Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Şubat 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KIYAMET ÖNCESİ SON DEVRE ALÂMETLERİ

«İşte İsevîliğin din-i hakikisi zuhur([225]) ile ve İslâmiyet’e inkılab etmesiyle çendan âlemde ek­se­riyet-i mutlakaya nurunu neş­reder. Fakat yine kı­yamet kop­masına yakın tekrar bir dinsizlik cere­yanı baş gösterir, galebe eder. Ve “Elhükmü-lil-ek­ser”([226]) ka­ide­since, yeryü­zünde “Allah Allah” diyecek kalmıya­cak, yani ehemmi­yetli bir cemaat, Küre-i Arz’da mü­him bir mevkie sahip ola­cak bir surette “Allah Allah” denilmiyecek demektir. Yoksa ekalli­yette([227]) kalan veya­hut mağlub düşen ehl-i hak, kıya­mete kadar baki kalacak; yalnız, kıyametin kopa­cağı anında, kı­yametin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına ko­pacak­tır.» (Mektubat sh: 58)
«Amma Güneşin mağribden tulûu ise, be­dahet de­recesinde bir alâmet-i kıya­met­tir. Ve beda­heti için, ak­lın ihtiyarı ile bağlı olan tevbe kapısını kapayan bir hâ­dise-i semaviye olduğundan tefsiri ve mâ­nâsı za­hir­dir, te’vile ihtiyacı yoktur. Yalnız bu ka­dar var ki: Allahu a’­lem, o tuluun se­beb-i zahirîsi:
Küre-i Arz kafasının aklı hükmünde olan Kur’an onun başından çıkmasıyla ze­min di­vane olup, izn-i İlahî ile başını başka Seyya­reye çarpmasıyla hare­ketin­den geri dönüp, garbdan şarka([228]) olan seyaha­tını, irade-i Rabbanî ile şarktan garba tebdil et­mekle Güneş garb­dan tulua([229]) başlar Evet arzı şems ile, ferşi arş ile kuv­vetli bağlayan Hablullah-il-metin([230]) olan Kur’anın kuvve-i cazibesi kopsa; küre-i arzın ipi çözülür, ba­şıboş serseri olup aksiyle ve intizamsız ha­re­ketinden Güneş garbdan çıkar. Hem mü­sa­deme neticesinde emr-i İlahî ile Kıyamet kopar diye bir te’­vili vardır.» (Şualar sh: 591)
Kıyamet şerli insanların başına kopar. Bak: Sahih-i Müslim, 2949. hadîs ve İbn-i Mace 4039. hadîs.
Sual: «Kıyametin hâdisatından er­vah-ı ba­kiye mü­teessir olacaklar mı?
Elcevab: Derecatlarına göre müteessir ola­cak­lar. Melaikelerin tecelliyat-ı kahri­yede kendilerine göre müteessir oldukları gibi, müteessir olurlar. Nasılki bir insan sı­cak bir yerde iken, hariçte kar ve tipi içinde tit­riyenleri görse, akıl ve vicdan itibariyle mü­teessir olur. Öyle de; zişuur olan ervah-ı bakiye, kâinatla alâkadar oldukları için, kâ­inatın hâdisat-ı az­îmesinden derece­lerine göre müteessir olmala­rını; ehl-i azab ise elemkâ­rane, ehl-i saadet ise hayretkârane, is­tiğrabkârane,([231]) belki bir cihette istib­şarkâ­rane([232]) teessü­ratları bulunma­sını, işarat-ı Kur’aniye gösteriyor. Zira Kur’an-ı Hakîm her za­man kıyametin acaibini tehdid sure­tinde zikredi­yor. “Göreceksiniz” diyor. Halbuki cism-i insanî ile onu görenler, kı­yamete yetişenlerdir. Demek kabirde cesed­leri çürüyen ervahların da o tehdid-i Kur’aniyeden his­seleri var.» (Mektubat sh: 58)
ÂHİRZAMAN FİTNESİNİN İFSADATINA KARŞI ISLAHAT HAREKETİ HAKKINDA BİR TETİMME

Risale-i Nur eserlerinde “Sonra gele­cek zât ve sair ifade şekilleriyle yapılan tavsi­fatla nazara verilen ve hakiki Mehdi ve Mehdiyete bağlı ve onun geniş da­iresini temsil edip vazife görecek olan zâta ait bazı ifade­ler vardır. Bu ifadeler­den bir kısmı aynen şöyledir:
«Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.).S.M.); cihe­tin­deki sal­tanatı…» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 266)
«Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ve itti­had-ı İslâm ordula­rıyla zemin yüzünde sal­tanat-ı İslâmiyeyi sür­mek…» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 267)
Bilindiği gibi Hilafet, İslâm millet ve dev­letleri­nin şeair ve İslâmî hayat cihetiyle or­tak idare merkezi ve temsilciliği­dir. Demek o zât, böyle geniş siyasî saltanata yani mümessil­lik vasfıyla hâkimiyete sahip olacak.
