Arama

Ölüm - Tek Mesaj #37

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Şubat 2006       Mesaj #37
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÖLÜM. . AMA NASIL ÖLÜM?
Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz. (Hadis)
Yıllarca insanlara “iman bir vicdan işidir” diyerek imanı vicdanlara hapsedenler, bugün “Elhamdülillah müslümanım” diyenlere bile İslamî yaşantıyı askıya aldırdılar. Adeta inandığı gibi yaşamayan bir ülke haline getirdiler. Tabii bu anlayıştan “Ölüm” gerçeği de nasibini alarak unutulanlar arasına girdi.
Ölüm hakkındaki:
“Lezzetleri yenen ölümü çokca anın.”
“Siz insanoğlunun ölüm hakkında bildiklerinizi hayvanlar bilseydi onların vücutlarında et bulup yiyemezdiniz.”
“Mü’minin armağanı ölümdür.”
“Ölümü çokca anınız. Zira o günahları eritir ve dünyadan yüz çevirtir.”
“Ölüm öğütten ibarettir.” gibi hadisler hiç anılmaz, hatırlanmaz, anlamları üzerinde tefekkür edilmez oldu.
Ölümün dehşeti ve ölüm gerçeğini anlamak istemeyenlere, anlaşılmasını istemeyenlere şair aşık Seyrani bakın ne güzel söylemiş:
Can ipini ten yönünden. Soran kirmen olur bir gün
Sulu yalçınlar önünden. Açılan güller solar bir gün.
Gül dalında diken yarar. Diken güle vermez zarar
Turâb saçın baştan tarar. Saçakların yolar bir gün
Dünya olur bir gün harab. Ne bülbül kalır ne gurab
Rızka sebep olan turab. Gözlerine dolar bir gün
Acı tatlı yenmez olur. Yalan gerçek denmez olur
Taş çarh ile dönmez olur. Hep kesilir sular bir gün
Çal Seyrâni durma sazı. Hakk’a sen eyle niyazi
Sana secdesiz namazı. Kısmet olan kılar bir gün.
Ateist olsun, inkârcı olsun, meydanlarda laiklik ve çağdaşlık nutku atarak verilen Kur’an-ı Kerim’i, öptükten sonra fötr şapkasının altına koyanlara sorsan “ölüm gerçektir.” derler (yiğitlikleri varsa demesinler) demesine ama ölüme hazırlanmak (İslamî ölçüler içerisinde) sözkonusu olunca “ıgık, mıgık” derler.
İslam’ın dışında bir hayatı isteyen ve bu uğurda mücadele vererek Bedir Savaşı’nda ölenlere Peygamberimiz (s.a.v.):
“Ey falan oğlu falan! Ey filan oğlu filan! Uğrunda mücadele verdiğiniz idarenin temsilcilerinin vadettiği yardım size zafer kazandırdı mı?
Ey ölüler! Bilmiş olunuz ki ben Rabbimin bana vadettiği yardım ve zaferi gerçek olarak buldum.” demek suretiyle dünyadaki yalancı ilahların kendilerine bir şey kazandırmadıklarını vurgulamıştır.
Ölüm ve ölümü hatırlama, ölüme hazırlık konularını hadisler ışığı altında kısaca değindikten sonra yazımızın asıl konusu olan “Nasıl ölüm?” konusu üzerinde duralım.
Evet ölüm ama “Nasıl ölüm?” Ölüm anına gelinceye kadar yaşantımızla büyük ilgisi olan bu an nasıl gerçekleşecek. Yani ölümümüz iyi mi olacak, kötü mü olacak?
Ölüm anlarındaki hal ve durumları bir takım kaynaklardan anladığımıza göre Rasulullah (s.a.v.) şunları söylemiştir:
“Ölüm halinde olan kimsede üç şeye dikkat ediniz. Alnı ve yanakları terlerse; gözlerinden yaş akarsa; burun delikleri şişip genişlerse, ona Allah’ın rahmeti inmiştir.”
“...Zira hiç bir müslüman yoktur ki; ölümü anında Kelime-i Tevhid’i söyleyip de cehennemden kurtulmuş olmasın.”
Peygamberimizin ölümü hakkında Aişe (r.anha) diyor ki:
“Rasulullah (s.a.v.) benim evimde, benim kollarımda öldü. Efendimizin önünde su dolu bir kova vardı. Elini içine soktu ve:
- “La ilahe illallah, gerçekten sekeratı, sarhoşlukları, sancıları varmış” diyerek ellerini açtı ve:
- “Rafik-i A’lâ, Rafik-i A’la” dedikten sonra:
- “Allah’a, Sidret-i Münteha’ya, Me’va Cennetine, Firdevs-i Â’la’ya, dolu dolu kaselere, Refik-i A’lâ’ya, Paya Kutlu hayata! ifadelerini kullanıyor.
Allah Rasulü her baygınlık geçirdiğinde, bilakis “Rafik-i A’lâyı isterim” diyordu. Yine kendinde konuşacak kuvveti bulduğunda “Namaz, namaz”, “Cemaatla namaz kıldığınız sürece birbirinize bağlılığınız devam eder” diye tekrarlıyordu.
