Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Şubat 2006       Mesaj #230
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
TUTKULU AŞK



Onu ilk defa şehirdeki büyük mağazalardan birinin spor reyonunda görmüştüm ve görür görmez deyim yerindeyse tam anlamıyla çarpılmıştım.
Öylesine etrafıma bakınıp geziniyordum, hani bonusgiller gibi bir şey tüketme sevdamda yoktu. Yarım saat sonrasına bir randevum vardı ve ben vakit öldürmek için biraz da klimasından akan serinlik nedeniyle büyük mağazada aylak aylak dolaşıyordum. Şehir insanının eğlencesi işte.
Ve birden onu gördüm. Orada öylece duruyordu. İnanılmaz zarif ve çekiciydi. Görünce heyecanlandim (böylesi çekici bir şey olamazdı) daha sonraysa şaşırdım (hem de Ankara'da). Garip hatta safça göründüğümün farkındaydım ama orada öylece ona bakmaktan da kendimi alamıyordum. Allahtan etrafta bana bakan yoktu ve aramızdaki mesafe yaklaşık bir on metre kadardı.
Yanına yaklaşmadım. Mesafeyi koruyarak uzaktan incelemeye başladım. Nedense erişilmez gelmişti bana. İnce ve zarif bir gövdesi vardı. Başı hafifçe öne doğru eğikti ve yere incecik bir dokunuşla basıyordu. Bir ilkbahar sabahı güllerle kaplı bir bahçedeki açmamış bir gül goncasının üstünde hayatın geçiciliğini anımsatırcasına kısacık bir ömrü olan bir çiy damlasından yansıyan günün ilk ışığı kadar az bulunur bir zarafet ve parlaklığa sahipti. Gövdesi alabildiğince ince olmasına rağmen çok güçlü görünüyordu. Yukarıdan aşağıya doğru elmasla kesilmiş gibi duran keskin hatlarla bezenmiş eski yunan tanrıça heykelleri gibiydi sanki.
Onun bir benzerini yıllar önce daha dokuz yaşındayken okuldan dönerken büyük bir abinin yanında görmüştüm ve yeni yetme halimle hayran kalmıştım. Aşk kelimesini bilseydim muhakkak aşıkda olurdum ama dokuz yaşındayken insan aşkı bilmezdi ki. Sürekli sıratan o abiyide delice kıskanmıştım. Bu kadar harika bir parça bu budalanın ellerinde mi olmalıydı? Ama işte gerçekde buydu, talih böylesine kör gözlü bir kocakarıydı maalesef. Harukülade güzellikleri öylesine özensiz ve adaletsizce saçıp savuruyordu.

Ona çok benzeyen ama ondan daha güzel ve zarif olanı işte şimdi karşımdaydı. Kafamın içinde saplantılı tek bir düşünce oluşmuştu: her ne pahasına olursa olsun ona sahip olmalıydım. Yıllarca içimde saklı kalan ergenlik düşümü gerçekleştirmeliydim. Hesaplı kitaplı olan ben onu görünce her şeyi bir kenara bıraktım. Mavi melek filmindeki Profesörün Marlen Dietrich karşısında yaşadığı türden bir tutkuya bulanmıştım sanki ama ben profesör gibi çaresiz değildim. En kısa zamanda her ne pahasına olursa olsun ona sahip olacaktım.
Biraz yürüyüp, durdum ve saklayamadığım istekli bakışlarla tekrar uzun uzun baktım. Aramızdaki mesafe beş metreye kadar inmişti. Daha da belirginleşen heyecan verici hatları beni deli ediyordu. Bir an için kendimi onun üstündeyken hayal ettim ve heyecanım inanılmaz derecede arttı. Zarif ve utangaç bir şekilde öne doğru eğilen başını ellerimle sıkıca kavradığımı ve üzerine iyice yayıldığımı düşledim. Artık tutkuma hakim olamıyordum. Bir adım daha atacakken, cep telefonu vahşi moğol istilacılar gibi bağırarak çalmaya başladı. Hayatı kolaylaştırdığı öne sürülen zımbırtılar içinde en işe yaramazı olan cep telefonu istemeyerek açtım. Bu muhteşem şiirsel anın büyüsünü bozduğu içinde cep telefonunu icat eden İskandinavyalı tüm mühendislere okkalı bir küfür savurdum. Her aklı başında entellektüel İskandinavyalı gibi, neden bitmeyen gündüzlerin sonunda yaşamı anlamsız bulup adam gibi intihar etmiyordu da böyle insanın hayatını zehir eden aletler yapıyordu ve daha kötüsü bunu teknoloji delisi biz Türklere bedavadan ucuz fiyatlarla satıyordu. Cep telefonu olayını derinlemesine düşünüp analiz edeceğimi kendi kendime söz verip kızarak telefonu açtım.

