla hiçbir sûrette bağlantıları yoktur. Bu sıfatlara sıfat-ı Vücûdiyye ve sıfat-ı Ulûhiyyet de denir.
Allahü teâlânın sıfatları, zâtî (kendisine âit olan) ve sübûtî (başka varlıklarda sınırlı olarak bulunan) sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır. Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyyesi, altı tânedir. Bunlar; Vücûd (var olmak), Kıdem (varlığının öncesi, başlan gıcı olmamak), Bekâ (varlığının sonu olmamak), Vahdâniyyet (zâtında, sıfatlarında ve işlerinde tek olmak; ortağı ve benzeri olmamak), Muhâlefetün lil-havâdis (hiçbir mahlûka, yaratılmışa hiçbir bakımdan benzememek), Kıyâm binefsihî (varlığının kendinden olması, var olmak için hiçbir şeye muhtâc olmaması). Bu altı sıfatın hiçbiri mahlûkların (yaratılmışların) hiçbirinde yoktur. Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyyesi zâtı gibi ezelî (başlangıcı olmayan) ve ebedî (sonu olmayan)dir. Yâni sonsuz olarak va rdırlar. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

SILA:
Fıkıh ve tasavvufu (kalb bilgilerini) meczeden, birleştiren mânâsına İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin lakabı.
Ümmetimden sıla isminde bir zât gelecek, onun şefâati ile grup grup insanlar Cennet'e gireceklerdir. (Hadîs-i şerîf-Cem-ül-Cevâmi')
Beni iki dünyâ arasında sıla kılan Rabbime hamd olsun. (İmâm-ı Rabbânî)

Sıla-i Rahm:
Akrabâyı, yâni ana, baba, dede, çocuklar ve torunları; süt ve evlilik yoluyla olan yakınları ziyâret etmek, gözetmek ve onlara yardım etmek.
Allahü teâlâdan korkun ve akrabânızı ziyâret edin. Onlara yardım edin! Çünkü sıla-i rahm sizin için dünyâda bereket, âhirette ise günahlara mağfirettir. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-ün-Nasîhin)
Sıla-i rahm, âilede muhabbetin, malda servetin artmasına ve ömrün uzamasına sebeptir. (Hadîs-i şerîf-Evsat)
Üç sınıf kimseye, yarın kıyâmet gününde arşın altında yer verilir. Birincisi sıla-i rahmi bırakmayan; ikincisi kocası mal bırakmadan vefât edip de küçük çocukları olan ve bunları kimseye muhtaç etmemek için koruyan kadın; üçüncüsü yetimleri doyurmak için yemek veren kimsedir. (Enes bin Mâlik)
"Müslüman olan ve sıla-i rahmde bulunan bir kimseye, yetmiş nâfile hac sevâbı verilir." (Süleymân bin Cezâ)

SIR:
1. Gizli, gizlenilen şey.
Kader, Allahü teâlânın mahlûku hakkında bir sırrıdır. Allahü teâlâ, kader ile ilgili bilgiyi mahluklarından, yarattıklarından gizlemiş, onu araştırmaktan kullarını menetmiştir. (Mengübers Müstensırî)
Kimseye sırrını söyleme. Sen birisine söylersen, o da başkasına söyler. Mücevherâtı hazînedâra teslim et, ama sırrını kendine sakla. (Sa'dî Şîrâzî)
Kimse senin sırrını senden daha iyi saklayamaz. (Sa'dî Şîrâzî)
Çok konuşmak, kendisinde sır olarak bulunanları açıklamak ve herkesin sözünü kabûl etmek insanı küçük düşürür. (Muhammed bin Ka'b el-Kuraşî)
Sırrın senin esirindir. Onu ifşâ edersen (açıklarsan) sen onun esiri olursun. (Hazret-i Ali)
İki kişinin bildiği şey sır olmaz. ( Abdülazîz Dehlevî)
2. Âlem-i emrin (maddesiz, zamansız ve ölçüye girmeyen âlemin) beş mertebesinden biri. Tasavvuf yolculuğunda rûhun üstündeki derece.
Âlem-i emrin birinci basamağı kalbdir. Bu yolda (tasavvuf yolunda) kalbi geçtikten sonra sırasıyla ruh, sır, hafî ve ahfâ mertebelerinde ilerlenir. Âlem-i emrin bu beş latîfesini anlamak ve bunlar üzerinde bilgi edinmek, ancak Muhammed aleyhisselâmın izinde gidenlerin büyüklerine nasîb olmuştur. (İmâm-ı Rabbânî)