...
Rasulullah (s.a.v.) pazartesi günü kuşluk ve zeval arasında ruhunu teslim etti. (Cenab-ı Hak şefaatına bizi nail eylesin. amin)
Hz. Ebubekir Rasulullah’ın vefatından sonra yüzüne bakarak:
- “Sağ iken de güzeldin, ölünce de güzelsin.” ifadesini kullanmıştır. Ölümlerin en güzelini Cenab-ı Hak Rasulullah’a nasib etmiştir.
Yine unutulmayan ölüm anlarından biri de biliyorsunuz Yavuz Sultan Selim’in ölüm anıdır.
Yavuz Sultan Selim ölümle pençeleşmektedir. Hasan Can’ın elinde Kur’an-ı Kerim Yavuz’a: Haşmetlim.
- Allah’la beraber olmanız yaklaştı deyince o cengaver kumandan yattığı yerden aniden doğruluyor:
- Hasan Can... Hasan Can biz ne zaman Allah’la beraber olmadık?..
Harun-i Reşid öleceği sıra kefenlerini kendi eliyle seçer, onlara bakar ve Hakka süresinin.
“Malım bana fayda vermedi. Bütün saltanatım benden ayrılıp mahvoldu” mealindeki yirmi sekiz ve yirmi dokuzuncu ayetlerini okuyarak vefat eder.
Muaz (r.a.) vefat ederken şöyle yakarır:
- Allah’ım! Ben daha önce senden korkuyordum. Ama bugün senden umuyorum! Allah’ım! Sen biliyorsun ki ben dünyayı ve dünyada kalmayı seni zikretmek için istiyordum.
Çok büyük sancılar çeken Muaz zaman zaman bayılıyor, ayılınca:
“Allah’ım! Beni ne kadar boğarsan boğ! İzzetime yemin ederim ki kalbim seni sevmektedir.” diyerek vefat ediyor.
Selman-i Farisi son demlerini yaşarken ağlar.
- Niye ağlıyorsun? diye sorarlar.
- Dünyadan ayrılacağım için değil, ancak Allah Rasülü bizlere dünyalık olarak bir süvarinin menziline varacağı kadar aldığı azık kadar azık almamızı vasiyyet etmişti. Acaba bu vasiyyeti yerine getirebildim mi?” diye ağlıyorum der.
Ölüm döşeğindeki Ruveyme’ye:
- La ilahe illallah de, denilir.
O da:
- Ben zaten ondan başkasını güzel söyleyemem ki der.
El-Ceriri anlatıyor:
- Cüneyd-i Bağdadi son demlerini yaşarken yanına vardım. Günlerden Cuma idi ve Nevruz gününe isabet etmişti. Kur’an-ı hatmetmek üzereydi.
Kendisine:
- Ebul Kasım bu halde mi Kur’an’ı hatmediyorsun?
Cüneyd:
- Ömür sayfam dürülürken bu işi yapmaya benden daha layık kim olabilir? diyor.
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz... Evet İslam’a göre yaşayanlar onun gerektirdiği güzellikleri (sıkıntılı da olsa) tadarak öldüler.
Bir de madolyonun öbür yüzüne bakalım.
Bizzat şahit olduğum bir olayı konuya açıklık getirmesi için anlatmaya çalaşacağım.
Kesin olarak hatırlayamadığım bir tarihte Kayseri’ye bir dostumu ziyarete gitmiştim. Hal hatır, hoş sohbetten sonra ev sahibi kardeşimiz:
- Bir komşumuz var. Kendisi şu anda ölüm döşeğinde. Hayatı hiç İslam’a uygun olmamasına karşın inancımızın gereği ziyaretine gitmem gerekir. Gelin beraber gidelim dedi.
Ömrü boyunca içki, kumar bilhassa tavla oyununun müptelası olarak ömrünü geçiren komşusunun yanına vardık. Gerçekten ölmek üzereydi. Arada bir ellerini kaldırarak anlaşılması güç bir şeyler söylemeye başladı. Söylediklerine kulak verince “şaşı, beşi” gibi sözlere benzer bir şeyler söylediği anlaşılıyordu. Bunu duyan aile ve çevresi buruk ama memnuun bir ifadeyle:
- Görüyor musunuz, kelimeyi şehadet getiriyor. İmanın kimde olduğu belli olmaz der gibi yüzüme baktılar. Sevinmişlerdi. Sonra hastanın el hareketi ile sözleri iyice netlik kazanmaya başladı. Eliyle zar atıyor, diliyle de “şeş-beş” diyordu. Hayatta çok kullandığı sözlerle ve el hareketlerini yaparak ölüyordu...
“Allah’ım! Ahiretin hayrını engelleyen herşeyden Sana sığınırım. Ölümüm hayrını engelleyen hayattan Sana sığınırım! Amelin hayrına mani olan kuruntulardan yine Sana sığınırım.” (Amin)