Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ekim 2007       Mesaj #31
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Küresel ısınma nedir?
İnsan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda, dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. İklim sisteminde vazgeçilmez bir yere sahip olan sera gazları, güneş ve yer radyasyonunu tutarak, atmosferin ısınmasında başlıca etkendirler. Sera gazlarının bulunmaması durumunda yeryüzünün sıcaklığının bugüne göre 30oC daha soğuk olacağı hesaplanmıştır. Son yıllarda atmosferde çeşitli insan aktivitelerinden kaynaklanan nedenlerle karbondioksit, metan, ozon ve di azot monoksit gibi gazlardan oluşan sera gazları, yeryüzü sıcaklığında belirgin artmalara sebep oluyor. Sera etkisinin artması, troposferin ısınmasında, stratosferin de soğumasında en önemli etken olarak gösteriliyor.

Dünya sıcaklığı değişiyor
Küresel ısınmanın etkisi, hava sıcaklıklarının dünyanın her yerinde artması biçiminde olmayacak. Sıcaklığın artış oranı, orta enlemlerde ve ekvatorda, kutuplardakinden daha farklı olacak. Örneğin ekvatorda, bu artışın, dünya ortalamasının çok altında olacağı tahmin ediliyor. Aslında bu ısınma, dünya iklim sisteminde köklü değişimlere ve aşırılıklara yol açacak. Öyle ki, dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınlar gibi hava olaylarının şiddeti ve sıklığı artarken, bazı bölgelerde de uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme olayları etkili olabilecek. Bunun yanında, sıcaklık artışının kışları, yazlara göre birkaç derece fazla olması bekleniyor. Benzer bir durum, geceyle gündüz arasında da görülecek. Gece sıcaklarındaki artış, gündüz sıcaklıklarındaki artıştan fazla olacak. Bu durumda karalar, geceleri eskisi kadar soğumaya fırsat bulamayacak. Yazla kış, geceyle gündüz arasındaki sıcaklık farkının azalması, bütün dünyadaki rüzgâr çeşitlerini etkileyecek; fırtınaların yoğunluğu, gücü ve rotaları değişecek.
Yağış dönemleri, miktar ve türlerinin değişmesiyle artan sıcaklık, daha çok buharlaşmaya ve buna bağlı olarak da daha çok bulut oluşmasına yol açacak. Kısaca söylemek gerekirse, dünyanın iklimi daha sıcak, daha nemli ve bol yağışlı olacak.

Yeni yağış düzeni
Küresel ısınmanın önemli etkilerinden olan iklim kuşaklarının kayması sonucu, yağmur kuşağı kuzeye doğru genişleyecek. Ancak bu genişleme sonunda yağışlar her bölgede artmayıp, belli bölgelerde yoğunlaşacak. Güney Avrupa'daki yaz yağmurları azalırken, Amerika, Avrupa ve Asya'nın 55 Kuzey enleminin yukarılarında kar yağışı artacak. Daha güneyde kar yağışı azalırken, yağmurlarda bir artış olacak; karın toprakta kalma süresi azalacak. Şiddetli yağmurlar daha sık yağacak ve daha çok su bırakacak.
Sağanak yağışların artışı, yüzey nemliliğini ve bitki örtüsünü etkileyecek. Bunun sonucunda suyun toprakta süzülmesi azalacak, seller artacak. Yeni yağış düzeni, ekilebilecek alanların kuzeye doğru genişlemesine yol açacak. Dağlardaki buzullar ve kar örtüsünün azalmasından dolayı, hidrolojik sistemler ve toprak yapısı çok etkilenecek.

İnsan da tehlikede
Küresel ısınma, kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve diğer bazı hastalıklara sebep olacak. Sürekli sıcak hava, seller, fırtınalar gibi hava olayları, psikolojik rahatsızlıklar, hastalıklara ve ölümlere yol açacak. Yeni alanlara yayılan böcekler ve diğer hastalık taşıyıcılar, bulaşıcı hastalıkların çoğalmasına neden olacak. Hava sıcaklığının artması ve su kaynaklarındaki azalma, kolera tipi hastalıkları yaygınlaştıracak. Üretimdeki bölgesel azalmalar sonucu, açlık ve kötü beslenmede artışlar görülecek. Böcek yumurtalarının ölmesini sağlayan gece ve kış soğuklarının hafiflemesi, önemli bir sorun olacak. Kimi bölgelerde şiddetli kuraklık dönemlerinin ardından gelecek aşırı yağışlar, virüs mutasyonlarının artmasına, buna bağlı olarak da sıtma gibi hastalıkların yayılmasına neden olacak. Öte yandan tarım bitkilerinde görülen hastalıklarda da sıcaklıkla birlikte artış gözlenecek.
Buzulların erimesi ve sıcaklık artışı, okyanuslardaki suları genleştirip, denizlerin seviyesini yükseltecek. Deniz seviyesinin yükselmesi, kıyılardaki toprak kaybının yanı sıra, kıyılara yakın temiz su kaynaklarının denizle birleşmesine neden olacak. Artan buharlaşma yüzünden göl ve ırmaklarda meydana gelecek su kaybı, 21. yüzyılın en önemli meselelerinden biri olacak. Tatlı su kaynaklarının kalitesinde, tuzlu su karışımı nedeniyle azalma olacak.
Tarım, turizm ve diğer ekonomik aktiviteler bu durumdan olumsuz etkilenecek; gelişmekte olan birçok ülkede yerli halkın beslenme ve yakıt kaynakları yok olacak. Yüksek deniz seviyesi, yüksek gel-git, kuvvetli dalga ve tsunami gibi riskli doğa olaylarına sebep olacak. Deniz seviyesindeki yükselmesiyle düz alanlar seller altında kalarak, kıyılardaki üretim alanları zarar görecek. Bunun sonucu milyonlarca insan kıyı alanları ve küçük adalardan göç edecek. Kurak bölgelerdeki çiftçiler daha çok sulama yapıp, daha fazla tarım ilâcı kullanacaklarından, bu bölgelerde tarımsal etkinliklerin maliyeti artacak. Gelişmekte olan ülkelerin kurak ve yarı kurak alanları, bazı kıyı alanları, deltalar ve küçük ada gibi bölgeleri tehlike altında kalacak. Kırsal alanlarda doğal kaynakların verimliliğindeki gerileme sonucu, kırsal alandan kente göç hızlanacak.

Küresel İklim Sisteminin Korunması Çabalarının Tarihsel Gelişimi
Toplumun ilgisini son 20 yıl içinde çekmeye başlayan artan sera etkisi ve küresel ısınma konusu, bilim adamları tarafından yaklaşık yüz yıldır bilinmekte ve incelenmekteydi. Atmosferdeki karbondioksit (CO2) birikiminin değişmesine bağlı olarak iklimin değişebilme olasılığı, ilk kez 1896 yılında Nobel ödülü sahibi İsveçli S. Arrhenius (1896) tarafından öngörülmüştür. Ama aradan yıllar geçmesine rağmen, atmosferde artan CO2 birikiminin yol açabileceği olumsuz etkiler konusundaki uluslar arası ilk ciddi adımın atılması için 1979 yılına kadar beklenilmiştir. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO)'nün öncülüğünde 1979 yılında düzenlenen Birinci Dünya İklim Konferansı'nda konunun önemi dünya ülkelerinin dikkatine sunulmuş ve özetle şunlar ortaya konmuştur. Toplumun, ana enerji kaynağı olarak fosil yakıtlara olan uzun süreli bağımlılığının ve ormansızlaşmanın gelecekte de sürmesi durumunda, atmosferdeki karbondioksit birikimi büyük ölçüde artabilecek gibi görünmektedir. İklim süreçlerini anlayabilmemizi sağlayan bugünkü bilgilerimiz, CO2 birikimindeki bu artışın küresel iklimde önemli ve olasılıkla da uzun süreli değişikliklere yol açabileceğini göstermektedir. İnsan etkinlikleriyle atmosfere eklenen CO2 nin, atmosferden insan etkinlikleriyle uzaklaştırılması yavaş gelişen bir süreçtir ve bu yüzden artan CO2 birikiminin iklimsel sonuçları da uzun bir süre etkili olmaktadır..
Bu konferansı izleyen uluslararası etkinlikler, artmakta olan CO2 nin, küresel iklim sistemi ve bölgesel iklimler ile atmosfer-okyanus-biyosfer ortak sistemi içerisindeki karbon döngüsü üzerindeki etkilerini ve bu etkilerin sosyoekonomik sonuçlarını araştırmak gerektiğini pekiştirmiştir. Çok sayıda bilim adamının katıldığı çalışma toplantıları, seminerler ve sempozyumlar, yalnızca 1979'daki düşünceleri kuvvetlendirmekle kalmamış, küresel ısınmanın ortaya çıkardığı tehdit konusunda dünyada örneği çok az görülen bilimsel bir uzlaşma ortamı oluşturmuştur.

1985 ve 1987 yıllarında Villaca da (Avusturya) ve 1988’de Toronto’da düzenlenen toplantılar, dikkatleri ilk kez iklim değişikliği karşısında siyasal seçenekler geliştirilmesi konusu üzerinde toplamıştır. Villaca 1985 Toplantısı, Karbondioksit ve Öteki Sera Gazlarının İklim Değişimleri Üzerindeki Rolünü ve Etkilerini Değerlendirme Uluslararası Konferansı. başlığını taşımaktaydı. 1988 yılında düzenlenen Değişen Atmosfer konulu Toronto Konferansında, uluslararası bir hedef olarak, küresel CO2 emisyonlarının (salınımlarının) 2005 yılına kadar %20 azaltılması ve protokollerle geliştirilecek olan bir çerçeve iklim sözleşmesinin hazırlanması önerilmiştir.
Aralık 1988'de Malta'nın girişimiyle, BM Genel Kurulu .İnsanoğlunun Bugünkü ve Gelecek Kuşakları için Küresel İklimin Korunması. konulu 43/53 sayılı kararı kabul etmiştir. Kararda, küresel iklim insanoğlunun ortak mirası, iklim değişikliği ortak sorunu olarak nitelendirilmiştir. Kasım 1989'da, Hollanda'nın Noordwijk şehrinde Atmosferik ve Klimatik Değişiklik konulu bir Bakanlar Konferansı düzenlenmiştir. Bu toplantıda, ABD, Japonya ve eski Sovyetler Birliği dışındaki ülkelerin çoğu, CO2 emisyonlarının %20 oranında azaltılmasını destekledikleri halde, azaltmaya ilişkin özel bir hedef ya da takvim belirlenememiştir.

Küresel ısınmadan kaynaklanan iklim değişikliğinin önlenmesi konusunda küresel bir anlaşmaya yönelik sondan bir önceki adım, 29 Ekim-7 Kasım 1990 tarihlerinde Cenevre'de yapılan İkinci Dünya İklim Konferansıdır. Dünya Meteoroloji Örgütü'nün (WMO) öncülüğünde düzenlenen Konferansta, ana konusu iklim değişikliği ve sera gazları olan İkinci Dünya İklim Konferansı Bakanlar Deklarasyonu, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 137 ülke tarafından onaylanmıştır. Hem Konferans sonuç bildirisi, hem de Bakanlar Deklarasyonu, BM Çevre ve Kalkınma Konferansında (UNCED) imzaya açılmak üzere, bir iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi görüşmelerine ivedilikle başlanması açısından tarihsel bir önem taşımaktaydı. Bu belgelerde, sera gazlarının atmosferdeki birikimlerinin azaltılmasını sağlayacak önlemler savunulmuştur. Dahası, konuyla ilgili belirsizliklerin, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini en aza indirmek için gerekli olan eylemlerin geciktirilmesi amacıyla kullanılmaması gerektiği vurgulanmıştır.

Sera Etkisi Nedir?
Uzun dönemde, yeryüzünün, güneşten aldığı enerji kadar enerjiyi uzaya vermesi gerekir. Güneş enerjisi yeryüzüne kısa dalga boyu radyasyon olarak ulaşır. Gelen radyasyonun bir bölümü, yeryüzünün yüzeyi ve atmosfer tarafından geri yansıtılır. Ama bunun büyük bölümü, atmosferden geçerek yeryüzünü ısıtır. Yeryüzü bu enerjiden, uzun dalga boyu, kızılötesi radyasyonla kurtulur.
Gezegenimizin yüzeyi tarafından yukarıya salınan kızılötesi radyasyonun büyük bölümü atmosferdeki su buharı, karbondioksit ve doğal olarak oluşan diğer “sera gazları” tarafından emilir. Bu gazlar enerjinin, yeryüzünden geldiği gibi doğrudan uzaya geçmesini engeller. Birbiriyle etkileşimli birçok süreç (radyasyon, hava akımları, buharlaşma, bulut oluşumu ve yağmur dahil) enerjiyi atmosferin daha üst tabakalarına taşır ve enerji oradan uzaya aktarılır. Bu daha yavaş ve dolaylı süreç bizim için bir şanstır; çünkü yeryüzünün yüzeyi enerjiyi uzaya hiç engelsiz gönderebilseydi, o zaman yeryüzü soğuk ve yaşamsız bir yer, Mars gibi çıplak ve ıssız bir gezegen olurdu.
Atmosferdeki gazların gelen güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı çok daha az geçirgen olması nedeniyle Yerküre’nin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu doğal süreç sera etkisi olarak adlandırılmaktadır.

Sera Gazları
Doğal sera gazları (su buharı (H2O), CO2, CH2, N2O ve ozon (O3)) ile endüstriyel üretim sonucunda ortaya çıkan florlu bileşikler, atmosferdeki sera etkisini düzenleyen temel maddelerdir.
UNFCCC Sözleşmesi, 1987 tarihli Birleşmiş Milletler Ozon Tabakasının Korunması Sözleşmesi Montreal Protokolü ile kontrol altına alınamayan bütün sera gazlarını içermektedir.
Buna karşılık Kyoto Protokolü aşağıda belirtilen sera gazlarıyla ilgilidir:
- Karbon dioksit (CO2)
- Metan (CH4)
- Nitrik oksit (N2O)
- Hidroflorokarbon (HFC)
- Hidrokarbur perflor (PFC)
- Kükürt heksaflorit (SF6)
- Su buharı ( H2O)
Atmosferdeki karbon dioksit ve diğer sera gazlarının ulaştığı birikim düzeyi, sanayi devriminden bu yana hızla yükselmiştir. Atmosferdeki sera gazı birikimlerinin artmasına en başta fosil yakıt kullanımı, ormansızlaşma ve diğer insan etkinlikleri yol açmış; ekonomik büyümeyle nüfus artışı bu süreci daha da hızlandırmıştır.

Gazların Çeşitli Sektörlere Göre Atmosfere Yayılımıyla İlgili Oranlar
  • Sanayi %22
  • Yapılaşma %20
  • Tarım (özellikle çiftlik hayvanlarının sıvı atıkları ve metan yayılması) %19
  • Soğutucu gazlar %0,5
  • Enerji %11
  • Atıklar ve diğerleri %2
Sera gazlarının bu günkü sevide sabit tutulması mümkün olsa dahi dünyamız ısınmaya devam edecektir. Zira okyanusların atmosfer değişikliklerini izlemesi daha uzun zaman almaktadır

Sera gazı emisyonunu etkileyen faktörler
  • Fosil yakıtlar
    • Karbon içeriği, kalori değeri gibi yakıt özellikleri
    • Madenin tipi ve yeri
    • Yakıtın çıkarılma yöntemi
    • Doğal gaz için boru hattı kayıpları
    • Dönüşüm verimliliği
    • Yakıt temini, tesisin kurulması ve sökülmesi için kullanılan elektriğin elde edildiği yakıt cinsi
  • Hidrolik
    • Tipi (akarsu veya rezervuar)
    • Tesis yeri (tropik bölge, kuzey iklimi)
    • Baraj inşaatı için kullanılan enerji
    • İnşaat malzemelerinin (beton, çelik...) üretiminden kaynaklanan emisyonlar
  • Rüzgar
    • Bileşenlerin üretimi ve inşaat sırasında kullanılan enerji
    • Tesisin yeri (iç bölge ya da kıyı bölge)
    • Verim ya da kapasite faktörü (bölgedeki rüzgar durumu)
  • Güneş
    • Pil üretiminde kullanılan silikonun miktarı ve niteliği
    • Teknolojinin tipi (amorf, kristal malzeme)
    • Üretim için kullanılan elektriğin elde edildiği yakıt cinsi
    • Yıllık verim ya da tesis ömrü (düşük kapasite faktöründen dolayı rüzgar ve güneş enerjisinin kW başına emisyon miktarı düşüktür ancak kWsaat başına emisyon miktarı yüksektir)
  • Biyokütle
    • Yakıt özelliği (nem içeriği, kalori değeri)
    • Yakıt hazırlamada kullanılan enerji (büyütme, hasat, taşıma)
    • Tesis teknolojisi
  • Nükleer
    • Yakıtın çıkarılması, dönüştürülmesi, zenginleştirilmesi ve tesisin inşaası ile sökülmesi sırasında kullanılan enerji
    • Yakıt zenginleştirme için gerekli olan enerji (gaz difüzyon teknolojisi yakıtın zenginleştirilmesi aşamasında enerji yoğun bir işlemdir ve santrifüj işlemine göre 10 kat daha fazla sera gazına sebep olur. Lazer teknolojisi ise santrifüj işlemine göre daha az emisyona sebep olur.)
    • Yakıtın yeniden işlenmesi ve geri dönüştürülmesi seçeneği yakıtın tek sefer kullanılmasına göre enerji üretim zincirinde %10-15 daha az sera gazı emisyonuna sebep olur.
Küresel İklimde Gözlenen Değişimler
Atmosferdeki birikimleri artmaya devam eden sera gazları nedeniyle kuvvetlenen sera etkisinin oluşturduğu küresel ısınma, özellikle 1980'li yıllardan sonra daha da belirginleşmiş ve 1990'lı yıllarda en yüksek değerlerine ulaşmıştır (Şekil 2). 1998 yılı, hem kuzey ve güney yarımküreler için hem de küresel olarak hesaplanan yıllık ortalama yüzey sıcaklıkları dikkate alındığında, güvenilir aletli gözlemlerin başladığı 1860 yılından beri yaşanan en sıcak yıl olmuştur. Başka sözlerle, küresel ısınma 1998 yılında, hem küresel hem de yarımküresel olarak yeni bir yüksek sıcaklık rekoru daha kırmıştır. 1961-1990 klimatolojik normali ile karşılaştırıldığında, ki bu dönemin kendisi de sıcak bir devreye karşılık gelmektedir, 1998'de yerkürenin yıllık ortalama yüzey sıcaklığının normalden 0,57°C daha sıcak olduğu hesaplanmıştır (WMO, 1999). Bundan önceki en sıcak yıl ise, 1997 idi.
1990-1997 döneminde (bazı yıllarda kesintiye uğramakla birlikte) etkili olan ısrarlı El Niño (sıcak) olayı, tropikal orta ve doğu Pasifik Okyanusunda deniz yüzeyi sıcaklıklarının normalden 2-5 °C daha yüksek olmasına neden olmuştur. 1998'de ise, küresel iklim sistemi Güneyli Sağınımın hem sıcak (El Niño) hem de soğuk (La Niña) uç olaylarından etkilenmiştir. Buna karşın, El Niño olayı, bundan önceki küresel rekor yılı olan 1997'de olduğu gibi, 1998'de de küresel rekor ısınmaya katkıda bulunan ana etmen olarak kabul edilmektedir (WMO, 1999).
Gerçekte, küresel ortalama yüzey sıcaklığında gözlenen ısınma eğilimi, dünya üzerinde eşit bir coğrafi dağılış göstermemiştir; bölgesel farklılıklar belirgindir. Uzun süreli ısınma eğilimi, 40°K ve 70°K enlemleri arasındaki anakaralarda en fazladır. Buna karşılık, Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde ve içerisinde Türkiye’nin de yer aldığı Doğu Akdeniz ve Karadeniz havzalarında, özellikle son 25-30 yıllık dönemde, ortalama yüzey sıcaklıklarında bir soğuma eğilimi egemen olmuştur.Atlas Okyanusu’nun kuzeyi ile Doğu Akdeniz ve Karadeniz havzalarında gözlenen bu bölgesel soğumanın, esas olarak bu bölgeler üzerindeki sınırlar ötesi kaynaklı sülfat aerosolü (uçucu küçük parçacık) birikimindeki artışla, kısmen de kentsel ve bölgesel hava kalitesinin bozulmasıyla ilişkili olabileceği düşünülebilir. Bu bölgeler üzerindeki uçucu parçacık yoğunluğunun 21. yüzyılda da süreceği, ancak uzun vadede artan sera etkisinin sıcaklıklar üzerindeki pozitif katkısının uçucu parçacık negatif katkısını bastıracağı öngörülmektedir (UKMO, 1995). Bu yüzden, Türkiye ile bu bölgelerin de gelecek yüzyılda ısınacağı, ama bu ısınmanın öteki bölgelere göre daha az olacağı beklenmektedir.
Bunun dışında, son 35-40 yıllık dönemde çoğunlukla dünyanın büyük kentlerinde olduğu gibi, Türkiye’de de, özellikle hava kirliliğinin, hızlı nüfus artışının ve yoğun bir yapılaşmanın yaşandığı büyük kentlerde, genel olarak gece sıcaklıklarında bir ısınma, gündüz sıcaklıklarında bir soğuma ve günlük sıcaklık genişliğinde ise bir azalma eğilimi gözlenmektedir. Bu eğilimler, özellikle bulutluluğun az olduğu sıcak ve kurak yaz mevsiminde belirgindir. Yağışlar, genel olarak Kuzey Yarımküre’nin yüksek enlemlerindeki kara alanlarında, özellikle de soğuk mevsimde bir artış gösterirken, 1960’lı yıllardan sonra Afrika’dan Endonezya’ya uzanan subtropikal ve tropikal kuşaklar üzerinde bir azalma eğilimi gösterdi. Bu değişiklikler, akarsularda, göl seviyelerinde ve toprak neminde de gözlendi.
Subtropikal kuşakta ve özellikle Afrika’nın Sahel bölgesinde 1960’lı yıllarda başlayan şiddetli kuraklıklar, on binlerce insanın göç etmesine ve milyonlarca hayvanın ölümüne neden oldu. Subtropikal kuşak yağışlarındaki ani azalma, 1970’li yıllarla birlikte Doğu Akdeniz Havzası’nda ve Türkiye’de de etkili olmaya başladı. Yağışlardaki önemli azalma eğilimleri ve kuraklık olayları, kış mevsiminde daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Kuraklık olaylarının en şiddetli ve geniş yayılımlı olanları, 1973, 1977, 1989 ve 1990 yıllarında oluşmuştur . Genel olarak Doğu Akdeniz Havzası’nın ve Türkiye’nin yıllık ve özellikle kış yağışlarında, 1970'li yılların başı ile 1990'lı yılların ortası arasında gözlenen önemli azalma eğilimleri, bu bölgede etkili olan cephesel orta enlem ve Akdeniz alçak basınçlarının frekanslarında özellikle kış mevsiminde gözlenen azalma ile yer ve üst atmosfer seviyelerindeki yüksek basınç koşullarında gözlenen artışlarla bağlantılı olabilir. Öte yandan,özellikle karasal yağış rejimine sahip bazı istasyonların ilkbahar ve yaz yağışlarında, yazın daha belirgin olmak üzere, bir artış eğilimi gözlenmektedir.
Gel-git ve su seviyesi ölçüm kayıtlarına göre, küresel ortalama deniz seviyesi 19.yüzyılın sonundan günümüze kadar geçen yüzyıl süresince yaklaşık 10-25 cm kadar yükselmiştir (IPCC, 1996). Deniz seviyesi yükselmesinin belirlenmesinde karşılaşılan ana belirsizlik, düşey yönlü yerkabuğu hareketlerinin gel-git ölçerleriyle yapılan deniz seviyesi ölçümlerinin üzerindeki etkisidir. Uzun süreli düşey arazi hareketlerinin etkileri giderildiğinde, okyanus sularının hacminin artmakta olduğu ve deniz seviyesinde yukarıda verilen oranlar arasında bir artışa yol açtığı bulunmuştur. Küresel deniz seviyesindeki bu yükselmenin önemli bir bölümünün, küresel ortalama sıcaklıkta aynı dönemde gözlenen artışla ilişkili olduğu öngörülmektedir.

Dünyanın İklimi Gerçekten Değişiyor mu?
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), hazırladığı Üçüncü Değerlendirme Raporu’nda “son 50 yıl içinde gözlenen ısınmanın büyük ölçüde insan etkinliklerine bağlanabileceğini gösteren yeni ve daha güçlü kanıtlar elde edildiğini” doğrulamıştır. Gelecekteki eğilimlerin tahmini sürecindeki belirsizlikler hata paylarını artırsa bile, IPCC önümüzdeki 100 yıl içinde yüzey sıcaklıklarında küresel ortalama olarak 1.4 ile 5.8°C arasında artış olacağını öngörmektedir.

EK 1 VE EK 2 LİSTELERİNDE YER ALAN ÜLKELERİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ

Madde 4:

EK 1:
Ülkelerinin taahhütleri
  • Sera gazı emisyonları sınırlandırılacak,yutak ve hazneleri korunacak, ulusal politikalar benimsenecek, uygun önlemler alınacak (2000 yılına kadar).
  • Sözleşmenin kendisi açısından yürürlüğe girmesinden 6 ay sonra ve periyodik olarak politika ve önlemler hakkında ayrıntılı bilgi verecekler. (Emisyonların 1990 yılı seviyesine çekilmesi ile ilgili olarak)
  • Sera gazı emisyonları ve yutaklarla uzaklaştırılmaları konusundaki hesaplamalar mümkün olan en iyi bilimsel bilgiye dayandırılacak.
  • Sözleşmenin amacının yerine getirilmesi için geliştirilmiş ilgili ekonomik ve idari birimlere eşgüdüm sağlanması.
  • Montreal protokolü ile denetlenmeyen,insan kaynaklı sera gazlarının daha yüksek seviyelere ulaşmasına yol açan faaliyetleri teşvik edici politikalar ve uygulamaları teşhis edilerek,dönemsel olarak gözden geçirilmesi.
EK 2: Ülkelerin taahhütleri
  • Gelişmekte olan ülkelerin yükümlülüklerini yerine getirmeleri için ek mali imkanları sağlayacaklar.
  • İklim değişikliğinin zararlı etkilerine en fazla açık gelişme yolundaki ülkelere yapacakları masraflar konusunda yardım edilecek.
  • Gelişmekte olan ülkelere çevre ile uyumlu teknolojiler,bilgi transferi;bunlara erişilmesini sağlamak için teşvik,kolaylık,finansman tedbirlerini sağlayacaklardır.
3. Tüm taraf ülkeler (Ek 1 dahil) özgün ulusal ve bölgesel kalkınma önceliklerini, hedeflerini, koşullarını dikkate alarak;
  • Sera gazı emisyon envanterlerini; yutak absorbasyon envanterlerini; hazırlayacak, güncelleştirecektir.
  • İklim değişikliğini azaltacak ulusal ve bölgesel programlarını hazırlayacak önlemleri oluşturacak,uygulayacak ve yayınlayacaktır.
  • Enerji,ulaştırma,sanayi,tarım,ormancılık ve atık yönetimi sektörlerinde sera gazı emisyon kontrolü için emisyonları azaltan,önleyen,işlemlerin teşvik geliştirilmesinde teknoloji transferinde işbirliği.
  • Tüm sera gazı yutak ve haznelerinin korunması ve takviyesi için işbirliği.
  • İklim değişikliği etkilerine uyum hazırlığı için işbirliği yapacaklardır.
  • İklim değişikliği mülahazaları ülkelerin kendi sosyal,ekonomik ve çevresel politikaları ve eylemleri çerçevesinde dikkate alınacak.
  • Veri arşivlerinin geliştirilmesi desteklenerek işbirliği yapacaklardır.
  • İklim sistemi,iklim değişikliği ve stratejiler hakkındaki bilgilerin alışverişini sağlayacak.
  • İklim değişikliği konusunda öğretim,eğitim ve kamu bilinci oluşturulması,hükümet dışı kuruluşların da bu işleme katılmasını teşvik için işbirliği yapacaklardır.

Madde 5: Araştırma ve Sistematik Gözlem
1 - Araştırma, veri toplama ve sistematik gözlem faaliyetlerinin tanımlanmasını, yönetilmesini, değerlendirilmesini amaçlayan uluslararası ve hükümetler arası programları, şebekeleri destekleyecek ve geliştireceklerdir.
2 - Gelişme yolundaki ülkelerin sistematik gözlem ve ulusal düzeydeki bilimsel ve teknik araştırma kapasiteleri ve kabiliyetlerini güçlendirilmesine matuf çalışmalar desteklenecektir.
3 - Gelişmekte ulan ülkelerin yukarıda atıfta bulunan çabalarına katılmaları amacıyla kapasite ve kabiliyetlerini geliştirmeleri için işbirliği yapılacaktır.

Madde 6: Öğretim, Eğitim ve Kamunun Bilinçlendirilmesi
1 - Taraf ülkeler ulusal yasa ve yönetmeliklerine, kapasitelerine göre eğitim ve kamuoyunun bilinçlendirilmesi için alt bölge ve bölge düzeyinde çalışmalar yapacaklardır. Eğitim ve kamuoyunun bilinçlendirilmesi materyallerinin geliştirilmesi ve değişimini sağlayacaklardır. Ulusal kurumların güçlendirilmesi için, gelişmekte olan ülkelerin uzmanlarının eğitimi için programlar geliştirilecektir.

Madde 12: Uygulama ile ilgili Bilgi İletişimi
1 - Taraflar, tarat ülkeler konferansına sera gazı emisyonlarının ve yutaklar tarafından emilen miktarların envanterlerini, alınması öngörülen önlemlerin tanımını vereceklerdir
2 - Ek 1 ülkeleri, 4. Madde 2 (a) ve 2 (b) paragrafları altındaki taahhütlerini uygulamak için benimsediği politika ve önlemlerin tanımını, 2000 yılma kadar bu politikaların sera gazı emisyonları ve yutaklarca emilen emisyonlar üzerindeki etkilerinin tahminlerini vereceklerdir.
3 - Ek 1 ve Ek 2 ülkeleri, Sözleşmenin 4. Maddesi 3, 4, ve 5. Paragrafları uyarınca aldığı önlemlerin ayrıntılarını vermek durumundadır.
4 - Ek 1 ülkeleri, Sözleşmenin kendileri için yürürlüğe girdiği tarihten sonraki 6 ay içinde ilk bildirimlerini (İst national communication) sunmak durumundadır.

Madde 15: Sözleşme de Değişiklikler
Herhangi bir taraf. Sözleşmede değişiklik yapılmasını önerebilir.

Madde 17: Sözleşmenin Protokolleri
Sadece Sözleşmeye taraf olanlar bir Protokole taraf olabilirler.

Madde 22: Onay, Kabul, Uygum Bulma veya Katılma
Sözleşme, imzaya kapatıldığı günün ertesi gününden itibaren katılma açıktır. Onay, kabul, uygun bulma ve katılma belgeleri Depozitöre tevdi edilecektir.

Madde 23: Yürürlüğe giriş
Sözleşme, bir ülke için onay, kabul, uygun bulma veya katılım belgesini sunduktan sonraki 90. Günde o ülke için yürürlüğe girer.

Madde 24: Çekinceler
Bu sözleşmeye çekince koyulamaz.
Son düzenleyen ThinkerBeLL; 24 Ağustos 2012 11:40