«O zâtın üçüncü vazifesi; Hilafet-i İslâmiyeyi itti­had-ı İslâma bina ederek, İsevî ru­hanileri ile itti­fak edip Din-i İslâm’a hizmet etmek­tir.» (Sikke-i Tasdikî Gaybî sh: 9)
Bu ifade dahi mezkûr hükmü aynen teyid eder ve İsevî ruhanileriyle ittifak etmek de, bü­yük vazifeleri ara­sında yer alır.
«Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim ce­re­yanlar var ki, herşeyi kendi hesabına al­dığı için, fa­raza hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cere­yanlara kaptırmamak için Si­yaset âlemin­deki vazi­yetten feragat edecek ve hede­fini değiştire­cek diye tahmin ediyorum.» (Kastamonu Lâhikası sh: 90)
Bu beyanda geçen “Bu zamanda” kaydı, itti­had-ı İslâm teşekkül etmeden, onun kuvve­tine sahip ol­madan mânâsında olduğunu, hem yukarıdaki ifadelerden hem Külliyat mü­vace­he­sinde hem de mantıkan anlamak icab eder. Demek ittihad-ı İslâmın teşekkülü evlevi­yet ve aciliyet ka­zanı­yor.
«Bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hz. Mehdi’nin şakirdleri olabi­lir…» (Şualar sh: 720)
«Yüz sene sonra Nurların ektiği to­hum­la­rın sün­büllenmesi ile aynen o geniş daire, Nur da­iresi olacak.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 112)
Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki; geniş da­ire fü­tuhatı, inayet-i İlahiyeye istinad eden Risale-i Nur’un manevî kuv­ve­tinin eseridir. Şu halde Risale-i Nur ve Müellifi, esas teşkil edip metbuiyyet ve âmiriyyet maka­mındadırlar. Zira Bediüzzaman Hazretlerinin sarih ifade­siyle:
«Sonra gelecek o mübarek zât, Risale-i Nur’u bir proğramı olarak neşir ve tatbik edecek.» (Sikke-i Tasdik sh: 9) şeklindeki beyanı…
Hem yine her asra hisse-i dersini veren had­îs­teki ‘la tezalü taifeten’ ile işaret edilen Bediüzzaman ve has dairesindeki taifeye atfen:
«O zât, o taifenin uzun tedkikatıyla yaz­dık­ları eseri kendine hazır bir proğram ya­pa­cak…» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 266)
İfadesinin sara­ha­tıyla; o zâtın Risale-i Nur’a istinad ve teba­iyet edeceği hükmü, tevil kaldırma­yacak dere­cede açık­tır.
Mezkûr hakikatı teyid eden fakat gayet te­vazu ma­ka­mında yazılan ve İbn-i Mace 4088. hadîsiyle işaret edilen şu ifade de o zâta bakar:
«O ileride gelecek acib şahsın bir hiz­metkârı ve ona yer hazır edecek bir düm­darı([233]) ve o büyük ku­man­da­nın pişdar([234]) bir ne­feri oldu­ğumu zannediyo­rum.» (Barla Lâhikası sh: 283)
Rivayetlerde âhirzamanda geleceği müjde­lenen ve zu­lümatı dağıtacak olan manevî kuv­vet, Nur Risalelerinde te­celli eden hakaik-i Kur’aniye ve ima­niyye olduğu, Risale-i Nur’da tekraren nazara veril­miştir.
Zübdet-ül Buhari Tercemesi 958. hadî­sin haşi­yesinde, Er-Raid Lügatı’nın beyanına göre “Harbte na­’ra atan kah­raman” mânâ­sında olan “Cehcah” vas­fıyla tavsif edilen bir zâtın geleceği (Şarkavî Şerhi’nden naklen) şöyle ifade edilir:
«Bu kişinin adı Cehcah’tır. Çok kıymetli bir zât olup, Mehdi’den sonra ortaya çıka­cak, onun yo­lunu tu­tacaktır. Çoban koyunu nasıl sürerse, Cehcah da ci­hangir olarak bütün ülkeleri idare edecek, herkes ona bo­yun eğecektir.»
