Arama


yasarsidki - avatarı
yasarsidki
Ziyaretçi
29 Ekim 2007       Mesaj #6
yasarsidki - avatarı
Ziyaretçi
ABRUZ: (Zerdüştlük). Kir­man Zerdüştileri tarafından Vohuman Mah’ta kutlanan bir bayram. Bu bayramın özü Avesta’daki bir met­ne dayanır ve Barsom dallarının top­lan­ma­sı ve topluluktaki herkesin katkıda bu­lun­masından oluşur. Bkz. Zerdüştlük, A­ves­ta, Vo­human Mah.
ABSALOM LOCASI: (Masonluk). Al­man­ya’da kurulan ilk mason locası. Bkz. Ma­son­luk.
ABSİD: (Hırıstiyan). Kiliselerde mihrabın bulunduğu koro kısmının arka tarafında yuvarlak ve taşkın olarak yapılmış çıkıntılı kısım. Kudüs’e yöneliktir. Bazı kiliselerde birden fazladır. Camilerdeki mihraba tekabül eder.
ABSOBHYA: (Hint). Toprak Buddha’sı. Beş Buddha’dan ikincisidir. Bkz. Buddhizm, Dhayani Buddha.
ABSOLUTE: (Din Felsefesi). Din fel­se­fe­sin­de nihai gerçek, mutlak hakikat, tanrıyı ifade eden kavram. B­k­z. Din Felsefesi.
ABSOLUTİON: (Hıristiyanlık). Ab­so­lüs­yon.Hıristiyanlık’ta günahların affedilmesi. Pa­pazlar tarafından gerçekleştirilen bu dini af, tanrı adına yapılmaktadır. Bkz. En­dü­li­jans.
ABSTAİNERLER: (Hıristiyan). En­c­ra­ti­ler. Hıristiyanlığın erken dönemlerinde ku­ru­lan gnostik bir mezhep. Bu mezhepe göre han­gi can­lıdan olursa olsun et yemek ya­sak­tır. Şa­rap içmek ve evlenmek de yasak o­lan dü­şünceleri arasındadır. Komünyonda şa­rap ye­ri­ne su kullanırlardı. Ayrıca A­dem­‘­in gü­nah­tan kurtarıldığını ve İsa’nın hakiki ce­­se­di­nin ol­madığını ileri sürerlerdi. En meş­hur mün­te­sibi Tityanusdu. Bkz. Tit­ya­nus, Hıristiyanlık, Komünyon, Gnostik, M­e­z­hep.
ABSTİTENZ: (Genel). Ka­çın­­ma, içtinap etme. Özellikle Hıristiyanlığa ait bir kav­ram olmasına rağmen birçok dinde ruhsal yük­­­selişi sağlayabilmek için yasak olmayan haz ve zevklerden uzak durma, kaçınma ha­lini anlatır. Bkz. Asketizm.
ABSYNTHİUM: (Büyü). Orta çağda Av­ru­pasın’da hayaletleri kovduğuna inanılan, fa­kat bugünkü verilerle hangi bitki olduğu bi­linmeyen bir bitki. Bkz. Büyü.
ABSYRTOS: (Yunan). Yunan mitlerine gö­re Kol­k­hi (Gürcü) kralının oğlu ve Me­­dea’nın kardeşi. Bkz. Medea.
ABŞALOM: (Yahudi). Absalom. M. Ö. 1020. İsrail ve Yahuda kralı. Davud’un ü­çün­cü ve en sevdiği oğlu. II. Samuel’in baş­larındaki çizilen portresine bakılırsa, Abşalom’a Kitabı Mukaddes’in Alkibiades’i de denilebilir. Adı ilk sefer tecavüze uğ­ra­yan kız kardeşi Tamar’ın öcünü almak için, Davud’un büyük oğlu olan Ammon’u öl­dür­me­si dolayısıyla geçer. Bu yüzden sürgüne gön­derildi ise de Yoab’ın yardımıyla ba­ğış­lan­dı. Davud’un ölümünde kimin tahta çı­ka­ca­ğı konusundaki kararsızlık nedeniyle a­yak­lanma başlattı. Davud Kudüs’ü ve k­ral­lı­ğı­nın önemli bir böümünü Abşalom’a bı­ra­ka­rak Ürdün’e kaçtı. Yoab tarafından öl­dü­rül­dü. Bkz. Davud, Kudüs, Yahudilik, Ki­tab-ı Mukaddes.
ABU CİRAP: (Mısır). Abu Gurab olarak da yazılır. Mısır’da, Ab-ı Şir’in 1. 5 km ku­ze­yinde, Sakkara ve Gize arasında ar­ke­olo­jik bölge. 5. sülale döneminde (M. Ö. 2465- M. Ö. 2325) yapılmış iki güneş tapınağının bu­lunduğu yer olarak tanınır. 5. ********n ilk evresi, güneş tanrısı ra’ya tapınmanın a­lı­şılmışın dışında bir ağılıkla vurgulandığı bir dönem olması bakımından önem taşır. Dö­nemin kitabeleri altı güneş tapınağının in­şa edildiğini kaydeder, ama yanlızca fi­ra­vun Userkal’ın ve firavun Neuserre’in tapınakları ortaya çıkarılmıştır. Bkz. Ra.
ABU İLANİ: (Sümer). Sümer kökenli, Ba­bil tanrısı Anu’nun isimlerinden biri. Tan­rı­la­rın babası anlamına gelir. Bkz. Anu, Sü­mer Dini.
ABU KAAN: (Türk). Altay Türkleri’nin kut­sal saydığı bir dağ. Bkz. Türk Dini.
ABU KUBAYS DAĞI: (Genel). Adem’in gömülü olduğuna inanılan dağ. Bkz. Adem.
ABU RİM: (Harran). İbn’ur- Rim. Har­ran­lı­ların tanrılarından. Bazı araştırmacılar bu­nu Hz. İbrahim ile ilişkilendirirler. Şinasi Gün­düz ise Ay tanrısı Sin ile ilişkilendirir. Bkz. Harran, Sabiilik, Hz. İbrahim.
ABU SİMBEL: (Mısır). Abu Sunbul o­la­rak da yazılır. Mısır firavunu 2. Ramses’in yap­tırdığı iki tapınağın bulunduğu yer. Bkz. Mısır Dini.
ABU: (Sümer). Ab-u. Sümer tanrısı En­ki’nin has­ta olan organlarından birini i­yi­leş­tir­mesi i­çin Ninhursag tarafından yaratılan bir tanrı. 300 dizelik Sümer metinlerinden Enki ve Nin­hursag adlı metinlerde geçen mit­te; Nin­hur­sag’ın eşini (Enki’yi) iyi­leş­tir­mek için kullandığı bir bitkidir. Ot­ların bü­yümesinin babasıdır. Mısır i­nanç­la­rında da çömlekçi tanrı Hunum’un ta­pı­nağı. Yu­nan­lı­lar­ca E­le­fan­tine diye anılır. Hindistan’ın O­lim­pos’u olarak da ad­lan­dı­rı­lan, Ra­jas­tan­‘­da­ki dağ. Ü­zerinde Cay­nist­le­rin tapınakları bu­lunur. Bunlar arasında Dil­wara tapınağı ol­dukca il­gi çekicidir. Bkz. Nin­hursag, Ab- u. Hu­num, Dilwara, Hin­du­izm, Sümer Dini, Mı­sır Dini.
AB-U: Bkz. Abu.
ABUK: (İlkel, Afrika). Afrika top­lum­la­rından Dİnkalarda meydana gelen ilk kadın ve ana tanıça. Kadınların ve bahçelerin tan­rı­çasıdır. Küçük yılanlar simgesidir.
ABULLUNİYUS: Bkz.Apollonios.
ABUNA: (Hıristiyan). Hıristiyan ge­le­ne­ğin­de Habeşistan kilisesi mensuplarına ve­ri­len ad. Osman Cilacı başpiskoposlara ve­ri­len ad demektedir. M. S. VI. yy.’dan beri bu kilise başpiskoposları beratlarını İs­ken­de­riye Patrikliğin’den almaktadır. Kel­da­ni­ler­de de papazlara saygı ifadesi olarak ve­ri­len isimdir. Bkz.Hıristiyanlık, Keldaniler.
ABUNDANTİA: (Roma). Roma İm­pa­ra­tor­luğ’u zamanında sikkelerde temsil edilen bol­luk tanrıçası. Bkz. Roma Dini.