Arayan buluşacağım kişiydi. Buluşmaya on dakika gecikmişim, Neredeymişim? Kısa ve hatta sert cümlelerle birazdan orada olacağımı söyledim ve telefonu kapadım.

Özlemle tekrar ona baktım. Burada bulacağımı bildiğim için içlenerek ve istemeyerek de olsa oradan ayrıldım. En kısa zamanda geri dönecektim. Tek tesellim aynı yerde bulacağımın garantisiydi. Geri dönüp, oradan ayrılırken, çok zor duyulur bir sesle "I'll be back baby" parçasını mırıldanıyordum.

Daha sonraki bir hafta boyunca her gün ve neredeyse her saat aklıma geldi. Zarif gövdesi, uyumlu hatları, zarafeti, inceliğiyle neredeyse zıt olan o gücü, bitmeyen internet reklamları gibi sürekli hep gözümün önüne geliyordu. Onu deliler gibi istiyordum.
Hiç bir hesap kitap artık beni durduramazdı. Arkadaşlarımın ve dostlarımın ne diyeceğini tahmin ediyordum, "Eşşek kadar adam oldun, sana hiç yakışıyor mu? falan diyeceklerdi". Allahtan bir karım yoktu. Onu ve beni yanyana görünce girebileceği kıskançlık krizlerini tahmin edebiliyordum. Sevgilimde uzaklardaydı ve ne yaptığımı bilemezdi, göremezdi. Rahatlıkla onunla olabilirdim. Tabi şehirde asla olmazdı. Arabayla mezun olduğum üniversitenin arka taraflarına gidebilirdik, oralar hem oldukça ıssızdı hem de çevre olarak çok güzeldi. Böylece rahatlıkla gözlerden uzak birlikte olabilirdim. Keyfime diyecek yoktu. Geri kalan tek şey ona sahip olmaktı. Bu benim için inanılmaz kolay bir şeydi. Akşam iş çıkışı tekrar aynı mağazaya gittim. Beklediğim gibi ordaydı, yine güzel, yine zarif ve yine çok çekiciydi. Gövdemi hafifce öne eğerek sert adımlarla ona doğru yürümeye başladım ve bu sefer "You'll be mine baby" parçasını mırıldanıyordum.
Sert adımlarım beni onun yanında ayakta duran adama getirmişti. Elleri kavuşmuş bir şekilde bana öylece merakla bana bakıyordu. Karşısında durdum ve hiç vakit kaybetmeden başparmağımla onu işaret ederek,
"bu bisikleti satın almak istiyorum" dedim.
Satıcının yüzüne birden gevşek bir marketing gülümsemesi otomatik olarak yayıldı. "Tabi beyefendi" Nakit mi kredi kartı mı? dedi.
"Kredi kartı" dedim gülümseyerek ve cüzdanımdan çıkardığım kredi kartıyla, kimliği satıcıya uzatırken diğer elimle shimano vites takımlı, 18 vites (iki önde ve 9 tane arkada), vitesleri frenden değişen mekanizmalı (en yeni teknoloji), 28 jant ince tekerlekli, aluminyum alaşım gövdeli, 8 kg ağırlığında, mavi ve turuncu renkli, en ünlü markanın ürettiği yarış bisikletinin açık buz mavisi incecik selesine hafifçe dokundum. Sevincimden neredeyse zıplayacaktım.
Bu bir fetişizm değildi, sadece belkide hiç büyümeyecek bir oğlan çocuğunun geç kalmış iki tekerlekli düşünün gerçekleşmesiydi. O oğlan çocuğu bendim. Almanya'dan gelen dayı oğlunun bisikletine özlemle bakan o küçük oğlan çocuğun özlemini gidermiştim.
O artık benimdi. Öne doğru eğilmiş gidonunda tutup dışarı birlikte çıkarken, hissettiğim şey mutluluktu ve bu sefer "baby, you are mine" şarkısını söylüyordum



ZIR DELİM BENİMDE SANA OLAN TUTKULARIM...!

<FONT face=Verdana color=red size=4>