Arama

Hayata Dair - Tek Mesaj #762

RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
15 Haziran 2007       Mesaj #762
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Neden derken başlayan bir hayat mı? Hayatla başlayan nedenler mi?
Kafası allak bullak olmuş bir sürü beden, ruhlarına bile yansıyor bu karmaşa, elleri kafalarında, içinde beyin diye bir organ olan kafa tasını sıkıştırıyor, sanki sıktıkça rahatlıyor, e aslında psikolojik bir rahatlama tabi ki bu. “Kafa patlatmak” diye bir değim var, günümüzde bu anlam kargaşası içinde kendiside karışmış vaziyette bu değimin. Öyle değil mi sanki kafa patlatmadan yaşayan insanlar varmış gibi bu günlerde. Bu günler, bu günler hangi günler, hangi zamandayız, acaba bilinen ilk yılların öncesi ne kadar geniş ve acaba son ne zamana denk geliyor. Çok atlamalı bol zıplamalı az sesli seyrek sukutlu bir olgu bu. Ne kadarda kolay insanın kafasını karıştırmak. Yada şöyle mi demeli, insan denen varlık ne kadar karmaşık ve ne kadar basit. Çevresindekilerin hiç farkında değilmiş gibi bir belgeselde etrafına bakıp şükretmeyi öğrenen insanlar mıyız biz. Yoksa doğduğumuzda mı bu bilgi bize zaten verilmişti yada bazı gerçekleri görebilen varlıklar mıyız bizler. Dünyayı kuşatan bir madde kargaşası içinde bedenlerimizin de dahil olduğu bu gruba bir tek ruhlarımız mı girmiyor yoksa insan oğlunun dışında başka ruh grupları da var mı? Ne kadar çok akla gelmeyen kavram ve bilmediğimiz doğurgan kavramlar var. İnandığımız felsefeyi seviyoruz, peki neden sevdiğimize inanamıyoruz. Haz duyusu en karmaşık duyu olsa gerek ki, düşünmesi bile yeter kafamızın içindeki sinir silsilesi kimyasal kıvrımlar için. Sevgiyi, sevmeyi, hoşlanmayı, aşkı, tutkuyu tarif etmek sığmıyor nede olsa değimli satırlara, kim neden bahsetse bunlarla ilgili her ilgilenen için bir eksik kalır cevaplarda, hep insanın kendisinde bulduğu özel bir şeyler vardır. Bir şeyler demek zorunda bırakan, bir terim içine sığmayan şeyler. Aslında bu duyu dışında bir çok konu için de bahsedilebilir bu “şey”lerden. Virgülle ayrılamayacak kadar dar, nokta konmayacak kadar geniş, manevi bir olgu demeye çekiniyorum, acaba o kadar derin bir mesafesi olmasına karşın buna karşı koyabilecek beyinlerde var mıdır diye.