ABUNDİUS: (Hıristiyan). Hıristiyan a­ziz­le­rinden bazılarına verilen isim. Bkz. Hı­ris­ti­yanlık, Aziz.
ABÜ DANE: (İslam). İslam mistisizmi ta­sa­vvufa göre hırsın ve tamahın kötülüğünü, züh­tün ve kanatin faziletini dile getiren, bir lokma bir hırka anlamına gelen bir deyim. Ayrıca mukadder olan rızk, herkesin kıs­me­ti­ne düşen ekmek ve su. Bkz. Ta­sav­vuf, Cü, Kıl­let.
ABYDOS: (Genel). Mısır dilinde abdu, Kıpt dilinde ebot, bugün el-arabat, el med­fu­ne. Eski Mısır’ın en önemli arkeolojik a­lan­la­rın­dan biri olan kutsal şehir. Nil’in ba­tı­­sında, el-balyana yakınındaki bu alan ön­ce­leri ilk iki ********n nekrapolü, sonraları da Osiris’e tapanların hac merkeziydi. Bkz. Mı­sır Dini, O­siris.
ABZAR İYASE: (Türk). Kazan Ta­tar­la­rı­nın inançlarına göre evin avlusunda, ahırda ve­ya bahçede yaşadığına inanılan ruh. İn­san­ların gözüne uzaktan uzağa, insan kı­lı­ğın­da veya farklı hayvan kılıklarında gö­zü­kür. Ev hay­van­larından bazılarını sever. Sev­mediği hay­vanları öldüreceğini dü­şü­ne­rek insanlar o hay­vanları hemen satmayı ter­­cih ederler.
ABZU: (Sümer). Apsu. Engufda. Sümerler’de deniz, dip­siz derinlik ve su tanrısına verilen isim. En­ki’nin evi. Yeraltı suları tanrısı. İlk in­san­lar hayatın normal gelişimini mev­sim­ler­de izlemişler, doğum-ölüm döngüsünü yer­altı su­larına bağlamışlardır. Yeraltı su­la­rı ilk­ba­har­da bütün doğaya canlılık verir, ya­zın gök­le­re doğru yükselirler, sonbaharda ye­niden in­sanın yaşadığı toprağa düşerler, kı­şında top­rağın altındaki yerlerine dö­ner­ler. Bu dön­gü her yıl tekrarlanır. Su mev­si­mi gelince do­ğa­yı her yıl canlandırır. Bu yüz­den Abzu can­landırıcı tanrıdır. Babil’in son­suz çukuru; yer­yüzünü kuşatan ve çev­re­leyen sular an­la­mı­nada gelir bu kavram. Babil mitolojisine gö­re tanrılar şeker, tuz ve ko­kulu suların ka­rı­şımından meydana geldi. Yer­altını saran Ap­su ise dereler ve kaynak su­­lar meydana ge­tirerek yeri delmeyi ba­şar­dı. Tanrıların doğuşu sonrası Apsu onların gü­­rültüsünden rahatsız olarak Tiamat’a şi­ka­yet etti. Bu şi­ka­yet sonrası tanrılar a­ra­sın­da savaş çıktı, sa­va­şın sonunda Tiamat öl­dü. Bkz. Tiamat, Enki, Yaratılış, Sümer Di­ni, Babil.
ABZU’NUN TAPINAĞI: (Sümer). E-Ab­su. Enki’nin Eridu’daki tapınağına ve­ri­len i­sim. Bkz. Enki, Sümer Dini.
AC YANTO: (Maya). Maya tanrılarından bi­­ri. Beyaz adam da denilir. Bkz. Maya Di­ni.
ACA EKAPAD: (Hint). Hava tan­rı­la­rın­dan. Bu tanrının Hint mitolojisindeki yeri ve ö­ne­mi fazla değildir. Genellikle Ahi bud­hnya ile birlikte görülür. Bir yerde ba­ğım­sızdır (Rig. X, 65: 13). Öte yandan baş­ka bir yerde (Rig. X, 66: 11) okyanus, ne­hir, hava, taşkın sel­ler­le birlikte görülür. Bur­da Ahi budhnya ile özdeşleştirilmiştir. At­harvaveda’da (XIII, 1: 6) Aca ekapad’ın iki dünyayı güçlendirdiği söy­lenir. Yaska’ya gö­re Aca ‘süren, önüne ka­­tıp götüren’ dir. İ­kisi birlikte ‘tek ayağıyla sü­ren’ veya ‘tek a­yağıyla önüne katıp götüren’anlamındadır. Bi­çim ve işlev yönünden yoruma açık olan bu tanrı, Bazı bi­lim adamlarına göre ‘tek a­yak­lı keçi’ dir. Aca keçi anlamına da gelir. Bazılarına göre ise ‘doğmamış olan tek a­yak­lı­‘­­dır. Aca, doğ­ma­mış anlamına da gelir. Baş­ka yorumlarda vardır fakat akla en ya­kı­nı olanı, ‘hortum fırtınası’ gibidir. B­ha­ga­vad­gita, X, 66: 11’de Ahi budhanya ile öz­deş­­leştirilmeside yılansal bir biçiminde ol­du­­ğu düşünülür. Bkz. Ahi Budhnya, Rig­ve­da, Hinduizm.
ACACALLİS: (Yunan). Yunan mi­t­le­rine göre Minos’un kızlarından biri. Hermes ve Apollon bu kıza gönül vermişlerdi. Bkz. Yunan Dini, Hermes, Apollon, Minos.
ACALA: (Çin). Çin’de yemek artıklarıyla bes­lendiğine ve pislikleri de ateşle yok et­ti­ği­ne i­na­nılan savaş tanrısı. Tibet dilindeki Po­indola adı Çince’ye Acala (devinimsiz) o­la­rak çevrilmiştir.
ACAMAS: (Yunan). Yunan mitlerine gö­re Thesus ile Phedre’nin oğlu. Bkz. T­he­sus, Phedre, Yunan Dini.
ACAN: (Maya). Maya inançlarında şarap tan­rısı. Bkz. Maya Dini.
ACARİ: (Türk). Türkistan’da 10. yy’dan i­ti­baren Maniheizm mensuplarına verilen i­sim. Bkz: Maniheizm.
ACAT: (Maya). Mayaların inançlarında döğ­­mecilerin tanrısı. Bkz. Maya Dini.
ACATAŞATRU: (Hint). Şiva’ya ve Yud­hişt­hira’ya verilen bir isimdir. ‘Düşmanı he­nüz doğmamış olan’ anlamına gelir. Aynı za­manda Upanişadlar’da adı geçen Kasi k­ra­lı ve Budha zamanında yaşamış Mathura k­ralının adıdır. Bkz. Şiva, Upanişadlar, Yud­­hişthira, Hinduizm, Upanişadlar, Bud­hizm.
ACCA LARENTİA: (Roma). Roma’nın ku­ruluş mitinde adı geçen çoban Fa­us­ta­u­lus­‘un karısı. Kocasının dağda bulduğu Ro­mu­lus ve Remus’u benimser ve kendi 12 ço­cu­ğu ile birlikte büyütür. Roma’nın kuruluş dö­nemlerinde güzelliğiyle ün salmış bir kız. Bir bayram günü Hercules (Herkül) ta­pı­na­ğın­da tanrı ile tapınak bekçisi bahse gi­ri­şir­ler. Zar da kim kazanacaksa ötekine ziyafet çe­kecek ve bu güzel kızla sevişmesini sağ­la­yacaktır. Hercules kazanır ve Acca ile se­vi­şir. Kız sonraları zengin bir Etrüsk’le ev­le­nir ve yaşlı kocası ölünce bütün varlığını Ro­ma halkına bağışlar. Diğer bir ver­si­yonda Faustulus’un karısı yerine yanına baş­ka bir Acca Larentina’yla ilgili aynı mit an­latılır ve bu kadın Faustulus’un karısının gö­müldüğü yerde gömülüdür. Oniki Arval kar­deşler Kollegiumu’nun Acca La­ren­ti­na’nın oniki çocuğu anısına kurulmuş olma ih­timali kabul edilmektedir. Bkz. Herkules, Ro­mulus, Remus, Roma Dini.
ACCADEMİA DEİ LİNCEİ: Bkz. Pa­pa­lık Bilimler Akademisi.
ACCLA: (İnka). Accla Huas. Güneş Bakireleri. İnka i­nanç­larında güneş tapınağına adanmış ka­dın­lara verilen isim. Bu kadınların a­dan­ma­sı­nı kansız kurban türüne sokan a­raş­tır­ma­cı­lar var. Accla’lae accla huası denilen yer­ler­de kurban törenlerinde sunulan vikunya ve­ya alpaka yününden değerli kumaşları do­ku­mayı öğrenirler. Ayrıca her törende mut­la­ka kullanılan mayalanmış Mısır içkisi c­h­i­c­hayı hazırlamayı da öğrenirler. Bkz. İnka Di­ni.
ACEDİA: (Hıristiyan). Pontuslu E­va­g­ri­us­‘­un demonları sınıflandırmasında isminin an­lamı ‘manevi tembellik’ olan bir demon. Öğ­len de­­monuda denilir ve Evagrius en teh­likeli demon olduğunu yazar. Ayrıca bu kav­ramı se­kiz günahtan biri olarak da kabul e­der. Bkz. Demonlar, Şeytan, Hıristiyanlık, Sa­ta­nizm, Günah.
ACELECİLİK BAYRAMI: Bkz. Nuntarriyaşhaezen.
ACETES: (Yunan). Yunan mitlerine gö­re Aietes. Kafkas dağları ile Karadeniz a­ra­sındaki bir bölgenin kralı. Sihirbaz Circe (Kirke)’nin kardeşi ve güneşin oğlu. Bkz. Kirke, Yunan Dini, Aietes.
ACHAB: Bkz: Ahab.
ACHAİA: (Yahudi). Yahudilik’de halk ta­ra­fından ‘acı veren üzüntü’ olarak yo­rum­la­nan geleneksel bir şenliğin adıdır. Bkz. Ya­hu­dilik.
ACHAMOTH: (Gnostik). Gnostik li­te­ra­tür­de yer alan bir düşmüş ilahi bir varlık; Sop­hia’nın bir diğer ismi. İbranca’ ‘hikmet’ an­la­mına gelen bir kavramdan türetilmiş ol­du­ğu söylenir. Bkz. Sophia, Gnostik, G­nos­tisizm.
ACHAZ: Bkz. Ahaz.
ACHEMON: Bkz. Siren’ler.
ACHERİ: (İlkel). Kuzey Amerika yer­li­le­ri­nin inançlarına göre yüksek dağların te­pe­le­rin­de yaşayan ve çoğunluklada çocuklara has­talık bulaştırmak amacıyla kasabalara, köy­lere inen küçük bir kızın hayaleti.
ACHERON: (Yunan). Yunanistanda bir ne­hir. Çeşitli yerlerde yeraltına doğru ak­ma­sı nedeniyle, eski Yunan’da bu nehrin yer­altı dünyasına yani Hades’e gittiğine i­na­nı­lırdı. Bkz. Hades, Yunan Dini.
ACHİLLES: (Yunan). Aşil. Açil. Akhilleus. Yunan mitlerine göre Anadolu ve Ka­radeniz civarında tapınılan bir figür ol­mak­la beraber, İlyada’da tarihsel ve mitik bir kişilik olarak tanımlanan Truva ku­şat­ma­sındaki Yunanlı kahraman. T­hes­sal­‘­ya­da­ki Myr­mi­don­‘lar kralı Peleus ile Nereid T­hetis’in oğlu idi. Tanrılar soyundan olan an­nesi, onu ölüm­süz kılmak için, doğunca tıl­sımlı ateşe tuttu, ama kocası Peelus’un gel­mesi ile işi yarıda kaldı. Kentaur Khiron o­nu büyüttü, yetiştirdi. Truva savaşı baş­la­yın­ca annesi, kız elbiseleri giydirerek S­k­y­ros adası kralı Lykomedes’in kızları arasına gön­derdi, saklamak istedi. Ama Odysseus baş­ka Yunan prensleriyle adaya gelip, çar­şı­da bir satıcı imiş gibi önüne çeşitli mü­cev­her­ler, silahlar koydu. Sonra birdenbire sa­vaş boruları çaldırmaya başladı. Öteki kız­lar kaçarken, Aşil, önünde duran silahlara el at­tı. Böylece kimliği ortaya çıktı. Truva’ya git­meye mecbur kaldı. Lyko­me­des­‘­in kızı De­idamia’dan Patroklos (Neopto­le­mos) a­dın­da bir oğlu olmuştu. Dostu Patroklos, si­lah ustası ve hocası Phoiniks, Myrmidonlar 50 gemiye binerek Truva’ya doğru yola çık­tı­lar. İlyada destanı Aşil ile Agamemnon a­ra­sında Truva önünde çıkan bir kavga ile baş­lar. Agamemnon Brises’i Aşil’in elinden al­mıştır. Aşil buna kızdığı için savaştan çe­ki­lir. Zeus’da savaş talihini Truvalı’lara doğ­ru yöneltir. Çok sıkışan Agamemnon Aşil’e O­dysseuss, Aias ve Phoinks’den kurulu bir ri­cacılar heyeti gönderir. Hediyelerle be­ra­ber Brises’i geri vermeyi kabul eder. Fakat T­ruva kahramanı Hektor, Yunan gemilerini a­teşe vermeye kalkınca Aşil kendi si­lah­la­rını arkadaşı Patroklos’a verir, savaşa onu gön­derir. Aşil’in talimatı dışında davranan Pat­roklos öldürülür. Aşil’in silahları Hek­tor­‘­un eline geçmiştir. Aşil bunun üzerine sa­vaşa kendisi katılır. Annesi Thetis’in , tanrı Hep­haitos’a yaptırdığı yeni silahları kuşanır. Hek­tor’u öldürür. Ölüsünü savaş arabasına bağ­layarak yerlerde sürükler. Homeros’tan son­raki destanlar Aşil’in Memnon ve A­ma­zon­lar kraliçesi Penthesileia ile de sa­vaş­tı­ğı­nı yazar. Kaderi Aşil’in Truva’nın alın­ma­sın­dan önce ölmesini gerektiryordu. Paris’in at­tığı bir okla topuğundan vurularak öl­dü­rül­dü. Annesi onu ölümsüz kılmak için a­te­şe topuğundan tuttuğu için sadece to­pu­ğun­dan vurularak öldürülebilirdi. Bkz. Hektor, Hep­­haitos, Kentaur, İlyada, Agamemnon, Ne­reid, Penthesileia, Truva, Odysseus, M­y­r­midon.
ACHİYALATOPA: (İlkel). Afrika ka­bi­le­le­rinden Zunilerin mitolojilerinde ismi ge­çen ucube ve göksel bir dev.
ACI BAY: (Türk). Manas destanında adı ge­çen, Manas’a bağlı, onun ‘keskin dilli’ di­ye nitelendirdiği yiğitlerinden biri. Bkz. Ma­nas.
ACICILIK: (Hıristiyanlık). Do­lorisme. E­le­miyye. Hıristiyanlıkta ‘din’ ve ‘sır’ a­la­nın­da ilahi güce yaklaşma, a­rınma ve yük­sel­menin an­cak acı çekerek elde e­di­le­ce­ği­ne inanma. Bkz. Hıristiyanlık.
ACİDUM PİNGUE: (Simya). Ateşten çı­kıp kireci meydana getirdiğine inanılan bi­lin­mez madde. Ortaçağ simyacıları, ki­reç­ta­şın­dan kireç elde etmek için bir bilinmeyen A­cidum Pingue (Yağ asidi)’nin ateşten çı­ka­ra­rak kavrulan kireçtaşıyla birleştiğine ve ki­reci meydana getirdiğine inanırlardı. Bkz. Sim­ya.
ACİNASATİ: (Hint). Hintli çilecilerin giy­di­ği an­tilop derisi veya keçi derisi. Bkz. Hin­duizm.
ACİNTYA-BHEDABHEDA: (Yoga). Yo­ga öğretisine göre idrak edilemeyen, fark­lı­lık­ta birlik anlamında bir kavram. Bkz. Yo­ga.
ACİR: (İslam). Kiraya veren, kira akdinde ki­ralananın sahibi, iş akdinde işçi an­la­mın­da bir kavram. Acir, kira veya iş akdinde ak­di yapan tarafı ifade eder. İslam hu­kuk­çu­la­rının çoğunluğuna göre icare akdinin şart­la­rı; icap, kabul, akdin tarafları ve akdin ko­nu­su yani menfaat ve ücret olmak üzere dört tanedir. Hanefilere göre ise, yalnız icap ve kabul rükün olup, diğerleri akdi ta­mam­la­yan şartlardır. Akdi yapanlar acir (mucir) ile müstecir (kiracı) dan ibarettir. Akdi ya­pan tek kişi olabileceği gibi bir topluluk da o­labilir. Mesela, bir köy halkı bir öğretmen ve­ya bir imam yahut bir müezzin tutsa, bun­lar hizmet yapınca ücretlerini köy hal­kın­dan isterler. Kira akdinin meydana gel­me­si için akdi yapanların akıllı olması ge­rekir. Bu yüzden akıl hastasının veya tem­yiz kudretine sahip olmayan küçüğün ya­pa­ca­ğı kira akdi geçerli olmaz. Hanefilere gö­re, velisi izinli olan mümeyyiz küçüğün, gabn olmayan bir ücret karşılığında ya­pa­ca­ğı kira akdi geçerlidir. Şafiiler ise böyle bir ki­ra akdini mutlak olarak geçersiz sayarlar. An­cak böyle bir akit yapılmışsa kiraya ve­ren kira bedeline hak kazanır. Eğer mü­mey­yiz küçük, kiraya vermeye izinli değilse, akit velisinin icazetine kadar askıda kalır. Ço­cuğun şahsı veya malı üzerinde veli olan kim­senin yapacağı kira akdi geçerlidir. Çocuk, kira süresi bitmeden önce büluğ ça­ğına girerse, akit, süre sonuna kadar de­vam e­der. Ancak velisi, çocuk üzerinde iş ak­di yap­mışsa, bu akit büluğ ile sona erer. İ­care ak­di taraflarının -eğer erkekse- mürted ol­ma­ması gerekir. Çünkü mürtedin mali ta­sar­­rufları askıdadır. İmam Ebu Yusuf ve İ­mam Muhammed’e göre ise mürtedin ta­sar­ruf­ları geçerlidir. Bkz. İmam, Mü­e­z­zin, Şa­f­i­i, Hanefi, İmam Ebu Yususf, Ebu Mu­ham­med, Mürted, İslam.



Yaşar Sıdkı Ateş

www.inanclarsozlugu.com

ACİTAKESAKAMBALİN: (Hint). Hin­dis­­tan’daki en eski maddeci, heretik din bil­gini. Bkz. Heretiklik, Hinduizm.
ACİVA: (Hint). Cayna’cılığa göre ‘canlı ol­ma­yan töz’. ‘ruh’ ya da ‘canlı madde’ de­mek olan civa’nın zıtıdır. Dörde bölünür: 1. A­kasa (uzam), 2. Dharma (devinimi o­la­nak­lı kılan şey ), 3. Adharma (devinimsizliği o­la­naklı kılan şey), 4. Pudgala (madde). Pud­ga­la sonsuz olmakla beraber, atomlardan o­lu­şur. Değişime ve gelişime uğrar. Hem bü­yük­tür (görülebilir), hem de incedir (du­yu­lar­la algılanamaz), görülmeyen karman (ne­den bildiren), yani ruha yapışıp onun ü­ze­ri­ne çöken madde ince pugdala’ya örnektir. A­civa’nın ilk üç tipi hem ruhun hem de mad­denin varlığı için gerekli koşullardır. Bu kavramlarin bazıları Budhacı felsefede de kullanılır, fakat yüklendikleri anlamları farklıdır. Bkz. Caynizm.
ACİVİKA: (Hint). Hindistan’da Budhizm ve Caynizm ile aynı dönemlerde ortaya çı­kan çileci bir tarikat. Goşala Maskariputra (Ga­sola Makkahaliputta) tarafından kuruldu. Bu tarikatla ilgili bilgileri Buddhist ve Cay­nist kaynaklardan öğrenebiliyoruz. Bunlara göre Goşala (Gasola) aşağı bir kasttan gel­mek­teydi ve Budha’nın ölümünden kısa bir sü­re önce, Mahavira ile aralarında çıkan bir tar­­tışma sonucu ölmüştür. Tahminen M. Ö. 4­84’e doğru. Bu tarikatın ruh göçüne ilişkin i­nançlarında determinizm hakimdir. Diğer ta­rikatlar ruh göçü esnasında insan kaderini i­yileştirebileceğini kabul ederlerken, A­ci­vi­ka­lar evrendeki bütün olayların ve insan ka­de­rininde, Niyati (sanskiritçe: kural, kader) de­nilen bir güç tarafından belirlendiğine i­na­nırlar. İnsanın kaderini değiştirme ça­bal­a­rı işe yaramaz. Nasıl bir ip yumağı fır­la­tıl­dı­ğında açılıyorsa insan da kaderinde ne var­sa onu yaşayacaktır. Niyati böyle dav­ran­malarına karar verdiği için Acivikalar sade bir hayat sürerler. M. Ö. 3. yy’da güç­le­nen tarikat sonradan zayıfladıysa da , bu­gün­kü Maysur eyaletinin bulunduğu top­rak­lar­da 14.yüzyıla kadar varlıklarını sür­dür­dü­ler. İnançlardaki değişikliklerle ku­ru­cu­la­rı­na tapınılmaya başlandı. Niyati inancı, tüm değişmelerin aldatıcı olduğunu ve her­şe­yin sonsuza kadar hareketsiz kaldığını ka­bul eden bir öğretiye dönüştü. Bkz. Ma­ha­vi­ra, Gosala, Caynizm, Budhizm.
ACİZİYYE: (İslam). Sadiyye tarikatının dört kolundan biri. Bkz. Sadiyye, Taglebiyye, Ve­fa­i­y­ye, Selamiyye.
ACOLMİLTZİ: (Aztek). Aztek i­nanç­la­rın­da yeraltı tanrılarından biri. Bkz. Aztek Dini.
ACOLNAHUACATL: (Aztek). Aztek i­nanç­larında yeraltı tanrılarından biri. Bkz. Az­tek Dini.
ACORN: (Germen). Nors mitolojilerinde ha­yatın ve Thor’un gizeminin sembolü. Bkz. Thor.
ACRON: (Roma). Sabin şehri kralı. Sa­bin­le­rin kaçırılmasında , Romulus’e karşı sa­vaş­ta başı çekti. Romulus’un meydan o­ku­ma­sını kabul etti. İki önder ordularının ö­nün­de düello ettiler. Romulus Acron’u öl­dür­dü ve zırhını Katolum üzerindeki Jupiter fe­retrius’a adadı. Bu Opima Spolia adetinin baş­langıcı oldu. Bkz. Romulus, Remus, Roma Dini, Opima Spolia.
ACTA SANCTORUM: (Hıristiyanlık). Bütün azizlerin hayatını anlatan kitap kol­lek­siyonu. Bu koleksiyonu ilk olarak ha­zır­la­maya başlayan kişi Belçikalı Cizvit Ros­wey­de’dir. Acta Sonctorum ilk olarak 16­43­‘de yayınlanmıştır. Rosweyde’nin ö­lü­mün­den sonra bu kitabın diğer ciltlerinin ya­yınlanması Booland tarafından devam et­ti­rilmiştir. Bkz. Aziz, Hıristiyanlık.
ACTAEON: (Yunan). Akteon. Yunan mit­le­ri­ne göre tanrıça Artemis’i yıkanırken gören bu sebeble tanrıça tarafından bir ge­yi­ğe çev­rilip kendi av köpekleri tarafından parçalanan Yunanlı avcı. Bkz. Artemis, Yu­nan Dini.
ACTİUM: (Yunan). Yunan mitlerine göre Yu­nanistan’da Apollon şerefine şenlikler dü­zenlenen eski bir şehir. Bkz. Apollon.
ACTS OF PAUL: Bkz. Paul’un İşleri.
ACUECUCYOTİCİHUATİ: (Aztek). Az­tek inançlarında okyanus, nehirler ve yağ­mur yağdırma tanrıçası. Bkz. Aztek Dini.
ACUL: Bkz. Patrik John.
