Yazımızın Devamı...
Sanki soruyu, karşısındaki insanlara değil de sağır duvarlara sormuştu. Hiç cevap yoktu. Kimseden ses soluk çıkmamıştı. Hayretle başını kaldırarak, tekrar donuk yüzlere baktı.
Bir otorite boşluğunun derin acısını duydu. Vezirlerine bile hükmü geçmiyordu demek... Padişah fermanına kayıtsız şartsız itaat edecekleri yolunda hiçbir taahhütte bulunmuyorlardı. Daha önceleri böyle bir şey mümkün müydü? Böyle bir suali, sessizliğin itirazında geçiştirebilirler miydi? Bu hale nasıl gelmişti?
Sebep yaşlılığı mıydı, yoksa yumuşaklığı mı? Belki ikisininde payı vardı. Ancak olan olmuştu bir kere. Dönüşü olmayan yola girilmişti. Bu durumda padişahlıktan çekilmek lazımdı. Otorite boşluğu bir an önce dolmalıydı. Uzun süre kararsız kalmak demek, zaaflarını devletin her kademesine bulaştırmak demekti. Öyle bir vaziyet meydana gelmişti ki, en kötü karar bile bu kararsızlığından iyi görünüyordu.
Henüz duyulur bir sesle ve adeta inlercesine konuştu:
"Muaccelen Ahmed Han'ı getirün ve benim fermanımı yerine yetirün; mülkü sahibine virem, tahtı varisine teslim kılam..."
Böylece Şehzade Ahmed'in hükümdarlığı kesinleşiyor, derhal bir mektup yazılıp, İstanbul'a tahta davet ediliyordu.
Hersekzade Ahmed Paşanın itirazları desteksiz kalmıştı. Daha önce Şehzade Selim' verdiği taahhütleri padişaha hatırlatmış, "Ocaklılar Selim Han'a meyyaldir, karar duyulursa kargaşa çıkmasından korkulur! İmdi bir zaman Ahmed Han'ı Karaman'da bekletelim, ocaklıyı Ahmed Han'a çekelim. Badehu gelsin, tahtına otursun." şeklinde makul teklifler ileri sürmüş, ancak dinletememişti.
Vezirler, veziriazamın "vakit kazanmak için böyle bir teklif ileri sürdüğü" görüşünde birleşmişlerdi. Bu zaman içinde Şehzade Selim hazırlanacak ve cebren tahtı almaya gelecekti. Hayır. Buna izin veremezlerdi. Beklemek ziyandı. Ahmed derhal İstanbul'a gelmeli ve usulü dairesinde tahta çıkmalıydı.
Hersekzade'nin yapacağı bir şey kalmamıştı.
Devam Edecek...("Ahmed Han'ı istemezük!")