Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #1044

recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
5 Temmuz 2007       Mesaj #1044
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Onu düşünmeden bir saatin geçmiş
İnceden inceye bir yağmur yağıyor. Hani şu ahmak ıslatan cinsinden. Şemsiyem yok, yani ismine yakışır bir şekilde beni ıslatıyor. Karşılıksız bir aşk için bu kadar acı çekene "Ahmak" denmez de ne denir?
"Kaldır başını aslanım, dik yürü
Gül bakayım, nedir bu halin
Bir ağlamadığın kaldı.
. . . . . . . .
Bir gün bakacaksın ki
Onu düşünmeden bir saatin geçmiş
Şaşıracaksın. Başka bir gün
Birisi adını anacak yanında
“-Hiç yabancı gelmiyor, kimdi o? “
diyeceksin, sonra hatırlayacaksın
O'nu ve bu günleri
Kimse sebebini sormasın diye
Gizlice güleceksin. . . "
Acı çekiyorum, gün gelir unuturum. Mantığım unutacağımı söylüyor ama yüreğim ezim ezim eziliyor, sanki dünyanın sonu geldi. Böyle üzülüp duracağıma bir güzel ağlayım, belki rahatlarım diyorum. Yağmurda ağladığım da fark edilmez. Üstelik sokakta kimse yok. . .
Ağlayamıyorum gururum engel oluyor, Neymiş efendim "erkekler ağlamaz". Oyalanacak bir şeyler düşünüyorum, elime anahtarlığımı aldım; tespih gibi çeviriyorum. Dudağımda bir ıslık, ıslığıma hüzünlü bir şarkı dolandı. Neşeli bir melodi bulayım dedim, sonra vazgeçtim. Çünkü üzülüp ********, ferahlamak istiyorum, unutmak istiyorum.
Vakit akşam, yağmurun sesiyle ayak seslerim birbirine karışıyor. Ankara caddeleri çamurlu, sokaklar boş. Yalnız bir kaç saniye önce geçen araba hariç. Zaten o araba da üstüme su sıçratmaktan başka işe yaramadı. Çamur sıçratmasına aldırmadım bile. Boş sokaklarda ıslanarak bir süre daha yürüdüm. Artık yeterince ıslandım, yeterince ferahladım, evime bekâr evime dönmeliyim. Ana caddelere doğru yöneldim.
O'nu hiç tanımadım, o bana hiç acı çektirmedi, hatırladıklarım bir filmden aklımda kalanlar. Evet, evet, unutmalıyım onu.
Otobüs durağına vardım, yolda insanlar koşuşturuyordu ama durakta sadece bir genç kız vardı. Islak giysilerimden utandım, ondan olabildiğince uzak bir köşede durdum. İçimden söylediğim şarkılar, yavaş yavaş neşeli olmaya başlıyordu ki, kızın ağladığını fark ettim, üzüldüm ama güldüm. Nasıl tarif etsem, hani "buruk gülüş" derler ya işte öyle. Kendi kendime "Al başına, bir gariban âşık daha. "dedim. Aldırmayım dedim ama olmuyor, yanına yanaştım. Güzeldi, yaşı da benden birkaç yaş küçük görünüyordu. Yanına yanaştığımı fark edince ağlamsını gizlemeye çalıştı.
-Merhaba
Nasıl biri olduğumu anlamak için yüzüme baktı, tereddütle konuştu;
-Merhaba
Gülümseyerek konuştum;
-Siz şanslıymışsınız.
-Niçin?
-Baksanıza yağmur benim her tarafımı ıslattı, sizin sadece gözlerinizi ıslatmış.
Gözlerini kurularken gülümsemeye çalıştı;
-Gerçekten fena ıslanmışsınız.
-Biraz yürüdüm yağmurda.
-Çok mu seviyorsunuz yağmurda yürümeyi?
-Severim ama bu kadar ıslanacak kadar değil.
-Öyleyse niye?
-Bir gönül yarası aldım da.
Kendisine yakın biri, derdine bir ortak bulduğuna sevindiği belli oluyordu.
-Ya sizin gözlerinizdeki yağmur niye?
-Bende de bir gönül yarası var.
-Karanlıklar, güneş çıkana kadar hüküm sürer.
