Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #1230

goksu18 - avatarı
goksu18
Ziyaretçi
6 Eylül 2007       Mesaj #1230
goksu18 - avatarı
Ziyaretçi
On Bin Yıllık Sevda


Tanrının oğluydu o!Uğruna Kurbanlar verilen, Birbirinden güzel kızların peşinden koştuğu ama ulaşamadığı sadece sevdiğini koynuna alan tanrının oğlu.Bir o kadar güçlü, Uğruna canını vereceği sevgilisi, her gece bir başka kadınla birlikte olan tanırının oğlunu terk etti..Yol gösterici babası onu kendi kaderi ile baş başa bıraktı. Mitolojik çağlarda tanrıları yaratan tanrı adaletli kudretli ve güçlüydü.

Kendi kaderine terk ettiği oğlu Kardan sütten beyaz atına bindi ve yollara düştü.. Her aştığı dağ onu çaresiz, onu ölüme biraz daha yaklaştırıyordu. Suzuzluğun, vebaların olduğu çöller, dağlar, tepeler aştı. Tanrıları bilmeyen acımasız insanların kasabalarına uğradı.Köle oldu pazarlarda, taş taşıdı.Artık her gece yattığı kadınlar yoktu yanında, saçları uzadı, sakalları kirlendi. Kölelerin yanında onların yediği ahşap kaplardan yemek yedi. Altın süslemeli, pırlanta süslemeli yemek kapları yoktu. Oğlunun bütün ezilmişliğini gökten izleyen tanrı,oğlunun haline acısa da ona yardım etmiyordu. Bir gün taş taşırken kaçtı oradan, çöllerde onu bütün sadakati ile bekleyen atına bindiğinde yine yollara düşmüştü. Gururu kibiri onun babasına yalvarmasına engel oluyordu. Günler gecelerce aç susuz gezdi çöllerde, böcekler ısırdı her yanını gözleri kapandı başka bir çölde… Onu izleyen babası sadece kendisine yalvarması için bekledi.. Eski ihtişamlı günlerine geri dönderecekti onu. O yapmadı, babası tanrıysa o da oğluydu. Tanrıya yalvarmayan, bağlılığını göstermeyen oğul, bir kadının peşinden yıllarca sürüklenmişti. Yıkıldığı çölün kum tepesinde, babası onu yukarıdan izliyordu. Babasının kendisini izlediğini gören çocuk yıkıldığı yerden gökyüzüne baktı. “Yalvar, yalvaaaarrr” diyerek bağıran tanrıya, “Git beni takip etmeyi bırak. Asla sana yalvarmam” diyerek karşılık verdi. Tanrının gökten inen avuçlarındaki suya bile muhtaçlığını göstermeyen oğul, suyu reddetti. Aradan günler geçti; oğul doğruldu yattığı yerden, Yukarıdan onu izleyen Tanrı yağmur olmadı oğluna,Oğul ellerini gökyüzüne kaldırdı. Kendisine yalvarmasını bekleyen tanrının gözlerine baktığında, Oğul sevgilisinin ismini haykırdı. “priscia, priscia,prisciaaaaaa.” Kendisine yalvarmayan oğlunu kaderine terk eden Tanrı, göklere çekti kendini..Oğul fazla dayanamadı çöllerde, böceklere yem oldu, Kuşlara, açlara yuva oldu kemikleri, Priscia oğul un babası olan tanrı ile evlendiğinde……


