Arama


Mert Ünal - avatarı
Mert Ünal
Ziyaretçi
10 Ağustos 2007       Mesaj #3
Mert Ünal - avatarı
Ziyaretçi
Aforoz
Gerek Hıristiyanlık'ta ve gerekse Musevilik'te, dinin hak ve ayrıcalıklarına karşı suç işleyen kişilerin din dışı sayılması demektir. Bu ceza Hıristiyanlığın ilk günlerinden itibaren uygulanmaktadır. Ortaçağ'da Papalar, aforozu bir silah gibi kullanarak, kralların, imparatorların bile gözünü korkutmuşlardır.Aforoz cezasını vermeye yalnızca papalar, piskoposlar, bir de ruhani meclisler yetkiliydi. Aforozun kaldırılması ise ancak papayla ruhani meclisin elindeydi.Katoliklerde iki tür aforoz vardır: Büyük ve küçük aforoz. Büyük aforoza uğrayan bir kimse, bütün dini haklarını kaybettiği gibi, başka Hıristiyanlarla görüşmesi de yasak edilir. Küçük aforozda ise sadece bazı haklarda kısıntı yapılır. Aforoz cezasının ayrıca sürekli ve geçici şekilleri de vardır.Avrupa tarihinde aforoza uğramış pekçok hükümdar vardır. Bunların en tanınmışı Alman Kralı 3. Heinrich'tir. 1077 yılında aforoz edilen kral, kendisini bağışlaması için Papa 7. Gregorius'un kapısında yalınayak beklemek zorunda kalmıştır. Aforoz cezası Musevilerde de vardır. Filozof Spinoza, Musevi aforozuna uğrayanların en ünlüsüdür.

Animizm
Animizm, doğada insan ruhuna az çok benzer ruhlar bulunduğunu kabul eden dindir. Ruh, sadece insanda yoktur. Canlı cansız her şeyin ruhu vardır.İnsan, teolojik hale fetişizm ile başlamış, buna iyi ve kötü ruhları sokmuştur. Sonra çoktanrıcılığa geçmiş daha az ama daha kudretli ruhları işin içine katmıştır. Ardından bu tanrıları tek bir tanrıda birleştirerek tektanrıcılığa geçmiştir.İlkel insana göre ruh, bedene veya bedenin belli parçalarına bağlıdır. Can,insanın dışına çıkabilir ama bu halde bile bedeni yönetir. Can (dış can) çalınabilir, yenebilir, geri getirilebilir, bazen yamanabilir, onarılabilir ya da yerine başkası konabilir.Kişiliküstülük, sadece bedende değil onun attığı salgılar, saç, tırnak, sperm, idrar gibi bütün atıklarında da bulunur. Onun için bu atıkların kötü niyetli bir başkasının eline geçmemesi için herkes bunları saklar. Hatta bazen buna ayak izi bile eklenir.Kişinin gölgesi, sudaki aksi ve resmi, kişiliğine dahil nesnelerdir. Bu nedenle hemen tüm ilkel toplumlarda insanlar, resimlerinin yapılmasına karşı çıkarlar. Hatta insanın ismi bile bu listeye dahil olabilir. Bazen giysi de kişiliğe ait sayılır.Hayatın özü olan can, bedeni terkedince, insan ölür. Bununla beraber ruhun bedende kaldığına ve yaşayanlardan öç alabileceğine inanıldığından, cesede büyük saygı ve özen gösterilir. Ölüler, bu alemin tam tersi bir alemde yaşamaktadırlar. Buradaki her şeyin tersi, ölüler aleminde geçerlidir.
Ölülerin öbür alemde yaşadığına inanılır. Bu düşünce, hemen hemen evrenseldir. Yine bunun gibi evrensel olan bir başka düşünce ise ölülerin de öldüğüdür. Onlar için geçerli bir sonsuz hayat yoktur.Animizmin başlangıcı, ruhun öldükten sonra varolduğu düşüncesidir. Böylece ruh, insanların etrafında dolaşan, onlara müdahale eden doğaüstü bir hal alır. O zaman bu ruha adaklar adamak, dualar etmek, kurbanlar kesmek eylemleri başlar ki bunlar dinin temel öğelerindendir.Zamanla sadece insanın değil, hayvanların ve bitkilerin de ruhları olduğuna, bunların da insanları iyi-kötü yolda etkilediğine inanılarak, bunlara da tapılmaya başlanmıştır. Böylece, önce atalarının ruhlarına tapan insanlar, daha sonra doğaya tapmaya başlamışlardır. Her nesnede ruh olduğuna inanılmasıyla, insanlarda canlı-cansız ayrımı kalkar.Bu dinin mistik yanını Levy-Bruhl şöyle anlatıyor: "İlkel zihniyetin müşterek tezahürlerinde nesneler, varlıklar, olaylar, bizim için anlaşılmaz bir şekilde hem kendileri, hem kendilerinden başka şey olabilirler. Yine aynı anlaşılmaz şekilde bir takım kuvvetler, meziyetler, mistik hareketler neşreder veya alırlar ki bunlar oldukları yerde kalmaya devam etmekle beraber, kendilerini yine de bulundukları yerin dışında hissettirirler."Maddi alemin dışında, manâ alemi düşüncesini geliştirmişlerdir ki mistik yan budur. Bu insanların ibadetlerinin amacı; manâ ile temasa hazırlıksız oldukları zaman, kendilerini ondan korumak ya da hazır oldukları zaman manânın daha fazlasını benliklerinde tutmaktır.Rahip, manâya tamamen sahip olan kişidir ve bunu istediği gibi kullanabilir. Tapınak ise manânın büyük miktarda toplandığı yerdir.Mistik kuvvetler, doğada da vardır ve insan bunlara hakim olabilir: Bir takım sözler söyleyip, danslar edip, değişik karışımlar oluşturarak ya da bazı ufak heykelcikler yaparak. İşte büyü buradan doğmuştur.Salomon Reinach’a göre büyü, Animizm’in tekniği ve stratejisidir. Bazı nesnelerde büyülü bir kuvvet vardır; felaketi kovar ve mutluluk getirirler. Büyünün iyi tarafı (rahipler yapar) ve kötü tarafı vardır (büyücüler yapar).Bu inanışşa göre, resmin, heykelin, dansın, müziğin, bütün güzel sanatların ana kaynağı doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Animizm’dir.

Ateizm
Ateizm kelimesi Yunanca da "Tanrı" anlamına gelen "Theos"tan türemiştir. Bu kelimeden de "Tanrı inancına sahip olmak" ya da "Tanrı'ya inanmak" anlamına gelen theism anlayışı ortaya çıkmıştır. Ateizm kelimesi de İngilizce "theism" kelimesinin başına "a" ön takısının eklenmiş hali olup Türkçe’de "tanrı tanımazlık" anlamına gelmektedir.İnançsızlık denilince hemen akla ateizm gelmemelidir. Mesela insanların çoğu inanç sahibi ve bir dine mensup olmasına rağmen diğer dinleri reddetmektedirler. Diğerleri de aynı şekilde davranmakta, sadece kendi anlayışlarını savunarak karşısındaki inanışları yanlışlamaya çalışmaktadırlar.Felsefe tarihinde dindar olmadığı halde Tanrı inancına sahip olan düşünürler de bulunmaktadır. Buna karşın günümüzde çok sık rastlandığı gibi özellikle Batı dünyasında görünüşte dindar olduğu halde gerçekte Tanrı’ya inanmayan pek çok kişi vardır. Bu durum gerek teizmin ve gerekse ateizmin tanımlanmasında birtakım güçlüklerin bulunduğunu göstermektedir.Tanrı'nın varlığına inanan ve bu inancını da ifade eden kişiye mümin denmektedir. Böyle bir Tanrı kavramına inanmayan kişiye ise ateist denmektedir. Yani bir anlamda ateist, ilâhi dinlerin ifade ettiği biçimde, varlığının öncesi veya sonrası bulunmayan, evreni yaratan ve yasalarını belirleyen, irade ve kişilik sahibi olan, her şeyi yapma, bilme ve görme kudretinde bulunan, insanlara hayatı bahşeden bir varlığa inanmayan kişidir.Diğer bir deyişle ateist, hem düşünce seviyesinde hem de günlük yaşantısında söz konusu Tanrı’nın varlığını reddeden bununla birlikte peygamberi ve ahiret inançlarını da kabul etmeyen kişidir.
Budizm

M. Ö. 4. yüzyılda, Hindistan’ın kuzeydoğusunda, Brahmancılık'ın sert uygulamalarına alternatif olarak kurulan, Buddhacılık veya Budizm olarak bildiğimiz ekolün mimarı olan Gautama Buddha’nın yaşamı hakkında kesin ve net bir bilgi birikimine sahip değiliz.Çeşitli kaynaklarda, O'nun M. Ö. 560-480 yılları arasında yaşadığı belirtilmektedir. Gautama’yı Himalayaların eteklerinde Lumbini Ormanı'nda dünyaya getiren annesi, doğumdan yedi gün sonra ölmüştür. Çocukluk ve gençlik çağını sorunsuz bir şekilde yaşayan Buddha, çevresindeki acılardan etkilenerek, ailesini bırakıp çok sıkı bir çileye girmiştir.Yavaş yavaş etrafında bir cemaat oluşmuştur. Bundan sonraki yıllarda, öğretisini yoğun bir şekilde, Hindistan’ın kuzeydoğusundaki Ganj Havzası'nda yaymaya çalışmıştır. 80 yaşına bastığı gün, Kuşinagara’da eceliyle ölmüştür. Hint adetlerine göre, cesedi yakıldıktan sonra külleri sekiz kişi tarafından paylaşılmıştır.Düşünceleri, ölümünden sonra dört ayrı şekilde ele alınmıştır. Buddha’ya göre "akıl, gelip geçici olaylardan temizlenmelidir. Düşünce zinciri, kontrole imkan olmayan girdaplarda mahvolur gider." Mutlak Yaratıcı için "Hiçbir fani göz O’nu görememiştir, O’nu görmek için açılan perdenin arkasında, kendisini saklayan bir başka perde çıkar; fakat perdeler sonsuzdur." ifadelerini kullanır ve şöyle devam eder:
"Mutlaka, karanlıklar aydınlanacaktır; ama kurbanlar, armağanlar vererek güçsüz tanrıların himayesini aramaya kalkışmayınız. Göklerde melekler bile geçmiş zamanların meyvesini toplamaktadır. Cehennemin en geniş çukurlarında da şeytanlar cezalarına katlanıyorlar. Kainat ise durup dinlenmeden doğmasına devam ediyor. Sizi bu aleme bağlayan zincirleri koparın. Eşyanın ruhunu ve özünüzü tadın, göksel bir rahatlığa kavuşun."

"Ben ki, kardeşlerimin ızdıraplarına ağlarım ve bu alemin tüm acıları ile yaralanmış olan Buddha’yım. Şimdi gülüyorum ve bahtiyarım, zira, hürriyetin varolduğunu, iradenin acılardan ve elemlerden daha üstün olduğunu biliyorum. Ey ızdırap çekenler, sizler de bilin ki, bu ızdıraba sebep olan yine kendinizsinizdir. Geçmişte yapılan hareketler elem, ileride yapılan hareketler ise, bireye mutluluk verir. Ama bunlar izafidir. Şayet ızdırabın kaynağını bilen kimse, bu ızdıraba sabırla katlanabilirse, aşk ve hakikat için savaşabilirse, hergün biraz daha hareketli ve merhametli olur. O kişi öldüğü zaman, hesaba hazırdır."
"Sonunda, işkence halini alan tutkuları bilmez, lekeleyen günahı tanımaz. Yeryüzünün hep işkence ve elemden başka bir şey olamayan sevinç ve kederleri, artık onun esenliğini bozamaz. O Nirvana'ya girmiştir, bizim gibi yaşayamaz. Fakat, yine hayatla birlik halindedir. Nirvana’ya ereni, bu fani alemde sarsacak hiçbir kuvvet bulunmaz."
"Dünya, Ahiret'in tarlasıdır. İnsan, dünyada ihtiyar ve iradesiyle iyilik ve kötülükten ne yaparsa Ahiret'te onun karşılığını bulur" diyen Buddha’nın yaşamı boyunca çektiği çileler sayesinde, bazı gerçekleri somut bir hale dönüştürdüğü, bir beşerin kazanç hanesinde gördüğü izafi değerleri kayıp olarak nitelendirdiği; özellikle de kendi aslına ve hakikatine ulaştığı, yaşam verilerinden kaynaklanan cümlelerle belirginleşmiş durumdadır. Budizm; ahlakı, doğruluğu, akıl ve aksiyon bakımından kötülüklerden uzak kalmayı yeğler.
Son düzenleyen Mert Ünal; 10 Ağustos 2007 15:16 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi