Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Şubat 2006       Mesaj #17
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUK GELİŞİMİ VE ALLAH İNANCI

ANA RAHMİNİ terk eden yeni doğmuş bir bebek bir süre için ‘anneden ayrılma anksiyetesi’ dediğimiz yeni hayata adapte olamama sıkıntısı yaşar. Sıkıntının süresi annenin bebeğine karşı gösterdiği ‘annelik tutumu’ ile yakından ilgilidir. Bebek için ana rahmindeki o zahmetsiz lüks hayat bitmiş; yeni ve alışık olmadığı zor bir hayat başlamıştır. Acıkmakta, altı kirlenmekte, yüksek sesten, ışıktan, karanlıktan, soğuktan ve sıcaktan rahatsız olmaktadır. Sıkıntısını ağlayarak ifade etmenin dışında elinden bir şey gelmez.

Ancak ne zaman ağlasa ve korku ile titrese kendisini saran şefkatli kollar, yanağına öpücük konduran sevgi dolu dudaklar olduğunu hissetmeye başlar. Acıktığında süt veren, altı kirlendiğinde temizleyen eller vardır. Bu yabancısı olduğu yeni dünyada yalnız ve sahipsiz değildir. Onu koruyan, ihtiyaçlarını yerine getiren, seven, değer veren biri vardır. Onun adı annedir. Annenin varlığını hissettikçe korkunun yerini güven duygusu almaya başlar. Onun şefkatli kollarında kendisini güvende hisseder; gülücükler dağıtarak ve kuş dilişle cıvıldayarak mutluluğunu dile getirir.
Araştırmalar, doğumdan sonra çeşitli sebeplerle anneden ayrı kalan çocuklarda güven duygusunun gelişmediğini; annenin yerini alacak bir kadın bulunamadığı zaman çocukta ruhsal çöküntü başladığını göstermektedir. Çocuk esirgeme kurumunda çok iyi bakılıp beslense dahi duygusal ve sosyal gelişimi yaşıtlarına göre geri kalmaktadır. Bu sebeple ilk üç yıl anne-çocuk beraberliği çok önemlidir. İlk üç yılını anne sevgisinden ve şefkatinden yoksun geçiren bir çocuk kendisine gösterilen sevgiye karşılık veremez. Anne şefkatinden mahrum kalan bir çocuğa “Allah çocuklara karşı annelerinden daha şefkatlidir,” demeniz bir anlam ifade etmez. Çünkü daha önce sevgi ve şefkat görmediği için bu alanda duyguları kapalıdır.
Güven duygusunun gelişmesinde babanın rolü de çok önemlidir. Güçlü biri tarafından korunduğunu bilmesi çocuğun korkularını azaltır. “Benim babam senin babanı döver,” diyen çocuk, bir bakıma “Beni her türlü tehlikeye karşı koruyan güçlü bir babam var,” demektedir. Her çocukta babanın gücünü abartma eğilimi vardır. Bu güce sığınarak kendini güvende hisseder. Okul öncesi dönemde babanın gücüne sığınarak kendini güvende hisseden bir çocuk okul çağına geldiğinde, babanın her şeyi bilmediğini, dünyanın en güçlü adamı olmadığını kavramaya başlar. Soyut zekânın da gelişmeye başlaması ile birlikte, babanın gücüne sığınma ihtiyacını Allah’ın gücüne sığınarak telafi eder.
Baba sevgisinden ve korumasından mahrum büyümüş bir çocuğa, “Allah çocukları sever ve onları her türlü tehlikelerden korur,” demeniz fazla bir anlam taşımaz. Çocukluğunda baba şefkati ve koruması yaşamadığı için, ileri yaşlarda dara düştüğünde, ona Allah’a sığınmayı ve Allah’tan yardım istemeyi öğretmeniz çok zordur.
Çocuk yürümeye ve ihtiyacını anlatabilecek dil becerisini kazanıp konuşmaya başladıktan sonra yavaş yavaş annenin yardımınıza gerek duymadan yeme, içme, elini yüzünü yıkama, tuvalet ihtiyacını giderme, giyinme, oyuncaklarını toplama gibi kendi ihtiyaçlarını yerine getirecek şekilde eğitilmelidir. İki yaşına kadar hazıra alışmış olan çocuk bu becerileri kazanmada acemilikler yaşayabilir, tembellik yapabilir. Yemek yerken, su içerken üzerine dökebilir, elini yıkarken üstünü ıslatabilir, tuvalet ihtiyacını giderirken tuvalet taşını kirletebilir, ayakkabılarını ters giyebilir, bağcıklarını bağlarken zorlanabilir, elbisesinin, düğmelerini iliklerken sırayı şaşırabilir. Bütün bu acemiliklerini anlayışla karşılamalı, ona zaman tanımalı, deneme-yanılma girişimleri desteklenmeli ve cesaret verilmelidir.
Yürüme ve konuşma yaşına gelip kendi ihtiyaçlarını yerine getirebilecek fiziksel ve zihinsel olgunluğa ulaştığı halde anne baba, özellikle anne, yardım etmeye devam ederse. “Dur sen yiyemezsin ben yedireyim, dur sen içemezsin ben içireyim, dur sen giyemezsin ben giydireyim, dur sen tuvaletini yapamazsın ben yaptırayım...” derse. Çocuk aileye bağımlı hâle gelecek, kendi ayakları üzerinde dikilmeyi öğrenemeyecek, karşılaştığı bir problemi anne babanın yardımı olmadan çözemeyecek, “öğretilmiş acizlik” dediğimiz beceriksiz bir kişilik kazanacaktır.
Aileye bağımlı hâle getirilen çocuklarda Allah inancı da buna uygun gelişecektir. Bir güçlükle karşılaştığında, işi ters gittiğinde, güçlüğü kendi aklı ve yeteneği ile aşmaya çalışmak yerine Allah’tan yardım bekleyecek; “Neden bu terslikler hep beni buluyor! Allah neden bana yardım etmiyor!” diye yakınacaktır.

3-6 Yaş Gelişim Özellikleri
Aile, anne, baba, çocuklar ve aile büyüklerinin birlikte yaşadığı sosyal bir kurumdur. Her kurum gibi ailenin de uyulması gereken kuralları ve bu kurallar tarafından belirlenmiş bir hiyerarşi ve iş bölümü vardır. Aile hayatının dirlik ve düzenlik içinde devam etmesi için her aile üyesi kurallara uymalı, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli, diğer aile üyelerine güçlük çıkarmamalıdır.
Altı yaşına kadar çocuğun kişiliği üç aşamadan geçerek büyük çapta tamamlanmış olur: Güvenli veya güvensiz kişilik, bağımlı veya bağımsız kişilik, sorumlu veya sorumsuz kişilik. Çocuğa üç yaşından sonra kendi ihtiyaçlarını yerine getirecek beceriler kazandırılırken; olumsuz davranışlarına, yersiz ve zamansız isteklerine sınır konmalı, her istek ve davranışının kabul görmeyeceği öğretilmelidir. Ancak bunu yaparken anne baba zor ve baskı kullanmamalı, niçin sınır koyduğunu anlayacağı bir dil kullanarak açıklamalı, hoşgörü ve anlayışla yaklaşmalı, çocuğa zaman tanımalıdır. Sevgi eğitimin sihirli anahtarıdır. Sevildiğini bilen bir çocuk, anne ve babanın bu sevgisini kaybetmemek için, olumsuz istek ve davranışlarında ısrar etmez, bilerek kuralları çiğnemez.
Çocuğun kendisini değerli hissetmesi ve özgüven kazanması için aile meclisinde söz verilmeli, fikri alınmalı, adam yerine konmalı, ailenin sevilen bir üyesi olduğu hissettirilmelidir.. Ayrıca bakkaldan ekmek almak, çöp dökmek, sofra kurmada ve kaldırmada yardımcı olmak, yatağını yapmak, oyuncaklarını ve odasını toplamak gibi küçük işler verilerek sorumluluk duygusu kazandırılmalıdır.
Bazı anne babalar: “Ben sıkıntı çektim, çocuğum sıkıntı çekmesin, rahat büyüsün” diyerek, gerekli olup olmadığına bakmaksızın, çocuğun her isteğini yerine getirir, davranışlarına sınır koymazlar. Aslında her isteği yerine getirilen, davranışlarına sınır konmayan, kafasına estiğini yapan, devamlı yardım gören bir çocuk doyumsuz olur. Anne babaya karşı da saygısızdır. Sahip olduğu şeylerin kıymetini bilmez. Kendi başına bir iş beceremediği için özgüveni zayıftır. Karşılaştığı güçlükleri anne ve babanın yardımı olmadan aşamaz. Kendisine bir iş verildiği zaman yapmaz, sorumluluk almak istemez. Büyüdüğü zaman, alışık olduğu üzere, yine başkalarından yardım ve anlayış bekler, kendisi gayret göstermez.
Sorumsuz kişilik sahibi insanların Allah inancı da tutarsızdır. Her istekleri yerine getirildiği ve davranışlarına sınır konmadığı için, bir taraftan Allah’tan her işinin yerine gelmesi için yardım beklerken diğer taraftan Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız davranırlar. “Allah’ın benim ibadetime ne ihtiyacı var?” derler.