İlk Aşkım İlk Sevdiğim Sendin



Maziye zincirlenmişti birzamanlar kaderim. Kalbime de zincir vurulmuştu sanki. Fırtınalar hep içimde dolmayan bir boşluk ise benimleydi hep. Suna'nın gözyaşları durmadan akıyordu. Oturmuştu bir banka, gelene geçene aldırmıyordu hiç. Biraz evvel bir holding binasından çıkmıştı. İlk aşkı, ilk sevdiği birzamanlar komşusunun oğlu olan Ahmet'i ziyarete gelmişti. Senelerdir görmemişti onu. Öyle bunalımdaydı ki.. Yeni eşinden ayrılmış sanki bir iki laf edecek birini aramış ve Ahmet' i görmeye gelmişti. Sevinçle girdiği yerden ağlayarak çıkmıştı. Ahmet'in bir sene önce öldüğünü öğrenmişti.
Oysa lisede birlikte okurken üniversiteyi bitirip evleneceklerini söylüyorlardı birbirlerine.
<Bu ağaç bizim olsun Ahmet
<Tamam canım
Hemen kalemini çıkarıp ağaca bir kalp çizmiş ve içine isimlerini yazmıştı Ahmet.
Düşüncelere dalmıştı Suna. Apartopar banktan kalktı. Edinekapı Mezarlığına
gitti. Ahmet'i görememişti ama mezarına gidecekti. Bulacağına inanıyordu. Arkadaşları tarif etmişti.
Mezarlığın kapısında ki çiçekçiden, ençok sevdiği, birzamanlar sevdiğinin verdiği kırmızı gülleri aldı. Kapıda ki görevliye sordu. Birlikte aramaya başladılar.
İçinden durmadan
<Hadi Ahmet neredeysen bulayım diye dua ediyordu.
Sonunda buldu mezarı
<Ben kapıyı boş bırakamam hanfendi.
<Tamam siz gidin dedi Suna.
<Ahmet ben geldim.
Gözyaşları durmuyordu.
<Bak canım sana kırmızı güller getirdim. Birzamanlar sen alırdın hep bana.
Şimdi ben senin için aldım.
<Nekadar seviyorduk birbirimizi. Neden ayrıldık biz. Mutlu olacaktık oysa..
Nişan yüzüklerimizi bile almıştın. Gençlik işte mantıklı düşünemiyor ki insan.
Hem ağlıyor hem konuşuyordu Suna.
Evliliğinde çok acılar çektirmişti eşi. Devamlı aldatıyor ve manevi işkenceler yapıyordu. Sonunda dayanamayıp kızını da alıp annesinin yanına gitmişti. Aslında Ahmet'ten bir beklentisi yoktu. Çünki Ahmet'te evli ve iki kızı vardı. Yalnızca arkadaş olarak görmeye gitmişti. Trafik kazasında öldüğünü öğrenmesi onu geçmişe götürmüştü.
<Hani hatırlıyormusun canım pencereden işaretleşir önce sen çıkardın dışarı. Sonra da ben çıkardım. Önceleri kimse anlamasın diye. Otururduk çay bahçesinde.. çok güzel sohbetlerimiz olurdu. Nezaman iş ciddiye bindi. Evlenme kararı aldık. O yengen yok mu. Bizi ayırmak için yapmadığı kalmadı.
Ve bizi ayırdı. Belki sen de mutlu olamadın eşinle. Bense hiç olmadım. Bazen seni düşünürdüm. Seninle evli olsaydım mutlu olurdum. Sen beni anlıyan sevgi dolu biriydin.
Yine gözlerinde ki yaşlar sicim gibi iniyordu Suna'nın. Keşke bugün hiç uğramasaydım. İçimde ki aşk kırıntıları kalsaydı yerinde. Ama mazimin saf ve temiz aşkı köz gibi yanacak bundan sonra içimde.
Elinde ki gülleri mezarın toprağına tek tek bıraktı.
<Bundan sonra hep güllerle geleceğim. Mekânın cennet olsun Ahmet
Birzamanlar aşık olduğu deliler gibi sevdiği arkadaşını, gözü yaşlı olarak bıraktı. Hayat herzaman süprizlerle doluydu. Bazen böyle acı süprizler de insanın karşısına çıkabiliyordu.
Son düzenleyen goksu18; 6 Eylül 2007 17:35 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi