Arama

Osmanlı İmparatorluğu - Tek Mesaj #27

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Şubat 2006       Mesaj #27
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SAVAŞLAR

Balkan Cephesi

Bulgaristan'a giren Rus Kuvvetleri üç kola ayrıldı. Bir kol her ihtimale karşı Ziştovi Bölgesinde bırakıldı. Bir kol Niğbolu'ya, Veliahtın bizzat kumanda ettiği bir kol da Yantra'ya doğru ilerledi. Ziştovi Bölgesinde kalan kuvvetlerin bir kısmı General Gurko komutasında Tırnova'yı zaptetti. Böylece Ruslar, Tunca Vadisine giden yolların kavşağını ele geçirmiş ve Balkan geçitlerini tutmuş oluyorlardı. Bunlardan birisi de stratejik önemi çok büyük olan Şipka Geçidi idi. Şipka'ya iki taraftan taarruz edildi. Osmanlı Askerinin kahramanca direnişi bu taarruzları boşa çıkardı. Bununla beraber geçidin er geç düşmesi ve buradaki kuvvetlerin esir olması kaçınılmazdı. Çünkü arada büyük güç farkı vardı. Hulusi Paşa, bunun üzerine teslim olacağını bildirerek Rusları oyaladı. Sonra askerini geçidin yanlarındaki yollardan çıkartıp esir olmaktan kurtardı. Aldandıklarını anlayan Ruslar, hücum ederek geçidi işgal ettiler. Bu sayede Ruslar, Bulgaristan'ı ele geçirmiş oldular. Türklere karşı emsali görülmemiş bir öldürme hareketi başladı. Rus ve Bulgar akıncıları Yeni Zağra ve Eski Zağra dolaylarına kadar olan bölgeyi kan ve ateş içinde bıraktılar. Bu olaylar İstanbul'da çok kötü etkiler uyandırdı. II. Abdülhamit sonunda Redif ve Abdülkerim Paşaları azletti ve savaşın İstanbul'dan idaresinin mümkün olamayacağını kestirerek Tuna Ordusu Komutanlığı'na Mehmet Ali Paşa'yı getirdi. Süleyman Paşa ve Rauf Paşa kuvvetlerini birleştirerek Yeni Zağra ve Eski Zağra'yı ele geçirdiler. Ancak Ruslar, Şipka Geçidi'ni büsbütün takviye ettiklerinden geçit ele geçirilemedi. Ele geçirilseydi muhakkak ki savaşın sonucu da değişirdi.

Plevne Savunması

Ruslar için önlerinde tek engel olarak Plevne vardı. 3 Eylül'de saldırmışlar ancak Osman Paşa'nın dayanması sonucu ilerleyememişlerdi. Rusların İstanbul'a istedikleri gibi inemeyip Plevne'de oyalanmaları Rus Ordusu'nda yılgınlık ve ümitsizliğe yol açmıştı. Nihayet 19 Temmuz sabahı düşman üç koldan Plevne'ye saldırdı. Taarruz için açtığı ateş askerden ziyade kasaba halkına zarar vermişti. Plevne, Batı Bulgaristan ve Balkan geçitlerine giden yolların kavşak noktası idi. Bu yüzden Ruslar buraya çok önem verdiler. Osman Paşa topçu ateşine 2 saat kadar karşılık verdikten sonra ateşi kesti. Ruslar Osmanlı topçusunu susturduklarını sanarak taarruza kalkıştılar. Bu taarruz kırıldı ve Osman Paşa karşı hücumla düşmanı çekilmeye mecbur bıraktı. Osman Paşa, düşmanı takip etmek istedi. Ama İstanbul'daki Paşaların Plevne'den çıkmamasını emretmesi ve Süleyman Paşa ile olan irtibatsızlık sonucu Ruslar fazla kayıp vermeden çekildiler.
Harp, Yıldız Sarayından idare ediliyordu. Halbuki tarihte, saraydan idare edilerek kazanılmış bir harp yoktu. Ruslar birçok taarruz gerçekleştirdiler ancak başarılı olamadılar. Plevne'nin ancak kuşatmayla ele geçirilebileceğini anlayan Ruslar, Romanya'dan yardım alarak toplam 130.000 asker ve 450 topla Plevneyi kuşattılar. Halbuki Türk Kuvveti 42.000 kişi ve 72 toptan oluşuyordu. Türkler 3 kuşatma çemberinden ikisini yarmayı başardı. Ancak neticede teslim olmaya mecbur kaldı.
Savaş sırasında isyan ederek bağımsızlığını ilan eden ve kuşatmada ordusu ile Rusya'ya yardım eden Romen Prensi'nin elini sıkmayan Gazi Osman Paşa, daha sonra Rusya'ya gönderildi. Rus subayları, yarasına rağmen ayağa kalkan Osman Paşa'yı "Bravo!!!" sesleriyle selamlarken General Skobeleff: "Bu yüz, büyük bir kumandanın yüzüdür. O'nu gördüğüme çok sevindim. Gazi Osman Paşa muzaffer bir kumandandır. Teslim olmuş olmasına rağmen muzaffer sayılacaktır" diyordu. Osman Paşa derhal Grandük'ün çadırına götürüldü ve yarası muayene edilip sarıldı. Plevne Kahramanları harp tarihini değiştiremediler ise de Türk Ordusu'nun askerlik şerefini kurtarmış oldular.
Plevne'nin düşmesinden sonra olaylar çorap söküğü gibi geldi. Sırbistan da Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. Ruslar ise Edirne'ye kadar ilerlemişlerdi. Osmanlı Kuvvetleri Rusların Edirne'ye girmelerini geciktirdiler; ancak Ruslar 20 Ocak'ta Edirne'ye girdiler.