-Benim karanlığım geçici değil, güneşsiz. Çünkü; ayrıldık.
-Anlatmak ister misin? İyi bir dinleyiciyimdir.
Bir an durdu, sonra;
-İsterim ama sen de anlatacaksan.
-Önce sen anlat, şu anda senin daha çok ihtiyacın var konuşmaya.
O anlatmaya başladığı sırada otobüs geldi, binmeyeceğimizi anlayınca geçip gitti. Yağmur kesilmişti. Cadde boyunca beraber yürümeye başladık.

O anlatmaya başladığı sırada otobüs geldi, binmeyeceğimizi anlayınca geçip gitti. Yağmur kesilmişti. Cadde boyunca beraber yürümeye başladık.
-Geçen yıl beni takip etmeye başladı. Efendi davranıyordu, yanıma gelip rahatsız etmiyordu. Sanki sadece dikkatimi çekmek istiyordu. Bunu da başardı, yakışıklıydı. Neyse bir gün yanıma geldi, mahcup bir ifadeyle tanışmak istediğini söyledi. Ayaküstü biraz konuştuk. Beni beğendiğini, bir süredir takip ettiğini söyledi. İyi birine benzediğine kara verip az bir nazlanmadan sonra arkadaşlık teklifini kabul ettim. Birkaç gün sonra pastanede buluşup konuştuk. Bir süre bu tür buluşmalar, konuşmalar devam etti, sonunda ilan-ı aşk ve evlilik teklifi. . . Tabi evliliği hemen istemiyordu, bitirmesi gereken işleri varmış onları halledince ailelerimize konuyu açacakmış. . . Normal karşıladım, kabul ettim ama yine de daima ölçülü davrandım, bazı işadamlarının bu tür vaatlerle genç kızları kandırdığını bildiğimden. . . İş adamı olduğunu söylemiş miydim? Üç arkadaşıyla küçük bir ticari ortaklıkları vardı. Neyse ilişkimizde daima ölçülü davranınca bana karşı gittikçe soğuk davranmaya başladı. Evlilikten söz edince de hep acele etmememi, sabırlı olmamı öğütlüyordu.
Sonunda bir gün onu başka bir kızla gördüm. Bu günkü buluşmamızda gördüğümü söyledim, önce inkâr etti, ben üstüne gidince itiraf etti; ”Tamam tamam, bir kız var, seni istemiyorum artık. Bıktım senin nazlarından. "dedi. Ağlayarak kaçtım. Çok üzülmüştüm ama yine de şükrediyorum onun gerçek yüzünü evlenmeden gördüğüme.
Teselli edici bir şeyler söylemek istedim. O'da bunu bekliyordu ama aklıma bir şey gelmiyor. Dostça elini tuttum;
-Fakat bu olay sayesinde birer arkadaş, dost bulmuş olduk.
Elimi samimiyetle sıktı;
-Haklısın. . . Şey. . .
-Ümit.
-Mehtap.
Vakit epey geç olmuş, hava da serinlemişti. Hafifçe titrediğini fark ettim, anlaşılan üşümüş.
-Üşümemen için ceketimi vereceğim ama ıslak.
-Düşündüğün için sağol.
Gizlemeye çalışıyorum ama ıslak elbiselerle ondan daha fazla üşüyorum. Titremeye başladım.
-Vakit çok geç oldu, seni evine bırakayım.
-Senin hikayeni dinlemedim.
-Bu günlük bu kadar yeter, bende başka zaman anlatırım.
-Sen titriyorsun. . .
-Hayır, dans ediyorum.
-Ne dansı?
-Zatürree dansı.
-Gidelim hasta olacaksın. Şey. . . Evime bırakmana gerek yok. Bir daha görüşecek miyiz?
-Tabi arkadaş değil miyiz?
-Arkadaşız. Hımm adreslerimizi, telefonlarımızı birbirimize verelim.
-İyi olur. Bende telefon yok ama seninkini alayım. Ailenle mi kalıyorsun?
-Evet, ya sen?
-Tek başımayım.
-Ooo... bu kötü haber, evin şimdi buz gibidir, iyice hastalanırsın. Bize gelsene.
-Sanırım ailen uygun karşılamaz.
-Merak etme ben bir şeyler söylerim.
-Ne gibi?
-Ne bileyim. . . "Beni bir arabanın altında kalmaktan kurtarırken çamura düştü. . "derim.
-Vay be ben neymişim! .
Durağa doğru yürümeye başladık
-Ailen kalabalık mı?
-Annem, babam, büyükbabam, bir erkek kardeşim ve bir kız kardeşim.
Kulağına eğildim;
-Erkek kardeşin iri yarı mı?
-Yoook canııım, iki metre doksan santim filan.
Şöyle bir doğruldum, olduğumdan uzun görünmek için ayakuçlarımda yükseldim;
-Hani nerdeyse benim kadar varmış.
Tatlı bir sohbet içinde yürürken tekrar yağmur başladı. Otobüs durağına da gelmiştik. Şansımızdan çok geçmeden otobüs geldi. Şoförün şaşkın bakışları altında, ıslak elbiselerimle otobüse bindim. Sessiz bir otobüs yoğculuğundan sonra mahallerinde indik.
Evlerine doğru yürürken hala ailesinin beni nasıl karşılayacağını düşünüp endişeleniyordum. Geldiğime çoktan pişman oldum. Mehtap benim huzursuzluğumu fark etti;
-Yolda söylediğim şaka değildi, gerçekten aileme beni arabanın altında kalmaktan kurtardığını söyleyeceğim, seni iyi karşılarlar. ev durağa oldukça yakındı mehtap ışıkları gösterdi işaret ettiği yerde yolun alt tarafında kalmış bir ev görünüyordu tek katlı bir iki merdivenle evin kapısına indik kapı açıldığında karşımda kırmızı yanaklı kara kocaman gözlü bir hanım duruyordu mehtap tanıştırdı annem buda kahraman ümit gerçi annesinin onu duyacak hali yoktu beni baştan aşağıya acıyan gözlerle izliyordu demekki o kadar kötü durumdaydım içeri girdik holün daha doğrusu küçük ufak salonun sağındaki aralıktansızan ışığa başımı çevirdiğimde mutfak olduğu anlaşılan yer duruyordu biz karşımızdaki iki kapıdan birini açarak kuzineyle ısıtılan odaya girdik burda büyükanne dev kardeş sekiz yaşlarında sanırım ve küçücük bir bebek duruyordu bana bir havlu verdiler ve lavaboyu tarif ettiler biraz önce giriş yaptığımız yerin solunda bulunan camlar dışarı bakmıyormuş tuvalete bu camlardan atlayarak yani pencereden geçerek gidiliyormuş evet öğrenciydim ama ilk defa bir gecekonduya giriyordum ve ilk defa böyle sıcak böyle içten bir hava soluyordum çünkü evin büyükannesi bile hergün ben oradaymışım torunuymuşum gibi yavrum ekmek almasaydınız ben size en sevdiğiniz hamurdan yaptım yufka ekmekleri oysaki zaten almamıştıkki yemekten kısa süre sonra bir ağırlık çöktü bana yanda ki odayı verdiler ve khepsi birarada yemekte yediğimiz odada uyudular yatağım yere serilmiş döşek ve bembeyaz dantel işli çarşaflarla örtülüydü uykuya çabukmu daldım bilmiyorum ama keyifli daldığımdan emindim
-Yolda söylediğim şaka değildi, gerçekten aileme beni arabanın altında kalmaktan kurtardığını söyleyeceğim, seni iyi karşılarlar.
-Olmaz Mehtap lütfen, ailene yalan söylemene sebep olmak istemem. Gerçeği söyle, hoş karşılamazlarsa giderim.
Bu sırada evlerine gelmiştik. Mehtap söylediklerimde tereddüte düşmüştü. Kapıyı erkek kardeşi Cem açtı. Şaşkın bakışlarla; ”Hoş geldiniz. "dedi, “Hoş bulduk. "dedim. Mehtap'ın peşi sıra içeri süzüldüm. Mehtap alelacele bizi tanıştırdı; ”Bu arkadaşım Ümit, bu da kardeşim Cem, memnun oldunuz. Şimdi Cem'in odasına gidin, üzerindeki ıslak giysileri değiştir, üzerine kuru bir şeyler giy üstüne. " Mehtap bunları söyleyip yanımızdan sıvıştı. Ben, şaşkın şaşkın yol gösteren Cem'in peşine takıldım, odasına girdik. Cem soru sormak için ortam hazırlıyordu;
-Nasıl oldu da böyle ıslandın.
