Yazımızın Devamı...
Padişah, hala perdeleri kapalı arabanın içine uzanmış, geçmişe dalmıştı. Daha doğrusu, karanlık gelecekten kurtulmak için aydınlık geçmişe sığınmıştı. Gözlerinin önünde şehzadesiSelim vardı. Henüz beş-altı yaşlarındaydı. Amasya sarayının güleri arasına diktiği hedefe ok atıyordu.
"Bu iş için küçük değil misin? Büyümeyi beklesene Selim."
"Herkesten fazla şey öğrenmek isteyenler, işe küçükken başlamak zorundadırlar babacığım. Yoksa ömürleri yetmeyebilir!"
"Bunları sana kim öğretiyor?"
"Hocam Muhyiddin Efendi ile validem Gülbahar Hatun."
Hayallerine yabancı bir ses düşüp dağıtana kadar oyalandı. Sonra sese döndü. Karşısında Mustafa Paşayı bulunca sordu:
"Hacet nedir?"
"Hünkarım, asker mızmızlanır. 'Bu cengin şer'i şerifte yeri yoktur. Padişahımız bizzat emir verir, dünya ve ahiret mes'uliyetini üzerine alırsa cenk eyleriz. Yoğusam geri döneriz' diyorlar..."
Padişahın yüzü besbeter sarardı.
"Emri sen ver. Vekilimsin."
"Dinlemezler şevketlüm; 'Ya padişah emretmeli yahut müftinin fetvası gösterilmeli.' diye diretmekteler. Ne dedimse dinletemedim!"
Devam Edecek...