Üye Ol
Giriş
Hoş geldiniz
Misafir
Son ziyaretiniz:
04:37, 4 Dakika Önce
MsXLabs Üye Girişi
Beni hatırla
Şifremi unuttum?
Giriş Yap
Ana Sayfa
Forumlar
Soru-Cevap
Tüm Sorular
Cevaplanmışlar
Yeni Soru Sor
Günlükler
Son Mesajlar
Kısayollar
Üye Listesi
Üye Arama
Üye Albümleri
Bugünün Mesajları
Forum BB Kodları
Your browser can not hear *giggles*...
Your browser can not hear *giggles*...
Sayfaya Git...
Pazartesi, 08 Aralık 2025 - 04:42
Arama
MaviKaranlık Forum
Atatürk için Ne Dediler?
-
Tek Mesaj #2
Misafir
Ziyaretçi
16 Şubat 2006
Mesaj
#2
Ziyaretçi
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
Kendisi resimlerinin hepsinden daha sevimli, daha canlı daha müstesna bir simadır. Elmacık kemikleri çıkık, ağız kemikleri kuvvetli ve alnı serttir. Ve bu yüzün görünüşünde çok zahmet çekmiş, çok uğramış, çok düşünmüş kimselerin çehresindeki ifade var; fakat hiçbir yorgunluk belirtisi gözükmemek şartiyle... (1921)
Her kahramanın, her dâhinin mezarı olan kibir ve gurur O'nun semtine bile uğramamıştır. (1922)
Atatürk'ün asıl yüreği, pas tutmayan madenler gibi, kın nedir, hiç bilmemiştir. Devlet, millet, inkılâp, davalarındaki husumetleri ne kadar sert ve derinse, kendi şahsi ve özel hayatı ile ilgili konulardaki hiddetleri o derece hafif ve geçici idi.
O, bu vatanın acılarından doğdu ve yalnız bu acıları temsil ediyor.
Nurullah ATAÇ
Bu kudretli adamın umudu kuvvetle değil, zekâda ve haktaydı
Atatürk, milletle var olan feyzi gördü, çünkü onu görmek için görmesini bilmek yeterdi.
O'nun en büyük eseri, milletine inanmış ve milleti kendi kendine inandırmış olmasıdır.
Falih Rıfkı ATAY
Atatürk, milletinin verebileceği en yüksek ikbal zamanlarında dahi mevkiini fikirleri uğruna feda etmeğe hazırdı. Bütün devrinde hiçbir tavizcilik, hiçbir gerileme, hiçbir tezatlaşma olmamıştır.
Büyük asker, büyük ıslahatçı, fakat hepsinin üstünde büyük bir idealistti.
Türk Milleti, Atatürk'te iki yüz yıl beklediği kurtarıcıyı bulmuştur. Atatürk'ün eseri, bir bütün olarak, tek bir kelimede toplanabilir: "Kurtuluş". Bu gerçek, aydının kafası kadar, halkın şuuru içindedir.
Halk için, hâtırası güzel ne varsa hepsi, özellikle Atatürk devrine aittir.
Biz 1923'de bir Mustafa Kemal'e kavuşmasaydık, gelecek zamanlara doğru yollarımızı tıkayan aşılmaz setleri yıkamazdık.
Atatürk, inkılâplarını yaparken, onların yaşama gücünü Türk Milleti'nin, herkesten ve hepimizden çok kendi tarafından tanınan faziletlerinde aramış ve bulmuştur.
Atatürk'ün en büyük gururu Türk Milleti'nin evlâdı olmaktı. Hiç kimse bu milletin asil faziletlerine ve yüksek kudretlerine O'nun kadar derinden inanmamıştır.
Prof. Dr. Hikmet BAYUR
Herşeyden önce kendisinde, durumunda, davranışında, bakışında ve konuşusunda bir duygudaşlık, bir çekicilik vardı ki, insanın baştan gönlünü alır, herkesi kendisine inandırırdı.
Orhan Seyfi ORHON
O, bu ulusun sağduyusunun gösterdiği yönde, hepimizin mutluluğu için bilimin ışığında yürüdü. Onun için Atatürk'ü anlatan tarihçiler ve O'nun yakınları:
-Atatürk realist bir insandı, derler.
Ne yapmak gerekiyorsa onu yapmıştır.
Hasan Reşit TANKUT
Bir bakışta dize getiriyor ve bir okşayışta alnımızı göklere değdiriyordu. O'nun işaretiyle akın akın ölümün kenarına dizilendiğimiz zaman, ne kadar insanlaştığımızı anlıyor ve âkibet için yaşamanın en büyük zevkini tadıyorduk. İşte onun içindir ki, Mustafa Kemal'in savaş yönetiminde ve düşmana saldırışında görüleni hiçbir devrin tarihinde bulamayacaklardır.
Ercüment Ekrem TALU
Güneş hiçbir yurdu bu kadar ısıtmamış, hiçbir yurda bu türlü feyiz ve bereket vermemiştir. Hiçbir devir, O'nun devri kadar çevresini nura boğmamıştır.
Fethi BOLAYIR
Aydınlık bir geleceğe, çağdaş bir düşünceye, modern ve güçlü Türkiye idealine koşan, sel gibi coşup, şimşek gibi çakan dinamik Türk gençliğinin tek ilham kaynağı ATATÜRK'tür.
Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk; siyasal, sosyal, kültürel ve millî alanlardaki inkılâp hareketleriyle Türk Tarihine ve Dünya Tarihine yeni bir yön verdi. Etrafına yaydığı ışıklarıyla medeniyet ufuklarımızı aydınlattı. Kafalardaki karanlığı kovdu.
Türk Milleti'nin millî şeref ve haysiyetini ayaklar altına alınmasını isteyen betbahtların, bu arzularını ayaklar altına alıp ezen, milletinin yüce millî şeref ve haysiyetini baştacı yapar Kemal Atatürk'tür.
(1989)
Mahmut YESARİ
O sipere, bir salona giren erkânı harp zâbıtı gibi girerdi.