Ali Çankırılı

Çocuklarda Sorumluluk Duygusu ve Kişilik Gelişimi
cocuk


PEDAGOJİ

ÇOCUKLARDA SORUMLULUK DUYGUSU VE KİŞİLİK GELİŞİMİ






"O DAHA ÇOCUK, KENDİ BAŞINA KARAR VEREMEZ"

Sorumluluk’ kelimesi bize ne anlam ifade ediyor? Bir başka deyişle, sorumluluğunu bilen bir çocuktan neler bekleriz?
İlköğretim dördüncü sınıfa giden bir öğrencinin annesi çocuğuyla övünürken şöyle diyordu: "Benim oğlum sınıfının birincisidir. Derslerini bitirmeden içi rahat etmez. Sözümüzden dışarı çıkmaz. Nazik ve saygılıdır. Odası ve eşyaları daima temiz ve düzenlidir. Boş zamanlarında müzik dersleri aldırıyoruz, çok iyi piyano çalar. Elimizden geldiğince ona herşeyin en iyisini vermeye çalışıyoruz. Kısacası, beyefendi, benim oğlum sorumluluklarını bilen bir çocuktur."
Anneyi dinledikten sonra, "Hanımefendi," dedim, "bu saydığınız özellikler bizim pedagojik anlamda ifade ettiğimiz sorumluluk kavramına girmez. Biz, sorumluluk derken daha başka şeyler kastederiz. Pedagojide çocuğunuzun müzik dersleri alması fazla önemli değildir. Önemli olan, müzik dersleri almaya kendisinin karar verip vermediği, yani buna istekli olup olmadığıdır."
Anne bu açıklamamı anlamsız bulmuş olacak ki, itiraz etti: "O daha çocuk efendim, kendisi nasıl karar verecek?" (Evet, anne babaların çocuk adına karar verirken sığındıkları savunma budur: "O daha çocuk, kendi başına nasıl karar verecek?")
Anneye sordum: "Çocuğunuzun derslerine yardım eder misiniz?"
Hanımefendi gururla cevap verdi: "Elbette, dersleri o kadar ağır ve ödevleri o kadar çok ki, bizim yardımımız olmadan bitiremez." (Evet, çoğu anne babalar da böyle yapıyor, çocuklarının ödevi bitmeden içleri rahat etmez.)
Sormaya devam ettim: "Çocuğunuz yazılı veya sözlü bir sınavdan düşük not aldığını söylese ne yaparsınız?"
Anne böyle bir soru beklememiş olacak ki, şaşırdı. Sesini yükselterek, "Benim çocuğum zayıf not almaz" dedi, "çünkü o çok çalışıyor." (Evet, çoğu ailelerde çocuğun zayıf not alma özgürlüğü yoktur. Zayıf alan çocuk sorumluluğunu yerine getirmemiş sayılır, bu yüzden cezayı veya en azından azarlanmayı hak etmiştir.)
Sorumluluk ile kişilik birbirini tamamlayan iki özelliktir. Kişilik sahibi olunmadan sorumluluk kazanılamaz. Peki, nedir kişilik? Söz sahibi olmak, kendi başına karar verebilmek, istemediği bir teklifle karşılaştığında ‘hayır’ diyebilmek, adam yerine konmak, kendisine saygısı ve özgüveni olmak, sevildiğini ve önemsendiğini bilmek... Bir öğrenci çok çalışıyor, iyi notlar alıyor, anne babasına ve öğretmenlerine karşı saygılı davranıyor olabilir; bu onun sorumluluk sahibi biri olduğu anlamına gelmez.
Sorumluluk duygusu ana rahminde başlar dersem, fazla abartmış olmam. Son araştırmalar, ana rahmindeki embriyonun annenin duygularını hissettiğini ve paylaştığını gösteriyor. Buna göre, irade dışı ana rahmine düşmüş bir embriyo annenin hamileliği arzu etmediğini hissedecek, doğumdan sonra anneye karşı evlatlık sorumluluğu duymayacaktır.

"ONUN İÇİN
DOĞRU OLANI YAPIYORUZ"

İstenen ve arzu edilen bir çocukta neden sorumluluk duygusu gelişmez? Çünkü, anne baba, "Çocuktur, anlamaz; biz onun adına doğru olanını yapıyoruz" diyerek çocuğun bütün sorumluluklarını üzerlerine alırlar. Yemeğinden giyimine, ev ödevlerine, hobi ve arkadaş seçimine kadar, çocuk adına herşeye anne baba karar verir. Bu kararlara uyan çocuk sevilir, uymayan çocuk sevilmez. Eğer anne "Tabağındakini bitirmeden sofradan kalkmayacaksın!" diyorsa, yemeği sevmediği veya tok olduğu halde tabaktakini bitiren çocuk, söz dinleyen, sevilen, uysal, sorumlu bir çocuktur. "Hayır, ben bu yemeği sevmiyorum; sevmediğim bir yemeği bitirmek zorunda değilim!" diyen çocuk da sevilmeyen, dikbaşlı, sorumsuz bir çocuktur. Bir gün erkek kardeşimin evinde iken, gelin hanımın elinde yemek dolu kaşıkla çocuğu kovaladığını gördüm. Sizin anlayacağınız, zorla yemek yedirmeye çalışıyordu. Gülerek çocuğa seslendim: "Koş aslanım, yakalanma; acıkma özgürlüğü adına koş!"
Konferanslarımda hanım dinleyicilerime (kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla kabilinden) diyorum ki: "Eğer yemek seçen, her yemeği beğenmeyen mızmız bir kocanız varsa, bunun sorumlusu kaynanalarınızdır. Adamcağıza çocukluğunda acıkma özgürlüğü tanımamış, zorla ağzına mama ve yemek tıkıştırmışlardır."
Anne baba ile çocuklar arasında, kişilik ve sorumluluktan kaynaklanan problemler çoğunlukla ilkokuldan sonra başlıyor. İlkokul sıralarında bize gelip de çocuklarının ders çalışmamasından ve söz dinlememesinden yakınan veliler çok azdır. Anne baba ile çocuk arasındaki çatışmalar neden daha önce değil de ortaokul ve lise sıralarında ortaya çıkar acaba?
Millî Eğitim Bakanlığı müfettişleri ilkokul ve ortaokul kelimelerini telaffuz etmemize kızıyorlar, "İlkokul ve ortaokul yok; ilköğretim var!" diyorlar. Kendi açılarından haklı olabilirler, ancak çocuk davranış bilimleri açısından bir yıl bile uzun bir zamandır. Öyle ki, çocuk gelişimini anlatırken bazen aylara inmek zorunda kalırız. Sekiz yıl gibi uzun bir zamanı ‘ilköğretim’ adı altında nasıl tek peryotta ele alabiliriz? İlkokul ile ortaokulu ayırmadığımız zaman ‘ön-ergenlik’ çağını anlatamayız.
Çocukların ders çalışmamaları ve söz dinlememeleri, bir başka deyişle anne baba ile çatışmaya girmeleri, ön ergenliğe geçişte (12-14 yaşlarda) başlıyor. Bu da, tahmin edeceğiniz gibi, ortaokul sıralarına rastlıyor. Peki, ergenliğe geçişte bütün çocuklar anne baba ile çatışma yaşar mı? Hayır, hepsi yaşamaz. Kişiliği gelişmiş, kendine güveni olan, ailede kendisine değer verildiğini ve sevildiğini bilen, sorumluluk duygusu kazanmış çocuklar ergenliğe geçişi kolay atlatırlar. Bu çocuklara ders çalışmalarını hatırlatmaya, tepelerine dikilip ödevlerini yaptırmaya gerek kalmaz.
Çocukta kişilik gelişimi doğumdan itibaren başlar ve altı yaşlarında büyük çapta tamamlanmış olur. Buna göre bir çocuk okula ya silik, bağımlı, gölge bir kişilik ya da kendine özgüveni olan, sorumluluk sahibi, bağımsız bir kişilik kazanmış olarak başlar.
Gölge kişilikli çocuk anne baba yardımı olmadan ödevlerini yapamaz. Devamlı anne baba kontrolünde ders çalışır. Okulda öğretmeninden ‘aferin’ veya ‘yıldız’ aldığı zaman eve gelir gelmez anne ve babasına aldığı ‘aferin’i ve ‘yıldız’ı haber verir, onları sevindirir. Çünkü bu aferin veya yıldız kendisine ait değil, anne babaya aittir. Güdümlü bir kişiliğe sahip çocuklar ders çalışma alışkanlığı kazanamadıkları gibi, aldıkları başarılardan da zevk duymazlar. Başarı gibi görünen bütün çabaları anne babalarını memnun etmek ve onların sevgisini kazanmak içindir. Sınavda zayıf aldıkları zaman, zayıf aldıkları için değil, anne babanın sevgisini ve desteğini kaybetmekten korktukları için üzülürler.