Kafkas Cephesi

Osmanlıların 55.000, Ruslar'ın ise 120.000 kişilik orduları vardı. Rus Kuvvetleri Osmanlı topraklarına üç koldan girdiler; Kars, Doğu Bayezıt ve Ardahan kısa sürede ele geçirildi. İlk önce Doğu Bayezıt kaybedildi (20 Nisan). Bu kuvvet, ikinci kolun Ardahan'ı ele geçirmesiyle (17 Mayıs) ikinci kolla birleşip Kars üzerine baskı yapmaya başladı. Şark Ordusu Umum Komutanı Ahmet Muhtar Paşa, Kars'ın ele geçirileceğini görünce kuvvetlerinin bir kısmını Erzurum'a doğru kaydırdı. General Melikof, 25 Haziran'da Ziyin'de Osmanlı Kuvvetleri'ne saldırdı ama bin pişman oldu. Osmanlı'nın taarruzu ile karşılaştı ve Gümrü'ye kadar geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak Osmanlı'nın bu başarısı uzun sürmedi. Rus Kuvvetleri takviye edilirken Osmanlı Kuvvetleri gün geçtikçe erimekteydi. Bu yüzden 4 Kasım'da Deveboynu'na saldırdıklarında Osmanlı Kuvvetleri'nin önce merkezini sonra da kanatlarını yoğun top ateşi ile dağıttılar. Ancak Gazi Ahmet Muhtar Paşa komutasındaki ordu, komutanın başarılı taktikleri ile çok fazla kayıp ve esir vermeden Erzurum'a kadar çekildi. 9 Kasım gecesi Ruslar Aziziye Tabyası'na hücum ettiler. Ancak Türk Kadını Nene Hatun'un teşvikiyle ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa komutasındaki askeri kuvvetlerin yardımı ile Aziziye Tabyası'ndan düşman atıldı. Ancak 19 Kasım'da Kars düştü. Kale ile birlikte 800 subay, 17.000 er, 300 top ve pek çok mühimmat Ruslar'ın eline geçti. Kışın gelmesiyle Ruslar Erzurum'u kuşatmaktan vazgeçtiler. Osmanlı Ordusu'nun bir kısmı Bayburt'a çekildi. Başarılı Şark Ordusu Komutanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa da Rumeli'ye gönderilmek üzere İstanbul'a çağrıldı.
Ruslar, belki başlangıçta planladıkları gibi Erzurum'u ele geçiremediler. Ancak Osmanlı Ordusu'nu bir hayli yıpratmış oldular. Bu da Rus Ordusu'nun moralini yükseltmekte ve "Osmanlı'nın yenilmezliği" önyargısını unutmalarına sebebiyet vermekteydi. Savaşı kazanmak için askerde bulunması gereken en önemli unsurlardan biri "moral"dir. Bu savaş da bunun bir ispatıdır. Nitekim bu galibiyetler, Balkan Cephesi'nde duyuldukça savaş onların lehine dönmekte gecikmeyecekti.


Ayastefanos Antlaşması

Ruslar, 20 Ocak'ta Edirne'ye girer girmez II. Abdülhamit, Rauf Paşa'yı göndererek mütareke isteminde bulundu. II. Abdülhamit, mütarekeyi imzalamak üzere Servet ve Namık Paşaları gönderdi. Namık Paşa, Rus Orduları Başkomutanı'na bir gün evvel şu haberi gönderdi: "Grandük'e söyleyiniz. Ben annesinin ve babasının çok iyi dostu idim. Şimdi ihtiyarladım. Lakin belimi büken ihtiyarlıktan fazla zavallı vatanımın böyle gaddarca felaketlere uğramasından ve kendimde bu acı vazifeyi ifaya mahkum olduğumu görmekten doğan keder ve acıdır. Grandük merhametsizlik etmesin." Bu sözler Grandük Nikola'yı mağlup düşmana karşı daha dürüst davranmaya sevk etti. Ancak şartlar, savaş öncesi devletlerarası toplantılarda tespit edilmiş olan ıslahat tekliflerini gölgede bırakacak derecede ağırdı. Balkanlar'da Osmanlı hakimiyeti siliniyordu. Buna büyük devletler tepki gösterdi. İngiliz Donanması İstanbul'a geldi. Ayastefanos'da (Yeşilköy) Rusya ile Osmanlı Devleti arasında antlaşma imzalandı. (Ayastefanos; İstanbul'un kapısı demekti. Bu yüzden Rusya antlaşma yapmak için burayı seçti. Yeşilköy'e kadar geldiklerinin göstergesi olarak da bir anıt diktiler. Bu anıt 1915 yılına kadar Yeşilköy'de bir utanç abidesi olarak kaldı.) Ancak İngiltere ve Avusturya bu antlaşmayı kendi çıkarlarına ters düştüğünden beğenmedi.

