Arama

Cansel Elç;in - Tek Mesaj #9

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
21 Ekim 2007       Mesaj #9
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
91217378bv3

CANSEL ELÇİN….


“Hatırla Sevgili” dizisinin Ahmet’i “Kırık Kanatlar”ın Yüzbaşı Cemal’i Cansel Elçin’i en son Yağmur ve Durul Taylan Kardeşlerin çektiği “Küçük Kıyamet” filminde izledik. Cansel Elçin son derece başarılı ve karizmatik bir aktör. Donuk oyunculukların egemen olduğu dizi film piyasasında farklı, canlı, tutkulu oyunculuğuyla hemen göze çarpan Cansel Elçin’in oldukça entrasan bir de hayat hikayesi var. 20 eylül 1973 İzmir Tire doğumlu olan Elçin, dokuz yaşındayken ailesiyle birlikte Fransa’ya göç etti ve uzun yıllar orada yaşadı. Paris’te Ecole Florent Tiyatro Okulu’nda oyunculuk eğitimi gören sanatçı, Fransa’da birçok dizi film ve sinema filmlerinde rol aldı. Kırık Kanatlar dizisi için Türkiye’ye döndü. İki yıldır burada, artık ayrılmaya da niyetli görünmüyor. Cansel Elçin’le bir set sonrası Ortaköy’de buluştuk…

-Oyunculuk eğitiminizi Fransa’da aldınız ve orada da dizilerde oynadınız.İki ülke arasında ne gibi farklar var ve film sektörü düşünüldüğünde?
Fransa’da yapımcılar önceden ne çekiceklerini biliyorlar.hazırlıklar bir sene önceden yapılıyor.Zaten paralarını da önceden alıyorlar,on üç bölümü birden iç içe çekiyorlar.Bu bölümler gösterilmeyecek olsa bile çekiyorlar.Türkiye’de öyle değil.Bir dizi iki üç bölüm sonra kaldırılabiliyor.O yüzden yapımcılar biraz daha tedbirli davranıyor.Hazırlıklar altı ay süreceğine bir ayda bitiriliyor mesela.İlk iki üç bölüm daha hazırlıklı çekiliyor,ondan sonrası biraz acaleye geliyor.Bunun hem avantajları,hem dejavantajları var.Dejavantajları,biraz organizazyon sorunu yaşanıyor.Avantajı ise biraz daha heyecanlı çalışılıyor ve daha süprizli oluyor.Ortaya daha güzel şeyler çıkartıyorsunuz.Çünkü performansınız,konsantrasyonunuz yüzde yüz oluyor.Doğaçlama oluyor.Bir de şunu gördüm ben:Türkiye’de çok çalışılıyor.İnsanlar çok çalışkan.Yaptıkları işten o kadar çok gurur duyuyorlar ki saatleri saymıyorlar,görmüyorlar.Çektiğimiz bölümleri bazen hep beraber izliyoruz.Duygusal,heycanlı bir ortam oluyor.Bunu Fransa’da yaşamadım hiç.Çünkü Fransa’da adam sekiz saat çalışıyor,bırakıyor işini gidiyor,kendinden çok şey vermiyor.Ama burada çok farklı.Setteki arkadaşlarla altı aydan beri beraberim ve onlar benim ailem oldu neredeyse.Özel hayatımı onlarla yaşıyorum.

-Fransa’da bu işe sonuçta bir iş olarak bakılıyor.Bizde ise bu daha amatör bir ruhla çalışılıyor gördüğüm kadarıyla…
Amatörülük-profosyonellik olayı değil bu. Fransa’da önceden hazırlanıyor herşey. Vakitleri var .Ama bu daha güzel ne sanatsal işler yapıyorlar demek değil. Bizim görüntü yönetmeni öyle hızlı çalışıyor, öyle bir yaratıcılık yakalıyor ki… Gerçekten çok güzel planlar hazırlıyorlar ve bunu çok çabuk çekiyorlar. Çabuk çekilmesi kötü olduğu anlamına gelmiyor.