SIRÂT KÖPRÜSÜ:
Cennet'e geçilmek üzere, Cehennem üzerine kurulmuş, mâhiyeti kesin bilinmeyen köprü. Buna, yalnız sırât da denir.
Herkesten önce ben ve benim ümmetim Sırat köprüsünden geçeriz. Sırat üzerinden geçerken peygamberlerden başkası birşey söyliyemez. Onlar da; "Yâ Rabbî! Ümmetlerimize (bize îmân edenlere) selâmet (kurtuluş) ihsân eyle (ver) " derler. (Hadîs-i şerîf-Tezkire)
Büyük kurban alınız ve kesiniz! Çünkü kurbanlarınız, sırât üzerinde sizin bineklerinizdir. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
Sırât köprüsü, Allahü teâlânın emri ile, Cehennem'in üstünde kurulacaktır. Herkese, bu köprüden geçmesi emr olunacaktır. O gün bütün peygamberler; "Yâ Rabbî! Selâmet (kurtuluş) ver!" diye yalvaracaklardır. Cennetlik olanlar, köprüden kolayca geçerek, Cennet'e gideceklerdir. Bunlardan bâzısı şimşek gibi, bâzısı rüzgâr gibi, bâzısı koşan at gibi geçecektir. Sırât köprüsü, kıldan ince, kılıçtan keskindir. Dünyâda iken İslâmiyet'e uyanlar, nefislerine hâkim olanlar, Sırât'ı kolay ve rahat geçecektir. Nefislerine düşkün olanlar, Cehennemlik olanlar, Sırât'tan geçemeyip, Cehennem'e düşeceklerdir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Ehl-i sünnet âlimleri (Resûlullah efendimizin ve O'nun sohbetinde yetişmiş Sahâbe'nin yolunda olan mübârek insanlar), İslâmî bilgilerden hiçbirine, akıl ermediği için, karşı gelmediler. Böylece, kabir azâbına, kabirde Münker ve Nekir denilen iki mele ğin suâl soracaklarına, sırât köprüsüne, kıyâmetteki terâziye hemen inandılar. Akıl ermediği için olmaz demediler. Çünkü bu büyükler, Kur'ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uydular. Aklı bu iki temel kaynağa bağladılar. Anlıyabildiklerini anlattılar. Anlıyamadıklarına öylece inandılar. Anlayamadıklarına, aklımız ermediği için anlıyamadık dediler. (Ahmed Fârûkî)

SIRÂT-I MÜSTEKÎM:
İslâmiyet'in gösterdiği doğru yol.
Allahü teâlâ âyet-i kerimelerde meâlen buyuruyor ki:
Ey âdemoğulları! Şeytana itâat etmeyin; o size apaçık bir düşmandır, diye size öğüd vermedim mi? Bir de bana ibâdet edin; sırât-ı müstekîm budur (diye emretmedim mi?) . (Yâsîn sûresi: 60,61)
(Ey Resûlüm!) Sen, hemen sana vahy edilen (indirilen) Kur'ân'a yapış (Onunla amel et!) Şüphesiz ki sen, sırât-ı müstekîm üzerindesin. (Zuhrûf sûresi: 43)
Hazret-i Âişe, Resûl-i ekrem efendimiz teheccüde (gece namazına) kalktığı zaman şöyle duâ ederdi diyor: "Ey Mikâil, Cebrâil ve İsrâfil'in Rabbi olan, gökleri ve yeri yaratan, gizli ve âşikâre her şeyi bilen Allah'ım! Kullarının arasındaki ayrılıkları düzeltecek olan Hâkim (hüküm sâhibi) sensin. Beni, hakka, hidâyet eyle. Çünkü sen, dilediğini sırât-ı müstekîme hidâyet edersin." (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Sâdıklar (doğru söyliyenler) ve hakîkate erenler (gerçeği bulanlar, kurtuluşa erenler) sözbirliği ile diyoruz ki: "Sırât-ı müstekîm; Ehl-i sünnet vel-cemâatin, yâni Resûlullah efendimizin ve O'nun sohbetinde yetişen Sahâbe-i kirâmın yoludur. (Muhammed Bâkî-billah)

SIYÂM:
Oruç tutmak. Fecrin ağarmasından (imsaktan) güneş batıncaya kadar, yemeyi, içmeyi ve cimâ'ı terk etmek. (Bkz. Oruç)