Arama


yasarsidki - avatarı
yasarsidki
Ziyaretçi
17 Ekim 2007       Mesaj #2
yasarsidki - avatarı
Ziyaretçi
ABDAL MUSA AYİNİ: (İslamiyet). Ab­dal Musa Cemi. Hacı Bektaş Veli’nin ha­li­fe­si kabul edilen Abdal Musa adına dü­zen­le­nen tören. Abdal Musa ayininde kural o­la­rak bir yola alınma ya da görgü amacı yok­tur. Kimi bölgelerde, her haf­ta, per­şem­be­yi cumaya bağlayan gece, Abdal Mu­sa a­yi­ni yapmak gelenekten­dir. Kimi durum­lar­da, daha çok kış ay­larında, seçilmiş bir gün ol­­madan; ge­len kurban isteklerini yerine ge­tirmek, dede’ ya da başka bir ‘konuk’ gel­di­ğinde köy hal­­kı­nı bir araya toplamak, dar­gınlıkları önlemek, meseleleri çöz­mek gi­bi amaçlarla Abdal Mu­sa ayini yapıldığı da olur. Abdal Musa ayinlerinde, kurban ve di­­ğer masraflara, ayinde bu­lu­nan­ların tü­mü ka­tılır: Bu ayinde kural olarak on iki hiz­met yerine getirilir; ancak, belli bir amaçla ya­­pılmayan Abdal Musa cemlerinde dua ve dü­vaz okunup kur­ban tekbirlemekle ye­ti­ni­lir. Özel­lik­­le kış aylarında köyün ileri ge­len­leri top­la­nır; her yıl yapılması gele­nek o­lan Abdal Musa Kur­banı’na karar verirler. Gö­revliler ev ev dolaşarak lok­ma toplarlar. Kur­banlar tığlanır; kara-ka­zanlarda etli pi­lav yapılır; yufka pişi­rilir. Gençler, Abdal Mu­sa Sultan’ ın gönüllerdeki di­lek­leri yerine ge­tirmesi için akşamdan sabaha lokma pi­şi­rimine hiz­met verirler. Lokma pişince halk ka­­zan­ların başına toplanır ve dede şu duayı o­kur: ‘Allah, Allah! Artsın eksilmesin, taş­sın dö­kül­mesin. Yiyenlere nur-u iman ola. Has­talar şifa bula. Müminler şad ola. Mü­na­fıklar berbad ola. Üç­ler, Beşler, Yediler, O­niki İmamlar, Ondört Masumupâklar, On­yedi Ke­mer­best­ler, Kırklar, Sek­senbin Rum E­renleri, Dok­san­bin Horasan Pirleri, Yüzbin Gayb E­ren­le­ri, Hak-Muham­met-Ali, pirimiz Hün­kâr Ha­cı Bektaş Veli. Abdal Musa Sul­tan kur­ban­larımızı ka­bul ey­le­ye. Ziyan ke­­der ver­me­ye. Dilde dilekle­ri­mi­zi, gönülde mu­rat­la­rı­mızı ih­san eyleye. Ger­çe­ğe Hû!’Daha son­ra lokmalar yenir. İnanca göre Abdal Mu­sa Kurbanı düzenlenen yerde, köyde elem, ke­der, has­­ta­lık olmaz; ekin ve ürünler be­re­ket­li olur. Doğan çocuk­lar anne-baba ve bü­yük­lerine kar­şı say­­gı gösterir. Dargın, küs­kün varsa ba­rış­tırılır. Bkz. Hacı Bektaşı Ve­li, Lokma, Üçler, Beşler, Ye­diler, O­niki İ­mam, Ondört Masumupâk, On­yedi Ke­mer­best, Kırklar, Seksenbin Rum E­reni, Dok­­san­bin Horasan Piri, Yüzbin Gayb Ereni, A­le­vilik, Bektaşilik.
ABDAL MUSA CEMİ: Bkz. Abdal Musa Ayini.
ABDAL MUSA POSTU: (İslam).Mey­dan­daki on iki post sıralamasında yer alan, a­yakçı makamı. Bkz. Meydan, Alevilik, Bek­taşilik.
ABDAL MUSA TÖRENLERİ: (İslam).Her yıl 9-10 Haziran günlerinde An­tal­ya’nın El­malı ilçesine bağlı Tekke köyün­de ya­pılan törenler. Bkz. Alevilik, Bektaşilik.
ABDAL MUSA VELÂYETNAMESİ: (İs­lamiyet).XV. yazıldığı kabul edilen Ab­dal Musa’nın doğumuyla başlayan, Te­ke yö­resine gelişi ve buralarda gös­terdiği ke­ra­met­lerle devam eden, halifelerine icazet ve­re­rek onları çe­şitli yerlere gön­der­me­siy­le son bu­lan, yazarı belirsiz küçük hacimli bir e­ser. Bkz. Abdal Musa, Alevilik, Bek­ta­­şi­lik, Halife.
ABDAL MUSA: Bkz. Evdıl Musa.
ABDAL: (İslam). Bedel, Bedil. Halk i­çin­de do­laşan ve er­­miş diye bilinen kişilere ve­rilmiş bir la­kap. Abdal tanımlamasının ilk defa or­taya çık­­tığı sıralarda, abid ve za­hid­ler­le bir­lik­te mu­haddis ve fakihler için de kul­la­nıl­mıştır. İbn Hanbel’in Müs­ne­di’nde Hz. Mu­­ham­med’den nak­led­i­len bir rivayete göre kırk, di­ğer bir ri­va­yette ise o­tuz abdalın ümmet i­çerisinde bulun­du­ğun­dan bahsettiği gö­rül­mek­tedir. Güveni­li­lirliğe yakın bilinen ab­dal hadislerini nak­le­den Ahmed b. Han­bel’in, yeryüzünde mu­had­­dislerden başka ab­dal tanımadığını söy­le­diği be­lir­til­mek­te­dir. İmam Gazali de ab­dal konusunda buna ben­zer bir izahı E­bu’d-Derda’ dan nak­let­mek­tedir. Abdalların ah­laki ve manevi ki­şi­lik­leri hakkında söy­le­nenler, her müs­lü­man­da bu­lun­ması ge­rek­li vasıflar olark dü­şü­nül­mek­tedir. Buna gö­re abdallar bütün in­sanlara kar­şı iyi, ken­dilerine kötü mu­a­me­le edenleri ba­ğış­­la­yan kaza ve kadere gö­nül hoşnutluğuyla bo­yun eğen, ha­ram­lar­dan kaçan, i­ba­det­le­ri­ni ihlas ve sa­mi­mi­yet­le yerine getiren, sevgi, şefkat ve ahlaki va­sıf­larla donanmış kişilerdir. Abdal ke­li­me­si­nin Arapça ‘ebdal’den kısmen değişerek Türk­ç­e’ye girmiş olduğu ifade e­dil­mek­te­dir. Arapça’da halkın iyiliği için tasarrufa i­zin­li evliya zümresinden olan bir cemaate ve­rilen bir isim olarak geçer. Fakat, bu tür bir kitlenin Allah tarafından gönderildiğine da­ir sahih İslami kaynaklarda herhangi bir ka­yıt bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu du­ru­mun, halkın kendi muhayyilesi içerisinde or­taya çıkmış bir kanaatten başka birşey ol­ma­­dığı söylenebilir. Tasavvufta dervişler a­rasında kendini kaybeden ve coşku haline gi­renler için abdal kelimesinin kullanıldığı an­laşılmaktadır. Hatta bu kelime giderek ‘hafif meşrep’, ‘meczup’, olanlara verilen bir isim haline sokulmuştur. Abdal ke­li­me­si, ilk dönemlerden beri gizli güçlere sahip ve sırlara vakıf olduklarına inanılan kim­se­ler ve Hızır, İlyas, Mehdi gibi gizli şah­si­yet­lere de atfedildiği görülmüştür. Melamet eh­linin gizli veliler inancı, abdalları daha da esrarengiz hale getirmiş hatta, bizzat ab­dal­ların dahi birbirlerini tanımadıkları veya an­cak üst tabakada olanların alttakileri ta­nı­yabildikleri söylenmiştir. XII. yüzyıldan son­ra, bilhassa Melami ve Kalenderiler a­ra­sın­da cezbe ve istiğrak hali fazla ol­du­ğun­dan abdal kelimesi özellikle bunlar hak­kın­da kulla­nıl­mış­tır. XIV. ve XV. yüzyıllarda ab­dal adı al­tın­da bazı dervişlerin ortaya çık­tığı görül­mek­tedir. Bunlar Rum ab­dal­la­rı ünvanı ile a­nıl­dılar. XVI. yüzyılda ya­şa­yan Vahidi, ab­dal­ları şu şekilde tasvir et­mektedir. ‘Başları, kaşları, sakal ve bı­yık­la­rı traş edilmiş, baş­la­rın­da kıldan örülmüş kü­lah, sırtlarında bal renkli veya siyah şal, el­lerinde tabl ve alem bulunmaktadır.’ Yine bu yüzyıllarda bazı der­vişler tek başlarına ab­dal ismini kul­lan­mış­lardır. Abdal Musa, Kay­gusuz Abdal, Pir Sultan Abdal gibi. Ab­dal hadislerinin sıhhat derecesine ka­vuş­ma­mış olması, bu anlayışın kaynağının E­h­l­-i Sünnet dışında aranmasına yol açmıştır. H­z. Muhammed ve ‘ashab’tan gavs, kutb, ev­tad, nüceba vb. ricalü’l gay-b’a ilişkin hiçbir söz nakledilmediğini, seleften ba­zı­la­rının Hz. Muhammednden rivayet et­tik­le­ri abdala dair sözün ise zayıf bir hadis ol­du­ğunu belirten İbni Teymiyye, ricalü’l-gayb olduğu söylenen bazı insanlara, -on­la­rı Allah’a ortak gösterir gibi- olağanüstü yet­kiler ve güçler nisbet etmenin İslam a­ki­de­siyle bağdaştırılamayacağını, bu tür bir an­layışın daha çok Hristiyanların ve aşırı Şii fırkaların akidelerini yansıttığını be­lirt­mek­tedir. Bu arada, İbni Teymiyye ve İbni Hal­dun dışında kalan bilginlerin büyük bir ek­seriyeti ve mutasavvıfların abdal an­la­yı­şı­nı benimsemiş veya en azından tenkit et­me­miş olmaları, bu görüşün esas itibariyle Ş­i­a’dan veya Ehl-i Sünnet dışı başka bir kay­naktan geldiği görüşünü şüphe ile kar­şı­la­mak için yeterli sebeplerdi. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, ilk devirler Ehl-i Sün­net bilgin ve mutasavvıflarının abdal an­layışları İbnü’l-Arabi’nin anlayışından ve ö­zellikle XIV. yüzyıldan itibaren baş­gös­te­ren ve XX. yüzyıl başına kadar devam eden Ra­fizi abdalların hayat tarzlarından ta­ma­men farklıdır. Nitekim Abdal kelimesinin ilk defa ortaya çıktığı sıralarda, abid ve za­hid­lerle birlikte muhaddis ve fakihler için de kullanıldığı görülmüştür. Bazı derviş şa­ir­lerin adlarının başında ya da so­nunda yer a­lan mahlas. Alevilik- Bektaşilik i­nanç­la­rı­na göre tanrı seçtiği bazı kullarını, dün­ya­nın manevi düzenini yönlendir­mek için gö­revlendirdi. Rical ül-gayb adıyla anılan bu ermişler yedi ya da kırk kişiydi. Halk mit­lerinde adı geçen yedi abdal, yedi gökteki (yedi yıldızdaki ya da yedi gezegendeki) gi­zi betimler. Az konuşmak, az yemek ve hal­ktan ayrı hayatak vb. özellikleriyle be­lir­gin abdalların görevi, insanlara yardım et­mek­ti. İnançta onların bu aşa­maya iyilik ve cö­mertlikle ulaştıkları, birbirlerinin yerine geç­tikleri, kendi yerlerine birini ‘bedel’ bı­ra­karak dile­dikleri yere gidebildikleri be­lir­ti­lir. Abdal adı Türkler arasında özellikle O­ğuz Türklerinin doğu ve batı kolları a­ra­sında yaygın olarak kullanıldı. Ge­nel ka­bu­le göre sözcüğün etimolojik kökeni, ‘bedii’ ya da ‘bederin’ çoğulu olarak ve­ril­mek­tey­se de ayrı bir köken­den ifade de­ği­şik­lik­le­riy­le bu duru­ma geldiğini iddia edenler de var­dır. Abdal sözcüğü IX. yy’dan bu yana ta­­savvuf kavramı olarak kullanılmaktadır. Kul­lanılış biçimi rical ül-gayb’la ilgilidir: Tan­rı, dün­yanın ruhi düzeninin sağlanması i­çin Bazı kullarını görevlendirdi. Bunlar a­ra­sında düzenli bir aşama zinciri vardı. En üst aşamada Kutb-ül Aktab bulunur; sonra sı­rasıyla Üç Mukaba, Yedi Evtad ve Kırk Ab­dal gelir. Aşama zincirinde aşağıya doğ­ru inildikçe sayı­lar artar. Aşama zincirinde bir üst basa­makta bulunan kendi altındaki ba­sama­ğı bilir; ancak, alt basamakta bu­lu­nan­lar üst basamakta olanları bilmez. Aşa­ma zincirinde herhangi bir yer boşalırsa, alt basamaktan biri orayı doldurur. Her birinin belli görev alanları vardır. Bkz. İbni Teymiyye, İbni Haldun, Mu­had­dis, Fakih, Şii, Ehl-i Sünnet, Gavs, Kutb, Evtad, Nüceba, Rical’ül Gayb, Derviş, Zahid, Me­la­mi, Kalenderi, Rafizi, Hızır, İlyas, Mehdi, Ahmed Bin Hanbel, Evliya, Cemaat, Rasul.
ABDALAN: Bkz. Abdallar.
ABDALAN-I RUM: Bkz. Rum Abdalları.
ABDALGA: (Nebati-Arap). Nebatilerce yer ismi olarak kul­la­nılan ve kişileştirierek tan­rı­laş­tı­rılan Al-Ga adına nisbeten tü­re­tilen isimlerden biri.
ABDALLAR: (İslam).Türkiye, Azerbay­can, İran, Afganistan ve Çin Türkistanı’nda ya­şayan, Türk asıllı bazı topluluklara ve­ri­len ad. Bugün Anadolu’nun bazı yö­re­le­rin­de, ö­zel­likle Denizli, Dinar, Şivas, Amasya, Ço­rum, Osmancık, İski­lip, Merzifon, Me­cit­ö­zü, Havza, Konya, Karaman, Mut ve El­ma­lı yö­re­le­rinde kendilerine abdal adını veren gö­çebe A­levi topluluklar yaşar. A­le­viler ta­ra­fından ço­ğunlukla bunlara Çingene adı ve­ri­lir; ancak, dilleri Türkçe olup Çingeneceyi bil­mezler, kendilerine Çingene denilme­sini de red­de­der­ler. Abdallar tah­ta­cılık ve ke­res­te­cilikten an­la­maz­lar. Önemli bir kesimi köy ve kentlerde dile­nerek geçi­nir; bir bölümü ise kalburculuk, elekçi­lik, çalgıcılık, tür­kü­cü­lük, şarkıcılık ve köçeklik gibi uğraşlarla ge­çimlerini sağ­larlar. Aleviler gibi bunların da içlerin­den yetişmiş dedeleri vardır. Dede, yılın belirli gün­le­rin­de gelip cemlerini yöne­tir; düşkünleri kaldırır ve hakkullahını alır. B­kz. Alevilik, Bektaşilik, Dede.
ABDANA: Bkz. Abaddan.
ABDANİA: Bkz. Abaddan.
ABDEROS: (Yunan). Ab­dera kentine adını veren mi­to­lo­jik kişi. Homeros’a göre He­rak­les’­in arkadaşıymış. He­rak­les’in Dio­me­des­‘ten çal­dı­ğı atlar tara­fın­dan par­ça­lan­mıştır. Ölümüne üzü­len He­rakles adını son­suz­laş­tır­mak için Abdera kentini kur­­muş. Bkz. Herakles, Yunan Dini.
ABDEST: Bkz. Dini temiz­lik.
ABDHİ: (Hint). Deniz. Brah­ma­cı mitoloji ile Hint kozmolojisine göre Cam­bud­vi­pa­‘yı ku­­şat­­tığı dü­­şü­nü­len dört C­ha­tur­d­vi­pa’yı ta­şı­­yan dört c­ha­tursagara’ya gön­­­der­me ile a­çık­la­na­bi­le­cek bir kavram. Bkz. Koz­moloji, Sa­ga­ra, C­hat­ur­d­vi­pa, C­hatursagara, Ok­ya­nus, Hinduizm, Kozmoloji.
ABDHİCAU: (Hint). Hinduizm’de Ok­ya­nus Doğumlu an­lamında Aş­vinlere ve­rilen i­simlerden biri. Bkz. Aşvinler, Hinduzm.
ABD-İ ATİULLAH: (İslamiyet). Alevilik Bek­taşilik inançlarında tanrı’nın bağış­lan­mış kulu anlamında kullanılan bir kavram. B­kz. Alevilik, Bektaşilik.
ABDİ HEBA: (Yahudi). İsmi El – Amarna Tabletlerinde kayıtlı olan yaklaşık M. Ö. 1400’ de Jerusalem’in (Kudüs) bir k­ra­lı. Abdi Heba tarafından Mısır Fi­ra­­vu’nuna gönderilen mek­tup­lar­dan, krallığını evvelki kraliyet so­yuna değil, Firavu’nun ata­ma­sı ve onaylamasına borçlu ol­du­ğu ortaya çıkıyor. Abdi Heba’ya kar­­şı olarak bir komplo saldırısı ya­­pıldı. Sonuç bilinmiyor.
ABDİ YEŞU: Bkz. Cizre’li Mar Abdisho.
ABDİ: (Yahudi). Kitabı Mukaddes’te adı geçen üç tane Abdi vardır: 1) Malluch’un oğlu, Merari’den gelen bir Levi’li. 2) Kis­h’in babası, bir Levi’li, ayrıca Me­rari ailesinden, ancak He­ze­kiah zamanında yaşıyordu. 3) ‘Garip eşler alan’ Bene Ela­m’­ın oğullarından biri. (Ezra, 10; . 26; I ).
ABDİCATİON: (Hıristiyan). Abdikasyon. Tah­ttan çe­kil­me; hak­kın­dan vazgeçme. Hıris­tiyan­lık­ta ki­liseye gö­re ücretli pa­paz­lık­tan istifa. Ayrıca bununla ilgili olan, ki­li­se­ye ait genel yasa. Hıristiyanlıkta ge­­nel ka­na­ate göre Papalık ile il­gili çekilme, ki­li­seye ait Papaya bı­ra­kıl­ma­lıdır. Keza çe­kil­me sa­dece bir a­maca yönelik, gönüllü o­la­rak yapılmalı ve dini me­­­mu­ri­yetleri satmayı kap­sayan söz­leşmelerden serbest ol­ma­lıdır. An­cak, çe­kil­me­ler, isti­falar şart koşmalar ile bir­likte ya­pı­la­bi­­lir, örneğin bı­rakılan üc­ret gösterilen bir kişiye ba­ğış­la­na­bi­lir ve­­ya çe­kilen rahibe başka bir iş sağlanabilir. Ay­rı­ca üc­re­tini bı­ra­kan kişi eğer kutsal dü­zen­de i­se, rütbesi ile eşit ba­zı diğer des­­tek ge­lir­lerini de bı­rak­ma­lı­dır. İstifalar sa­dece a­çık­­­lan­ma­ya­bi­lir, ay­rıca söylenmeden anla­şı­lır. İ­kincisinin, bir rahip bir işi ka­­bul et­ti­ğin­de veya ki­lise­ye ait bir rütbeyi taşıma ile bağ­­­daş­maz olarak dav­ran­dığı za­man ger­çek­leştiği ka­bul edilir, ör­ne­ğin dini dü­zende dini/resmi iş, orduya kay­dolma, evlenmek ve bu­­na benzer şeyler. Uygun o­to­rite ta­ra­fın­dan kabul edil­me­­dik­çe istifa ger­çek­leş­mez. Bun­­dan dolayı, bir pis­ko­pos­tan iş a­lan­­lar istifayı ona sunmalı ve onun rı­za­sı­nı al­malı. Benzer şe­kil­de, Pis­­koposlar Papa’ya is­ti­fa­la­rını sunmalıdır. Bölge pa­paz­­ları ge­nel­­de piskopostan güç almadıkça istifaları ka­­bul edilmez. Bir pis­kopos pis­­ko­pos­lu­ğu­nu bırak­tı­ğın­da, hem piskoposlarla ilgili üc­­re­tinden hem de rüt­be­sin­den veya sadece üc­­re­tin­den vaz­ge­çe­bilir. Eğer o i­ki­si­ni de bı­rakırsa, gele­cek­te pis­koposlukla ilgili her­han­gi bir fonksiyon ger­çek­leş­ti­re­mez. An­cak, eğer o sa­dece üc­­retinden vaz­geçerse, rüt­­be­sini bı­rak­­mazsa, diğer pis­koposlar o­nun uygulama yap­masını istediği za­man, pis­­koposluk ile ilgili fonk­­siyonları ger­çekleştirebilir. Şüp­hesiz, ilk durumda, eğer hak­kından vaz­geç­miş bir pis­­kopos yine de a­dayları pa­paz ya­pa­caksa, yasadışı bir iş yap­mış olacaktır; pa­paz yapan ve pa­paz ya­pı­lan i­çin ciddi so­nuçlar ge­rek­ti­re­cektir. Bir pis­­koposun, pis­­koposluğundan vaz­geç­me­si, Pa­pa bunu kilise mec­­lisinde ka­bul eder et­mez ger­çek­le­şir. O zaman pis­ko­posluk boş ka­lır, an­­­cak yüksek rütbeli rahibin işleri, is­ti­fasının ka­bulünün res­mi ilanını alana kadar ge­çer­liliğini yitirmez. Ki­li­seye ilişkin her rüt­be gibi, pa­pa­lıkda bırakılabilir. Bir pis­­­ko­po­sun pis­ko­pos­lu­ğu­nu bı­rakmasını ya­sal yapan ne­denler, örneğin gereklilik ve­ya o­nun özel kilisesinin ya­rarına veya kendi ru­­hu­nun kur­tu­lu­şu Papaya da uy­gula­nır. Pa­pa’nın dün­ya ü­zerinde istifasını su­na­bi­le­ce­­ği kendisinin üzerinde o­lan kimse ol­ma­dı­ğı için, papalığının gü­­cü ile kendisi ve Ro­ma Ki­lisesi a­ra­sın­daki bağı fes­he­debilir. Pa­­pa­lığın, nedeni ol­ma­dan bı­ra­kılması ya­sa­dışı ola­bilir, a­ma sorgulanmaksızın ge­çer­li­­dir, çünkü ona kiliseye iliş­­kin olarak engel o­la­bi­le­cek kimse yok­­tur ve bu, i­la­hi yasaları ih­lal et­mez. Pa­palık, Pa­palığı gö­nül­lü oarak ka­bul et­ti­ği gi­bi pisko­pos­lu­ğun ru­­h­un ü­­zerine silinmez bir ka­rak­ter dam­ga­la­ma­sın­dan hoş­lan­­maz ve bun­dan dolayı gö­nül­lü is­tifası ile Papa tüm yar­gı­lama yet­­kisinden ta­­ma­men sıyrılır; Pa­pa­lığın bırakılmasının meş­­ruiyeti ile ilgili tüm kuş­ku­ya ve tüm tar­tış­malara, Cor­pus Juris Ca­nonici’ye a­lı­nan Pa­­pa Bo­ni­fa­ce VIII’ün em­ri ile bir son ve­ril­­di. Papa Bo­ni­fa­ce VIII şöy­le der: ‘s­e­le­fi­miz, Papa Ce­lestine V, Kiliseyi yö­ne­tir­­ken, Ro­malı Papa’nın ser­best­çe istifa e­de­bil­me­si­ni o­luş­turdu ve emretti. Bun­dan dolayı bu s­ta­tü­nün za­ma­nın a­kışıyla u­nu­tul­­ma­ma­­sı ve­ya konu üzerine kuş­­­kunun daha ileri tar­tış­­ma­la­ra gö­tü­rülme­me­si i­çin, kar­deş­le­ri­mi­zin önerisi i­le ka­rar­laş­tır­dık’. Ferraris Pa­pa’­nın isti­fa­sını Kar­di­nal­ler Birliği’ne sun­ma­sı ge­rek­ti­ğini iddia eder, tek başına bu he­yet onun ha­le­finin se­çi­mi ile ilgilidir. Kar­­di­nal­le­rin papalık ile ilgili onun ü­ze­rine yar­­gı­lama yetkisi ver­me­­di­ği doğrudur, yine de on­lar Pe­ter’in halefi o­larak o­nu gös­ter­di­ler. Birlik baş­ka bir başrahibin (papa) se­çil­me­­sini ge­çerli şekilde sür­dü­re­bil­meden ön­ce onun rüt­besini a­nons etmesinden mut­lak o­larak emin ol­ma­lı­lar. Kilise tarihi, pa­­pa­lık­tan is­tifanın birçok sayıda ör­nek­lerini verir. Pez­zani ta­ra­­fın­dan örnek verilen Papa Mar­­ce­linus’un (M. S. 296- M. S. 308) du­ru­mu­nu ve Pa­pa Felix II’­nin, Papa Li­be­ri­us’un şa­şırtıcı is­ti­fasını (M.­ S. 352- M. S. 366) bir ke­­nara koyarsak diğer isti­fa­­lar şöyledir; dü­zen­siz hayatı ile Kilisede uzun sü­ren s­kan­da­­la ne­den olan Pa­pa Benedict IX (M. S. 10­33- M. S. 1044), pa­pa­lığini i­lan etti. Son­ra istifa etti fakat bu istifadan pişman ol­du ve Pa­pa Clement II’nin ö­lümünden son­ra kı­sa bir süre için pa­palık tah­tına el koydu, a­ma sonunda özel bir konakta öldü. O­nun ha­­lefi Papa Gregory VI (M. S. 1044-M. S. 10­46) pa­pa­lık­tan istifanın bir başka ör­ne­ği­ni verdi. Peter’in Ma­ka­mın­dan çe­kil­mesi i­çin Be­nedict IX’u ikna eden G­re­gory idi ve bu­nu yap­ma­sı i­çin ona de­ğerli servet teklif et­ti. Gregory Pa­pa ol­duktan son­­ra, bu işe ço­ğu kişi ta­ra­fın­dan dini memuriyeti sat­mak o­­la­rak bakıldı fakat G­re­gory’nin ma­k­sa­dının kötü ol­ma­dığı gö­rül­me­sine rağ­men, pa­­pa­lıktan istifa etmesinin da­­ha iyi olacağı dü­şünüldü ve Papa gönüllü olarak is­ti­fa etti. Bir papanın is­ti­fa­sının klasik örneği St. Ce­les­tine V’in is­ti­fa­sı­dır (M. S. 1294). Pa­pa­lı­ğa seçil­me­sin­den önce, bir mün­ze­vi idi ve se­çilmesine ha­zırlıksız ve kifayetsiz idi. Beş aylık pa­pa­lıktan sonra, pa­palıktan istifa et­mek için i­zin verilebileceğini i­­lan et­ti­ği di­ni bir karar çıkardı ve son­ra papalıktan res­mi fe­ra­gatı kardinallere sundu. İstifa­sın­dan son­ra iki yıl yaşadı. Bazı ki­­şi­lerin, pa­palık tahtından ge­­çerli bir istifanın im­kan­sız­­lığı ile il­gili düşünceleri yü­zünden ve ha­le­fi Boniface VIII’den rahat­sız­lık­larından do­­layı, Boniface tartış­ma­ları kal­dırmak için hü­küm çı­­kar­dı. Papalıktan isti­fa­nın en son ör­neği Papa Gre­go­ry XII’dir (M. S. 1406-M­. S. 1415). Peter’in Makamında hak iddi­a e­den i­ki kişi­nin G­re­gory’in doğruluğunu ve i­­man­lılığını tar­tışması Batı Ki­­li­sesinde ki bü­yük hi­zip­leş­me zamanında oldu. Meselea bir son vermek için, ya­sal Papa Gregory M. S. 14­15’te Constance Ge­nel Kon­seyinde pa­palıktan fe­ra­gat etti. Na­pol­yon’­a taç giy­dir­­­meye M. S. 1804’te Pa­ris’­e yola çık­ma­dan ön­ce, Pa­pa Pius V­II­‘nin (M. S. 18­00- M­. S. 1823), Fran­sa­‘da hap­sedilmesi du­ru­mun­­da yü­rür­lüğe girmesi için pa­pa­lık tah­tın­­dan istifayı im­za­la­dığı bilin­mek­te­dir. Pa­pa­nın geçerli is­ti­fa­sı ser­best bir dav­ra­nışdır, bun­­dan dolayı pa­pa­lığın zor­lanmış istifası hü­­­küm­süz ve boş olur. Bkz. Cor­pus Juris Ca­nonici, Kar­di­nal­ler Bir­liği, Papa, Pis­ko­pos, Rahip, Genel Kon­sey, Cons­tan­ce Kon­sü­lü, Hıristiyanlık, Katoliklik, Bo­ni­fa­ce V­I­I­I, Celestine V, Peter, Başrahip, Mar­ce­li­ni­us, Benedict IX, Clement II, Greory VI, Kar­dinal, Gregory XII, Pius VII.
ABDİEL: (Hıristiyan). Mil­ton’­un Kayıp Cennet’ine gö­re, şeytan melekleri baş­kal­dır­­maya zorladığı zaman ona karşı koyan sa­dık Se­raf. Bkz. Seraf, Milton, Hı­ris­ti­yanlık.
ABDİMA (DİMİ) BAR HAMAR: (Yahudi). Babil’e göç eden bir Fi­listinli Amora; M. S. 4.yy’da Raba ve Joseph’in çağ­da­şı. Ha­g­ga­dot’unun bir kaçı ko­run­­muştur. Musa’nın sözlerini yo­rum­la­ya­rak: ‘­Bu on emir cen­net­te değildir. Ne de de­ni­zin öte­sin­de­dir’, diye bir görüş belirtir. Va­i­z­sel amaçlar için İncildeki tekstl­eri kul­la­na­rak, o teksti süz­me yöntemini takip eder ve­ya ifa­delerin hatta sesin ben­zer­likleri ü­ze­ri­ne oynama yön­­te­mi­ni izler; örneğin; ‘Onlar dağın alt kısmını durdurdu’. O ‘Kut­sal O­lan’, dağı Yahudiler’in üzerine eğ­di onlara şöyle dedi, ‘E­ğer Ya­sayı kabul ederseniz iyi olacak ; yok­sa burası sizin me­za­rınız ola­cak’’. Taanat kavramınide yorum­la­mıştır: , ‘Ve sınır Ta­anath – shi­loh’a doğuya doğru gitti, san­ki taaniyah (üzüntü) ve­ya iç çek­me, ile bağlantılı imiş gibi. ve, bun­dan dolayı, o, Ta­a­nath – shi­loh ile, insana Shiloh’ta bir za­manlar uyguladığı ku­rbanla ilgili törelerin hatırlatıldığı yeri anlar ve onların de­vam ettirilmemesini eleştirir. Bkz: Haggadot, Halakot, Taanat, Yahudilik.
ABDİMA B. HAMDURE: (Ya­hudi). Bar Hamdure. M. S. 3. yy’­dan bir A­mo­ra. Sa­mu­el’in mü­­ridi olduğu düşünülmektedir. B­kz. Samuel,Yahudilik.
ABDİMA: (Yahudi). Birçok Filistinli Amoraim’in adı. Bir tanesinden Filistin Talmudu’nda R. Abdimi veya R. Abudmi olarak bah­sedilir. R. Abdimi, onun ha­yat­ta kalmasını sağlayan R. Jo­se II ile ve R. Eliezer II ile aynı za­man­da, M. S. 4.yy’da yaşadı. Fi­lis­tin Talmudu ve Midraşik li­te­ratür Abdima ismi ile veya o­nun değişik biçimleri ie bir çok başka Amoraim’den bahseder, on­lar­dan bazıları Dimi diye bilinir. Bkz. Midraşik, Filistin Talmudu, Amora.
ABDİMİ MALLAHA: (Ya­hu­di). Rab Hiy­ya b. Abba’nın çağ­­daşı, el sanatıyla meşgul olan bil­ginlerden biriydi. Bkz: Rab Hiyya b. Ab­ba, Yahudilik.
ABDİŞO BAR BERİHA: (Hıristiyan). Ab­h­disho Bar Berikha. Ö; M. S. 1318. Ni­si­bis­li E­bedjesus olarak da bilinir. Suriyeli Hıris­ti­yan ilahiyatçı ve şair. Nasturi ge­le­ne­ği­nin son önemli tem­sil­ci­si. M. S. 1285’ te S­higgar ve Beth-Arabaye (Suriye) pis­ko­po­su o­larak atanan Abhdisho, M. S. 1291’de Nisibis Met­ropolit’i oldu. Eserleri ara­sın­da en önemlisi olan Margaritha Vi­ate (Hayatın İn­cisi), geç Nasturi öğretisinin en kapsamlı e­­ser­le­rinden biri olarak de­ğer­len­­dirilir. ‘İnci’ İsa’nın psi­kolojik kim­liği üzerinde o­dak­lanmıştır. İsa’yı ay­rı bir birey olarak de­ğil, yan­lızca tanrının insan sureti olarak vur­gulayan Doğu Hıristiyan­­lı­ğı’na karşı çı­kan Abhdisho, duy­gu, akıl ve irade a­çı­sın­dan tam bir insan olan İsa’nın insana özgü tüm biyolojik ve psi­ko­lo­jik işlevleri ya­şa­dı­ğı­nı savundu. Bu görüşün kaynağı Nas­tu­ri­ler­‘in İsa’nın insanlık için ahlaki bir örnek ol­masının ve ken­di­si­ni insanlık adına feda et­mesinin etkili ve otantik anlamını ön p­la­na çıkarma kaygılarıdır. Abhdisho ayrıca, yanlız kendi eser­le­rinin bir listesi olmakla kal­mayıp, aynı zamanda Suri­ye’li din a­dam­la­rının yazıları ile ilgi­li bilinen en iyi baş­vuru kita­bı­ olan Catalogue’u da (M. S.­ 13­1­6­) yazdı. Bkz. Met­ro­polit, Nasturilik, Hıristiyanlık.
ABDOBADAT: (Arap). Bir­çok Nebatça kitabede adı ge­çen, Nebatiler’in tanrıarından biri.
ABDON: (Yahudi). Eph­raimite yar­gıç­la­rı­nın sonun­cu­la­rın­dan bi­ri. Pirat­hon’lu Hil­lel’in oğ­lu. Jephtha ve Gileadite’ler ile ya­­pı­­lan kavgadan sonra İsrail’de düzeni ye­niden kur­ma­ya yar­dım etti; Benjamin kabilesinden bir aile; bir Gi­be­­onite a­i­le­si; Jo­siah’ın za­man­larında resmi bir mahkeme. II K. , 28; 12’de, Ac­hbor olarak ge­çer. Levi­li’­lere verilen, Asher ülke­sinde bir şe­hir. Bene Gershon Guérin ta­ra­fından Acre’nin kuzeyi Abdeh i­le bir tutulur. Bkz. Levililer, Yahudilik.
ABDRİANAHOABU: (Afri­ka­). Ma­da­gas­kar yerlilerinin inançlarında tanrı gurup­la­rın­dan Zan­­ka­r­y­lerin bir üyesi; tanrıça. Gü­müş bir zincir ü­ze­rinde dünyaya i­nen Yü­ce­le­r’in kadını, efendisi, diye adlandırıır. Bkz. Zankary.
ABDRUSHİN: (Teosofizm). Oskar Ernst Bernhard’ın kurduğu İs­viçre’deki teosofik bir tarikat. İm Lichte der Wahrheit (Ha­ki­ka­tın Işığında) adlı kitap bu tarikatın veya mez­hebin kutsal kitabı olarak kabul e­dil­mek­tedir. Bkz. Teosofizm.
ABDU’UN- NUR: (Nusayrilik). Nu­say­ri­ler ta­­rafından şarap kadehine verilen isim. Şa­rap ka­dehinin cenneti temsil ettiğine i­na­nır­lar. Bkz. Nusayrilik, Şarap.
ABDUH: (İslam). Muhammed Abduh. 18­4­9- 1905. Gelenekciliğe karşı çıkışı ve akıl­cı­lığı ön plana çıkarma fikirleriyle tanınan Mı­sır müftüsü. Cemalleddin Efgani’nin ta­le­besi olan Abduh’n görüşleri sadece Mısır da değil bütün İslam aleminde etkili ol­muş­tur. Bkz. Cemaleddin Efgani.
ABDU’L MUN’İM: (İslam). Tasavvufi bir kavram. Allah’ın bütün isimlerine mazhar olan kul, diğer isimlerinden daha çok el- Mun’im ismine mazhar olmuşsa o kişiye Ab­du’ul Mun’im denilir. Bu kul Allah’ı daha çok nimet verici olarak görür. Allah’ın bol ve çe­şit­li nimetlerine nail olur. Bkz. İslamiyet, Ta­savvuf, el- Mun’im.
ABDULLAH B. ÖMER B. VARAKA: (Nu­­say­rilik). Nusayriler’in ilk na­kip­le­rin­den. B­kz. Nusayrilik, Nakip.
ABDULLAH BİN RAVAHA: Bkz. Merih Yıl­­dızı.
ABDULLAH İBN ABBAS: (İslam). 619- 688. Hz. Muhammed’nin amcasının oğlu ve Kur’an yorumlarıyla ün yapmış sahabe. Osman ve Ali zamanlarında çeşitli resmi görevlerde bulundu. Cemel ve Sıffın sa­vaş­la­rında Ali’nin yanında oldu. Fakat daha son­raki dönemlerde de Muaviye’nin ha­li­fe­li­ğini kabullendi. Abduulah bin Zübeyr’in ha­li­fe­li­ği­ni eleştirdiği için bir süreliğine hap­so­lun­du. Taif’te vefat etmiştir. Bkz. Ali, Os­man, Mu­a­vi­ye, Halifelik, Cemel, Sıffın, İslamiyet.
ABDULLAH İBN ÖMER: (İslamiyet). 609- 691. İkinci halife Ömer’in oğlu. Yo­rum­cu ve fakih. İlim sahibi olmasının ya­nın­da örnek kişiliğiylede bilinir. Halifelik tek­lifini kabul etmemiştir. Bkz. Fakih, Müfessir, İslam.
ABDULLAH İBN SEBE: (İslam). İbn Vehb. Üçüncü halife döneminde müslüman olan, fakat Os­man ve Ali dönemlerindeki ka­rı­şıklıklarda faydalanarak müslümanlar ara­sı­na tefrika katmak is­tediğine inanılan Yahudi asıllı kişi. Ali’nin tanrı olduğunu, o­nun öl­me­di­ğini, tekrar dünyaya ge­leceğini sa­vunmuş ve bu görüşleriylede sonraları a­şı­rı Şii gu­rup­la­rının inançlarını şe­kil­len­dir­miş­tir. Sebeiyye adı verilen mezhep onun görüş­le­ri­ni ileri sürmüştür. Bkz. Sebeiyye, Mezhep, Ş­i­i.
ABDULLAH İBN ÜMMİ MEKTUM: (İslam). İslamiyet’in Mekke döneminde müslüman o­lan ama bir sahabe. Kendisiyle ilgili bir hadise üzerine Abese süresi’nin ilk ayetleri inmiştir. İs­lam peygamberi’nin Mekke’nin ileri gelenlerine İslam’ı an­lat­ma­sı sırasında arkadan yanına yak­la­şarak İs­lam’ı kendisine anlatmasını ister. O es­na­da meşgul olan Hz. Muhammed sırtını döner. Bu­nun ü­ze­rine Allah tarafından bu tavrı e­leş­­tiren a­yet­ler gönderilir. Bkz. Sahabe.
ABDULLAH İBN ZÜBEYR: (İslam). 622- 692. Cemel savaşında Ali’nin yanında yer a­lan, Emevi halifesi Yezid zamanında da Mek­ke’de halifeliğini ilan eden sahabe. Ha­lifeliği kısa zamanda Hicaz bölgesinde ta­nın­dıy­sa da sonraları Mekke ile sınırlı kal­mşıtır. Emevi halifesi Abdülmelik dö­ne­min­de Haccac’a karşı şehir uzun süre sa­vun­duysa da savaşda ölmüştür. Bkz. E­me­vil­er, Yezid.
ABDULLAH: (İslam). Ö. 570. Hz. Mu­ham­med’nin babası. Peygamber’in do­ğu­mun­dan kısa bir süre önce genç yaşında ve­fat eden Abdullah, Abdülmecit’in onuncu oğ­­lu idi. Rivayete göre Abdullah’ı Allah’a kur­ban adayan Abdülmecit onun yerine yüz de­ve kurban etmiştir. Bkz. İslamiyet, Hz. Muhammed.
ABDUR MENAF: (Nusayrilik). Nu­say­ri­li­ğin kabul ettiği peygamberlerden biri. Nu­­say­rilik.
ABDÜLBAHA: (Bahailik). Abbas Efendi. Baha ‘nın Kulu diye de bilinir. Babasının vefatı üzerine halef olarak yerine geç­miş­tir. Ab­­­bas Efendi 1844 senesinde dünyaya gel­di. Küçük ya­şın­dan i­ti­baren babasının ha­ya­tı­na tabi olmuştur. 1863 yılından 1908 se­­ne­si­ne kadar Akka ‘da kalebent kaldı. Osmanlı İm­paratorluğunda 1908 Meş­ru­ti­ye­ti’­nin i­la­nında serbest bırakıldı. Haifa ‘ya yerleşti. Mısırda İ­sa­‘­nın in­san­ların kur­ta­rı­cısı, ken­di­sininde onun zuhuru olarak gös­­ter­me­­si Hıristiyan misyonerlerin dikkatini çekti ve za­man za­man ken­­disiyle ilişkiye geçtiler. 1­9­1­0 senesinde üç sene sü­ren bü­yük bir se­ya­ha­te çıktı. Mısır, Avrupa ve A­me­­ri­ka’­yı do­laş­tı. Buralarda Bahaullah’ın öğretilerinin p­ro­­­po­gan­­da­sı­nı yaptı. Birinci Dünya Savaşı es­nasında İngilizler le­hi­ne gös­ter­­diği ça­lış­ma­lardan dolayı İngiliz Hükümeti tarafından Şö­­val­ye­­lik rütbesiyle mü­ka­fat­lan­dırıldı. Abdülbaha, 28 Kasım 1­9­21 yı­­lın­da İsrail’in Haifa şehrinde öldü. Bkz. Ba­ha­i-lik, Bahaullah.



Yaşar Sıdkı Ateş

www.inanclarsozlugu.com