ACUN: (Türk). Eski Türkçe’de dünya an­la­mı­na gelen bir kavram. Bu dünya, maddi dün­ya olmaktan ziyade, ‘İnsanlık dünyası’ dır. Toprak ve su yığınından ibaret olan dün­ya, eğer insansız kalsa idi, hiçbir manası ol­mayacaktı: ‘Bu dünya, insanlıkla birlikte dü­şünüldüğü için, insanların hayatı gibi fani ve yine insanların talihi gibi dönek ve kah­pe bir dünya idi’. Bunun için eski Türkler yer­yüzünde yaşayan varlıkların tümüne, ‘A­cun­lar’ demişler ve bu suretle Acun deyimi ile de, ne demek istediklerini daha açık o­la­rak göstermişlerdi. Eski Türkler, yer­yü­zünde yaşayan insanlara ‘Acunluk’ derlerdi. İn­sanlar nihayet dünya için yaratılmış, dün­ya­lık ve bu dünya içinde güçleri ile kuv­vet­le­ri yeter olan varlıklardı. Onların iyilik ve­ya kötülükleri, tanrının insanlara bah­şettiği ta­lihe, yani, ‘Kut’a bağlı idi. Tanrı onlara kut verirse, zaten herkes iyi olur; kurt ku­zu­ya bile katılıp giderdi: İnsanları idare eden ve hükümdara da ‘Acuncı’ denir. Fakat, A­cun­cı unvanı, daha çok bütün insanlığın hü­küm­darına verilen bir ad idi. Bkz. Kut, Türk Dini.
ACUNCI : Bkz. Acun.
ACUNCULAR : Bkz. Acun.
ACUNLUK : Bkz. Acun.
ACZ: (İslam). Bir nesneye gücü yetmemek, kud­reti olmama durumu, güçsüzlük, ye­ter­siz­lik. Bu sıfatları üzerinde bulunduran kim­seye de aciz denir. Acz, kudretin zıd­dı­dır. Bir şeyi yapmaya gücü yetmeyen kimse on­dan acizdir. İslam’da yükümlülükler kud­re­te bağlıdır. Bir şeyi yapmaktan aciz olan o­nunla yükümlü değildir. Allah hiç kimseyi gü­cünün yetmeyeceği bir şeyle yükümlü tut­maz. Allah kullarının aciz kaldığı ko­nu­lar­da onlar için bazı kolaylıklar getirmiştir. Me­sela su bulamayan ya da kullanmaktan a­ciz olan kimse teyemmüm eder. Namazda a­yakta durmaktan aciz olan kimse namazını o­turarak kılar, oturmaktan da aciz ise i­şa­ret­le kılar. Ramazan orucunu tutamayacak ka­dar hasta ve aciz olan kimse yer, sonra i­yi­le­şince kaza eder. Hacca gitmeye kudreti ol­mayana hac farz değildir . Acz, ehliyet a­rı­zalarındandır. Bir işi yapmak için insanın o­na ehil olması gerekir. Buna eda ehliyeti de­nilir ki iki kısma ayrılır: Ehliyet-i Kasıra ve Ehliyet-i Kamile. Bkz. Ehliyet-i Kasıra, Eh­liyet-i Kamile, İslamiyet, Hac, Oruç, Na­maz.
AÇA PİTTİ: (Çuvaş). Çuvaşların ge­le­nek­sel inançlarında yenidoğan çocuğu soy ü­ye­li­ğine kabul etmek için yapılan törenlerden biri. Yenidoğan onuruna lapa verilmesi de­mek­tir. Bu törene katılan yakın akrabalar ve kom­şular bebeğin annesine lapa veya çorba ge­tirirler. Bu tören’in temelinde lohusanın do­ğumunun ilk günlerinde bakıma ihtiyacı ol­duğu düşüncesi yer alır. Bkz. Çuvaş Dini.
AÇANA ÇİKİÇE: (Çuvaş). Çuvaşların geleneksel inançlarında yenidoğoan çocuğu soy üyeliğine kabul etmek için yapılan tö­ren­lerden biri. Yenidoğan onuruna peynir ve­rilmesi demektir. Bu törene akrabalar ve kom­şular davet edilir. Törende masa ü­ze­ri­ne ekmek, ekmek üzerine de peynir konur. Son­ra ayağa kalkılır ve yaşlı birisi ye­ni­do­ğan için dua eder. Bkz. Çuvaş Dini.
AÇANA ÇÜKCE KÜRTNİ: (Çuvaş). Çu­vaş­larda her ailenin kendi soyu için yaptığı tö­ren. Bu tören çocuğun dini törenler hal­ka­sı­na katılması için yapılır. Ayrıca aileye ye­ni bir gelin geldiğinde de yapılır. Bu törenle artık onlarda ailenin bir ferdi olarak kabul e­dilir. Tören için ailenin bütün fertleri bir­a­ra­ya gelir. Daha sonra tarlada yanlı duran bir ağacın yanına çocuk götürülerek orda ken­di kültürlerine ait bir ad verilir. Benzer uy­gulamalara Çuvaşların din de­ğiş­tir­me­le­rin­den sonra da rastlanmıştır. Çuvaşların iki adı vardır. Biri bu tören esnasında ve­ril­miş­tir. Bu isimlerden vaftiz esnasında verileni res­mi işlemlerde kullanılır. Bkz. Çuvaş Dini, Ad.
AÇARİYA : (Hint). Hoca, öğretmen.
AÇELYA: (Çin). Dujuanhua. Duçüanhua. Gu­­guk çiçeği adı da verilen bu çiçek Çin i­nanç­larında genellikle güzel bir kadına ben­ze­tilir. Çin guguk kuşunun (du-juan) Sişuan folk­lorunda önemli bir yeri vardır. Guguk ku­şunun gece boyunca sabaha kadar öt­tü­ğü­ne ve sabah onu ilk duyan kişinin sev­di­ğin­den ayrılacağına inanılır. Sişiuan’da yaygın o­lan Açelya’nın Çince adını, guguk ku­şu­nun boğazındaki kırmızı renkten aldığı var­sa­yılır.
AÇIĞA VURAN AKIL: (Parapsikoloji). Uyuşturucu maddeler i­çe­ren bitkilerin sağ­la­dı­ğı bilinç değişmesi. B­k­z. Parapsikoloji.
AÇIĞA VURULAN RÜYA: (Pa­ra­p­si­ko­lo­ji). Yeniden doğuşun kişisel bir rüya olduğu i­­­nancı. Bkz. Reenkarnasyon, Parapsikoloji.
AÇIK AĞIZ: (Türk). Kırgız Tengricilik inan­cında yapılan her yemekten ateşe atılmasında dolayı ateşe verilen isim. Bkz. Ateş, Tengricilik.
AÇIK BAŞ: (İslam). Tevazu göstergesi o­la­rak yalınayak, başı açık gezen dervişler ve­rilen isim. Bkz. Tasavvuf, Derviş.
AÇIK DESTE: (Parapsikoloji).Bir kart tah­min destesinde seri kartların kul­l­a­nıl­ma­sı­na verilen isim. Bkz. Kapalı Deste, Pa­ra­p­si­koloji.
AÇIK RÜYA GÖR­ME YOLUYLA BİL­Gİ DER­LEME: (Parapsikoloji). Baş­ka­­la­rı­nın ak­lın­dan geçenleri okuma ve­ya gaipten ha­ber verme ka­biliyeti anlamına gel­­di­ği gi­bi bilginin pa­ra­nor­mal kay­nak­lan­ma­sı ye­te­ne­­ğinede denilir. Ke­ha­net, o­la­ğan­üstü ses­le­re duyarlılık, ruhsal sezgi, önsezi gibi ye­te­nekler bu işlem için kullanılan ye­te­nek­ler­dir. B­k­z. Parapsikoloji, Kehanet.
AÇIK RÜYA GÖRME: (Parapsikoloji). Bir insanını gördüğünün rüya olduğunun far­kına vardığı durum. B­k­z. Parapsikoloji.
AÇIK UYUŞMA: (Parapsikoloji). OM. Kart tahmin uygulamasında anahtar kar­t­la­rın yüzü yukarıya dönük bir şekilde yer al­ma­sı. Bu uygulamada denek yaptığı tah­mi­ne göre her bir anahtar kartını önceden bi­lin­meyen kartların önüne koyar. B­k­z. Pa­ra­p­sikoloji.
