Arama

Medya Haber - Tek Mesaj #12

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mart 2006       Mesaj #12
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
12 Eylül askeri darbesinin ardından tam 25 yıl geçmesine rağmen darbenin izleri o günleri yaşayanların hafızalarında hâlâ sıcaklığını koruyor.

12 Eylül’ün Türkiye demokrasisine ve Türk devlet geleneğine verdiği zarar hâlâ tamamıyla onarılmış değil. Bu yüzden 12 Eylül, hâlâ tartışmaya, değerlendirmeye ve anlamaya çalıştığımız bir olay olmaya devam ediyor. İki gün önce darbenin lideri Kenan Evren’in bir televizyon programına katılarak 12 Eylül ile ilgili açıklamalar yapması gündeme yeniden 12 Eylül tartışmalarını getirdi. Öğrencilerin sorduğu sorular karşısında ilginç biçimde yaşanan acılar ve işkenceler karşısında sorumluluğu başkalarına atmaya çalışan bir darbe lideriyle karşılaştık. O günleri yaşamayan ancak anlatılan ve yazılanlarla yetinen gençler için 12 Eylül tarih sayfalarındaki sıradan olaylardan birisi belki. O günleri iyi anlayıp sorgulamanın, bir daha aynısını yaşamamak ve demokrasiye sahip çıkmak için gerekli olduğu açık.
Türkiye tarihinin belki de en ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı dönemi daha iyi anlayabilmek için yaşananların bir değerlendirmesini yapmak ve bilançosunu vermek yararlı olabilir. Orgeneral Kenan Evren’in liderliğini yaptığı ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun’dan oluşan “Milli Güvenlik Konseyi’’ 12 Eylül’de yönetime el koydu. 12 Eylül günü sabahın ilk saatleriyle beraber radyo ve televizyondan, Kenan Evren’in “Aziz Türk milleti... İşte bu ortam içinde Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına, emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış, ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur...” şeklinde başlayan bildirisiyle demokrasiye ara verildi. 12 Eylül öncesi 13 ilde yönetimin sıkıyönetim komutanlıklarının elinde olmasına, Başbakan Süleyman Demirel ve sivil yönetimin, yetkileri askerler ile paylaşmasına rağmen her nasılsa toplumsal olaylar önlenememiş, bir anlamda darbe “kaçınılmaz” olmuştu.
12 Eylül: Unutulması zor tarih...
Aslında darbe planları çok önceden yapılıyordu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren, harekât gününü 11 Temmuz olarak belirledi. 3 Temmuz’da CHP hükümetinin düşürülmesi için verilen gensoru ve 10 Temmuz’da Paris’te Türkiye’nin borçlarının ertelenmesinin gündeme gelmesi, darbe tarihinin belirlenmesinde etkili oldu. 11 Eylül 1980 günü, Adalet Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel’e o gece darbe yapılacağına dair bilgiler iletildi. O gün saat 17.00’de Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Cumhurbaşkanı Vekili İhsan Sabri Çağlayangil haftalık olağan görüşmelerini yaptılar. Çağlayangil, darbe söylentilerini Orgeneral Evren’e ileterek, “Ordunun ve sizin rahatsızlığınız var mı?” diye sordu. Cevap kısa oldu; “Yok”. Ancak birkaç saat sonra İstanbul’da zırhlı araçlar birliklerinden çıkarak planlanmış görev yerlerine doğru yol almaya başlamışlardı bile. Türkiye, izleri uzun yıllar sürecek olan askeri darbenin ilk saatlerini yaşıyordu.
Darbeyle birlikte, TBMM kapatıldı, Anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu. Tüm yurtta sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 12 Eylül sabahı ile birlikte geniş çaplı tutuklamalar başladı. Siyasal partilerin liderleri ve yöneticileri “güvence altına alındı”. Darbenin ardından dönemin AP lideri Süleyman Demirel ve CHP lideri Bülent Ecevit’in de aralarında bulunduğu toplam 16 siyasetçi Zincirbozan’a gönderilerek tecrit edildi. Sol ve sağ kesimden 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1 Asala militanı). İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi. 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak’’ suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi “sakıncalı’’ olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi “siyasi mülteci’’ olarak yurtdışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin “işkenceden öldüğü’’ belgelendi. 937 film “sakıncalı’’ bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü. 16 kişi “kaçarken’’ vuruldu. 95 kişi “çatışmada’’ öldü. 73 kişiye “doğal ölüm raporu’’ verildi. 43 kişinin “intihar ettiği’’ bildirildi. Kemik yaşı büyütülerek asıldığı iddia edilen bir genç için Evren’in söylediği, “asmayalım da, besleyelim mi” sözü siyasal tarihimizde yerini aldı. Mamak, Metris ve Diyarbakır cezaevleri adeta bir “toplama kampına” dönüştürüldü. Cezaevlerinde sol ve sağ görüşlü tutuklular aynı hücrelere konarak “karıştır barıştır” taktiği uygulandı. 12 Eylül sol siyasal düşünce üzerine bütün ağırlığı ile çöktü. TCK 141 ve 142. maddeleriyle binlerce sol görüşlü kişi, aydın ve akademisyen yargılandı ve hüküm giydi. Darbenin etkileri, sağ kesim için de ağır oldu. O güne kadar “devleti savunma” iddiasında olan ülkücü hareket de darbenin hedefleri arasındaydı.
Başlangıçta “demokrasiyi korumak ve kollamak” için yapıldığı söylenen darbe, demokrasiye en büyük darbeyi böylelikle vurmuş oldu. Siyasal yaşamın o güne kadar sağlamış olduğu deneyim ve birikim sıfırlandı. 12 Eylül darbesi, yaptığı yasal düzenlemelerle hukuk devleti anlayışı yerine militer-devletçi anlayışı yerleştirdi. Bireysel özgürlük ve haklar askıya alındı. 12 Eylül Anayasası özgürlükleri önemli ölçüde kısıtladı. 1961 Anayasası’nın halka “bol” geldiğini düşünen darbeciler yaptırdıkları “ısmarlama” anayasayı göstermelik bir halk oylamasıyla bu ülkeye onaylattılar. Anayasa aleyhine propagandanın suç olduğu ve tüm devlet görevlilerinin “evet” için çalıştığı antidemokratik plebisitle Evren, hem anayasayı hem kendi cumhurbaşkanlığını hem de MGK üyelerini “Cumhurbaşkanlığı Konseyi” adı altında kabul ettirdi.
Demokrasiye deli gömleği...
12 Eylül, Mehmet Altan’ın deyimiyle, “çoğulculuğa, demokrasiye, bireysel haklara deli gömleği giydirdi”. Darbenin kasıtlı bir biçimde uyguladığı depolitizasyon politikası halkı politikadan soğuttu. Siyaset yapmak, Kenan Evren’in deyimiyle, “herkesin işi” değil, sadece bir avuç profesyonel siyasetçinin ilgilenmesi gereken bir alandı. Milli Güvenlik Konseyi ülkeyi seçimlerin yapıldığı 1983 yılına kadar demir yumrukla yönetti. 1983’te siyasal partilerin kurulmasına izin verildi. Siyasal partilerde görev almak için önceden hiçbir biçimde siyasal faaliyette bulunmamak şartı MGK tarafından gözetildi. İçinde MGK’nın seçtiği Danışma Meclisi üyelerinin de bulunduğu yüzlerce kişi, MGK tarafından veto edildi. Milletvekili seçimlerine, darbeciler tarafından izin verilen adaylar katıldı.
Darbe sürecinde bazılarının demokrasi sınavından da geçtiği de söylenemez. Darbeciler karşısında “hazırolda” bekleyen profesörler, yargıçlar, belki de daha sonraki dönemlerdeki benzer durumlarda nasıl davranacaklarının ipuçlarını veriyorlardı. 12 Eylül, Türkiye’de zaten zayıf olan demokratik refleksleri iyice güçsüzleştirdi. Üniversiteleri, sendikaları, sivil toplumu politika dışına taşıdı ve politika yapmayı bir avuç seçkine has bir iş olarak tanımladı. Toplumun en dinamik, özgürlükler ve demokrasiden yana olması gereken unsurları antidemokratik-baskıcı zihniyetin kaleleri haline getirildi. Bireysel özgürlüklerin temel olduğu hukuk devleti yerine ideolojik devlet vurgusu ağırlık kazandı. Bireysel alan karşısında kamusal alan genişledi. 12 Eylül mevzuatı yargıyı bir anlamda bireyin ve özgürlüklerin koruyucusu olmaktan çıkartarak sadece devletin savunucusu haline getirdi. Bu süreçte Anayasa Mahkemesi onlarca siyasal partiyi kapatarak erişilmesi zor bir rekora imza attı. 12 Eylül, dünyanın en antidemokratik Siyasal Partiler ve Sendikalar Kanunu’nu yaptı. Partiler, sendikalar ve üniversiteler toplumdan tecrit edildi. “Anarşi ve terörün” sorumlusu olarak görülen üniversiteler, üniversite olmaktan çıkartılarak, birer “devlet dairesi”, akademisyenler de sıradan devlet görevlileri haline getirildi. Evren’in meşhur deyimiyle “sapık ideolojilere” mensup yüzlerce akademisyen 1402 sayılı yasa ile işlerinden atıldı. Üniversiteleri “zapt-u rapt” altına almak için YÖK oluşturuldu ve hala işlevine devam ediyor. AB sürecindeki Türkiye’de zaman zaman yaşanan sorunlara rağmen özgürlükler ve demokrasi gelişmeye devam ediyor. Sonraki kuşaklar bu acı günleri filmlerden ve kitaplardan izliyor, okuyor. 12 Eylül’ün Türk siyasal sistemi üzerindeki etkileri azalsa da devam ediyor. Ve hâlâ -her ne kadar oldukça değişmişse de- 12 Eylül anayasası yürürlükte. Demokrasiyi ve anayasayı silah zoruyla ortadan kaldıranlar için dokunulmazlıklar devam ediyor. Hâlâ özgürlükleri genişletmeye çalışıyoruz ve hâlâ demokrasi ve özgürlüklerin tehdit altında olduğunu görebiliyoruz. Türkiye’de tam anlamıyla özgürlükçü demokrasiyi kurabildiğimiz söylenemez. İşte bütün bunların sorumlusu siyasal hafızamızı ve demokrasi tecrübemizi kasıtlı olarak sıfırlayan darbeler ve ara dönemler. Bu nedenle, demokrasiye, özgürlüklere ve haklarımıza sahip çıkmalı ve demokratik reflekslerimizi canlı tutarak belleklerimizden “askeri darbe” kavramını sonsuza kadar çıkartmalıyız...