-Ben yer seviyesinde yürürken, gökten yerçekimine kapılmış su damlacıklarıyla karşılaştım, ne onlar benden kaçtı ne ben damlalardan.
Hafifçe gülümsedi.
-Ablamla nerden tanışıyorsunuz.
-Gerçeği, yalnızca gerçeği mi söyleyim?
-Önce yalanı.
-Dur bakayım. . . Hah. . . Mehtaba araba çarpıyordu, ben gündelik kahramanlıklarımdan birini yapıp onu kurtardım, bu arada çamura düştüm.
-Denizaltı çarpacakken kurtardım desen daha inandırıcı olurdu. Bir de gerçeğini dinleyebilir miyim?
O esnada elbiselerimi değiştirmiştim. Şakalaşmalar sayesinde Cemle yakınlaştığımızı hissediyordum.
-Bak Cem işin doğrusu şöyle; benim bir şeye canım sıkılmış, yağmurda dolaşmıştım. Sonunda eve dönmek için otobüs durağına gelmiştim, ablan Mehtap da duraktaydı. Öylesine konuşurken söz arasında, benim o ıslak elbiselerimle bekâr evime gideceğimi duyunca, dayanamadı. Üşüyüp, hastalanacağımı söyleyip buraya davet etti. Pek hoş bir durum olmadığının farkındayım ama durum bu.
Cem; ”İnanıyorum. "dedi, sonra samimi bir şekilde elini uzattı.
-Bunları sormak zorunda kaldığım için kusura bakma.
Ben de samimiyetle elini sıktım. Bir an durdu,
-Anlatmadığın bir şeyler var mı, mesela yağmurda niye dolaştığın gibi?
-Bak o kısmı da Mehtaba sor. Ama şu kadarına emin olabilirsin, ablanla aramızda bir şey yok.
Konuşarak salona vardık. Salonda dört kişi oturuyordu; Mehtap, annesi, babası ve büyükbabası olduğunu tahmin ettiğim bir ihtiyar adam. Büyükbabası koltuğunda uyukluyordu, diğerleri “Hoşgeldin. " dediler. “Hoşbulduk. "dedikten sonra Cem'in yanına oturdum. Babalarının karşısına oturmuştum, bir sigara çıkarıp bana da ikram etti, teşekkür edip almadım. “İçmiyor musun yoksa?"dedi. “Hayır. "dedim. “Karnın aç mı, yemek yer misin?"dedi, Tok olduğumu söyledim.
Sigarasını yaktı, şöyle bir koltuğuna yerleşti;
-Mehtap anlattı, nasıl tanıştığınızı, ısrar edip sizi getirdiğini.
Sigarasından bir nefes çekti. Kendimi mahkemedeki suçlu gibi hissediyor, sessizce oturuyordum. Devam etti;
-Misafiri hürmetimiz sonsuzdur, evinizdeymiş gibi rahat olun lütfen.
Konuşmasında, “Aslında gelişinden rahatsız olmuştum ama Mehtabın anlattıklarına inandım. " demek ister gibi bir hal vardı.
-Teşekkür ederim.
-Ayrıca ben sizin isminizi öğrendim ama tanıştırılmadık. Mehtabın kusuruna bakma biz kendimiz tanışalım. Adım Ziya, bu eşim Oya, Bu da babam.
-Memnun oldum
O sırada bir tepsideki çaylarla bir kız içeri girdi. Herhalde Mehtap’ın “küçük kardeşim” dediğiydi.
-Oooo… Çaylarımız da geldi, iç de biraz için ısınsın evladım.
Çayı aldım, teşekkür ettim. Mehtap;
-Bu da kız kardeşim Nur.
-Memnun oldum.
Gülümseyerek karşılık verdi. Güzel bir kızdı ama bir daha bakmamaya çalıştım. Yeni bir sevdadan kurtulurken, üstelik bir daha belki de hiç göremeyeceğim bir kıza bakmamalıydım.