NOT:
Yukarıda zikredilen “yüz sene sonra” ve sair şekil­deki ifadelerin tarihî tesbit­leri, ayrı bir tedkikat iste­diği ve ayrı bir mes’ele olduğu ci­hetle ele alınmadı.
Risale-i Nur’dan çok kısa olarak nakle­dilen mezkûr parçalarda görüldüğü gibi; “bir asır sonra gele­cek” ve “gelecek zât” gibi ifade­lerle bir zâtı haber veren Bediüzzaman Hazretleri olduğuna göre, bu beyanlar kendi­sini değil, ken­di­sinden sonra gelecek olan şahıstan bah­set­tiği zâhirdir.
Hem yine mezkûr nakillerde o zât hakkın­daki şu ifade­ler:
“Hilafet-i Muhammediye ci­hetindeki salta­natı” yani si­yasî hâkimiyet makamına sahip olacağı ve bu vazifesini “ittihad-ı İslâma bina edeceği” ve “İsevî ru­hanileriyle ittifak edeceği” ve “hayatın geniş da­iresinde” vazifedar olacağı gibi beyanlarla bildirilen vazifeleri, siyasî icra­atlardır.
Halbuki Bediüzzaman Hazretleri mez­kûr siyasî vazife­lerle bizzat iş­ti­gal etme­miş ve iman üzerinde bütün mesaisini hasretmiş­tir. Ancak şu var ki; o gelecek diye bahsedilen zât, geniş da­irede Risale-i Nur’u proğram yaparak ve Risale-i Nur’a bağlı kala­rak hizmet eder.
Buna göre bu zâtın vazife makamı, Risale-i Nur’un ve müelli­finin seviyesinde ol­mayıp teba­iyet maka­mında bulu­nacağı da sarihtir.
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un şahs-ı manevî­sini ve üstünlü­ğünü tavsif ve beyan eden pek çok ifadele­riyle bu hükmü sarahatla ortaya koyar ve Risale-i Nur’u merci’ gösterir ve tekraratla ilân eder ve etmiştir.
Meselâ elyazma Emirdağ Lâhikası’nda talebele­rine hitaben şöyle diyor:
«Risale-i Nur hakkındaki hüsn-ü zannı­nız daha fevkinde Risale-i Nur’a lâyıktır. Çünki Kur’an-ı Hakîm’in bir mu’cize-i ma­neviye­sidir. Âhirzamanda gelecek Hazret-i Mehdi de ona o kıymeti verecek itika­dın­dayım.»
Hem yine Risale-i Nur’un muhtelif yer­le­rinde geçen ve “iman, hayat, şeriat” olarak ifade edilen üç vazifenin en mü­himmi “iman” olduğu ve bu vazife de tamamen Risale-i Nur’un ve halis, sadık ve has şakirdle­rinin vazifesi ol­duğu; geniş daireye bakan diğer iki vazife ise imana nisbeten ikinci, üçüncü derecede olduk­ları ve Risale-i Nur’un proğra­mına göre yürütü­leceği, yani Risale-i Nur’a bağlı kalınacağı be­yan ediliyor ki yine Risale-i Nur’un vazife ma­kamının ul­viyetini gösterir. Bu beyanlardan birkaç nümunesi şöyledir:
«Hem üç mes’ele var: Biri hayat, biri şe­riat, biri imandır. Hakikat noktasında en mü­himmi ve en azamı, iman mes’elesidir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 90)
«…üç vazifesinden en mühimmi ve en bü­yüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahki­kîyi neşr ve ehl-i imanı dalâletten kur­tar­mak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazi­feyi aynen bitemamiha Risale-i Nur’da görmüş­ler.» (Sikke-i Tasdik sh: 9)
«Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mes­leği olan imanı kurtarmak ve imanı tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, manen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici mânâsının tam sarahatını ifade ettiği için, Nur şakirdleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü dere­cedir diye, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı ola­rak bir nevi Mehdi te­lâkki ediyorlar.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 266)
«Hattâ eski evliyanın bir kısmı, ke­ra­met-i gaybi­yelerinde Risale-i Nur’u aynı o âhirzamanın hidayet edicisi olduğu diye ke­şifleri, bu tahkikat ile te’vili an­laşılır.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 267)
«Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın altı ay­lık hi­lafeti ile beraber Risale-i Nur’un Cevşen-ül Kebir’den ve Celcelutiye’den al­dığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaik-ı ima­niye noktasında Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın kısacık müdde­tini uzun bir za­mana çevi­rerek tam beşinci halife na­zarıyla baka­biliriz. Çünki adalet-i hakikiye ile bu asırda insan­ları mes’ud ede­bilir bir istidadda bulunan, Risale-i Nur’dur ve onun şahs-ı manevîsi, Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın bir muavini, bir mü­tem­mimi, bir manevî veledi hükmündedir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 72)
«Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siya­set-i İslâmiye için, gayet ehemmi­yetli birer müceddid is­ter. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-ı ima­niyeyi mu­hafaza noktasında tecdid vazi­fesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve ha­yat-ı içti­maiye ve siyasiye da­ireleri ona nis­beten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede ka­lıyor.
Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hak­kında zi­yade ehemmiyet ise, imanî hakaik­teki tecdid iti­ba­riyledir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 189)
«Bu asırda, Cenab-ı Hakk’a hadsiz şü­kür olsun ki, Risale-i Nur’un hakikatına ve şakirdlerinin şahs-ı ma­nevîsine, hakaik-ı imaniye muhafazasında tecdid vazi­fesini yaptırmış. Yirmi seneden beri o vazife-i kudsi­yede te’sirli ve fatihane neşriyle gayet dehşetli ve kuv­vetli zendeka ve dalâlet hü­cumuna karşı tam mukabele edip, yüzbinler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk­binler adam şehadet eder.» (Kastamonu Lâhikası sh: 190)
Risale-i Nur’un makamını ve ehemmi­yetini be­yan eden buna benzer daha pek çok ifadeler gösteriyor ki, asıl merci’ ve söz sahibi Risale-i Nur’dur. Daire-i Nur dâhilinde olanlar, ondan başka bir fikir ve hareket tarzını getire­mezler. “Risale-i Nur’un talimatı dairesinde” (Emirdağ Lâhikası-I sh: 73) hizmet ederler.
Risale-i Nur, dinin teferruatından ve az bir kısmı müs­tesna olarak içtihadî mes’elele­rinden bahsetmez. Geniş da­irenin mes’elelerini, ileride teşekkülü beklenen “mütehassıs heyetle­rine” bı­rakır.
Evet «Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyenin ka­nunla­rını da ihata eden dinin geniş daire­sinden bahset­mez. Belki asıl mevzuu ve he­defi, dinin en has ve en yüksek kısmı olan imanın erkân-ı azîmesinden bahse­der.» (Tarihçe-i Hayat sh: 231)
Geniş dairede bir kısım teferruat mesa­ili­nin ta’­dil ve teşrii için ihtisas heyetlerini ha­tır­latan şu ifade de dikkat çe­kicidir:
«Evet bu zaman hem iman ve din için, hem ha­yat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siya­set-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer mü­ceddid ister.» (Kastamonu Lâhikası sh: 189)
Evet Osmanlı Devleti’nin son devrinde “Şûra Heyeti”nin lüzumunu anlatan Bediüzzaman Hazretleri aynı o teklifini; “Şimdi âlem-i İslâmın mütemerkiz([235]) noktasına tek­rar arzediyorum.” diyerek tâ gelecek­teki itti­had-ı İslâmın merkezine kadar ucu uzanan re­yini be­yan eder.
İşte bir nebze nümunesini gördüğümüz ve risale­lerde serpilmiş ifade ve beyanlara kül­liy­yen bakılıp dik­kat edi­lirse; Risale-i Nur, ge­niş daireye esasat cihetinde proğramını ver­miş ol­duğu görülür. Bundan da anlaşılı­yor ki; gele­cekteki va­zifedarlar, Risale-i Nur’a sahip çı­ka­caklar, emir ve tavsiyele­rine dikkat edecekler ve Risale-i Nur’un metbuiyet makamını teba­iyetleriyle mu­hafaza ede­ceklerdir.
NETİCE

Ahirzaman fitnesinin dehşetli ifsadatını tamir, ıslah ve halkı tenvir ve irşad vazifesini Bediüzzaman ve şakird­leri, muannid düşman­larına karşı en ağır şartlar içinde hayatla­rını ortaya koyarak, en kudsî ve en büyük vazife olan iman hakikatlarını keşif ve neşirle; haki­kat nokta-i nazarında as­rın rivayetlerde müjde­lenen en haşmetli ta­rihî hâdisesini or­taya koy­muşlar, küfrün belini kırarak da İslâmî hayat ve iç­timaiyatın zeminini hazırlamışlardır.