İnsan oğluna verilmiş yetilerle sınırlandırılmış bir dünya, bir de beyin kimyamızın yaklaşabildiği bilmediğimiz bir dünya mı var acaba? Belki de daha öğrenmemiz gereken çok şey var, kim bilir belki de hazır değilizdir bazılarının dediği gibi. Değişime açık ruhlar her bedende kök salabilecekler, kimyamızla başlayan derin değişim bir anda bizi fiziksel boyutta tatmin edecek farklı bir değişikliğe mi uğratacak. Yada beklenen an kimsenin bilmediği gerçek son buluş mu? Gerçek maneviyata yada başka bir değişle mutlaklığın bu hayatında insan oğlu ulaşamayacağı olgunluğa gerçek sonla mı ulaşacak. Yitirdiğimiz değerler bize acı verdiğinde hep bir eksiklik vardır derinlerde, kazandığımızda aldığımız hazzın tarifsizliğine denk, beklide o eksiklikle ölmemek gerek. Var olan kimyamız ruhla bir bütünlük içerisinde çalışıyor besbelli, üzüldüğümüzde yorulan kalbimiz ve mutluluk veren hormonlarımız, olumlu yada olumsuz her şeye cevap veren ruh ve beden ortak düşleri paylaşırlar.Bu iki olgu arasında çatışma yoktur, dengeli bir çalışma vardır. Sıkıntı denen bir kavram gibi hem kimyasalı hem duygusalı kapsayan kavramlar sayesinde biraz daha yaklaşıyorum o derin mevzuata. Mantığı ve duygusallığı birlikte götürebilen kaç insan tanıyorsunuz, ne kadar başarabiliyorlar. Her kavram ya maneviyattan yada maddiyattan fırlamış, her biçimin iki yanı var bu anlamda, nereye baksanız farklılık bir sürü ayrı değerlendirme, gözünüzden içeri giren ışık ışınları size bir çok kavramı aynı anda ayrı-ayrı sunuyor, o kadar çok kargaşa var ki, renkler, dokular, uzunluklar, ağırlıklar, incelik, kalınlık, enlem, boylam, zaman, mekan ve bu kadar karmaşaya eklenecek bir o kadar daha olgu, bekli de çok daha fazlası, insan. Yaşamak böyle bir tarife haiz değil. Yaşamın sırlarını aramaktansa bu karmaşada, yaşamı açmaya çalışıyorum, yaşamdaki mantığı ve maneviyatı, maddiyatı öğrenmeye çalışıyorum. Bir sır varsa bu mutluluk hakkında olmasa gerek, her ruhun kendi sırrını bulması, bu hayata dair kendi konumunu deşifre etmesi gerek. Her insanın kendine, bulunduğu kavme, zamana, mekana ve hatta bulunduğu kalplere göre potansiyel bulması gerek, belki de kendini bilmek budur. Belki de her şey bizden ibarettir, artı ve eksimizi biz yarattığımız gibi. Hani yaydığımız elektrik var ya ondan bahsediyorum. Hatta kaynağı bu olan “ne ekersen onu biçersin” cümlesi gibi.
Bu kadar basit mi?, bu kadar kolay bir anlatıma haiz olabilir mi?
Bu kadar kolay olan, insanın özüne inebilmek ve insan olduğun için insanı anlayabilmektir. Gerçeği görüp insana yormak, insanı görüp gerçekle bir tutmak değildir. İnsan dışındaki karmaşayı göz önüne alınca insan bu karmaşadan daha karmaşık olsa gerek diyorum. Aslında insan bu karmaşa içinde var olmasa dahi gördüğümüz göreceğimizden daha büyük bir bilinmezlik vardır tek başına insan oğlunda. Öyle ki insanın bu dünyada var olabilmesi kavramı, insan denen varlığın kıyametten sonrada çözemeyeceği bir bilinmeyen gibi. Neyse ki iletişim denen bir kavram bir olguya düşmüş varoluştan bu yana insan. O vahim sırları çözemese de, iletişimin, ilişkinin, olumlu hazlara yol veren birer kavram olduğu şüphesizdir. Sosyalizmin derdi bu noktada başlayıp, doğallığın ve maneviyatın sembolü bu noktada bitse de yaşayan, var olan, okuyan, ve bir nedeni olan herkesin çözümüdür ilişkiler ve ilişkilerdeki iletişim. Yaşayan herkes birbiriyle ilişki içerisindedir aslında yanınızdan geçen bir insanın sizinle ilişkisi olduğuna inanmak yada bunu düşünmek kimin yaptığı bir şeydir ki, oysa gerçekten herkesin potansiyel bir ilişki çizgisi ve yansımasıdır. İş yerinizde çok yoğun olabilirsiniz hatta sekreterinizin sesini telefonlarınıza cevap verip işini yaparken duymaktan başka bir zamanda nasıl konuştuğunu bile bilmiyor olabilirsiniz ama sizin sekreterinizle bir ilişkiniz ve bu ilişkinin de bir boyutu vardır. Sahada topa vururken sadece oyuncu arkadaşlarınızla değil karşı takımın oyuncularıyla olduğu kadar maçı izleyen seyircilerle de bir ilişkiniz vardır. Daha yakın bir örnekle haber spikeriyseniz milyonlarla olan ilişkiniz sizin kalitenizi ve sunumuzu etkiler hatta kanalınızın ve cebinizin finanssal durumunu değiştirir. Çarşıda pazarda dolanırken attığınız her adım bir ilişkidir, bir ressamın attığı her fırça darbesi bir iletişim yoludur, her tüzel kurumun reklamı tüketiciyle olan ayrı bir ilişkidir. İlişkilerimize yön verirken bu kadar geniş bir yelpazede düşünemeyiz, bu kadar hassas olmak insana özgün değil. Oysa çözeceğimiz o kadar çok karmaşa vardır ki, bir de bunlarla mı uğraşacağız. Yaşamayı iş, para kazanmayı iş, sanatı iş, zevklerimizi bile iş olmaktan kurtarmak insanın kendi derininde saklı olduğu buradan çıkageldi aklıma. Her kazılan kuyudan ayrı lezzette su çıkması, her rüzgarın her dağda farklı esmesi gibi sınıfların, ayrımların arasında sınıflandırmadan ve ayırım yapmadan gerçekçi kalabilmeye ben yaşam diyorum. Yaşam kelimesini her bakımdan tarifim bu değil ama çok yaklaştırdı beni bu anlamda, bu hayata dair, hani sanki herkesin farklı bir hayat yaşadığını bilmezcesine, aslında bu noktada hepimizin aynı olduğunu vurgulamak. Başka yaşamları kollamak, böyle potansiyel olmak, ama potansiyelimizi kendimize göre kullanmak, çok karmaşık beklide yaşamak. Beklide bu anlamamamız çözmeyi başaramamamız yaşamaktır. Paradoks yaratıp durmak yaşamak olsaydı bu bir paradoks olur muydu? Bu soruyu biraz fazla düşünelim. Herkes kendi paradoksunu yarattı bile, işte bu kadar basit ve arta kalanlar kadar da karmaşık…