-Ortamı hayli sevmiş gibisiniz.
Evet. Sinemaya yedinci sanat diyorlar ya, ben sekizinci sanat da var, o da Türkiye’de dizi çekmek diyorum. Çünkü geçen hafta çektiğim sahneyi bu hafta izliyebiliyorum ben. Bu dünyanın hiçbir yerinde yok. Sadece Türkiye’de var. Yani tiyatroda direkt oynarsınız, iyi misiniz kötü müsünüz bilmezsiniz. Sinemada çekerseniz ancak altı ay sonra görürsünüz. Ama burada çektiğin diziyi bir hafta sonra, bazen üç gün sonra görüyorsunuz. Bu hikayeyi ikinci defa anlatıyorum ama çok entrasandır… Kırık Kanatlar’ı çekiyorduk küçük bir köyde.. Bir Çarşamba akşamı setteyiz çalışıyoruz. Bir çay molası verildi, orada bir evin camından televizyona bakmaya başladık, geçen hafta çektiğimiz bölüm oynuyordu. Bir teyze kanepeye oturmuş bizim diziyi izliyordu. O bölümde eşkıyalar kızı kaçırıyordu ve teyze bunu izlerken acayip heycanlandı.Sonra camdan dışarı baktı, beni gördü. Yüzbaşı Cemal orada karşısında! "Yüzbaşı kurtar şu kızı, kurtar şu kızı” diye bağırmaya başladı. Ben de “Kurtaracağız,o bölümü çekiyoruz zaten” dedim. Gerçekten komikti.

-Her iki dizide de dönem anlatıyor.Kurtuluş Savaşı ve Menderes dönemi.. Tarihe ilgi duymaya başladınız mı?
Tarihi çok severim. Aslında ben 2.Dünya Savaşı ile ilgiliyimdir. Bu savaşı çok iyi bilirim. Kurtuluş Savaşı’nı da dizide çalışırken öğrendim ve ben öğrendiysem insanlar da öğrenmiştir diye düşünüyorum. Şimdi de Adnan Menderes dönemini öğreniyorum. Senaryo üzerinde çok çalışmalar yaptık. Ben şu anda on bölüm sonra benim karakterimin nasıl biri olacağını biliyorum, şu anda onun üstünde çalışıyorum. Karakterim otuz yaşına gelicek, kırk yaşına gelecek. 70 dönemlerini,80 dönemlerini anlatacağız. Senaristlerle ön çalışma yapıyoruz.

-“Kırık Kanatlar”’da aynı ekibin işiydi değil mi?
Aynı proje tasarımcısının,Tomris Giritlioğlu’nun. Orada yapımcısı Svşar Film’di. Burada ATV kanalının dizisi. Bu da büyük avantaj. Çünkü kanal gerçekten arkasında duruyor dizinin. Bayağı para harcanıyor, danışmanlarımız var. Can Dündar, Yılmaz Karakoyunlu, Ferhat Kentel… Bunların işleri çok zor. Çünkü o dönemi belgesel olarak değil, bir dizi olarak ve tarafsız anlatıyorlar. Çok önemli. Bu yüzden son derece ciddi ve profosyonel bir çalışma oluyor.

-Siz Fransa’da oyunculuk eğitimi aldınız.Biraz anlatabilir misiniz?
Fransa’da önce Ekonomi ve Sosyal Bilimler Okulu’na başlamıştım, bir sene bile bitmeden bıraktım, ailemle tekstil üzerine çalışmaya başladım. Dört beş sene geçti, sonra tiyatroya karar verdim. Ecole Florent’e yazıldım.

-Amelie filminin yıldızı Audrey Tantou ile aynı menajerle çalışmışsınız ve bu menajer sizinle pek ilgilenmemiş.Türkiye’ye dönüşünüz,Fransa’da çok fazla bir şansınız olmadığı düşüncesinden mi kaynaklandı?
Ecole Florent bin kişilik bir okul. Sene sonunda sadece 20-25 kişi seçiliyor ve bir oyun sergiliyor. Fransa’nın en büyük cast direktörleri, menejerleri, yönetmenleri gelip izliyor sizi. Ben o oyuna seçilenler arasındaydım ve Audrey Tauto da vardı orada. Menajerlerimiz aynıydı ve bu menajer Audrey’e çok fazla inanıyordu ve Audrey’de çok fazla çalışıyordu. Menajerin benimle o kadar da ilgilenmeye vakti yok. Ya da bana inancı yoktu, bilmiyorum. Ben de çok zorlamadım. Siz şunu anlamaya çalışıyorsunuz değil mi? Bir Türk oyuncu olarak Fransa’da tutunmak zor mu?

- Ayrımcılık var mı?
Hayır kesinlikle yok. Fransa şu bakımdan zor: 25 bin oyuncu var ve bir o kadar yönetmen var. Yılda 160 film çekiliyor. Televizyon kanal sayısı buradaki kadar çok değil, beş altı kanal ve bu kadar çok dizi çekilmiyor. O yüzden rol şansı az. Bir rol oynadığınız zaman bir başkasının rolünü kaptınız anlamına geliyor.

-Biz de çok dizi çekiliyor belki ama burada da çok oyuncu var.
Yok. Fransa kadar yok. Fransa’da bu işin eğitimi var ve o bir meslek. Sette her daldan meslek vardır, şoföründen tutun yazarına kadar, elektrikçisine kadar, herkes bir yerde durur ve orada tek bir dil konuşulur. O da sinema dili. Yani herkesin birbirini tanıması ve herkesin nasıl konuşucağını bilmesi gerekiyor. Bu sinema dilini öğrenmek için de okumak gerekiyor. Terziyi alırsınız, getirirsiniz sete, yapamaz anlayamaz. Bir kere dönem kıyafetlerini bilmesi, modayı takip etmesi gerekiyor. Bağlantının ne olduğunu bilmesi gerekiyor. Bilmez. Ama özel kostümcülük okulundan mezun olanlar bilir. Bu bir meslektir yani.

-Ecole Florent paralı mıydı?
Özel okul,tabi… Çünkü Fransa’nın en iyi tiyatro okulu. Orada okurken çalışıyordum bir yandan. Restoranda çalışıyordum, şoförlük yapıyordum. Özel okul ama onun yüzde kırkını falan devlet ödüyordu. Durumunuz iyi değilse yardım ediyorlar yani. Burası aslında konservatura hazırlayan bir okul ama 24 yaşından sonra konservatuara giremiyorsunuz. Ben okula girdiğimde zaten 24 idim. Konservatuar şansım yoktu.

-Gerard Depardieu bu okulda ders verirmiş. Ondan ders aldınız mı hiç?
Yok. Ama ben Gerard ile küçük bir sahne oynadım. Bimboland diye bir filmde. O gün çok ünlü bir bayan şarkıcı ölmüştü, morali çok bozuktu. Geldi sete, çok az çalıştık. Ben o filmde yardımcı oyuncuydum.

-Harem Suare’de kamera arkasında çalışmışsınız. Bu nasıl gerçekleşti?
Okul bittiğinde bir oyun sergiledik,Hücre 118 diye. Çok başarılı olduk, çok tutuldu. 256 sefer oynadık. Birgün oynarken menejerim ”Bir yönetmen var, geldi Fransa’ya cast yapıyor, tanışmanı isterim” dedi. Kim dedim. Ferzan Özpetek dedi. Ben daha önce Hamam’ı izlemiş ve çok beğenmiştim. Hemen prodüksiyon firmasına gittim. Ferzan oradaydı. Onu oyuna davet ettim. Geleceğine inanmıyordum ama geldi. Oyundan sonra kulisteydi, çok beğendiğini söyledi.

-Hücre 118 nasıl bir oyundu?
Bir hücrede geçiyor, 1936’den 86’ya kadar, Fransa tarihini bir hücereden anlatıyor. Orada beş altı karakter oynuyordum. Herkes öyleydi zaten. Ferzan "Bir film hazırlıyorum,adı Harem Suare, sana göre bir rol yok ama kamera arkası çalırsan gel” dedi. Film başlamadan önce 1 ay hazırlık yaptık. Sonra kamere arkasında çalıştım. Fransızlara tercüme ediyordum ve koçluk yapıyordum oyunculara. Orada film nasıl yapılır A’dan Z’ye öğrendim. Seti öğrendim. Harem Suare Fransız, Türk ve İtalyan prodiksiyonu. Çok güzeldi.

-Bir film çekme hayaliniz var mı?
Ben kısa metrajlı bir film çektim zaten. İsmi “Papillon”. Kısa film. Konu,engelliler. Komedi. Yakında gelicek. İzlerseniz…

-Hangisi sizi daha çok çekiyor,kamera arkası mı,oyunculuk mu?
Oyunculuğu çok seviyoruç. Bazen kendimi kamera arkasında görmeyi de çok istiyorum, canım birşeyler anlatmak istiyor. Ama gerçekten çok zor bir iş yönetmenlik. Onu gerçekten yetkin ve çok isteyen insanlara bırakmak lazım.Ben oyuncuyum.

-Fransa’da ne tür dizilerde oynadınız?
Orada polisiye diziler tutuluyor ve kahramanlar çoğunlukla kadın oluyor. Çünkü rating hedefleri 50-60 yaşlarındaki kadınlar. Onların üzerine kuruluyor diziler. O yüzden kahramanlar hep kadın. Dört beş ana karakter oluyor, onlar diziyi yirmi, otuz bölüm götürüyorlar. Böyle bir dizide şüpheli bir adamı oynamıştım. Ana karakterdi, çünkü herşey şüpheli adamın etrafında dönüyordu. Çok zevkli bir çalışmaydı.

-Bizim oyuncuları nasıl buluyorsunuz?
Küçük Kıyamet ve Kırık Kanatlar’da gördüğüm oyuncular olağanüstü.Hepsi çok iyi oyuncular. ”Hatırla Sevgili” de Engin abi(Şenkan) olağanüstü bir oyuncu. Babamı oynayan Avni Yalçın,Ayda aksel,Lale Mansur… Hepsi çok iyi. Küçük Kıyamet’te İlker Aksum ödül aldı biliyorsunuz. SİYAD En İyi Yardımcı Erkek Ödülü’nde aldı. İnanılmaz oyunculuk sergiledi orda. Egeli aksanı, Fethiyeli aksanı çalıştı, gitti inanılmaz ön çalışmalar yaptı. Ayrıca sinema sektörü inanılmaz ilerliyor. Bugünün teknolojisi açısından ve yönetmenlerle.Oyunculuklar çok iyi yani ben beğeniyorum.

-Biz buradan bakınca Fransa sinemasını beğeniyoruz, demek siz de bizim sinemayı beğeniyorsunuz?
Ya niye biliyor musunuz? Fransa’da yılda 160 tane film yapılıyor ve sektörde o kadar çok para var ki. İyi dağıtılıyor ve insanlar Fransa’da sinemaya çok gidiyor. Gerçi Türkiye’de de gitmeye de başladılar. Daha da iyi olucak. Düşünün yalnızca iki sene önce Türkiye’de bir gerilim filmi yapıldı. Okul... Küçük Kıyamet’te deprem sahneleri çok başarılıydı. Türk sineması gerçekten ilerliyor.

-Türk sinemasını yakından takip ediyor musunuz?
Takip ediyorum. Çok seviyorum Türk sinemasını. Takva inanılmaz bir filmdi. Semih Kaplanoğlu’nu çok beğeniyorum. Meleğin Düşüşü filmini… Semih şimdi yeni bir film çekicek, Nejat İşler ile. Semih’in görüntüleri,kamera hareketleri inanılmaz fotografiktir. Nuri Bilge Ceylan’ı çok seviyorum.Uzak’ı…

-Fransa’da burdakinden çok seyrediliyormuş Nuri Bilge Ceylan…
Fransa’da yüz bin kişi izledi galiba. Ama Fransızlar sinefildir zaten. Özellikle Paris’te herkes sinemaya gider. Bir kart çıkartıyorsunuz, ayda 18 euroya istediğiniz kadar gidiyorsunuz sinemaya. Paris’te 650 tane sinema var.120 tiyatro ve 202 müze var.

-Fransa’da kalmanız kariyeriniz bakımından daha iyi olabilir miydi?
Ben Paris’te çok şanslı bir oyuncuydum. Her dalda birşeyler yaptım: dublaj, reklam, sinema, dizi, fotomodellik…. Çok şanslıydım. En son filmim ”L’equilibre de la Terreur”(Terörün Dengesi) hem fiksiyon, hem dokümanterdi. Çok güzel bir rolüm vardı orada. Buraya gelişim Tomris Giritlioğlu’nun beni aramasıyla oldu, bir rol önerdi bana. Ne olduğunu sordum."Yüzbaşı Cemal” dedi, ”Mustafa Kemal’in yüzbaşısı”. Büyük Taarruz dönemi. Çekimler nasıl olucak, kaliteli mi dedim. Gelin konuşalım dedi. Mustafa Kemal’in yüzbaşısını oynamak çok heyecan vericiydi. Geldim. Ha şöyle bir şey de olmadı, ben Fransa’daki işlerimi bırakıp Türkiye’ye kariyer yapmaya gidiyorum demedim. Beni çağırdılar, bir rol var dediler, oynar mısın dediler, denemeler yaptık, pat diye vermediler rolü yani. Baktılar rolün üstesinden gelebilcek miyim diye, anlatıldı, konuşuldu, öyle karar verildi.

-Fransa’dan sonra burdaki insan ilişkileri size nasıl geliyor? Zorlanıyor musunuz adapte olmakta?
Benim için pek sorun olmuyor. Çünkü ben hep Fransa’da yaşadım ama burada doğdum ve Türküm. Dokuz yaşımda gittim Paris’e. Her sene iki ay Türkiye’ye gelirdim ve biz çok taşındık. Hem Fransa’da, hem Paris’in etrafında dokuz, on sefer. Sürekli okul değiştirdim, öğretmenlerim değişti ve gezmeyi çok seven biriyim. On altı yaşımdan beri geziyorum. Bütün Avrupa’yı gezdim.. Amerika’ya, Afrika’ya gittim. Şehirleri severim, özellikle New York’ta yaşamayı. Benim adaptasyonum çok kolaydır. Dünya vatandaşıyım. Ama yine de kökenlerimi unutmam. Benim için en önemlisi Türkiye. Eskiden buraya gelince İstanbul çok güzel bir şehir derdim, İstanbul’u severdim ama benim yerim değildi tabi, bir haftadan sonra Paris’i, evimi özledim. Ama şimdi altı aydan beri İstanbul’da yaşıyorum. Daha önce Ayvalık’taydım, saymıyorum onu, orası özel bir yerdi. İstanbul’da yaşıyorum ve hergün daha da çok seviyıorum. Özellikle insanlarını .Bundan 15-20 gün önce Paris’e gittim ve ilk defa Paris’te kendimi yabancı hissettim.

-Bu çok ilginç. Onca sene sonra altı ayda yabancılaşmanız. Peki İzmir’le aranız nasıldır?Orada doğdunuz…
Tire’de doğdum. İzmir’de ben üç yaşında falanken bir süre yaşamışız ama ben hatırlamıyorum. İzmir’i çok severim. Kozmopolit bir şehir. Çok renkli.

-Ailenizin Fransa’ya göçetme nedeni nedir?
Babam terzi olduğundan ve Paris’i çok sevdiğinden.

-O kadar kolay mı Paris’e gitmek?
Kolay değil. 80 öncesi önce babam gitti, birkaç yıl yaşadı orda. Sonra biz gittik.Türkiye’den oraya giden vatandaşlar şöyle düşünüyorlar; sadece bir iki seneliğine gidicez oraya, para kazanacağız ve sonra temelli döneceğiz. Ama hiçbir zaman böyle olmuyor. Yirmi sene, otuz sene orada kalıyor ve oraya da adapte olamıyorlar. Kendilerini yaşadıkları düzene veremiyorlar.Arada kalıyorlar.

-Babanızın terzi olduğunu söylediniz
Pierre Cardin’in yanında çalışmış bir adamdır. İlk 64-66 arası annemle birlikte gitmişler Fransa’ya. Alain Delon’un kostümlerini falan yapmış. Champs Elysees(Şanzelize)’deydi dükkanı. Küçükken ben de giderdim oraya. Babamın terzilikte özelliği, ceket yakaları yapması. Elle yapıyor, çok iyi yapıyor. Bunu Tire’de öğrendi. Çıraktı birinin yanında, sonra kalfa, sonra da terzi oldu. Usta oldu

-Mesleğini sürdüyor mu hala?
Yok, ben okulu bitirdikten sonra, ben babam ve ağabeyim ticaretle uğraştık. Özal döneminde Türkiye Avrupa’ya açılmıştı, biz Türkiye’den tekstil malları alıp orada satıyorduk.Ticaret hayatı da zevkliydi.

-Sizin çok hoş bir ses tonunuz var.Dizilerde neden dublaj yapılıyor size

Bilmiyorum. Ben üç dil biliyorum. Fransızca, Türkçe ve İngilizce. Sürekli dolaştığımdan aksanım çekiliyor biraz. Kırık Kanatlar bir dönem filmi olduğundan, öyle gerekli gördüler. Ben aslında kendi sesimi kullanmak istiyorum. Küçük Kıyamet’te kendi sesimi kullandım. Orada biraz zorlandım çünkü çekimin hemen öncesi 20 gün Amerika’da kalmıştım, sürekli İngilizce konuşmuştum. Dönünce biraz etkilendi.Hemen de çekime girdik, o yüzden biraz aksan çıktı. Ama önemli değil bunlar. Amerika’yı düşünün,orda bir sürü aksanlı oyuncu var.Ben tabi kendi sesimi kullanmak isterim.

Mart - İzmir Life