ALTMIŞDÖRT
Her yanı sarmıştı soluk siyah duvarlar… Kimse giremiyordu içeriye, kimse cesaret edemiyordu olmayan pencerelerden dışarıya bakmaya, kimse yoktu içeride Vosviddin’den başka. Göz kapaklarını araladı uykusuzluğunun arasından. Dizlerini çekmiş, bir eli kafasının yanında, diğer eli boşlukta, yatıyordu gri duvarların yatağında. Bitkindi, yorgundu, gitgide uzayan yaşlı duvarlar gibi. Yavaşça kalktı yerden. Arkasına yaslandı, dizlerini kendisine doğru çekti elleriyle. Kafasını kaldırdı, uzağa baktı, soluk duvarların sıkıştırdığı siyah noktaya. İçine giremeyeceği kadar derin, dokunamayacağı kadar soğuktu dört duvar. Pencereyi kapatmaya çalıştı soğuktan korunmak için, pencere yoktu. Çıkmak istedi dışarıya oynamak için, dışarıda oyun yoktu. Tüm oyunlar bozulmuştu, tüm taşlar devrilmişti siyah-beyaz karelerin üzerine, ve atlar vurulmuştu. Nasıl girdiğini bilmiyordu buraya, nasıl toplayacağını bilmiyordu taşları. Üzerine gelen dört duvar vardı. Donmuştu sanki hayatı, nefes alamıyordu, hareket edemiyordu, kaçamıyordu, duvarlara çarpıp yeniden önüne düşüyordu düşünceleri. Kaç defa saklamaya çalıştı düşüncelerini, kaç defa kaydılar ellerinin arasından hayatı gibi. Dizlerinin üzerine koydu kafasını. Ağır ağır kapandı yorgun göz kapakları, yığıldı çevresinde duran düşüncelerinin üstüne. Uykuya daldı derin, soluk duvarların içinde.
Sessiz bir sese uyandı, kafasını kaldırdı yerden. Sarı saçlı, donuk bir kız vardı karşısında oturan, kendisi gibi duvara yaslanmış, ufak ayaklarını elleriyle tutmuş. Kafasını kaldırdı Vosviddin yeniden, yukarıya, uzaktaki siyah noktaya baktı. Duvarları inceledi şaşkınlıkla. Kızın içeriye nasıl girdiğini anlamaya çalıştı, yapamadı. Yanağından düşen göz yaşını yakaladı kızın. Nereden geldiğini sordu ona, kız “Dışarıdan…” diye cevap verdi, sessizce. Dışarıda ne olduğunu sordu, cevap alamadı. Nasıl girdiğini sordu buraya, cevap vermedi donuk kız. Duvarların arasına sıkışıp kalmıştı o da, daha hızlı nefes alıp veriyordu hayatından, kaçmaya çalışıyordu boşluktan derin siyaha takılmadan. Vazgeçti Vosviddin, soru sormadı başka, başka cevap vermedi küçük kız. Yeniden yaslandı siyah noktayı tutan duvara, korkusu ellerinin arasında. Kafasında pencereler çizdi yamuk çizgilerle. Siyaha boyadı bacalı evleri, gökyüzünü de beyaza. Kahverengi bulutların içinden geçti gökyüzüne dokunmak için uzattığı elleri, teğet geçti bilerek cebinden düşürdüğü kabuslarına. “Kar tanesine dikkat et” dedi tiz bir sesle donuk kız, Vosviddin irkildi. Kıza baktı. Hareketsizce duruyordu saatlerdir, hiç kaçmaya çalışmadan, duvarlara çarpmadan. Yere baktı Vosviddin, kar yoktu. Hiçbir yerde yoktu. Anlam veremedi. Konuşmaya çalıştı kızla yeniden yerdeki düşüncelerini toplayarak, yapamadı; gülümsemeye çalıştı, duvarlara çarptı, dondu, kaldı. Ne olabilirdi dışarıda devrik taşlardan başka, ne vardı farklı olan. Çıkmak istiyordu dışarıya, küçük, sessiz kızın geldiği yere. Taştan bir kapana kısılmıştı, ne kaçabiliyordu bu tuzaktan, ne de çırpınabiliyordu. Daha çok acıyordu canı her geçen saniye, daha fazla kırmızıya bulanıyordu duvarlar. Kıza elini uzattı, kız tepki vermedi, belki de kaçamayacağını bildiği için, kim bilir, belki de. Bir yağmur damlası belirdi gri duvarların tepesinde, düşmeye başladı yere doğru, acele etmeden. Küçük kız kaldırdı kafasını ilk defa, ellerini iki yana açarak. Damlanın düşüşünü izledi korkuyla. Yüzüne çarptı damla. Ve kız yavaş yavaş yok oldu, gri duvarların arasından, hiç ses çıkarmadan.
Uyandığında dört duvar arasında buldu kendisini çelimsiz çocuk. Şaşırmıştı, nerede olduğunu veya nasıl oraya geldiğini bilmiyordu. Kafasını kaldırdığında, uçsuz bucaksız duvarların taşıdığı siyah noktayı gördü. Gidecek bir yeri yoktu, kapana kısılmıştı. Gri odanın tam ortasındaysa bir dört duvar daha vardı, yine ucu görünmeyen. Bir kar tanesi süzülerek girdi karşısındaki penceresiz duvarların arasından. Ve gözden kayboldu.