Yazımızın devamı...
Yine Hicran...
Altmış yaşı hayli zaman önce arkada bırakmış bulunan Sultan İkinci Bayezid'in ata binecek hali kalmadığından, pencerelerindeki perdeler sıkı sıkıya kapatılmış bir araba içinde Uğraş Deresine geldi. Perdeleri aralayıp oğlundan tarafa baktı.
"Oğlum" diye adeta inledi, "benimle cenkleşmek üzere gelmiş!"
Baba yüreği dağlanıyor, hicran ruhunu sıkıyordu. Bir zamanlar kardeşi Cem Sultan'ın üzerine giderken de yüreği böyle dağlanmış, hicran aynen böyle ruhunu sıkmıştı. Yalnızdı. Dünyanın en kudretli hükümdarlarından biri olmasına rağmen, bütün acılığıyla yalnızlığını yaşıyor, hicranını hiç kimseyle paylaşamıyordu.
1511 yılının 3 Ağustos Pazar Sabahı güneş, bulutları yaldızlayarak doğdu. Uğraş deresi hafif bir sis perdesiyle örtülmüştü. Sanki baba oğul savaşını semanın gözünden saklamak istiyordu.
Etrafta çıt yoktu. Ürkütücü sessizlik, sisten daha kalın, daha boğucu perdesini dere içine yaymıştı. Selim gözügibi sevdiği "Karabulut" isimli atının üstünde durgun ve mahzundu. Bakışlarındaki şimşeklenmeler çözülmüş, dere içine çöken sise benzer bir sis kümesiyle gözleri hüzünlenmişti. Bekliyordu. Belki son anda bir gelişme olur, iki tarafın da asla arzu etmediği savaşa gerek kalmazdı.
Devam Edecek...