AÇILAR: (Astroloji). Etkili kuvvetlerin (ge­­zegenlerin) birbirleriyle olan po­zis­yon­la­rı­na verilen isim. Açılar, gök cisimlerinin a­ra­sındaki devresel ve geometrik karşılıklı i­liş­kidir. Bu açısal ilişkilerin bazıları uyumlu et­ki gösterirken, bazıları ters, bazıları da de­ğiş­kendir. Tıbbi ve psikolojik çalışmalarda ol­duğu kadar, radyo sinyalleri ve baromet­rik değişiklikler de, bu açıların son derece ö­nemli olduğu vurgulanmaktadır. Bkz. Ast­ro­loji.
AÇIRĞA: (Türk). Türk destanlarından Er-Töştük’de adı geçen Abırga gibi, hayat a­ğa­cı­nı bekleyen yılan, ejderha. Bkz. Abırga, Türk Dini.
AÇİL: Bkz. Achilles.
AÇLIĞIN KOVULMASI: (Roma). Eski Ro­ma inançlarında Agnus castus ağacının dal­larıyla bir köleyi dövmek şeklinde ya­pı­lan tören. Dövme işinden sonra köleyi si­te­den kovarken törene katılanlar ‘açlığı ko­va­lım, refah ve sağlık gelsin’ şeklinde ba­ğı­rır­lar. Bkz. Roma Dini.
AÇLIK: (Yunan). Eski Yunan inançları ve mit­lerinde Gece’nin çocuğu. Bkz. Bo­u­li­mos, Yunan Dini.
AÇMAK: (Çin). Kai. Çince’de açmak ve gizlemek kavramları arasında bir bağlantı vardır. Ahlak kurallarına aykırı herşey gizlenmelidir. Chi (utanç) Kofüçyüs ahlak anlayışının ana kavramlarındn biridir. Bkz. Konfüçyüscülük.
AÇTAR: (Arap). İslamiyet’ten evvel A­rap­‘­ların Venüs gezegeni tanrısı. Bkz. Arap Di­ni.
AÇVATTHA: Bkz. Bodhi Ağacı.
AÇYUTA: (Hint). ‘Düşmez, sağlam’ an­la­mın­da Krişna’nın dolayısıyla tanrı Viş­nu­‘­nun isimlerinden biridir. ‘Ey Açyuta, a­ra­ba­mı iki ordunun ortasında durdur ki sa­vaş­mak isteğiyle orada toplanmış olanları gö­re­bi­leyim’ diye geçer (Bhag: I, 21). Bkz. K­rişna, Vişnu, Hinduizm, Bhag.
AD BÜYÜSÜ: (Genel, İlkel). Bir kişinin adı üstüne yapılan büyü çeşidi. İnsanı mey­da­na getiren özelliklerden biri olan ad sa­de­ce sosyal bir kişiliği anlatmaz aynı zamanda ma­jik anlamda bir gücü de anlatır. Onun i­çin çocuğa gelişi güzel bir ad verilmeyip ço­ğu zaman majik değer taşıyan nes­ne­ler­den birinin adı verilir. Ad insanın bir par­ça­sı olduğuna göre ad üstünde yapılacak ak ya­da kara büyü ‘parçanın başına gelenin bü­tününde başına geleceği’ ilkesiyle, sa­hi­bi­ni de etkileyeceği düşünülür. İlkel dü­şün­ce­ye göre birinin adını bilen onu büyüsel yön­den etkileyecek gücü elde etmiş sa­yıl­mak­tadır. Bkz. Ad.
AD GENTES: (Hıristiyan). İkinci Vatikan Kon­silinde alınan kararlardan bir tanesi. Ki­li­se’nin misyonerlik faaliyetleri hakkındaki ka­rardır. Bkz. İkinci Vatikan Konsili, Mis­yo­nerlik.
AD GRADUM: (Hıristiyanlık). Cizvitlerin ta­rikat ya­pı­lan­ma­sın­da bir insanın Cizvit o­la­bilmesi için girmesi gereken son sınav. Bu sınava girebilmek için ilahiyat alanında dok­tora, yüksek li­sans veya bunlara denk de­receleri almak gerekmektedir. Bu sı­navı ge­çenler dört yemini yapmak hakkına sahip o­lurlardı. Bkz. Dört yemin, Cizvitler.
AD KAVMİ: (İslam). Kur’an’da adı geçen es­ki bir Arap kavmi. Ad kavminin yaşadığı bel­denin ismi Ahkaf’tır. Müfessirler Yemen ile Umman arasındaki geniş bir beldenin, bu isimle anıldığını kaydederler. Kur’an’da: ‘A­d (kavmi)ne gelince: Onlar yeryüzünde hak­sız yere büyüklük tasladılar ve ‘Kuv­vetçe bizden daha güçlü kimmiş!..’ dediler. On­lar kendilerini yaratan Allah’ı -ki o, bun­lar­dan pek kuvvetlidir- hiç düşünmediler mi? Onlar bi­zim mu’cizelerimizi bilerek İn­kar e­di­yor­lar­dı’. (el-Fussilet, 41/15) şek­lin­de geçer. Fiziki yapıları hakkında değişik ri­vayetler vardır. Fakat gerek boy, gerek fi­zi­ki güç olarak, gayet kuvvetli oldukları bi­lin­mektedir. İslam inancına göre Adem’in bo­yu altmış zi­ra­(arşın)’dır. Ken­disinden sonra gelen ne­sil­le­rin giderek kı­sal­dığını iddia edenler, Ad kavminin bo­yunun altmış ziradan aşağı olduğunu ifade etmişlerdir. Bazı müfessirler (yorumcular) ise, Ad kavminin, boy itibariyle Hz. A­dem­‘­den de büyük olduğu üzerinde dur­muş­lar­dır. Hud döneminde Ad kavminin lideri Şed­dad’tır. Temel hedefi, yeryüzündeki bü­tün insanları kendisine boyun eğdirmektir. Hey­keller çevresinde geliştirdiği siyasi yo­rum­larla, zorbalığı ve kan dökmeyi meşru gös­terme gayretinde olmuştur. (Hud, 1­1­/­5­9­)­. Bu lider Hud’ un tebliğine muhatap ol­muş­tur. Fakat gerek kendisi, gerek kavmi, vah­ye karşı, heykellerine ön planda yer ve­ren mev­cut siyasi yapıyı savunmuştur. Ni­te­kim Kur­‘­an’da: ‘İşte Ad kavmi!.. Onlar A­l­lah’ın a­yet­lerini bilerek inkar ettiler. Pey­gam­ber­le­ri­ne isyan ettiler. Böylece başları (li­derleri) olan her zorbanın emrine uyup git­tiler. Onlar bu dünyada da, kıyamet gü­nün­de de lanet cezasına tabi tutuldular’ (­H­u­d, 11/59-60) şekline ifade yer almaktadır. Ke­za İslam inancına göre Ad kavmi hey­kel­‘­lere izafe edilen siyasi teorilere ve zor­ba­la­ra boyun eğdiği için, lanetlenmiştir. İs­lam­‘­a göre Ad kavmi, gerek siyasi, gerek e­ko­no­mik açıdan büyük bir güçtü!.. ‘Bağ-ı İrem’ di­ye anılan; muhteşem sarayların süslediği bü­yük bir şehir, dillere destan olmuştu!.. Ku­r’an’da ‘Ey Muhammed, Rabbinin, ül­ke­ler­de benzeri yaratılmayan, sütunlara (bü­yük saraylara) sahip İrem şehrinde yaşayan Ad kavmine ne yaptığını görmedin mi?’ (­e­l­-Fecr, 89/6-8) denilmek suretiyle, bu ma­hi­yet meydana konulmuştur. Ad kavmi, yer­yüzünde kendi­le­rin­den daha güçlü hiçbir şe­yin bulun­ma­dı­ğı­na inanmışlardı. Kendi iç­lerinden Hud’a pey­gam­­berlik görevi ve­ril­di­ğinde, büyük bir mü­ca­dele başladı. Ad kav­mi ve sonucuyla ilgili Kur­‘an’da şu a­yet­ler yer almaktadır; ‘Hani kar­deşleri Hud on­lara: ‘Allah’dan korkmaz mısınız?’ de­miş­ti. ‘Şüphesiz ben size gön­de­ril­miş, emin bir peygamberim. Artık Al­lah’tan korkun ve ba­na itaat edin. Sizden buna karşılık hiçbir üc­ret istemiyorum. Benim mükafatım a­lem­le­rin Rabbinden baş­ka­sına aid değildir. Siz her yüksek yerde bir a­lamet (saray, kule) bi­na edip, eğlenir mi­si­niz? Tutup ya­ka­la­dı­ğı­nız vakit, zorbalar gibi yakalar mısınız? Ar­tık Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Si­ze bilip durduğunuz şey­ler­den (ni­met­ler­de) yardım eden, size davarlar, oğullar, bağ­lar, ırmaklar ihsan eden Allah’tan sakının. Ben cidden üstünüze gelecek büyük bir gü­nün azabından korkuyorum.’ (eş-Şuara, 2­6­/­124-135). ‘(Ad) kavminin ileri ge­len­le­rin­den kafir bir cemaat de: ‘Biz seni mu­hak­kak bir beyinsizlik içinde görüyoruz. Seni mu­hakkak yalancılardan sayıyoruz’ dedi. (Bu­nun üzerine Hud) ‘Ey kavmim’ dedi. Ben­de hiç beyinsizlik yoktur. Fakat ben a­lem­lerin Rabbi tarafından (gönderilmiş) bir pey­gamberim. Size Rabbimin vah­yet­tik­le­ri­ni tebliğ ediyorum. Ben sizin emin bir ha­yır­hahınızım. Size o korkunç akıbeti haber ver­mek için içinizden bir kimse (va­sı­ta­sıy­la) Rabbinizden size bir ihtar gelmesi tu­ha­fı­nıza mı gitti? Düşünün ki o, sizi Nuh kav­min­den sonra hükümdarlar yaptı, size ya­ra­tı­lışta onlardan ziyade boy-pos (ve kuvvet) ver­di. O halde Allah’ın nimetlerini u­nut­ma­yıp hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.’ (el-A­‘­raf, 7/66-69). ‘Dediler ki: ‘Sen bize yalnız Al­lah’a kulluk etmemiz, atalarımızın ibadet et­­mekte olduklarını bırakmamız için mi gel­din? O halde sıddıklardan (doğru söz­lü­ler­den) isen bizi tehdit etmekte olduğun şeyi (­a­zabı) getir bize!..’ (el-A’raf, 7/70). ‘ Bize, bi­zi ilahlarımızdan (heykellerimizden, put­la­rımızdan) alıkoymak için mi geldin? Doğ­ru sözlülerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi ba­şımıza getir.’ (el-Ahkaf, 46/22). ‘Dediler ki: ‘Ey Hud!.. Sen bize açık bir mucize ge­tir­medin. Biz de senin sözünle tanrılarımızı (hey­kellerimizi, putlarımızı) bırakmayız. Se­nin söylediklerine inanıcılar da değiliz. B­iz: ‘Tanrılarımızdan bazıları seni fena çarpmış ‘ (demekten) başka bir şey söy­le­meyiz.’ (Hud, 11/53-54). ‘Biz azaba uğ­ra­tı­la­cak da değiliz’ (eş-Şuara, 26/138). ‘Eğer şimdi yüz çevirirseniz (ne diyeyim). Ben si­ze ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ et­tim. Rabbim sizin yerinize diğer bir kavmi ge­tirir de, ona (Allahü Teala ‘ya) hiçbir şey­le zarar veremezsiniz. Şüphesiz ki benim Rab­bim her şeyi koruyandır’ (Hud, 11/57). ‘Ar­tık onu (azabı) vadilerine doğru gelen bir bulut halinde görmüşlerdi. Dediler ki: ‘Bu bize yağmur verici bir buluttur.’ (Hud) ‘Ha­yır’ (dedi) bu çarçabucak gelmesini ta­lep ettiğiniz (bu hususa beni sıkıştırdığınız) şey­dir. Bir rüzgardır ki, onda elem verici bir a­zab vardır. O (Rüzgar) Rabbimin emriyle her şeyi helak edecektir.’ (el-Ahkaf, 46/24-28). ‘Ad kavmi (Peygamberleri Hud’u) ya­lan­ladı. İşte benim azabım (ve bundan ev­vel) tehditlerim nice imiş (düşünün). Çünkü biz (haklarında) uğursuz ve (uğursuzluğu) sü­rekli bir günde onların üstüne çok gü­rül­tü­lü bir fırtına gönderdik. (Öyle bir fırtına) ki, insanları, sanki onlar köklerinden sö­kül­müş hurma kütükleri imiş gibi ta te­me­lin­den kopar(ıp, helake) uğratıyordu’ (el-Ka­mer, 54/18-20). ‘Hud’u ve beraberindeki i­man edenleri rahmetimizle kurtardık.’ (el-A­raf, 7/22). E­zo­te­rik öğretilerde Ad Atlantisle özdeş­leş­ti­ril­mek­tedir. Bkz. Hud, el- Fecr, eş- Şuara, el- A­‘raf, el- Ahkaf, el – Ka­mer, Mucize, İs­la­miyet, Peygamber, Kul­luk, Atlantis, Semud.
AD MAJOREM DEİ GLORİAM: (Hıris­ti­yan). Cizvitler’in meşhur düsturları. ‘­Tan­rı­‘­nın aza­met ve şanının daha yükselmesi için’ anlamına gelir. Bkz. Cizvitler.
AD: (Genel). İsim. Bir insanı ötekilerden a­yır­maya yarayan sözcük. İlkeller adın bü­yü­sel bir etkisi olduğuna inanırlar ve tanı­ma­dık­ları kimselere, kendilerine büyü ya­pı­la­bi­leceği korkusuyla, adlarını söylemezlerdi. Bu inanç ilk insanlarda belirmiş ve gittikce ge­nelleşip çeşitli biçimler alarak günümüze ka­dar sürmüştür. Ayrıca ad’da ya­şa­nı­la­ca­ğı­na da inanılır, bu yüzden babaların-anaların ve bü­yük­ba­ba­la­rın-büyükanaların adları ye­ni doğan çocuklara ve­ri­lir­di. Çocukları ya­şa­mayan a­ilelerin çocuklarına ‘ya­şar’, ço­cu­ğun akıllı ol­ma­sına önem verenlerin ‘zeki’ vb. gibi adlar vermeleri adın kişiliği o­luş­tur­duğu inancına dayanır. Bazı ilkeller can­la­rını almaya geleceğine inandıkları ölüm me­leğini veya başka ruhları aldatmak için ‘­ad­‘ değiştirirler. Bazı ilkellerde ergenlik ça­ğında bir delikanlıya başka bir ad vererek yeni bir kişilik kazanmasını sağlarlar. Bir­çok milletlerde, kavim ve kabilelerde ad, bü­tün bu inançların ürünü olarak, törenlerle ve­rilir ve ad günleri kutlanır. Kişiliği tesbit e­den ilk unsurlardan biridir ad. Bir insana hi­tap etmeye yaradığından topluluğa kişi ü­ze­rinde etkileyebilme fırsatıda verir ve bu yö­nüylede toplumsal bütünleşmeyi ifade eden somut bir öğedir. Mısırlıların mezarlar ve dikilitaşlara şecereleri uzun uzun yaz­ma­la­rı ve şecerelerin ölü ya­şı­yor­muş­ca­sına tek­rarlanması ad’a verilen önemi gösterir. Ad, tanrılar, insanlar ve hayvanlarda ortak bir kişilik unsurudur. Tanrılar, insanlar ve hay­vanlar arasında esasa değil seviyeye bağ­lı bir farklılık vardır. Hayvan sahibi ile hay­van arasındaki ilişkiden dolayı hay­van­la­rın kişisel adları yoktur. İnsanların her za­man bir adları ve bazen de lakap veya gö­bek adları vardır. Tanrının veya tanrıların son­suz sayıda adları vardır. Tanrıya veya tan­rılara ulaşabilmek için bu adların sı­ra­lan­dı­ğı dualar vardır. Eski Mısırlılar’da Ra’nın gizli bir adı vardı. Bunu bilmek iktidara sa­hip olmak demektir. tanrıça İsis hileyle bu adı ondan çalıp onu hükmü altına almaya ve bü­tün dünyayı egemenliği altına almaya ça­lış­mıştı. Ancak bunun anlatıldığı mitde a­macına ulaştığı ve bunu oğlu Horus’a bile söy­lemiş olduğu belirtilsede papirüslerde bu adı anmaktan Mısırlılar çekinmişleridir. Fa­kat Mısır ve Yunan papirüslerinde de tan­rılar üstünde güç sağlayabilecek çok sa­yı­da gizli adlar yazılıdır. Diğer taraftan bu a­dın yazılmasından çekinilmesinin sebebi en büyük büyücü bile zamanın ve mekanın e­fendisine boyun eğdirecek güçte değildi. Ad taşıyana güç kazandırsada bu kişi mezara kapatıldığına adının söy­len­di­ği, hayata