O, düşmanın atış saçan ağızlarını açıp sinsi sinsi bekleyen topları karşısında siperlere geliyor; bizimle yanyana omuz omuza durup bakıyor, düşman siperlerini inceliyordu.
Ben, O'na yıl gösterirken günlerden değil, aylardan beri siper hayatına alışmış olduğum halde titriyordum. Fakat O, boyunun uzunluğuna rağmen ayaklarının ucuna basarak doğrulur, siperlerin üstünden düşman siperlerine bakardı.
Düşman Çanakkale'de ateşten göz açtırmazdı. O, bu göz açtırmayan ateşe gözlerini kırpmadan bakardı.
O'nu ben, ilk defa "Korku Bilmeyen Adam" olarak tanıdım.
Nurettin ARTAM
O'nun adını duyduk duyalı, O'nun kahramanlığını bildik bilelidir ki sağlığımızı seziyor, dinçliğimizi anlıyor ve yaşamak denilen unutulmuş zevki tadıyorduk.
Öksüzdük Ata'mız oldu: Yoksulduk bize genlik genişlik getirdi.
Peyami SAFA
Biz, O'nun gövdesine tapan bir putperest değil, ölmez eserine ve mânasına bağlı bir şuuruz. Çünkü O, kendi vücuduyla beraber kaybolacak fâni bir milletin değil, kendi mânasıyla beraber yaşayacak ebedi bir milletin yaratıcısıdır.
Reşat Nuri GÜNTEKİN
Hiçbir baba yetimlerine Atatürk kadar zengin ve ölümsüz miras bırakmamıştır.
Bu gün, Türk vatanı denen toprakta yaşayan bütün insanlar O'nun zekâsından, aşkından, enerjisinden kopmuş parçalardır.
Hüseyin Cahit YALÇIN
Atatürk, bizde öyle bir nefse güven, öyle bir azim ve irade yaratmıştır ki, hiçbir tehlike karşısında göz kırpmıyoruz.
Bu cesur, atılgan ve yaratıcı ruhu memlekete aşılayan Atatürk'tür.
Yaşar Nabi NAYIR
Biz bugün bir millet olarak ayakta isek, yarına umutla bakıyor yeni hamlelere girişmek gücünü kendimizde görüyorsak, bunu o büyük adamın eseri olan eşsiz zafere olduğu kadar, gene O'nun başbuğluğu altında verdiğimiz şanlı medeniyet savaşına borçlu olduğumuzu nasıl unutabiliriz?
Atatürk, Batı kafasının kişileşen bir timsali olmasaydı, inkılâplarımızın hiçbiri gerçekleşmezdi. Onun içindir ki, bize yalnız eseriyle değil, kişiliğiyle de önderlik ve örneklik etmekte devam ediyor.
Nadir Nabi ABALIOĞLU
Kemâl Atatürk, o yaradılışta kahramanlardan biridir ki, tarihi görevini başarabilmek için yaşadığı devre sığamaz; zamanın dışına ve yüzyılların ötesine uzanır, hizmet ettiği milletle beraber ileriye doğru yürümekte devam eder. O'na "Ebedi Şef" dememizin sebebi budur.
Ölümünden pek az önce de hasta hasta didinmiş, Hatay'ı Anayurda kavuşturmuş, böylece ta 1919 Erzurum Kongresi'nde ilân edilen Millî Misak sınırlarını gerçekleştirmişti.
Hasan Âli YÜCEL
Her başımız sıkıldıkça, O'na başvurmaktayız. Bu ölüsü diri adam, Türkiye'ye gelmesi muhtemel her karanlıkta alevli bir meşaledir. O'nu elden bıraktığımız anda gündüzlerimiz gece olur.
Doç. Dr. Gündüz AKINCI
Atatürk bir ayna idi, O'nda ve yaptıklarında milletimizin yalnız kendini gördü. "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözü millî varlığımızın yankısı oldu.
Samih RIFAT
Bir tarihi yaşamakla, onu başka milletlerin ancak gözlerini kapayarak tasarlıyabildikleri büyük bir dâhinin, bir kahramanın kişiliğinde okumak arasında çok derin fark vardır.
Yurdun kurtarcısı, bütün kurtuluş ve inkılâp hamlelerinin başında işte böyle bilen ve düşünen, yaratan ve yorulmayan bir önder olarak durdu.
Nurettin ARTAM
Türk, her zaman O'ndan aldığı inancın, gücün hızıyla şahlanacak, her zaman Türk, O'ndan öğrendiği yolda mucizeleri tasarlayacaktır. Dünden beri edediyeti de fethe giden Başkumandanımızdır gene O; ne biz O'nsuz, ne de O bizsizdir.
Üzülmeyin O'nu görmedik diye!
Geçici fânilerdik ki yalnız dünya gözü ile görülürler. O bir fani değildir; hayatında ve ölümünde, uzağında ve yakınında, her zaman O'nu görecek, ebediyete kadar daima O'nu duyacaksınız.
Hakkı Süha GEZGİN
Başımız sıkıldıkça, aştığımız dağların yüksekliği başamızı gururla döndürdükçe, yine O'na koşacağız. Bir daha derman istemek, minnetimizi bir kere daha söylemek için...
Ahmet Emin YALMAN
Türk vatandaşı şunu keşfetmiştir ki milletimizin; birleştirici bir millî kuvvet olarak, inkılâp ve gelişme çabalarının sarsılmaz bir desteği olarak, Atatürk'ün mânevi önderliğine şiddetle ihtiyacı vardır.
Atatürk, zamanın hâtırasını gevşetmediği, unutturmadığı ilk büyük şahsiyettir. Birbirinin ardından geçen yıllar O'nu bizden uzaklaştırmıyor, bir kat daha kendisine yaklaştırıyor. O'nun en üstün ve temiz bir vatanseverlikten şaşmıyan önderliğinin özlemini çekiyoruz.
Orhan HANÇERLİOĞLU
"Ben, gerekince en büyük armağanım olarak, Türk Milletine canımı vereceğim" diyen Atatürk'ümüz yaşarken hiçbir şeyini bizlerden esirgememişti. İşte öldükten sonra da esirgemiyor. Gerçek şu ki, daha uzun yıllar toplumumuzun geleceği O'nun sesiyle yöneltilecek.
Kadircan KAFLI
Atatürk'ün ruhu örneğimiz ve önderimiz oldukça yükselme yollarında gittikçe artan bir hızla ilerleyeceğiz.
Prof. Dr. Cahit TANYOL
Gerçeğe giden bütün yollar O'nda birleşiyor. O'nda tamamlanıyoruz. O'na sırtını çeviren düşünce bizden değildir.
Ulus, 12 Kasım 1938
Atatürk'ün hâtırası, teselli bulmaz acılarla dolu olan kalbimizin aziz timsalidir. Kadir bilen ve büyük evlat yetiştiren milletimizin yüreğinde, Kemâl Atatürk adı, sevgi ve hürmet içinde ebedi olarak yaşayacaktır.
Ulus, 22 Kasım 1938
Türk milletinin aziz Atatürk'e gösterdiği sevgi ve saygı, onun için Atatürk gibi bir evlât yetiştirebilir bir millet olduğunu bütün dünyaya göstermiştir.
Hakikatte yarattığı yer Türk Milleti'nin O'nun için aşk ve iftiharla dolu kahraman ve vefalı göğsüdür.
Vâlâ NURETTİN
O, yaşadığı devirde olduğu gibi, tarihte de ancak dostlarının sevgi ve saygısıyla sarılı bulunacaktır. Bin yıl sonrakilere şu meşhur mısra ile sesleniyoruz:
"Hürmetin inkâr eden bir lâhza hürmet bulmasın!"
Ahmet Kutsi TECER
Atatürk, her zaman içimizde göğeren bir mlllî şereftir.
Yücel Dergisi
Bütün tarihi boyunca bir defa Atatürk görmediği veya talihin en karanlık anında bir Atatürk bulamadığı için çöken, dağılan milletlere bakıyoruz da Türk olduğumuza ve Atatürk'ü bulduğumuza bir kat daha şükrediyoruz.
Çetin ALTAN
Atatürk, sokak politikacısının ağzına kaşık olmaz. Atatürk'e karşı gelinmez. Atatürk'le oynanmaz. O müsbet bilim, uygarlık ve özgürlük demektir.
Yusuf Nadi ABALIOĞLU
Atatürk, sana üzerinde şaşmadan yüzyıllarca yürüyeceğin eserler ve prensipler bıraktı.
O eserlerle prensipler ışığında çalıştıkça sen, bugün yasını tuttuğun aziz büyük evlâdınla kucak kucağa yaşamakta devam edeceksin.
Dr. Fani BİLGİLİ
Atatürk'ü genç saklayan en büyük etkeni de, yüksek ruhunun her gün en taze bilgilerle beslenmesinde aranmalıdır.
Prof. Dr. Yavuz ABADAN
Yeni devletin kuruluşunda Atatürk'ün üstün başarısını sağlayan temel haslet, ülkücülük ile gerçekçiliği en dengeli kaynayışla kişiliğinde toplamış bulunmasıdır.
Eflatun Cem GÜNEY
Gerçekten büyük yaratılışlı bir insandı. En doğru düşünceler, O'nun başından doğuyor; en güzel duygular, O'nun yüreğinde tomurcuklanıyor; ille vatan ve hürriyet O'nun gözlerinde tütüyordu. Daha da iyilik mi dedin, iyilik; yiğitlik mi dedin, yiğitlik; bu toprağın kalbi, bu toprağın kalbi, bu toprağın diliydi O....
İsmail Habip SEVÜK
"Büyük Gazi" bize, Dumlupınar Zaferini bir sene evvel haber vermiş: "Düşmanı vatanın harimi ismetinde boğacağım". Demişti. Dedi ve boğdu.
Cemal Hüsnü TARAY, Milli Eğitim Bakanı
1- Atatürk muayyen hâdiseler karşısında nasıl hareket ederdi sualine cevap vermek benim için küstahlık olur. Atatürk'ün alacağı kararlar kendi dehasına has kararlardır. Benim yapacağım şey, O'nun mektebinde bulunmuş olmak şerefinden aldığım ihtisasla, kendi fikrimi arzetmek olacaktır.
Atatürk için hürriyet esastı. Halkçılık, hürriyete gidecek tek yoldu. Nitekim "Hakimiyet bilâkaydü şart milletindir." demişti.
Demirperde arkası ise vaadlerle dolu bir hapishanedir. İnsanlar, insanlık şuuruna vardıkları vakit hürriyetten ayrılmazlar. Hiçbir zaman mide dolgunluğu, her nevi konfor bir insan için, hürriyetten mahrumiyeti karşılamaz. Atatürk diyor ki: "Bizim nokta-i nazarımız halkçılıktır. Kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir. Halkın elinde bulunmasıdır". Ve buna benzer meselâ: "Ben imtiyazsız, sınıfsız bir memleket istiyorum" gibi beyanları hakiki halk hürriyetçiliğini, ne kadar istediğini bize gösterir. Atatürk'ün istediği şekil hürriyet değil, hakiki hürriyettir. Bunu tefsir etmeğe kalkışırsak diyebiliriz ki; Türkiye'nin kalkınmasında ölçü, en fena vaziyette bulunan Türk ferdine yapılacak yardımdır.
2- Atatürk, Türk milliyetçisi olduğu kadar insaniyet hadimidir de... İçerde sulh, dışarda sulh formülü ile ne istediğini ayan beyan göstermiştir. Harp hakkında da aşağı yukarı aynen şöyle söylemiştir. "Ben milleti harbe götürürken, vicdanımda bir azap duymamalıyım. Sizi öldüreceğiz diye harbedemeyiz. Hayat-ı millet tehlikeye düşmedikçe, milleti harbe götürmek bir cinayettir."
Bunlar meydanda olduktan sonra, Atatürk hayatında da Türk Milleti'nin istikbâlini muhafaza için ittifaklardan çekinmemiştir. Yaptığı Balkan ve Sadabat Paktı, Türkiye için olduğu kadar da, dünya sulhü için birer emniyet supabı olmuştur.
Lozan Konferansı'nda da İngiltere ile ittifak taraftarı olduğunu göstermiştir. Hiçbir millet, istiklâlinin muhafazasını bir devletin veya komşusunun iyi niyetine bağlıyamaz.
Bunu söyledikten sonra ve birinci sorunuzdaki ileriye sürdüğüm sakıncayı muhafaza şartıyla, yine kendi fikrimi arzedeyim:
Bugünkü bloklar vaziyetinde, Türkiye ortada yalnız başına bir yetim gibi kalamaz. Bir şamar çocuğu olamaz. Amerika ile ittifakımız NATO manzumesi içerisindedir. NATO'ya girmiş herhangi bir devletten daha fazla bir yük altına giremeyiz. Müsavi şartlarda NATO'da kalmamız bizim için bir meseledir. Şurasını hemen ilâve edeyim ki; Atatürk, Sovyet komşularımızla daima en iyi ve en samimi münasebetlerin muhafazası taraftarıydı.
3- Atatürk sağ olsaydı, bütün beyanlarından ve hareketlerinden çıkarabiliriz ki, memleket idaresini bir takım arkadaşlık zümrelerinin tekeline vermezdi. Bir oligarşiye bırakmazdı. O'nun iktidar ölçüsü, herkesin memlekete yararlıkları derecesiydi.
Kendi fikrime gelince; partiler seçim kanunu ile, Anayasayı geçerek Türk seçmenlerini listeler köleliğine indirmişlerdir. Seçimler bir dereceli olmaktan çıkmıştır. Kendi içlerinde de hizipler vardır. Memleket bu suretle mutaassıp çevrelere parçalanmıştır. Atatürk, Türk Milleti birliğini yaratmıştır. Bu birliğin bozulmasında ancak sağlam fikir ayrılıkları veya fikir inceliklerinden doğma ayrılıklara müsaade edebileceğini tahmin ediyorum. Yoksa arkadaşlık toplumuna, yahut çıkarlar beraberliğine tahammül edemezdi.
Üniversiteye gelince, üniversitenin büyük vazifesi öğrencilerde şüphe yaratmak değil, daima hakikati teşvik etmektir.
Öğrencilerin üniversite idaresine öğretim programlarına iştirakleri, yeni çağımızın yarattığı bir haktır. Öğrencilerin yönetimde giremiyecekleri yer imtihan şeklidir. Öğrettiklerinin ne kadar öğrenildiğini araştırmak hakkı ve bu yolda takip edilecek usül hakkı yalnız öğretmenlere ve öğretim üyelerine aittir.
Öğrenci isteklerini fikirle ortaya koyar, sopa ile değil. Bunun da karşısına fikir çıkar. Aralarındaki tartışmalar gayet serbest müsamahalı olmalı, şahsi meseleler ve iftiralar bu tartışmalara katiyyen karıştırılmamalıdır. Bu nevi tartışmalar için, üniversiteler muayyen günlerde muayyen salonlarını bu münakaşalara tahsis etmeli ve bu oturumlara bir felsefe veya sosyoloji hocası riyaset etmeli ve tamamen tarafsız hareket etmelidir.
Benim için öğrenci, fikri cereyanlarda hakem olamaz. Diplomasını aldıktan sonra hakem olabilir.
Yalnız bir meseleyi istisna etmek gerekir. O da gençliğe ait hitabesindeki prensipleri Atatürk'ün istediği gibi fedâkarlığa katlanarak, müdafaa etmektir. Lâiklik bunun başındadır. Devrimiz, dinî ibadeti işten ayırmıştır. Muamelât Millet Meclisi'nin kararlarına bağlıdır. Hürriyet de dinin yalnız ibadet kısmına aittir.
Netice olarak, hürriyet Türk Milleti için, Türk Milleti'nin ferdinin vekârı ve haysiyeti için birinci şarttır. Bizden dışarda olan ve takbik edilen rejimlere karşı da hürmetkârız. Amma Türk, fikriyle de olsa hapishaneye giremez.
Asım GÜNDÜZ, Genelkurmay II. Başkanı
Atatürk vefat edeli 30 sene olmuştur. Bu müddet zarfında birçok şey değişmiştir. Ondan bugün Atatürk sağ olsaydı ne düşünürdü, nasıl kararlar alırdı diye bir mütalâa serd etmek güçtür. Yalnız Atatürk'ün pek iyi bildiğim bazı prensip ve düşünceleri vardır ki, bunların hiçbir zaman değişmeyeceğine eminim.
Bu prensiplerin ışığında bazı tahminler yürütebilirim.
Atatürk her şeyden evvel milliyetçi idi. Vatanına sonsuz bir sevgisi ve güveni vardı. Türk Milleti'nin her sahada başarı göstereceğine emindi.
Türk Milleti'ni Garb Medeniyeti'nin en yüksek seviyesine ulaştırmak en büyük gayelerinden biriydi.
Bu gayeye ulaşabilmek için, bilhassa Türk gençliğine güvenir, ilim ve irfan yolunda yürümesini, en yüksek fikir ve idealleri benimsemesini isterdi.
Uluslararası münasebetlerde, her millet için istiklâl ve hürriyetin esas olduğuna, bunun her milletçe korunması lüzmuna kaniydi. Saldırgan bir politikayı asla tasvip etmezdi. (Yurtta Sulh, Cihanda Sulh) vecizesi en samimi düşüncelerinden biriydi.
Şimdi gelelim suallerimize:
1- Eğer Atatürk sağ olsaydı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki bloklaşmada, şüphesiz batı hürriyet cephesini seçerdi. Yalnız diğer komşu devletlerle de, hiçbir taviz vermeden, iyi münasebetler idame ettirirdi.
2- İkinci sualimize gelince:
Atatürk, memleketin müdafaası için kendi milletinden başka kimseye güvenmezdi. İstiklâl Savaşı'nı yaptığı zaman, pek üstün kuvvetlere karşı, yalnız öz vatanının gücüyle savaştı ve muvaffak oldu. Rusya'nın bizden Boğazlarda üs ve üç vilayetimizi geri istemesini en kat'i bir şekilde derhal red ederdi. Amerika'nın dostluğunu ve yardımını herhalde kabul ederdi; yalnız buna karşılık en ufak bir tavizde bulunmazdı.
3- İç politikada, Atatürk demokrasiye taraftardı. Memlekette demokratik rejimin yerleşmesini çok arzu ederdi. Nitekim, hayatında birkaç deneme yapmıştı. Fakat henüz erken olduğunu görmüş, zamanını beklemeye karar vermişti. Şimdi hayatta olsaydı iç politikası herhalde çok partili demokratik rejim olacaktır.
Atatürk'ün iç politikada çok önem verdiği ve üstünde hassasiyetle durduğu bir nokta da gericilikti. Türk Milleti'ni medeniyet, ilim ve terakki yollarında engelleyecek her türlü gerici hareketlere şiddetle muhalifti.
Tevfik Rüştü ARAS, Dışişleri Bakanı
1- Atatürk yaşasaydı, 2. Cihan Harbi çıkar mıydı, çıkmaz mıydı? İlk önce bunun münakaşası gerek... Buna karar vermenin ne çok güç olduğuna inanıyorum.
Amma Atatürk, Birleşmiş Milletlere girerdi. Ve yine fikrime göre, gerek NATO, gerekse Varşova Paktları'nın birleştirilip bir "Birleşmiş Milletler Bölge Nizamı" kurulması için çalışırdı.
Atatürk prensibi için dünya barışı esastır. Türkiye barışı olamaz. Dünya barışını sağlıyabilmek için NATO devletleri ve Varşova Devletleri arasında (hem o devletlerin birbirlerine karşı, hem de bölge dışında emniyeti sağlayan) bir otrak dünya (ben buna Kuzey Atlantik Bölge Nizamı diyorum) tesisine çalışırdı. Fakat bu şimdilik mümkün olması uzak bir ihtimaldir.
Atatürk şunu söylerdi, bunu tarif ederdi diye cevap vermek yerine, Atatürk prensibinden mülhem olarak diyorum ki Kuzey Atlantik Bölge Nizamı kurulması, Atatürkçülüğe en uygun olanıdır. Bu nizamda NATO ve Varşova Paktları'nın birleştirilerek bölge nizamı haline getirilmesi ile olur.
İnkılâplardan taviz vermiyeceği de bir gerçektir. Gericilik konusuna gelince; eğer gericilik Şark isyanı gibi büyürse icabında kökünden yok edilebilir. Ama Atatürk 5-10 geveze için Türk Milleti'nin rahatını ve huzurunu kaçırmazdı. Zaruret elverirse en şiddetlisini tatbik etmekten kaçınmazdı.
Atatürk'ü yaptığı işlerden anlamaya çalışmalıyız. O'nu şu üç şeyden öğrenmeğe gayret etmeliyiz.
1- Söylediği sözlerden,
2- Yazdığı yazılardan,
3- Yaptığı büyük işlerden,
O vakit rivayetlere ihtiyaç kalmaz. Hele Atatürk'ü kendi anlayışına göre nakledenlere ise, hiç ama hiç ihtiyaç kalmaz. Çünkü günümüzde naklî işe değil, işe ihtiyaç duyulmaktadır.
Meselâ Birleşmiş Milletler, Atatürk'ün arzusuna yakın bir teşkilâttır. Yakın diyorum. Çünkü orada da şartlar eşit değildir. Rusya ve Amerika gibi ülkelerin "Veto" denilen bir imtiyaz hakkı vardır. Ama inkişaf ederse belki Atatürk'ün arzularına uygun bir teşkilât olabilir.
Atatürk'ün Batı Blokunda yer alıp, komşularıyla da iyi münasebetler tesis etmeye çalışabileceğini ifade edebiliriz.
Unutmamak gerekir ki, Atatürk için daima hürriyet ve eşitlik ön plânda gelirdi.
2- Bu sorunuza cevap verebilmek için kendimi Atatürk namına yetkili göremiyorum. Fakat komşularımızla iyi geçinmek için Amme ittifakını belki yapabilirdi. Unutmamak gerekir ki; NATO gibi bir teşkilâtı kurmak isteyen ve ilk fikri veren İngiliz İşçi Partisi Dışişleri Bakanıdır. Aynı Dışişleri Bakanı, bir konferansta Rus Dışişleri Bakanı Molotov'a bir anlaşmazlık karşısında, nasırlı ellerini uzatarak: "İşte amele eli böyle olur, uzak bakayım ellerini göreyim" diyen bir amele milletvekiliydi.
3- Yurtta sulh, memlekette parçalanmayacak birlik muhafaza edilerek, hürriyet ve eşitlik nizamı adım adım tatbikat bularak, kalkınma ve sosyal adaletle beraber gelişecektir.
Tayfur SÖKMEN, Hatay Cumhurbaşkanı
1- Gayet tabiî hürriyet cephesini seçerdi. Sosyalistler, Atatürk'ün zamanında bize Rusya'nın yardım ettiğini söyleyerek, o cephede göstermek istiyorlar. Halbuki bu tamamen yanlıştır. Bir tarihi olayın içyüzüne dayanarak ifade ediyorum. Kurtuluş savaşı'nın en buhranlı günlerinde Atatürk ilk yardımı Lenin'den görmüş değildir. Bu yardımı Çarlık idaresinde bir emirlik iken 1917 Bolşevik ihtilâlinde Cumhuriyet olan Buhara devleti tarafından görmüştür. Buhara'da Cumhuriyet kurulduktan, sonra Cumhurbaşkanlığına Emir Osman Kocaoğlu getirilmişti.
1919'da Millî bir harekâtın başladığı, Buhara'da duyulunca Buhara Cumhuriyeti Anadolu'ya yardım etmek için çırpındığı halde yol olmadığı cihetle bir şey yapamıyordu. Buhara Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu, hem Anadolu'dan esaslı bir malumat edinmek, hem de Buhara Cumhuriyeti'nin Mustafa Kemâl Paşa'ya yapacağı yardımı nasıl yetiştirebileceğini görüşmek üzere Moskova'ya gidip Lenin'le temasa geçer. Lenin Türkiyeden Bekir Sami Bey namında murahhasın geldiğini ve Çiçerin'le bir görüşme yaptığını, Türkiye'nin yardım isteğini Osman Kocaoğlu'na anlatınca, Kocaoğlu Buhara Cumhuriyeti'nin hazinesinde Çarlar zamanından kalma külliyeti miktarda altın olduğunu ve altınlardan Türkiye'ye azami miktarda göndermek istediği halde yol bulamadığını Lenin'e anlatır.
Esasen Bolşevik ihtilâlini kabul etmiyenlerle kan ve ateş içinde mücadele eden ve çırpınan Lenin, Türkiye'ye yapılacak bu hizmetle Rusya'daki Türk ve Müslümanları Memnun edip kendi tarafına çekeceğini hesap ederek, Mustafa Kemâl'e Buhara Cumhuriyeti'nin gönderdiği altınları yetiştirir. Bu suretle Lenin, Rusya'daki Türk Müslümanların yardımını lehine sağlamış olur. Bu olayı aynen rahmetli Ali Fuat Cebesoy Paşa'dan da duymuştum. Bu işin bir cephesi. Gelelim Batı ile olan münasebetlerine ve Batı ile dostluk kurabileceğinin sebeplerine...
Rusya, Türkiye ile kurduğu iyi münasebetten manen olduğu kadar, maddeten de çok fayda görmüş olmakla beraber, huylu huyundan vazgeçmez kaidesine uyan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri, Türkiye hakkında tarihî emellerinin tahakkuku içinde imkân ve fırsat aramakta idi. Nitekim bunun başında Türkiye'yi Rusya haritasında göstermiş olmaları gerekir.
Her sahada üstün bir varlık olduğunu bütün dünyaya telkin ve kabul ettirmiş olan Aziz Atatürk, Türkiye için Çarlık idaresinden daha tehlikeli gördüğü Rusya ile düşman olmamağa azami dikkat etmekle beraber, 1924'ten sonra Batı ve Amerika ile dostluk kurmayı Türkiye'nin emniyeti bakımından çok lüzumlu görmüşlerdi. Atatürk bu sebeple, zekâ ve dirayetini takdir ettiği sayın Dr. Tevfik Rüştü Aras'ı Hariciye Vekilliğine getirmişti. Sayın Aras, Atatürk'ün emir ve arzularını yerine getirmek için geceyi gündüze katarak ülkeden ülkeye koştu, dostluklar kurup anlaşmalar yapıp anlaşmalar akdetti. Balkan İttifakı, Sâdabat Paktı, Hatay Anlaşması bu cümledendir.
2- Amerika ile ittifakı fevkâlâde karşılardı. Rusların bizden taleplerde bulunması da şöyle olmuştu: Kafkasya'ya geçmek isteyen Alman ordularına biz müsaade vermemiştik. Ruslar bunun minnetdarlığını gerek resmi gereksi umumî mahiyette ifade ettikleri halde, harb biter bitmez galibiyetin gururu içinde gözleri dönen Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği, bizden eski anlaşmaları da hiçe sayarak, Boğazlarda üs, Kars, Ardahan ve Artvin'i istedi. Türk cengâverliğinin icabı olarak bu teklife "hayır" dedik. Kuzey komşumuzun tehditleri altında bunalmakta iken, bugün solcuların ve sosyalistlerin (Go-Home) dedikleri, "Amerika'nın Cumhurbaşkanı Truman'ın" Türkiye'ye tecavüzün, Amerika'ya tecavüz olacağı"nı bildirmesi üzerine nefes aldık.
Bu bakımdan Amerika ile ittifak etmeyi, Atatürk makul görürdü. Nitekim 1924'ten itibaren de Batı ve Amerika ile dostluk ve anlaşma yolunu ihtiyar buyurmuşlardır.
3- Eğer Atatürk yaşasaydı, bugünkü iç politika çekişmelerini asla tasvip etmezdi. Sağa ve sola katiyyen taviz vermezdi.
O yüce insanın gayesi millî birlik, beraberlik sulh ve sükûn içinde memleketin kalkınmasıydı.
Şimdi şöyle bir panoroma yapalım. Dolmabahçe rıhtımında nümayiş yapılır kime? Dost ve müttefik donanmasına mı? Zinhar. Ya namuslu Dolmabahçe'ye çevrilmiş müstevli donanmasına karşı, ya da düşmanımıza karşı yapılır. Yoksa dost ve müttefiklere karşı yapılan nümayiş düpedüz küstahlık ve tecavüzdür.
Mabetlerde namaz kılınır, ibadet yapılır amma politika namazı asla kılınmaz. Nasıl ki, vatanın milletin varlığını korumakla mükellef olan orduya politika sokmak hıyanet ise, camilere ve hattâ ilim müesseseleri olan mekteplere de politika sokmak hıyanettir...
Atatürk eğer sağ olsaydı, bu gibi olaylara karşı kesin tedbirler almakta asla tereddüt etmezdi. O tek kelimeyle millet için inandığını yapan insandı.
İslam Ansiklopedisi, "Atatürk" Özel Sayısı
Atatürk, görünüşte, narin, ince yapılı olduğu halde çok kuvvetli ve dayanıklı bir bünyeye sahipti. Gerek muharebetler esnasında, gerek bunun haricinde uzviyeti, ağır yüklere maruz kalmıştı. Çanakkale harbinden sonra böbreklerinden, İstiklâl Savaşı'ndan sonra kalbinden rahatsızlaşmış, fakat bilâhare bu uzuvlarından şikayet edecek bir hali görülmemişti. Ölümünü intac eden siroz hastalığı esnasında kalbinin kuvveti bu hastalığa mukavemetini uzatmıştır. Maddi ve uzvî acılara tahammülünün bir misâli, Sakarya muharebesi esnasında attan düşüp kaburga kemikleri kırıldığı halde muharebe meydanını terk etmemesinde görülür. Uzun saatler konuşması, münakaşayı sevdiği için yorulmadan fikir teatisinde bulunabilmesi uzviyetinin, bilhassa sinir sisteminin ve dimağının kuvvetine delâlet eder.
Şeklen güzel ve çehresi çok mânalı olan Atatürk, psikoloji bakımından bariz vasfını, hür ve müstakil bir karakterde oluşunda gösterir. Çocukluğundan ölümü anına kadar bu istiklâl meylini bir an terk etmemiştir. Bu itibarla müstakil Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşunda, kurucusunun şahsi karakterine Türk Milleti'nin minneti ve borcu büyüktür. Pek çok fertlerde İstiklâl meyli, onları bencil ve çekingen yaptığı, hatta münzevi bir hayata sürüklediği halde Atatürk'ün diğer bir vasfı olan cemiyet ve kalabalık sevgisi; kendisini halkçı, milliyetçi ve insaniyetçi yapmıştır. Türk oluşunu ve Türk cemiyetine bütün mazisi, hali ve istikbaliyle bağlanışını kendisi için büyük bir saadet kaynağı bilmesi; bu duygunun zeval bulmaz bir eseridir. Atatürk'ün bütün müstakbel Türk nesillerine kalacak en kuvvetli nasihat ve vasiyeti şu sözde toplanır:
"Ne mutlu Türk'üm diyene!.."
Atatürk, Türklerin millî kahramanıdır. Omuzlarında taşıdığı askerlik işaretlerinin en küçük rütbesinden başlıyarak ve derece derece baş olup yükselerek, Trablusgarp'ta, İstanbul'un kapısı Çanakkale'de, Filistin ve Doğu cephelerinde, nihayet kendisinin önderi olduğu İstiklâl Mücadelesi'nde, daima muzaffer bir kumandan sıfatıyla düşmanla döğüşmüştür. Atatürk, küçük rütbeli subaylığından başlıyarak Türk ordularının başkumandanlığında bulunduğu zamanlar dahil olmak üzere, bütün askerlik hayatında daima komuta ettiği kuvvetleri başarıya götürecek ihtimallerin en kesinini, her tehlikeyi göze alarak ve herşeye rağmen ihtiyar etmekte tereddüt etmemiştir. Başkaları için başarısızlıklar doğuracağı zannını veren bu cüretli kararlara teşebbüste çok kere en büyük mesûliyeti tek başına üzerine almaktan çekinmemiştir. Fakat bunda harikulâde bir cesaretle, itinalı bir düşme, hesaplama ve ihtiyatın hissesi büyüktür. O'nun askerlik dehâsı bu iki zıt kabiliyeti birleştirmesindendir.
Kahramanlığını, şahsi ihtiraslardan kurtaran sıfatı ise, vatanseverliğidir. En büyük hizmetler ve gayretlerle haklı olarak kazanmış olduğu rütbeleri söküp bir "ferd-i millet" sıfatıyla İstiklâl Mücadelesine girişmesi; ondaki vatan ve millet sevgisinin üstünlüğü, bu uğurda fedâ etmiyeceği hiçbir şeyin bulunmadığını isbat etmiştir. Hayatının son yıllarında Hatay meselesinde aldığı iradeli ve hareketli durum, bu vasfın onda ölümüne kadar devam ettiğini gösterir.
Onun kahramanlığını ve yurtseverliğini, yalnız muharebe meydanlarında değil, millet kürsülerinde de gördük. En sıkıntılı ve çapraşık zamanlarda halk arasına karışmaktan çekinmeyen, millet kürsüsüne atılmaktan kendini alamıyan Atatürk; hareketleri kadar sözleri ile de, Türk tarihinin şerefli kahramanlarından biri olmuştur.
Atatürk, en geniş mânasında bir cemiyet değiştirici, islâhatçı ve inkılâpçıdır. Gerçekçi bir görüş ve düşünüş kudretine gereği gibi sahip olan Atatürk; içinde çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği Osmanlı Cemiyeti'nin ne olduğunu çok iyi görmüştür. Müstakil Türkiye Devleti'nin kuruluşundan sonra medeniyette ilerlememize asırlarca engel olan bu kurumlar ve kıymetlere, ruhundaki engin mücadele kudret ile taarruz etmiştir. Saltanatın ilgası, hilâfetin kaldırılması, medenî kanunun kabulü, medrese ve tekkelerin kapatılması, harf inkılâbı, serpuş değişmesi ve kisve meselesi, kadın erkek eşitliği; içine girdiğimiz büyük reform hareketinin birer önemli ve ünlü safhasıdır. Teferruatı üstünde durulmayarak esasıyla mütalâ edilmesi gereken, millî dil ve millî tarih hareketleri ise "Yeniden doğma" Renaisance hareketlerimizin başlangıç safhalarıdır. Millî karekterimizi daima mahfuz tutarak Garplı bir cemiyet olmamızda toplanan bu inkılâpçılık ruhunun ülküsü; Atatürk'ün vicdan ve idrâkında şu düsturla kendisini ifade etmiştir:
"Cemiyetimizi muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız."
Atatürk, bütün bu vasıfları ve hareketleri ile ülküsünü gerçekleştirme yolunda dünya tarihinde benzeri nadir görülebilen diplomatlardan biri olmuştur. Ondaki inandırma kuvveti, şahsiyetinin çekici tesiri, yalnız dostlarını değil, düşmanlarını bile, kendine hayran etmesinde, hattâ bağlıyabilmesinde açık olarak görülür. Karar aldıktan sonraki hareketlerinde iradeli ve azimli görünüşüne rağmen neticeyi elde etmekte gösterdiği zekâ ve intibak kabiliyeti, onun diplomatlıktaki başarısının ve üstünlüğünün delilidir. Muharebede maharetli bir komutanın taktiklerini, Atatürk'ün dış ve iç siyaset meselelerini halletmesinde bütün inceliğiyle görmemek kabil değildir. Bu mücadeleci ve harb meydanlarının döğüşçü insanından "Yurtta sulh, cihanda sulh...." düsturunu işitebilmek için, onun ruhuna ne kadar asil ve anlayışlı bir duygu, zekâsında ne kadar uzağı gören bir kudret bulunmalıdır?
Atatürk, her şeyiyle büyük bir insandı. Tarih onu, Türk Milleti'nin en ünlü evlâtlarından ve insanlığın en haklı şereflerinden biri sayacaktır.
Kemal ARIBURNU
Dimdik, erkek yapılı bir vücut, şaşmaz bir vakar, geniş alnında birkaç keskin çizgi, çoğu defa ciddî ve sert; insanı teslim alıcı bir çift çelik mavisi gözün; sarı, mavi yeşil ışıklarla aydınlattığı yüz...
Sakin durmayan gür âhenkli kaşlar, bir heykel güzelliği taşıyan narin eller, fikirler kaynağı efsanevi bir baş ki yanardağlar zirvesi gibi taşıdığı ateşe lâkayt....
Derisi açık renkli ve güneşten yanmış... elmacık kemikleri tunç sertliği ile çıkkın... vücudu kurulmuş yay gibi her an harekete hazır, ağzının temiz kesilmiş çizgisi ve çenesi kararlarının kesinliğini göstermekte.
Saçının rengine uygun ve aynı madendenmiş gibi çınlayan altın sesiyle konuşurdu. Konuştuğu zaman güzel, söylediği zaman çok güzel, anlattığı zaman fevkalâde güzeldi.
Saçının rengine uygun ve aynı madendenmiş gibi çınlayan altın sesiyle konuşurdu. Konuştuğu zaman güzel, söylediği zaman çok güzel, anlattığı zaman fevkalâde güzeldi.
Hissiyatı konuşurken değil, susarken kendini gösterirdi. Berrak bir hâfıza, müthiş bir dikkat melekesine sahipti. Muhteşem iradesi, temkinli bir cesaretle süslüydü.
Kapalı bir gök altında, tamamen kapalı bir gecede, bir yıldırım ışığında nasıl birdenbire bir denizin enginliğini seyretmek mümkün olursa, hiddet anında da onun ruhundaki enginliği seyretmek mümkündü.
Millî mücadelenin en sıkışık zamanlarında, bu mücadele ruhunda şahlanmış Birinci Büyük Millet Meclisi kürsüsünden bazı soysuzları kasdederek "Efendiler! İçinizde namussuzlar var!" diye kükrediği ve yine İkinci Meclis'de Saltanat ilgası görüşülürken, ileri geri konuşanlar karşısında sabrı tükenerek kürsüye çıkıp tabiat kuvvetleri gibi önüne geçilmez bir heybetle".... yoksa bunu anlamıyanların kafası kesilir!.... dediği zaman sararmış yüzünde bu hiddet anı görülebilirdi.
Türkiye aleyhinde dünyanın en uzak bir köşesinden akseden bir söze, çizgilenen bir harekete; yahut yurt içinde en hafif bir huzursuzluğa karşı kendisini öylece tetikte tutup hücuma hazırlanır ve tam zamanında pençesini atmak fırsatını kaçırmazdı. Onun, normal zamanlarda insanı okşamak arzusunu veren ipek gibi sarışın saçları birdenbire yelelenir, lacivert gözlerine bir madenî parıltı gelir, yüzünün çizgileri sertleşir ve ağzı bir hançer misali keskinleşirdi.
Derin, mütekâsif düşünceli olup hayali değildi. İstediğini bilir, bildiğini yapar, yapamıyacağı birşeyi de istemezdi.
Kibirsizdi. Gösterişi sevmez, övünmesini bilmezdi.
Hatipti; mevzuuna kolayca intibak eder, çoğu defa irticalen konuşurdu. Madenî büyülü sesi, ruha görünmez bir kanat füsunu ile girerek insanı içinden yukarılara kaldırır, cümlelerini bitirdikten sonra da gözleri ile sesini devam ettirirdi. Fazla jest yapmazdı, yalnız bir parmağını uzattığı zaman şimşekli bir satır konuşuyor sanılırdı.
Ansızın ilmî ve siyasî dolaşık mevzular karşısında kalınca, emniyet ve hâkimiyetle konuşmak onun sanatıydı.
Tarihten söz açılıp izahat verirken sesi çelikleşir, bir tunç külçesinin granite çarpışını andıran tok bir seda çıkarırdı.
Türk Milletine mensup olmak ve ona hizmet etmekle iftihar eder, en büyük saygıyı milletine ve meclisine gösterir, alev gibi parlayan vatan sevgisiyle "Ne Mutlu Türküm Diyene" dediği anda sesi gök gürültüsünü andırırdı.
Bir konuşmasında, fena ruhlu ve geri kafalı adamların atabilecekleri menfi bir adamı kasdederek "Benim ve benimle hemfikir arkadaşların yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir. Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim; farzumuhâl bunu temin edecek kanunlar olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, öyle menfi adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben yalnız kalsam onları yine tepeler ve yine öldürürüm!" Bu anlarda o, artık bir hatip değil, bir infilâktı.
Millî menfaatleri sınıf, din ve şahıs kaprislerine kaptırmak için otoriterdi. Kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmederdi."
BEĞEN
Paylaş
Paylaş
Cevapla
Kapat
Saat: 04:42
Hoş Geldiniz Ziyaretçi
Ücretsiz
üye olarak sohbete ve
forumlarımıza katılabilirsiniz.
Üye olmak için lütfen
tıklayınız
.
Son Mesajlar
Yenile
Yükleniyor...