Berlin Konferansı ve Antlaşması
İngiltere, bu işten karlı çıkabilmek için birbirinden habersiz olarak hem Rusya ile hem de Osmanlı Devleti ile gizli antlaşmalar yaptı. 4 Haziran 1878'de İstanbul'da imzalanan gizli antlaşmaya göre Kıbrıs'ın işgal ve idaresi; Rusya'nın Batum, Kars ve Ardahan'dan herhangi birisini elinde muhafaza etme veya yeni fetihlerde bulunma ihtimaline karşı İngiltere'nin adı geçen toprakları muhafaza ve müdafaa etmesi suretiyle İngiltere'ye bırakılıyordu. Bu tarihe kadar Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü koruma siyasetini izleyen İngiltere, bu tarihten sonra artık Osmanlı Devleti'nin yıkılmasını kaçınılmaz sayacak ve bu devletin topraklarını ele geçirmek yahut da bu topraklar üzerinde kendisine bağlı devletler kurma siyasetine başlayacaktır.
13 Haziran-13 Temmuz 1878 tarihleri arasında gerçekleşen Berlin Kongresi'ne Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Avusturya, Fransa, İtalya ve Almanya katıldı. Bu kongrenin kabul ettiği Berlin Antlaşması'yla, 1856 Paris Barışı ile kurulmuş olan ve Osmanlı-Rus Savaşı ile bozulan dengenin yerine bir yenisi kuruldu. Berlin Kongresi'nin en önemli yönü Yunanistan'ın bağımsızlığını alışından sonra diğer Balkan ülkelerinde gelişen bağımsızlık duygularının bir sonuca varmış olmasıdır. Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız olmuşlar, Bulgaristan ise bağımsızlığına çok yaklaşmıştır. Günümüze yansıyan bir sonucu da Ermeni meselesidir. Osmanlı Devleti, antlaşmaya göre Ermeniler lehine ıslahat yapacak onları Kürt ve Çerkezlere karşı koruyacaktı. Ayastefanos'ta Ermenilerle Rusya'nın ilgilendiğini gören İngiltere, Ermenilerin savunmasını üzerine alıyordu. Şu halde Osmanlı menfaatleri yönünden, Berlin Antlaşması Osmanlı Devleti topraklarının bir kısmını paylaştırdığı gibi geri kalan topraklar için de açık kapı bırakmıştır. Bu harbin sonunda Osmanlı İmparatorluğu toplam toprağının beşte ikisi ile nüfusunun beşte birini (yaklaşık yarısı Müslüman olan) terk etmek zorunda bırakılmıştı. Ayrıca büyük bir gelir kaybına uğramaktaydı. Kısacası, Berlin Kongresi Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünü gösteren ağır bir darbeydi. Avrupa'nın önde gelen devletlerinin Berlin Kongresi'nde, Osmanlı Devleti hakkındaki niyet ve tutumlarını M. De Blowitz Une "Course A Constantinople" adlı kitabında şu ifadelerle açıklamaktadır: "Berlin Kongresi'nde, Avrupa Diplomasisinin en büyük doktorlarından yirmisi yeşil örtülü masanın etrafında oturmuşlar ve 30 gün "Hasta Adam" dedikleri Türkiye'nin durumu üzerine görüşmüşlerdir. Görüşmeleri sonunda yirmi doktor, başlarında büyük Hipokrat olduğu halde, ilkin hastanın sağ ayağını, sonra sol ayağını ve daha sonra sol elini kesmeye karar verdiler. Bu üç ameliyat başarı ile sonuçlanınca hastaya: "Artık rahatsızlığınız geçmiştir. Hele biraz yürüyünüz de görelim." dediler. Çolak ve kötürüm hale getirilen hasta kımıldamamakta ısrar edince alim doktor: "Şu halde geri kalan uzuvları Avrupa'nın anatomi müzelerine dağıtıp fizyolojik denemeler yapmaktan başka çare yok." diye bağırdı.

İşte Avrupa, Türkiye'yi hastalığından kurtarmak için bu zihniyetle hareket etti. Berlin Kongresi'nden sonra Osmanlı topraklarının büyük devletler tarafından paylaşılması, Blowitz'in yukarıdaki tasvirini tarihi bir gerçek haline dönüştürmüştür.