çağrıldığı durumlar, me­zar­da­ki­nin, , ziyarete gelen kimsenin sunmak için ge­tirdiği içeceklere, armağanlara eşlik et­mesi için Ba’sını gönderdiği durumlar na­dir­dir. Ölü’yü diriltecek gerçek bir dua çok kar­maşıktır, başarıya ulaşması için bütün tan­rıları törenle bu duaya davet etmek ge­re­kir; Khonsuemheb hikayesinde olduğu gibi. Kişiliği oluşturan ö­zel­lik­lerden biri olan ad, sadece sosyal bir kişiliği anlatmaz aynı zamanda majik anlamında bir gü­cü de ifade eder. Adın bir çocuğa ya­kış­tı­rıl­masında çocuğun karakterini, geleceğini, top­lum içindeki yerini ve başarısını dam­ga­la­yacak, biçimlendirecek sembolik bir öz ta­şımasına dikkat edilir. Ad’ın ifade ettiği an­lamı ve ve niteliği sahibine geçirdiğine i­na­nılmaktadır. Ad, insanın bir parçası ol­du­ğu­na göre ad üstüne yapılacak ak ya da kara bü­yü ‘parçanın başına gelenin, bütünün de ba­şına geleceği’ ilkesi gereği, sahibini de et­kileyecek demektir. İlkel düşünceye göre bi­rinin adını bilen, onu büyüsel yönden et­ki­leyecek gücü elde etmiş sayımaktadır. O­nun için ilkellerin çoğu tanımadıkları kim­se­lere adlarını söylememektedirler. Çin­ce­‘­de şahıs adları iki bölümden oluşur. Çinliler ön­de gelen ve tek bir heceden oluşan bir so­ya­dı veya aile adı (xing) taşırlar. So­yad­la­rı­nın sayısı dörtyüzden fazla değildir. Bun­dan dolayı Çinde milyonlarca ‘wang’, ‘li’ var­dır. M. S. 1911’e kadar aynı soyadı ta­şı­yan insanların birbirleriyle evlenmelerine i­zin yoktu. Çin devriminden önce bir kadın ev­lendiğinde aile adını tamamen kay­bet­mez, kocasının ailesinin yani yeni ailesinin so­yadıyla birlikte taşırdı. Çin’li çocuğa doğ­du­ğunda bir bebek adı verilir. ‘küçük arslan’, ‘küçük tombul bebek’ gibi. Bü­yü­dük­ce genelde iki sözcükten oluşan bir ad ve­rilir. Bu ad (ming) soyağacına yazılır. Sa­de­ce aile bu adı bilir, üçüncü şahıslarla i­liş­ki­lerde bu ad kullanılmaz. Ailelerin kendi iç­lerinde ‘şifreleri’ yani her sözcüğünün bir bö­lümünün, kişinin adını yansıttığı şiirleri var­dır. Aynı soyadını taşıyan iki Çin’li kar­şı­laştığında, biri diğerine ming adını, ge­re­kirse şiiri söyler böylece öteki ka­r­şı­sın­da­ki­nin akrabası olup olmadığını, aynı kuşaktan gelip gelmediklerini, yada ondan daha yaşlı mı, daha genç mi olup olmadığını anlar. Böy­lece karşısındakiyle konuşurken hangi üs­lubun seçileceğine karar verilmiş olunur. Ayrıca bir sahtekarın kendini akraba olarak ta­nıtması engellenir. Çocuk ikinci adını on ya­şında bazen de daha geç alır. Baba ço­cu­ğu­na uygun, karakterine uyan ya da ço­cu­ğun geleceğiyle ilgili kendi isteğine ait bir ve­ya iki heceden meydana gelen bir ad ko­yar. Bir özel addır (zi) bu. Simgeseldir. Aile içinde, bir erkek ya da kızkardeşten söz e­dil­mek istenirse, aile üyelerini belirleyen i­fa­deler kullanılır; ‘ortanca ağabeyim’, ‘en kü­çük üçüncü kardeşim’gibi. Aile içinde bir er­kek kardeşe hitap edilirken sadece ‘ortanca ağabeyim’ ya da teyzeden söz e­di­lir­ken ‘iki numaralı teyzem’, ‘ortanca tey­zem’ vb. denildiği de olur. Sanatçılar tab­lo­la­rını hitap ettikleri kişiye göre, istedikleri ad­larıyla imzalarlar. Ressamların kul­lan­dık­la­rı değişik adları yazan özel müracaat ki­tap­ları vardır. Çince’de şahıs adları onu ta­şı­yanların kişilikleri hakkında bilgi verir ve s­tan­dart adlardan oluşmaz. Sayan- Altay Türk­le­rinin mitolojilerinde kainat ad­lan­dırma yo­luyla yaratılmıştır. Herşey sağır ve ses­siz­ken, baştanbaşa sularla kaplı sonu ol­ma­yan bu dünya adlandırılarak yani an­lam­lan­dı­rılarak yaratılmıştır. Çünkü adı olmayan bir­şeyin kendiside olmaz. Azerbaycanlılar a­rasında ki bir inanışa göre kainattaki her­şe­yin adını Korkut Ata vermiştir. Ya­kut­lar­da ad verme işlemi Ulu Ana’nın görevidir. Ad’la can birbirine bağlantılıdır. Erlik er­de­mi­ni gösteren ‘Er’ adını almak Erlik’le ve öbür dünyayla bağlantılı olduğu için yeni­den doğmakla eşanlamlıydı. Eski Türklerde ço­cuk doğmadan ölürse ondan sonra do­ğa­cak çocuğa ‘Adsız’ ismini koyarlardı. Bu adla daha fazla yaşayacağına inanılırdı. Ad koyma birçok mitolojik motifle süs­lü­dür; ağaçta oturan bir ihtiyar, hızır, gök­sa­kal­lı bir insan, tanrının ad koyması gibi mo­tif­ler taşır. İslamiyetin kabulünden sonra ad koy­mak Türklerde İslami ögeler taşımaya baş­ladı, İslam geleneklerine göre dav­ra­nıl­dı. Ayrıca eski Türklerde ve Türk mito­lo­ji­le­rinde kahramanlık göstermeden çocuğa ad ko­nulmazdı. Aborjinler’de ise doğan be­be­ğe bir ad verilir; ama bu adı hayatının so­nu­na kadar taşıyacağı anlamına gelmez. A­bor­jin­ler bilgelik kazandıklarına inandıkça adlarını değiştirir. Eskiyen ad bırakılır ve kim olduklarını daha iyi tanımladığına i­na­nı­lan ad alınır. Eski çaglarda ilk ad koyan ki­şi, çevresindekilerin gözünde gizemli bir üs­tünlüğe sahipti. Çünkü varlıklar ka­zan­dık­ları adla dil dünyasındaki yerlerini al­mak­ta, yeni boyutlar ve yeni bir yaşam ka­zan­maktadırlar. Adı olmayan anılamaz, yok sa­yılır. Bugün varlıkların adlarının olması bi­ze çok sıradan gelebilir, ama o çağın ko­şul­larını düşünecek olursak; ad konulmadan ön­ceki ve sonraki günleri kısacık ömründe peş­peşe yaşayan, iki dönem arasındaki farkı, konuşamama ve konuşabilme farkını gören topluluk üyeleri için, olağanüstü bir du­rumdur. Söz illüzyondur, (sihirdir. Hangi varlığın adı söylenirse o varlığın im­ge­sini ve ona bağlı baska imgeleri can­lan­dı­rı­lır zihinlerde. Azra Erhat’a göre: üstünde ö­nemle durmamiz gereken bir baska nokta ad ile kaderin birbirine bağlılığı görüşüdür; ya­ratılış öncesi zamanlarda varlığın daha ol­­mamasının nedeni, adının daha kon­ma­mış, kaderinin daha tesbit edilmediğinden i­le­ri gelir. Eski çağlarda bir tanrının ne kadar çok adı varsa, o kadar gizemli gücü var demektir. Bkz. Korkut Ata, Ulu Ana, Aborjinler, Türk Dini, Roma Dini.


Yaşar Sıdkı Ateş

www.inanclarsozlugu.com
Son düzenleyen yasarsidki; 29 Ekim 2007 03:43 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi