Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2006       Mesaj #317
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yapmış olduğum iş gereği saatler ile iç içeydim. Bundan dolayıdır ki zaman olgusunun bendeki önemi her daim ulvidir. Kimileri gibi onun bir oyun ve yahut zaruri bir gereksinim olduğunu düşünmem ben. O, başlı başına bir anlam ve yaşamdır. Onun sahip olduğu değerler hiçbirimizde yoktur ve olması da tabii değildir. O, ondan, bundan ve yahut şundan farklıdır. Ondaki derinlik ve karmaşıklık bir denklem gibi işler. O, bir dikkattir ve sonsuzdur.

***

Küçük bir saat dükkânım vardı. Eski saatleri tamir eder, yenilerine de iyi bir hayat bulmaya çalışırdım. Onların ulviliklerini bütün insanlar anlasın diye, anlamlarını da bir o kadar yoğunlaştırırdım. Kimsenin yaklaşmadığı gibi ben, onlara bir insana duyulan dikkat ile yaklaşırdım. Onları saatlerce dinler, dertlerine deva olmaya çalışırdım. En büyük dertleri ise: ''İlgisizlik'' idi…

En çok üzüldüğüm eski saatlerdi. Çöplerden toplar ve yahut çevremde tanıdığım insanlara sorarak sahip oldukları eski saatleri isterdim. Onlara yeni bir hayat vermek, eski günlerini unutmaları için değişik bir hüner eklemek en büyük zevkimdi. Onların bu durumdan memnun olduklarını hisseder ve onların bu mutlu hallerine ben de eşlik ederdim. Bu bir nevi doktorluk gibiydi. ''Hastasını ölümden kurtaran doktor mutlu olur'' söyleminle birebir uyuşmaktaydı benim durumum.

Beni bir diğer üzen şey ise değiştirilmeye gelen saatlerdi. Onlar ki birçok zorluğa katlanmış ve yıllardır sahibine zaman olgusunu göstermiş, belki de zamanı kendileri oluşturmuş olup bir gün gelir değiştirilmeye yüz tutmuştur. İşte, insan o zaman kahır olur. Hele benim gibi onları yaşayan bir kişi benliğinden bile belli bir süre ödün verir. Aslında eskilerinde bir asillik vardır. Çünkü belli bir zaman dilimi içerisinde birçok şey görmüş ve deneyim kazanmıştır. Belki de zaman olgusunu içten içe yaşatmıştır. Ama böyle olsa neden değiştirilsin ki? İşte bu sorunun cevabını bulmak hülasa zordur. Çünkü her kafandan bir ses çıkar. Bu da kolay olan şeyi zaman konusunda daraltır, onu belli bir kalıba sokmaya çalışır. Oysa o, bir tanım ve kalıp istemez. Çünkü o bunlara sığmaz. İşte eski saatler de böyle vakalarla yüz yüze gelmiştir. Ayrıca gelen şikâyetlerin hepsinde de: ''Artık bu çalışmıyor, bana zamanı tam olarak göstermiyor!'' gibi sinirlilik halleri vardı. Belki saatlerin, sahiplerine ödettiği bir derstir bu.

İnsanların neden zaman olgusuna ilgi göstermediğini ve yahut ona boş bir durummuş gibi bakmalarını hiç anlamadım. Çünkü bu kadar değerli ve bu kadar sistemli olan şey ilgisizlik çekmemelidir. Hele hayatın merkezinde de bulunuyorsa bu tutum ona saygısızlık gibidir. Benden saat almaya gelen ve saatler hakkında bilgi öğrenmek isteyen kişilere ilk sorduğum sorudur bu. ''Niçin zaman yeterince ilgi görmüyor?'' Bu soruya verilen cevapların hepsi birbiri gibidir. Belli bir sonuç yok ama yüz kızartıcı durum çoktur. Bu sorudan sonra gerçekten akıllarına zaman olgusunun ulviliği gelir. Bence bu sorunun tek bir cevabı var. O kadar çok hızlı yaşıyoruz ki, yaptığımız eylemlerin bile farkında değiliz. Bundan dolayıdır ki zaman ile birlikte birçok olgunun da farkında değiliz. Bu büyük bir kayıptır.

Saat nesnesinde ve bunu kapsayan zaman olgusunda benim dikkatimi, ilgimi ve şaşkınlığımı çeken en büyük şey saniyedir. O kadar hızlı akan bir zarafetin belli bir biçim oluşturması çok değişiktir. Hele bunu matematiksel işlemler ile açıklamak bu vakanın ne kadar şaşırtıcı olduğunu göstermektedir. Düşünüldüğünde yaşadığımız bir dakikanın altmış saniye olması abartılacak bir durumdur. Çünkü yaşadığımız altmış saniye hem kelime olarak hem de sayı bazında bayağı büyüktür. Ve bu büyüklük karşısında şaşırmadan durmak yürek ister. Ayrıca şu unutulmamalıdır ki her dakika ve yahut en küçük zaman dilimi saniyeler ile oluşmaktadır. Saniyelerin, hayatımızdaki zaman olgusunun temel taşı olduğunu belirtmek kesinlikle yalan değildir. Ve bence bu, bu vaka için yapılabilecek en iyi açıklamadır.

***

Düşünüldüğünde saatler, sahiplerinin en mahrem dostlarıdır. Çünkü onların her anında yanındadırlar. Sahiplerinin yaptıklarını, hissettiklerini her daim onlar da yapar ve hissederler. Belki bu vaka karşısında onlara nesne gözüyle değil de bir insan gözüyle bakmak daha mantıklı olur. Çünkü bu mahremlik sadece insanlar arasında olur. Böylelikle saatleri, sahiplerinden ayrı görmemek ve onları bir bütün kabul etmek büyük bir yanlışlık olarak addedilmemelidir. Hatta bu vakitten sonra saatler sahiplerine temessül etme gönüllülüğünde bile bulunabilirler. Bu vakada bunun kadar tabii bir şey de olamaz.

Saatleri insanlara benzetmemin bir diğer nedeni de farklı bir bakış açısıyla ortaya çıkar. Çünkü bilindiğinde bir insanın tek başına kendini doğru yöne çekmesi ve yahut farklılıklar karşısında ayarlaması imkânsızdır. Saatler de aynen böyledir! Onlar da birileri ile etkileşime girerek ve başkalarının onları ayarlamasını bekleyerek yaşarlar. Hülasa kendi kendilerini ayarlayamazlar. Belki bu yüzdendir ki birbirleri ile olan ilişkileri bir nebze daha perçinleşir.

Daha söylemediğim ve yahut söylemeye yeltenmediğim birçok şey var. Filhakika saatler ile ilgili anılarımı anlatsam zaman kavramının bendeki değerini anlarsınız. Buna birde saatler eklenince… Sanırım bunları bir de yaşayınca tadına doyum olmayacak şeyler ortaya çıkıyor. Aslında saatler ile bir saat geçirmeniz bile yeni şeyler öğrenmeniz demektir. Kaldı ki benim gibi onların içinde olsanız… Tarif gerektirmeyen bir durum oluşabilirdi! Hepsini unutup bir şey söylemek gerekirsek, saatte ayar çok önemlidir. Hatta: ''İyi ayarlanmış saat, sahip olduğu bir saniyeyi bile ziyan etmez!''