"HAYIR, ÖYLE DEMEK
İSTEMİYORSUN"

Anne baba olarak çocukların duygularını rahatça ifade etmelerine izin vermediğimiz zaman ilk hatamızı işlemiş oluyoruz. Dört yaşlarında bir kız çocuğu, yeni doğan kardeşini kıskandığını şu sözlerle açığa vuruyordu: "Anneciğim bu çirkin bebeğin ağlamaları beni sinir ediyor, götürüp hastaneye geri verelim." Anne, gülerek, "Aslında bunu yapmamızı istemiyorsun, değil mi? Daha bu sabah kardeşini sevdiğini söylemiştin, unuttun mu?" diyerek çocuğun duygularını bastırıyordu. Anne burada gerçek dışı davranmış, çocuğun duygularını inkâr etmişti. Bu yaklaşımla çocuğun kıskançlık duygusunu yok edeceğini zannediyordu. Anne, çocuğun duygularını inkâr etmek yerine şöyle diyebilirdi: "Neden onu hastaneye geri götürmemizi istiyorsun? Yoksa onu senden daha çok sevdiğimizi mi sanıyorsun?"
Bir öğretmen arkadaş anlatıyor:
"Okumuş insanlar olarak biz bile çocuk eğitiminde hata yapıyoruz. Dün akşam, ilkokul üçüncü sınıfa giden kızımla eşim arasında geçen bir çatışmaya şahit oldum. Kızım yatmaya giderken annesi bağırdı: ‘Ödevini yaptın mı?’ Çocuk kızgın bir ses tonuyla ‘Evet yaptım!’ diye karşılık verdi. Annesi, ‘Ama ben görmedim’ dedi. Çocuk sesini iyice yükselterek, ‘Yaptım diyorum ya!’ diye bağırdı. Kızım tepki göstermekte haklıydı, annesi kendisine güvenmediği için onuru incinmişti. Ancak eşim mantıklı düşünmek yerine otoritesini kullanmaya yöneldi: ‘Bacak kadar boyunla annene nasıl cevap veriyorsun, gelirsem yanına o bağıran ağzını yırtarım!’ Çocuğun yanında eşimi eleştirmek istemediğim için yumuşak bir sesle, "Hanım, kızımız yalan söylemez, yaptım diyorsa yapmıştır, birbirinizi üzmeyin" dedim. Eşim aynı kızgınlıkla bana döndü. ‘Bu çocuğu sen şımartıyorsun! Senden yüz bulduğu için bana böyle cevap veriyor,’ dedi. Bu şartlar altında problemi çözmek mümkün değildi. Ne yapacağımı bilemedim. Üçümüz de gergin bir gece geçirdik."
Çoğu anne babalar çocuğa nasıl yaklaşacaklarını bilemiyorlar. Kaş yapayım derken göz çıkardıklarının farkında değiller.

"O ZAYIF ALIYOR,
BEN ÜZÜLÜYORUM"

Çocuk ilkokula başladığı günden itibaren, sanki okula başlayan kendileriymiş gibi, bütün sorumluluğu anne baba üstlenir. Ödevini yapmadığı zaman anne baba huzursuz olur. Çocuğun tepesine dikilip ödevini yaptırmadıkça içleri rahat etmez. Aslında çocuk adına sorumluluğu üstlenme tâ bebeklikten itibaren başlar. Anne yedirir, anne giydirir, anne tuvalete götürür. Çocuk adına herşeye anne baba karar verir. Çocuğa seçme hakkı verilmez. Tok olduğu halde anne elinde kaşık çocuğun ağzına zorla mama tıkıştırır. Üşümediği halde üstüste kazak giydirerek çocuğu terletir. Çocuğa hediye verildiğinde, çocuktan önce anne baba atılır: "Amcaya teşekkür et."
Her ihtiyacı anne baba tarafından karşılanan, devamlı neyi nerede ve nasıl yapacağı kendisine hatırlatılan, yanlış yaptığında azarlanan ve kınanan çocuklar gölge bir kişiliğe sahiptir. Anne babaya sormadan bir iş yapamazlar, kendilerine güvenleri yoktur. Karşılaştıkları bir problemi çözmekte güçlük çekerler. Böyle çocuklarda okul korkusu çok yaygındır, okula uyum sağlamakta zorluk çekerler.
Sorumluluk duygusu kişilik gelişimiyle doğrudan orantılıdır. Duygularını, tepkilerini rahatça ifade etmesine, gerektiğinde ‘hayır’ demesine izin verilmeyen çocuklarda bağımsız bir kişilik gelişmediği için sorumluluk duygusu da kazanamazlar. Aşırı korumacı ve müdaheleci anne babalar çocuklarında köle bir kişilik geliştirdiklerinin farkında değildir. Kendi anne babalarından böyle gördükleri için çocuk yetiştirmenin doğru yolu bu zannederler. Baskı ve yönlendirme ile büyüdükleri için kendi duygularıyla bile nasıl başa çıkacaklarını bilemezler. Yeni evlenen okuyucularıma derim ki, bari anne ve babalarınızın düştüğü hatalara siz düşmeyin. Çocuk eğitiminde yapılan hataları sonradan telafi etmek mümkün değildir, çünkü çocuğun kişiliğine işlemiş bulunmaktadır. Aşırı koruma ve müdahele ile çocuklarınızın kişiliğini öldürmeyin. Ölü kişilikli, köle ruhlu insanların ne kendisine, ne insanlığa bir faydası olur. Köle zihinli insanlar, emir almaya ve aldıkları emri yerine getirmeye alıştıkları için ancak dikta rejimlerinin işine yarar.
Son düzenleyen Blue Blood; 5 Şubat 2006 14:56 Sebep: flood