Bu hakikatı, yani bi­rinci vazife olan iman hizmeti­nin ve vazifedarlarının emsal­siz üstünlüğünü daima nazara ve­ren Bediüzzaman Hazretleri, bir talebesinin mektubuna verdiği cevabda aynı mes’eleye dikkati çeker ve der ki:
«Muhbir-i Sâdık’ın([236]) haber verdiği “Manevî fütu­hat yapmak ve zulümatı da­ğıtmak, za­man ve ze­min hemen hemen gelmesi” diye fıkrasına, bütün ruh u canı­mızla rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz, te­menni ediyo­ruz. Fakat biz Risale-i Nur şakirdleri ise: Vazifemiz hiz­mettir, vazife-i İlâhiyeye ka­rış­mamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina et­mekle bir nevi tec­rübe yapma­mak olmakla bera­ber; kemmiyete değil, keyfiyete bak­mak; hem çok­tan beri sukut-u ahlâka([237]) ve hayat-ı dün­yeviyeyi her cihetle hayat-ı uh­reviyeye([238]) tercih ettirmeye sevke­den dehşetli esbab([239]) altında Risale-i Nur’un şim­diye kadar fütuhatı([240]) ve zındıkla­rın ve dalâletlerin sav­let­lerini([241]) kırması ve yüzbinler bîçare­lerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakiki mü’min talebeleri yetiş­tirmesi, Muhbir-i Sâdık’ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuat ile isbat etmiş ve inşâallah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki; inşâallah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu çı­karamaz. Tâ âhir­zamanda, haya­tın geniş dairesinde asıl sahibleri Cenab-ı Hakk’ın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o to­humlar sünbül­lenir. Bizler de kab­rimizde sey­redip, Allah’a şükrederiz.»
Bediüzzaman Hazretlerinin mezkûr tarz­daki ifadele­rinden anlaşılıyor ki; geniş daire va­zife­darları, Risale-i Nur’daki Kur’an ve iman haki­katlarını geniş çapta ve res­men neşir ve tat­bikle Risale-i Nur’un irşad sahasını genişle­tir­ler, kendi ilimleri ile irşada girişmezler.

***
KAYNAK ESERLER


Barla Lâhikası, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Büluğ-ul Meram Tercümesi, Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat - İstanbul 1967
Elmalılı Tefsiri (Hak Dini Kur’an Dili), Hamdi Yazır, II.Baskı, İstanbul 1960-1962
Emirdağ Lâhikası, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Gençlik Rehberi, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Hutbe-i Şamiye, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1990
İbn-i Mace Tercemesi, Kahraman Yayınları, İst.-1982-1983 (10 cilt)
İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat
İslâm Prensipleri Ansiklopedisi, İttihad Yayıncılık, 4 cilt, İstanbul 1994
İşarat-ül İ’caz Tercümesi, Bediüzzaman Said Nursî, Mütercim: Abdülmecid Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Kastamonu Lâhikası, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Kenz-ül Ummal, Suyutî ve Burhan-ı Fevrî, 16 cilt, Halep tarihsiz
Keşf-ül Hafa, Matbaat-ül Fünun, Haleb (2 cilt)
Lem’alar, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Mektubat, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Mesnevî-i Nuriye Tercümesi, Bediüzzaman Said Nursî, Mütercim: Abdülmecid Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1991
Mesnevî-i Nuriye Tercümesi, Bediüzzaman Said Nursî, Mütercim: Abdülkadir Badıllı, 670 sh. İstanbul 1980
Mişkât-ül Mesabih, Veliyyüddin-i Tebrizî, 3 cilt, Beyrut 1961
Muhakemat, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Münazarat, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İst. 1993
Müsned-i İmam-ı Ahmed, Ahmed bin Hanbel, 6 cilt Beyrut
Osm. Mektubat, Bediüzzaman Said Nursî, 744 sh.
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav Yayınları, İstanbul 1990
Ramuz-ül Ehadîs, Abdülaziz Bekkine, Milsan-1982, 2 cilt
Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları, Abdulkadir Badıllı, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992
Sahih-i Buhari Muhtasarı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından, II.baskı, 12 cilt
Sahih-i Müslim Tercemesi, M. Sofuoğlu, İrfan Yayınları-1967, 8 cilt
Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Sözler, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Sünuhat, Tuluat, İşarat, Bediüzzaman Said Nursî, Gaye Matbaası, Ankara 1976
Şualar, Bediüzzaman Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1993
Tac Tercemesi, Bekir Sadak, Sinem Matbaası, İstanbul 1968-1975
Tarihçe-i Hayatı, B. Said Nursî, Envâr Neşriyat - İstanbul 1992

Son düzenleyen NeutralizeR; 13 Mart 2017 20:07