Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #1099

recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
25 Temmuz 2007       Mesaj #1099
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Açık kalmış perdelerden yüzüne vuran güneşle uyandığında saat 9.30’u gösteriyordu.Odasını havalandırmak için balkon kapısını açtığında deniz kokularıyla karışık taze ekmek kokusunu duyumsayıp gülümsedi. Hayat her zaman olduğu gibi devam ediyordu fırıncılar ilk ekmeklerini çıkarmış, sokağın köşesini mesken tutan yaşlı dilenci ilk sadakasını almıştı. Yeni başlayan günün bütün rutinliğine rağmen onun daha mutlu hissetmesini sağlayan bir şey vardı: Üç kasım günü aldığı mektupta nişanlınsın, sekiz kasım günü saat 11.15’te Haydarpaşada olacağı yazılıydı ve o gün artık gelmişti. Savaşın sürdüğü dört yıl boyunca sadece nişanlısı Fikret’e kavuşmanın hayaliyle yaşamıştı Âftâb. On sekiz yaşında güzel mi güzel bir kızcağızdı. Büyüdükçe artan sarışınlığı yüzünden : Babası ona koyduğu Hatice ismini sonradan Farsçada Güneş anlamına gelen “Âftâb” olarak değiştirmişti.
Balkon penceresinin kenarındaki çiçekleri suladıktan sonra Fikret’in ona hediye ettiği siyah elbiseyi giydi. Yine siyah tülden dantelli eldivenleri ve önü tül dökümlü bir de şapkası vardı bu takımın. Zaman zaman kendisini bu elbisenin içinde, hayli zengin insanların müdavimi oldukları bir mekanda düşlerdi. Bakır çalığı rujunun bulaştığı kristal ağızlığının ucunda o sosyetik hanımlara özgü ince sigaralardan tüterdi mutlaka. Karşısındaki masadaysa Fikret otururdu hep. Geriye taranmış briyantinli saçları, kolalı gömleği, jilet gibi ütülü pantolonu ve gümüş işlemeli kol düğmeleriyle tam bir İstanbul beyefendisi olarak şekillenirdi her defasında. Âftâb’ın göz kaçırıp gülümsemesine, dudaklarını bükerek hayli manalı dumanlar üflemesine rağmen mahçup ve açılmaya tereddütlüydü. Üstelik diğer masalardaki bekarlarda aynı tereddütü tıpkı Fikret gibi umutsuzca yaşarlardı hep. Böylece bu hayalin içinde çok sevilen ve asla ulaşılamayan o efsane kadınlardan biri olmanın büyüsüne kapılırdı genç kız. En büyük korkusu sevdiğinin kendisine hiç ulaşamaması olsa da……
Tüm bunları düşlerken dalıp gittiği aynadaki diğer Âftâbla göz göze gelip kaşlarını çattı bir an. Saçları dağınık, kirpikleri rimelsiz, dudakları çatlaktı ve bu haliyle hayalindeki kadından çok uzak olduğunu fark etmesi rahatsız olmasına yetmişti. Ablasının hediye ettiği sedef kakmalı makyaj kutusunu çekmeceden alıp makyajını tamamladı. Artık o mektepli genç kız olmaktan çıkmış, aynanın içinden diğer Âftâb’a küstah küstah gülümseyen, olgun Âftâb Hanıma dönüşüvermişti. Aynı çekmecede, Fikret’e hediye etmek için sakladığı cep saatini de çantasına koyup son bir kez daha baktı kendisine, vakit gelmişti……….

Bölüm-2-Hiç Kavuşulamayan Kavuşma

Gara geldiğinde 11.15 treni henüz gelmişti. O günlerde İstanbul’a gelen trenler biten savaşın farklı cephelerinden dönen askerlerle doluydu. Sevinç gözyaşları içinde beylerine sarılan hanımlar, üç buçuk-dört yaşlarına gelmiş olmalarına rağmen savaş yüzünden babalarını ilk kez görecek çocuklar, evlatlarını bulamadıkları için ağlayan yaşlı analar… Herkeste bir telaş vardı herkes birilerini arıyordu. Sevinç ve hüzünden harmanlanmış ağır bir havaydı Âftâb Hanımın soluduğu. Kavuşamamak endişesi içinde vagon önlerinde kümelenen küçük kalabalıklarda Fikret’i arıyordu. Ölmüş olamazdı, mektubu gelmişti ya! Nasıl ölmüş olabilirdi? Sağ salim çıkıp gelmeliydi. Diğerleri gibi kavuşmalıydı onlar da……İçindeki endişe yüzüne yansımaya başlamıştı ki onu gördü. Üçüncü mevki bir vagondan iniyordu, omuzları çökmüş, göz altları şişmiş, oldukça da zayıflamıştı. Birkaç adım geriye çekilip Fikret’in, vagon önünde biriken kalabalıktan sıyrılmasını bekledi.
Çok geçmeden karşısındaydı genç adam. Konuşamayacak kadar heyecanlanmıştı Âftâb Hanım, dudakları titriyordu. Mutluydu, gülümseyerek Fikret’in gözlerinin içine bakarken tuhaf bir şey olmuş, genç adam başını çevirip yürümeye devam etmişti. Hızlı adımlarla ona yetişip tekrar önüne çıkan bu kadını tanımadığından emindi, dayanamayıp sordu:
- Hanım teyze siz kimsiniz, beni birine mi benzettiniz?
- Ne hanım teyzesi Fikret? Benim işte, Âftâb, tanımadın mı?
- Benim adım Fikret değil Ercan, beni torununuza benzettiniz sanırım.
- Torunuma mı? Fikret canım sen iyi misin? Ne yaptılar sana?

Diyerek sağ elini genç adamın yüzüne uzattı Âftâb hanım. Fikret’in yüzünü okşamak isterken kendi cildinin bir anda yaşlı bir kadının cildi gibi kırış kırış, çirkin bir hal aldığını fark edip korkuyla irkildi. Hep çantasında taşıdığı kapaklı küçük aynayı çıkarıp yüzüne baktı. Sanki bir anda yetmiş yıl yaşlanmış, seksen sekiz yaşında bir ihtiyara dönüşüvermişti. Gördüklerine inanamasa bile genç adamın söyledikleri anlamını bulmuştu artık. Sene 1918 değil 1988’di, 1918’in 8 Kasım günü yaşadığı travmanın etkisinden kurtulamamış, hasta bir kadındı Âftâb Hanım. Her sene aynı tarihlerde genç kızlığındaki gibi giyinir ve savaştan hiç dönmeyen nişanlısını karşılamak üzere Haydarpaşa Garına giderdi. Çünkü ona göre çektiği acıyı en iyi, buğusuna “Fikret” yazdığı vagon camları bilirdi…………