Arama

Sporda Yaralanmalar - Tek Mesaj #3

H€L€N - avatarı
H€L€N
Ziyaretçi
9 Kasım 2007       Mesaj #3
H€L€N - avatarı
Ziyaretçi
Spor yaralanmaları terimi, vücudun tamamının veya bir bölgesinin, normalden fazla bir kuvvetle karşılaşması sonucunda, dayanıklılık sınırlarının aşılmasıyla ortaya çıkan durumları kapsar. Spor yaralanmalarının çoğu sadece spor yapanlarda değil, spor yapmayan kişilerde de ortaya çıkabilir. Ancak mesleği spor olanlarda kas iskelet-sistemi ve kardiovasküler (kalp-damar) sistemin üst seviyede olması ve bu seviyenin devamlı korunması mecburiyeti yaralanmanın hızlı ve aktif bir rehabilitasyon programı ile tedavisini mecburi kılar.

sportsinjuries

Günümüzde spor yaralanmasının sporcuyu sadece bedensel olarak değil, ruhsal olarak da etkilediği, bu sebeple sporcunun bir ekip tarafından değerlendirilip rehabilite edilmesi gerektiği bilinmektedir. Bu ekipte fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanı yada ilgili uzmanın yanında;

Aktif ekip üyeleri: Takım doktoru, sporcu, antrenör

Yardımcı ekip üyeleri: Yaralanmanın cinsine göre, ortopedi ve travmatoloji uzmanı, acil uzmanı, göz uzmanı, deri hastalıkları uzmanı, nörolog.

İlgili teknik personel: Fizyoterapist, spor terapisti, tıbbi teknisyen, hemşire, ortez-protez teknisyeni gibi üyeler yer alır.

Sportif faaliyetler sırasında çok değişik yaralanmalarla karşılaşılabilir. Bunların % 75’i önemsizdir ve bir sorun oluşturmadan iyileşir. % 25’i ise sportif faaliyete ara vermeyi gerektiren kısa veya uzun süreli tedaviye ihtiyaç duyar. Bu travmalar sırasında bazı faktörler yaralanmayı kolaylaştırır ve iyileşme süresini uzatır. Bunlar;


Spor yaralanmasına sebep olan faktörler :
1. Yorgunluk ve aşırı yüklenme,

2. Önceden geçirilmiş ve tam tedavi edilmemiş yaralanmalar,

3. Soğuk, aşırı gerilme ve enfeksiyon gibi etkenlere bağlı gelişen kas ve eklem sertlikleri,

4. Geçirilmiş yaralanma veya eğitimsizlik nedeniyle oluşan kas zayıflıkları,

5. Kaslar arası güç dengesizliği,

6. Spor araç ve gereçlerinde yetersizlik,

7. Bedensel hazırlığın tam olmaması, ısınma eksikliği,

8. Spor dalının sporcuya uygun olmaması,

9. Yetersiz teknik,

10. Ruhsal yönden hazır olmama,

11. Aşırı rekabet, yarışmalı sporlar

12. Hastalıklar.


Sınıflama:
Spor yaralanmaları çok kaba bir yaklaşımla iki gruba ayrılabilir;

a. Akut yaralanmalar: Bedenin bir bölgesinin veya tümünün, aniden aşırı bir kuvvetle karşılaşması sonucu oluşur. Olay anidir, hafif veya şiddetli olabilir. Düşme, darbe, distorsiyon, kesi, zedelenme, burkulma, çıkık ve kırıklar bu gruba girer.

b. Aşırı kullanım yaralanmaları: Sürekli tekrarlayan hareketlere bağlı mikro travma ve zorlanma sonucu ortaya çıkar. Tendinit, stres fraktürü örnekleridir. Oluşumunda dış etkenler yanında bazı yapısal faktörlerde rol oynar.

Alt ekstremiteyi oluşturan yapıların düzgün olmaması: Düz tabanlık, çukur ayak, bacak kemiklerinin düzgün olmaması,

Bacak boylarında eşitsizlik: İki bacak arası 20mm.’den fazla fark olması, omurga eğriliği ve kısa bacak tarafında kalça adduktor ve rotatorlarında zayıflığa yol açar,

Kas zayıflıkları: Daha önce geçirilmiş sakatlık ve cerrahi müdahalelere bağlı eklem esnekliği, gevşekliği.


Spor yaralanmalarından korunma:
Spor yaralanmalarını tamamen önlemek mümkün değildir.

Bazı kurallara uyulup bir takım tedbirler alındığında spor yaralanmalarını en aza indirmek mümkündür.

Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz;

Spor yapılan yerle ilgili tedbirler: Spor sahaları yeterince çimlendirilmeli, zemin düzgün ve kuru olmalı, çarpmalara karşı sütun ve direkler desteklenmeli, yüzme havuzlarında su içi işaretler net olarak görülmelidir. Havuzun derinliği mutlaka belirtilmelidir.

Spor malzemelerinin cinsi ve kalitesi: Kullanılan malzeme mevsime ve sporun cinsine uygun olmalıdır.

Koruyucu malzemeler: Özellikle kafa travmalarının sık olduğu boks, bisiklet, motosiklet ve beyzbol gibi sporlarda kask, futbolcularda krampon çarpmasını önlemek için çorap içine plastik koruyucular kullanılmalıdır.

Sporcuyla ilgili tedbirler: Sağlıklı ve düzenli bir yaşam, düzenli sağlık kontrolleri, antrenman ve müsabakadan önce yeterince ısınmak, germelerin yapılması sporcunun yaralanma riskini düşüren faktörlerdir.


Spor tiplerine göre yaralanmalar:
Bazı tip yaralanmalar bazı spor dallarında daha fazladır.

- Futbol: Rektus abdominis (düz karın kası) kası zorlanması, iliopsoas (kasık kası) tendiniti, kalça adduktor (bacakları orta hatta tutan kaslar) zorlanması, osteitis pubis

- Yüzme: Omuz çevresi zorlanması, sıkışma sendromu

- Halter: Triseps tendiniti, rektus abdominis zorlanması kalça adduktor zorlanması, bel fıtıkları, omurlarda erken dönemlerde olan kireçlenmeler

- Tenis: Lateral epikondilit, bisipital tendinit, omuz ve dirsek zorlanmaları

- Basketbol: Aşil tendiniti, tibialis anterior ve posterior zorlanması

- Voleybol: Aşil tendiniti, omuz sublukasyonu, bisipital tendinit.

- Ayrıca; futbolcularda diz ekleminde, haltercilerde dirsek, faset ve sakroiliak eklemlerde, jimnastikçilerde el bileği, dirsek, faset ve kalça eklemlerinde, koşucularda diz ve ayak bileği eklemlerinde erken dejeneratif değişiklikler (yozlaşmalar) meydana gelme riski yüksektir.


Yaralanmalar
Büyük oranda kas iskelet sistemiyle ilgilidir. Kaslar, kemikler, eklemler, ligamentler (bağlar) ve tendonlar (kirişler) yaralanabilir. Bu yaralanmalar ve alınması gereken tedbirler kısaca şu şekilde özetlenebilir.


Kas Yaralanmaları
Tüm spor yaralanmalarının % 4–15’ini oluşturur. Basit burkulma ve gerilmeler hesaba katılırsa % 30’a çıkar. Kasların daha önce başka faktörlerle zayıflamış olması travmayı kolaylaştırır. Kas–tendon kompleksinin aniden aşırı yükle karşılaşması, değişik derecelerde kas hasarına yol açar,

a-Birinci derece kas hasarı: Yırtılma yok, aşırı zorlanmaya bağlı ödem vardır. Kasın pasif gerilmesi ağrılıdır.

b-İkinci derece hasarı: Kas liflerinin bir kısmının kopmasına rağmen tam kesi yoktur. Hareketi yapmaya devam eder ancak hareketler çok ağrılıdır. Kasta şişlik ve spazmla birlikte yaralanma yerinde ekimoz (morarma)

c-Üçüncü derece hasar: Kas tamamen yırtılmıştır. Yaralanma yerindeki şiddetli ağrı zaman içinde azalır. Komple hareket kaybı vardır. Yırtılan kas kitlesinin toplanmasına bağlı şişlik ve önünde çukurluk vardır. Renk değişimi ve şiddetli spazm saptanır.

Hasar derecesi, ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, MR, ve CPK, LDH enzimlerinin değerlendirilmesi ile saptanır. Hangi derecede olursa olsun akut dönemde yapılması gereken istirahat–buz–bandaj ve yükseltmedir (rest, ice, compretion, elavation, RICE
protokolü). Buz iki saatte bir 20 – 30 dakika uygulanır. Hareket çok ağrılıysa ekstremite atele alınır, esneklik ve eklem hareket açıklığı egzersizlerine başlanmalıdır.

Kas kitlesinin % 50’den fazla yırtıldığı 2o ve 3o hasarlarda cerrahi onarım gerekir. Cerrahi müdahalenin yeri, büyüklüğü ve tipine göre müdahale sonrası uygun egzersiz programlarına en kıs zamanda başlanır.


Bağ yaralanmaları
Genellikle şiddetli darbeler veya aşırı gerilmeler sonucu oluşur. Kas yaralanmalarında olduğu gibi. Liflerde yırtık olmaması (sadece aşırı gerilimin olması) kısmi yırtık ve tam yırtık olmasına göre üç derecede sınıflanır. Akut dönemde lezyon bölgesinde şişlik, ekimoz, hassasiyet ve ilgili eklemlerde stabilite bozukluğu saplanabilir. Ağrı ve stabilite bozukluğu hareket bozukluğuna yol açarak hastanın yardımcı bir cihaz kullanmasını gerektirebilir. Özellikle diz ve ayak bileğinde sık olarak rastlanır. Dizde çapraz bağların, özellikle ön çapraz bağın ayrı bir önemi vardır.

Ön çapraz bağ yararlanmaları, sporcuların uzun süre spordan uzak kalmasına sebep olan önemli yararlanmalardandır. Çapraz bağ yararlanmaları muayene ve MR ile teşhis edilir.

Bir diğer sık görülen bağ yararlanmaları ayak bileği bağındaki yararlanmalardır. Ayak bileğinin iç yanı, talovaniküler, ön talotibial, kalkanetotibial ve arka talotibial bantlardan oluşan kuvvetli deltoid bağla güçlendirilmiştir. Bu sebeple ayak bileği yararlanmalarının büyük çoğunluğu daha zayıf olan dış kollateral bağın hasarı şeklindedir. Ayak bileğinin ani içe dönmesi anterior talofibular ve kalkaneofibular bağ yararlanmasına yol açar.

Bağ yararlanmalarının temel prensipleri de kas yararlanmasının tedavi prensipleri gibidir. Erken dönemde başlanan istirahat-buz-kompresyon ve elevasyon tedavisi, 2–3 gün sonra yerini sıcak su tedavisine bırakır, 7–10 gün içinde ise alçı veya plasterden yapılmış tespit çıkartılır. Ağrı ve enflamasyonla mücadele etmek için fizik tedavi araçlarından yararlanılabilir. Şişlik ve hassasiyet geçtikten sonra ise, en kısa zamanda rehabilitasyon programına alınmalı ve aktif spor hayatına mümkün olduğunca erken dönüş sağlanmaktadır.


Tendon (kiriş) yararlanmaları
Genelde aşırı kullanım sonrası olur. Lokal kas zayıflığı ve şok emme etkisinin azalması tendonları aşırı yükleyerek aslında elastik bir yapıya sahip tendonların bu özelliklerini yitirerek, çevreye sürtünmeleri ve yangı gelişimine yol açar. Enflamasyonun yayılması sinovial kılıf içinde yapışıklıkların oluşumuna sebep olarak peritendinit (tendon çevresi yangısı) veya tenosinovit denilen tablonun oluşumuna yol açar. Bu olay en sık, Aşil tendonu, omuzda rotator manşon, dirsek ekstansör tendonu, abduktor pollisis longus ve ekstansör pollisis brevis tendonlarında görülür.

Aşil tendon yaralanmaları en sık görülenidir. Sporcu koşarken aniden durur. Lokal ağrı yanında kopma yerinin üst tarafında bir boşluk saptanır. Parmak ucunda yürümek güçleşir. Baldır kasları elle sıkıldığında normalde ayakta plantar fleksiyon görülür, ancak Aşil kopmuşsa bu hareket saptanamaz.

Kesin teşhis ultrasonografi ve MRI ile konulur. Tedavi kas ve ligaman yararlanması prensipleri ile aynıdır.


Menüsküs yararlanmaları
Menüsküsler, bükülme ve doğrulma (fleksiyon-ekstansiyon) hareketi sırasında femurun tibia üzerinde iç ve dış rotasyon hareketine yardımcı olur ve eklem stabilitesinin artmasına katkıda bulunur. Fleksiyon sırasında menüsküslerin arka yarısı tibial ve femoral kondiller arasına sıkışır ve bu sırada ani rotasyonla beraber ekstansiyon yapılırsa menüsküs hasarı ortaya çıkar. Şişlik 24 saatte tam olarak yerleşir, bazı olgularda kilitlenme veya boşalma olabilir. Genellikle ekstansiyon (doğrultma) hareketinin son 10o si yapılamaz. Tanıyı destekleyen görüntüleme yöntemleri ise, kontrastlı artrografi, artroskopi ve MRI olarak özetlenebilir.

Tedavi akut dönemde istirahat, buz, kompresyon (bandaj), yükseltme (İBKE) uygulanır. Hasta ekstremite üzerine basmaya izin verilmez ancak erken dönemde izometrik egzersizler ve düz bacak kaldırma egzersizlerine başlanır. Hastanın durumuna göre cerrahi uygulanır, en sık uygulanan cerrahi menisektomidir. Bu operasyondan sonra gelişen bağ dokusundan zengin tamir dokusu, çıkarılan menüsküs parçasının kaybının kısmen yerine geçer. Cerrahi müdahalelerden sonra 2. günden itibaren egzersizlere başlanır, özellikle ayağın devamlı yerle temas ettiği “kapalı kinetik zincir egzersizleri” uygulanır.


Kırık ve çıkıklar
Kırıklar açık veya kapalı tipte olabilir. Kırık olan bölgede ağrı, şişlik, şekil bozukluğu ve anormal hareket vardır. Radyolojik değerlendirme il teşhis konulur. Erken dönemde stabilizasyon, daha sonra kırıklığın tipine göre alçılama veya cerrahi müdahale uygulanır.

Çıkıklarda ise eklemin bütünlüğü bozulmuştur. En sık, omuz, dirsek, kalça ve ayak bileğinde görülür. Akut dönemde immobilizasyon, radyolojik değerlendirme sonucunda, redüksiyon ve bandajlama uygulanır.

Kısaca özetlenmeye çalışılan spor yaralanmalarında ayrıca, kafa travmalarında ani ölümlere kadara çok daha ağır tablolar olabilir. Ancak bunlar seyrek görülen yaralanmalardır. Yoğun olarak görülen, sporcunun spor hayatını etkileyen kas-iskelet sistemi problemlerinde ise, mümkün olduğunca yaralanmayı önlemek, herhangi bir yaralanma olduğunda ise hızla yoğun bir tedavi ve rehabilitasyon programı uygulayarak sporcuyu mümkün olan en kısa sürede en sağlıklı olarak spor hayatına döndürmektir. Unutulmamalıdır ki yetersiz tedavi ve erken spora dönüş bir sonraki travmayı kolaylaştıran en önemli sebeptir.


Ayak bileği burkulmaları; ayak bileği eklemlerini bir arada tutan bir yada birden fazla bağın zorlanması ya da kısmen yırtılması sonucu olur.


Ayak bileğindeki burkulmalar sonucu ayak bileğindeki eklemleri bir arada tutan bağların birinde veya bir kaçında zorlanmalar, yırtılmalar hatta kopmalar olabilir. Ayak bileği burkulmalarının çoğu ayak bileğinin içe doğru dönmesiyle oluşur ve bu durumda ayak bileğinin dış tarafındaki bağlar (ligamentler) etkilenir. Ayak burkulmaları hemen hemen herkesin başına gelen bir olaydır ve hastaların büyük çoğunluğunda önemli bir problem olmadan iyileşir.

Nasıl teşhis edilir ?
Ayak bileği burkulmalarında burkulma esnasında bir çıtırtı sesi, bir yırtılma hissi duyulur, üzerinde yürümekle ağrı olur. Ayak bileğinin dış yanında hafif bir şişlik olur ve 24 saat içinde o bölgede morarma olur.

Nasıl tedavi edilir ?
Tedavide ayak bileğindeki şişlik izlenmeli eklem iyileşinceye kadar travmalardan ve zorlanmalardan korunmalıdır. Tedavide ilk yapılması gereken buz uygulamasıdır. Bir naylon poşete konulan buzlar ince bir havluyla zedelenen bölgeye günde 3-4 defa 10-20 dakika süreyle uygulanır. Eklem ilk 1-3 gün içinde tam dinlendirilmelidir. Bunun için hasta tarafa bir baston alınabilir. Ayrıca bu bölgeye bir bandaj yada ayak bileği desteği veya ayak bilekten de sıkıca bandajlanmalıdır. Bunun için havalı splintler de kullanılabilir. Burkulan ayak bileği yükseltilmelidir. (RICE protokolü uygulanır, rest (istirahat), ice (buz), compretion (bandaj), elavation (yükseltme).


Tedavide bundan sonraki aşama ise ayak bileğinin aşırı hareketlerini önleyerek daha sonraki burkulmalardan korumaktır. Bunun için bandaj, splint, ya da breysler kullanılabilir.


Uzun süren bazı lezyonların tamamen iyileşmesi için egzersiz, ultrason, TENS tedavilerini içeren fizik tedavi kürleri, hatta tendon kopmalarında cerrahi tamir gerekebilir. Ayak bileği incinmesi geçiren kişi sporcu ise iyi bir rehabilitasyon programı yapılmalıdır. Eğer bütün bu tedbirlere rağmen şişlik ve ağrı devam ediyor 8-10 günde şikayetlerde azalma olmuyorsa durum ciddi olabilir. Bu durumda MR veya ultrasonla daha ileri bir değerlendirme yapılmalıdır.


Kaval kemiği ile uyluk kemiği arasındaki uyumu sağlamak için diz ekleminde iki adet menüsküs bulunur. Menüsküsler C ve O harfi şeklindedir. İç taraftakine iç menüsküs, dıştakine dış menüsküs adı verilir.


Menüsküsler, diz ekleminde yastık görevi görürler, diz ekleminin bütünlüğüne yardım ederler ve dönmelerde güvence unsurudurlar. Ani ve tekrarlayan zorlanmalar menüsküsleri zedeler. Menüsküsler genelde dize yandan gelen darbeler sonucu yırtılırlar. Diz bükülü iken uyluğun içe doğru aşırı dönmesi ile ve dizde aşırı gerilme sonucu da menüsküsler yırtılabilir.

Başlıca iki tip menüsküs hastalığı vardır. Genç ve orta yaşlarda yırtıklar daha sık görülür. İleri yaşlarda ise daha çok yıpranma ve yozlaşmalar görülür. Menüsküs yıpranma ve yozlaşmaları osteoartritle birlikte görülür.

Teşhis
Muayene, röntgen, çift konstrastlı artrografi, bilgisayarlı tomografi ve artroskopi ile tanı kesinleştirilebilir. Günümüzde MR en sık kullanılan teşhis metodudur.

Başlıca belirtiler
-Ağrı: Özellikle belli pozisyonlarda şiddetli ağrı olur

-Kilitlenme : Dizin 20-25 derece bükülü kalması, dizin açılamaması durumudur. Bu durum bir kaç günlük istirahatla geçer. Ancak kilitlenmeye sebep olabilecek diğer durumlardan (ağrı, kitle gibi) ayırt edilmelidir.

-Şişlik (sıvı birikmesi) : Darbe-kaza sonucu meydana gelen menüsküslerde görülebileceği gibi, menüsküs yırtığı da sıvı birikmesine sebep olabilir.

Başlıca yırtılma şekilleri
  • Longitudinal (uzunlamasına) yırtıklar
  • Transvers ve oblik (yatay ve eğri) yırtıklar
  • Menüsküs kisti ile birlikte olan yırtıklar
Teşhis
Muayene, röntgen, çift kontrastlı artrografi, bilgisayarlı tomografi ve artroskopi ile tanı kesinleştirilebilir. Günümüzde MR en sık kullanılan teşhis metodudur.

Tedavi
Yozlaşmaya bağlı ağrılar diz osteoartriti gibi tedavi edilmelidir. Soğuk ve sıcak uygulamalar, egzersizler yaptırılmalıdır. Eklem içi hyalüronik asit enjeksiyonları yapılabilir. Efüzyon varsa boşaltılır.

Menüsküs yırtığı tanısı konulduktan sonra, yırtığın şekline ve olayın akut veya kronik oluşuna göre menüsküsün tamamı veya bir kısmı ameliyatla alınır. Bir kısmının alınması tercih edilir. Ayrıca artroskopik yöntem günümüzde daha çok kullanılmaktadır.

Diskoid menüsküs denilen durum gelişim sırasında meydana gelen bir anomalidir ve sıklıkla dış menüsküste görülür. Dizin hareketleri sırasında sesli bir kayma meydana gelir. Yırtık gelişirse ağrı ve kayma şiddetlenir. Ne şekilde tedavi edilirse edilsin iyi bir rehabilitasyon şarttır. Erken yaşta geçirilen menüsküs müdahalelerinin ileri yaşlarda artroza zemin hazırlayacağı unutulmamalıdır.


Sağlıklı yaşamanın en önemli koşullarından biri fiziksel aktiviteyi sürdürmek, bir başka deyişle hareket etmek, egzersiz (jimnastik) yapmaktır. Fiziksel aktivite dolaşım ve solunum sisteminin sağlığını iyileştirerek, kondisyonu geliştirerek genel olarak tüm sistemlerimizde iyilik sağlar. Ayrıca hareket etmemizi sağlayan kas iskelet sistemimizi güçlendirerek çeşitli ağrılı hastalıkların gelişmesini engeller.

Fiziksel Aktivitenin Faydaları
Kan dolaşımını iyileştirerek, iyi kolesterolü arttırarak kalp hastalığı riskini azaltır, kan basıncını düzenler, kalp ve akciğer dayanıklılığını arttırır.

Hareket sistemini güçlendirerek boyun, sırt, bel ve diğer çevresel eklemlerin ağrılı hastalıklarının gelişmesini engeller ve hareket özgürlüğünü arttırır.

Özellikle kadınlarda menopozla birlikte sık görülen, ilerlemiş durumlarda kırık gibi ciddi problemlere yol açabilen kemik kaybını yani kemik zayıflamasını (osteoporoz) azaltır.

Vücut ağırlığını kontrol altında tutarak görünümü iyileştirir, kendine güveni arttırır.

Anksiyete ve depresyonu azaltır, olumlu düşünmeyi ve enerji düzeyini arttırır, stresle başa çıkmayı kolaylaştırır.

Çocuklarda iyi alışkanlıkların geliştirilmesini ve gelecekte sağlıklarının korunmasını sağlar.

Yaşlılarda kronik ve yaşlanma ile birlikte görülen hastalıkların gelişmesini geciktirebilir.

Fiziksel Aktivitenin Planlanması
Fiziksel aktivitenin erişkinlerde dolaşım ve solunum sistemi üzerinde yararlı etkilerinin sağlanabilmesi için haftada en az 3 gün, günde 30-60 dakika süreyle ve maksimum kalp hızının dakikada %50-75’ine ulaşacak yoğunlukta yapılması önerilir.

Maksimum kalp hızı=220-yaş formülü ile hesaplanır.

Örneğin 20 yaşında iseniz maksimum kalp hızınız=220-20=200’dür. Fiziksel aktiviteye kalp hızı dakikada 200’ün %50’si=100 olacak şekilde başlanır. İlk haftalarda bu hızla çalışılır ve zamanla arttırılarak 200’ün %75’ ine=150’ye ulaşılır. Kalp hızı el bileğinde ve boyun damarın atışı sayılarak kontrol edilebilir. Aktivitenin yoğun sayılabilmesi için yaparken rahat koşamama, şarkı söyleyememe pratik bir ölçü olabilir. Hızlı yürüme, merdiven çıkma, bisiklete binme, yüzme yoğun faaliyetler arasındadır. Normal hızla yürüme, merdiven inip çıkma ve ev egzersizleri gibi hafif ve orta şiddetteki aktivitelerde düzenli olarak günde 30 dakika yapıldığında faydalıdır.

Fiziksel Aktivite Planlanırken Ne Zaman Doktora Başvurulmalıdır?
Kalp rahatsızlığı var ise, kalp ilacı veya tansiyon ilacı kullanılıyorsa, baş dönmesine bağlı düşme ve şuur kaybı şikayetleri varsa, fiziksel aktiviteden etkilenebilecek kemik veya eklem hastalıkları varsa, 45 yaş sonrasında, fiziksel olarak aktif değilken yoğun bir egzersiz programına başlamak isteniyorsa doktora başvurulmalıdır.

Aynı şekilde egzersiz esnasında ve sonrasında göğsün ortasında ve solunda, boynun solunda, sol omuz ve kolda ağrı ve basınç oluyorsa mutlaka doktora başvurulmalıdır.

Sağlığınızı korumak hastalanıp tedavi çareleri aramaktan çok daha kolay ve ucuzdur.

Size Hipokrat’ın güzel deyişini anımsatmak istiyorum. ‘ Bir hastalığın en iyi çaresi o hastalığa yakalanmamanın yollarını öğrenmektir’

Hareketsizliğin insan organizması üzerinde olumsuz etkiler meydana getirdiği, çok eski dönemlerden beri bilinmektedir. Beden hareketliliğini azaltan bir hastalık, yaralanma veya belirli bir neden olmadan insanların sedanter yaşam tarzını seçmeleri sonucunda, organizmanın pek çok fonksiyonunda gerilemeler ortaya çıkmaktadır. 1960 lı yıllarda başlayan uzay hekimliği çalışmaları çerçevesinde, uzun süreli uzay yolculukları sırasında insanların karşılaşacakları yerçekimsiz ve hareketsiz yaşam koşullarında organizmada oluşan değişiklikler ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu çalışmaların paralelinde, tüm dünyada hareket azlığının kardiovasküler risk faktörlerinden biri olarak kabul edilmesiyle birlikte konuya ilgi artmış ve çalışmalar hızlandırılmıştır.

Hareketsizliğin olumsuz yöndeki etkileri başlıca 4 grup insan üzerinde incelenmiştir:

1.Hastalık ya da yaralanma sonucu uzun süre yatak istirahati yapan kişiler,

2.Çeşitli paralitik (felç) durumlar nedeniyle nöromüsküler (sinir-kas iletimi) aktivitesi önemli ölçüde kısıtlanan hastalar,

3.Yerçekimi etkisini azaltan, oturma, yatma gibi değişik pozisyonlarda uzun süre kalan kişiler,

4.Uzay yolculuklarında ve uzun süreli su altı çalışmalarında yer çekimsiz ortamda bulunanlar.

Sayılan bu inaktivite tiplerinin her biri, kısa süre içinde, gizli fizyolojik değişikliklere yol açabilmektedir.

Ortostatizm gibi belirgin klinik tablolar 5-7 gün içinde ortaya çıkabildikleri halde, ankiloz veya böbrek taşı gibi komplikasyonlar, ancak bir kaç ay sonra görülebilirler.

Hareketsizliğin mekanizmasının daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla, fizik kapasiteyle ilgili bazı kavramları hatırlatmakta yarar var:

1.Fonksiyonel kapasite : Zorlu bir çaba sırasında varılan maksimum metabolik değeri ifade eder.

2.Fizyolojik maksimum potansiyel : Aynı kişinin sistemli bir antreman programından sonra varabildiği maksimum metabolik değerdir.

3.Fonksiyonel rezerv : Fonksiyonel kapasite ile fizyolojik maksimum potansiyonel arasındaki farktır.

Hareketin daha da azalması, örneğin kesin yatak istirahati halinde, fonksiyonel kapasite iyice azalır. Daha sonraki dönemde bu durumdaki bir kişiye birden bire aşırı fizik aktivite programı verilirse, fonksiyonel kapasitede iyileşme sağlanamaz. Kişinin önceki fonksiyonel kapasitesi ve rezervi dikkate alınarak yavaş yavaş artan yoğunlukta bir egzersiz programı verilerek durumu düzeltilmeye çalışılır.

Düzenli fizik egzersizler yapan kişinin fonksiyonel kapasiteleri, fizyolojik maksimum potansiyel düzeyine çok yakın olduğu halde sedanter kişilerde fonksiyonel kapasite düşüklüğü çok belirgindir. Fonksiyonel rezerv önemli ölçüde azalmıştır.

Uzun süreli hareketsizliğin sistemler üzerindeki etkilerini şu şekilde özetleyebiliriz Merkez Sinir Sistemi Duygusal algılamada azalma olması nedeniyle bazı duyu bozuklukları gelişebilir, parestezi ve ağrı eşiğinde düşmeler görülür.

İstirahat sırasında kaslarda kasılmalar yapılmadığı taktirde, motor verimlilikte azalmalar belirir. Özellikle felçli hastalar durumun çok belirgin örneğidir.

Sedanter kişilerde otonom sinir sistemi oldukça dengesizdir. Düşük veya aşırı aktivite şeklinde fonksiyonel bozukluklar saptanabilir. Bu dengesizlik kardiovasküler sistemin çalışmasını da olumsuz yönde etkiler.

Aktivite azlığı, kişilerde anksiyete ve depresyon gibi ruhsal sorunların gelişmesine de zemin hazırlar.

- Hareket Sistemi: Hareket azlığının uzun zaman sürecinde en belirgin etkileri hareket sistemini oluşturan elamanlardan ortaya çıkar.

En önemli belirtiler kas ve kemik dokularında görülen değişikliklerdir.

Hareket azlığıyla birlikte kas gücü azalmaya başlar. Örneğin hiç bir fiziksel rahatsızlığı olmayan bir kişinin bir haftalık kesin yatak istirahatinden sonra eldeki kavrama gücü % 20 oranında azalır. Kas gücündeki bu azalmaya kaslarda, kısa süre içinde atrofi (kas kaybı) gelişir. Atrofinin derecesi, hareketsizliğin süresine bağlıdır.

Atrofi, güç kaybı ve duyarlılığın azalması sonucu, hareketlerin koordinasyonunda yetersizlik ortaya çıkar. Bu durum hem alt, hem de üst uzuvlarda görülür ve günlük yaşamda beceri isteyen aktivitelerin yapılmasında veya sportif aktivitelerin yapılışı sırasında eksiklik ortaya çıkar.

- İskelet Sistemi: Hareketsizliğin en olumsuz etkilerinden biri, kemik dokusunda ortaya çıkan osteoporozdur. Bilindiği gibi kemik yapımının parelel olarak, kişinin dayanıklılığında da azalma olur. Diğer taraftan hareketsiz düzenli olabilmesi ve kemik kitlesinin yenilenebilmesi için, tendonların (bağlar) çekme fonksiyonu ile oluşan gerilmelere ve ayak ta durma sırasındaki yer çekimi kuvvetine gereksinim vardır. Hareket azaldığı durumlarda ise kemiğin organik ve inorganik elemanlarındaki kayıplar sonucunda, kemik kitlesi azalmaya başlar, kemikteki kalsiyumun mobilize olmasıyla geçici bir hiperkalsemi (kan kalsiyum seviyesinin artışı) ve yumuşak doku içinde ektopik kalsifikasyonlar (kemikleşmeler) gelişebilir. Sonuçta kemiklerin kırılganlığı artar ve kendiliğinden yada minör travmalarla kırılma olasılığı ortaya çıkar.

Kemik dokusunun yanı sıra eklemlerde aktif ve pasif hareketlerin azlığına bağlı sertlikler gelişir ve eklem hareket açıklığı azalmaya başlar. Başlangıçta geri dönüşebilir nitelikte olan sertleşme, hareketsizliğin uzun sürmesi halinde kemiksel nitelik kazanır ve geri dönüşümü mümkün olmayan eklem hasarları ortaya çıkar.

- Kardiovasküler Sistem: Uzun süre hareketsizlik sonucunda kardiovasküler sistem büyük zarar görür ve bazal koşulların üzerindeki metabolik gereksinimleri karşılayamaz duruma gelir.

Kardiovasküler sistemdeki gerilemenin en belirgin göstergesi, maksimum oksijen tüketiminin (Max V02) azalmasıdır.

10 günlük yatak istirahatından sonra tamamen sağlıklı ve genç kişilerde dahi Max V02 nin % 20 oranında, kalp atım hacminin ise % 10 oranında azaldığı gösterilmiştir. Bir kaç günlük istirahatten sonra dahi, aynı şiddetteki egzersize verilen nabız yanıtında artma olmaktadır.

Kardiovasküler sistemle ilgili bir diğer olumsuz gelişme kan basıncıyla ilgilidir. Uzun süre istirahatlarden sonra ortostatizm denilen durum gelişmekte ve kan basıncı dengesi bozulmakta ve kişi ayağa kalktığında ani tansiyon düşüklüğü olmaktadır.

Toplar damarlar üzerindeki kasların pompalayıcı etkilerinin azalması sonucu venöz yatakta birikmeler olmakta ve tromboflebit gelişebilmektedir.

Pıhtılaşma mekanizmasındaki değişiklikler, trombosit kümeleşmesindeki artış, tromboflebit gelişmesine yardımcı olmaktadır.

- Solunum Sistemi: Hareketsizliğe bağlı olarak solunum sistemi ile ilgili hemen tüm parametrelerde gerileme olur ve sonunda kısıtlayıcı tip solunum bozukluğu tablosu ortaya çıkar.

Sağlıklı kişilerde solunum parametrelerinde önemli bir düşme görülmemesine karşın istirahat süresinin uzaması durumunda, örneğin felçli hastalarda, solunum kapasitesi ve fonksiyonel solunum kapasitesinde % 25-50 oranında azalmalar olur. Sınırlayıcı tarzdaki gelişmeler ve yatay pozisyonun akciğer dolaşımı üzerindeki etkisi sonucu solunum-kanlanma oranında önemli bozukluklar ortaya çıkar.

Ayrıca mukus temizleme fonksiyonlardaki azalmaya bağlı olarak, solunum sisteminde mukus birikmeye başlar. Bu koşullar altında öksürük mekanizması bozulur. Karın kaslarındaki zayıflık durumu daha da kötüleştirir ve basit bir üst solunum yolu enfeksiyonunda ciddi akciğer rahatsızlıkları gelişir.

- Sindirim Sistemi: Hareket azlığı, sindirim sistemindeki aktivitelerin azalmasına yol açar. Bu azalma, hem içeriğin ilerletilmesinde hem de salgılama fonksiyonlarında olur. Sonuçta bir taraftan iştah kaybı gelişirken, diğer taraftan bağırsak hareketlerindeki azalma nedeniyle kabızlık görülür.

- Endokrin (hormonlar) ve Böbrek (renal) Sistemler: Endokrin sistemin diğer sistemlerle karşılıklı etkileşmesi sonucu, önemli metabolik ve renal değişiklikler görülür.

Vücudun uzun süre yatay pozisyonda kalması nedeniyle hücre dışındaki sıvılar, kılcal damar yatağının venöz (toplar damar) kısmına geçer ve kirli kanın kalbe dönüşünde artma olur. Sonuç olarak, sağ atriumun (kalp kulakçığı) hacim sensörlerinde bir uyarılmayla birlikte antidiüretik hormonda azalma ortaya çıkar ve idrar çıkışı artar.

Hareketsizliğin etkisiyle sodyum ve kalsiyum atılımı da artar.

İdrarla fazla kalsiyum atımı, üriner yolda tıkanma ve enfeksiyon faktörlerinin etkisiyle, hareketsiz kişilerde idrar yollarında taşlar oluşmaya başlar.

- Deri: Uzun süreli hareketsizlik, deri ve deri üzerindeki oluşumları da olumsuz yönde etkilenir.

Deri altındaki yağ dokusundaki incelme ve deri gerginliğinin bozulması nedeniyle basınç yaraları gelişebilir. Aynı vücut bölgelerin sürekli olarak basınç altında kalmaları ve bu bölgedeki basıncın kılcal damar basıncın üzerine çıkması, yara oluşumunu kolaylaştıran dış etkenlerin başında gelir.

Saydığımız tüm bu olumsuz gelişmeler, hareketsizliğe bağlı problemlerin yalnızca bir kısmıdır.

Hareketsizliğin uzun sürdüğü durumlarda, olumsuz gelişmelerden etkilenen doku ve sistemler durmadan artar ve bir noktada yaşamı tehdit eder duruma gelebilir.

Sportif etkinlikler, çoğunlukla deniz seviyesinin 500 m'ye kadar olan yüksekliklerde yapılsa da, günümüzde yeryüzünün bütün kesimlerinde spor yapan insanların sayısı artmakta ve bu yüzden yükseklikte performansa etki eden faktörlerin belirlenmesi önem arz etmektedir .


Yüksek irtifanın organizma üzerindeki etkilerine yönelik çalışmalara 1878 yılında başlanılmış ise de, yüksek irtifa konusu 1968 yılında yapılan Mexico olimpiyatları ile sporda önemli konulardan biri haline gelmiştir.

1963 yılındaki olimpiyat oyunları toplantısında, 1968 yılı olimpiyatları 2240 m yükseklikte bulunan Mexico şehrine verildi. Olimpiyat oyunlarının bu yükseltide yapılacak olması, bu yükseltide yarışma performansı gösterecek sporcunun ani ve uzun süreli uyumlarını belirlemeye yönelik çalışmaların sayısının artmasını ve bu konudaki teorik bilgi birikiminin güncelleştirilmesini zorunlu kılmıştır.

Birçok bilim adamı ve antrenör yüksek irtifada yapılan çalışmaların performans yönünden değerine inanırken, bu konudaki literatür genellikle belirsizlik, zaman zaman da tezat teşkil etmektedir. Ancak, yüksek irtifada bazı kan değerlerinin artma eğiliminde olduğu da bilinmektedir .
Özellikle yüksek irtifanın çocuklarda büyümeye ve olgunlaşmaya olan ve çocukların anaerobik güçlerinde meydana gelen değişimlerin incelenmesi önemlidir.

Yüksek İrtifa
Sportif etkinlikler, genellikle deniz seviyesinden 500 m'ye kadar yükseklikteki yerlerde yapılır. Buralarda yüksekliğe ilişkin çevre faktörleri söz konusu değildir . Ancak yerleşim merkezlerinin giderek genişlemesi ve iletişim imkanlarının artmasıyla yeryüzünün; bütün kesimlerinde spor yapan insanların sayısı hızla çoğalmıştır.

Dünya üzerindeki birçok yerleşim bölgesi yükselti olarak kabul edilen 1000 m'nin üzerindedir ve buralarda milyarlarca insan yaşamakta, egzersiz yapmakta ve herhangi bit problemle karşılaşmamaktadırlar. Ancak, deniz seviyesinde veya 1000 m rakımdan daha düşük rakımda yaşayan insanlar ve sporcular, böyle bir yükseklikte yaşamak ve egzersiz yapmak zorunda kaldıklarında yükselti ile oluşan bit takım problemlerle yüz gelmektedirler.

Fiziksel performansın olumsuz etkilendiği 1500 m ve daha fazla rakımlarda yüksekliğin artışına paralel olarak organizma üzerinde olumsuzluklar gözlenmektedir. 1500 m' den sonra çıkılan her 3 m'de maksimum oksijen tüketiminde % 3-5 azalma gözlenmektedir.

Yüksekliğin vücut üzerindeki etkilerinin araştırılmaları çalışmaları oldukça eskilere dayanmaktadır. 1800'lü yılların başında Paul Berth, hipoksik şartlarda organizmanın uyum bozukluğundan bahseden ilk isimlerdendir. Yapılan bu ve benzeri çalışmalar, genellikle keşif gezileri yada askeri amaçlarla desteklenen çalışmalar olmuşlardır. Sporculara yönelik çalışmalar ise 60'lı yılların ikinci yarısından sonra ağırlık kazanmıştır.

Atjosfer Basıncı
Barometrik basınç, dünya yüzeyine baskı etkisi yaratan atjosferik gazların ağırlığının toplamıdır. Bu kuvvet, yer çekimi tarafından moleküllerin dünyaya çekilmesi ile oluşur ve irtifa çıkıldıkça yerçekiminin azalan etkisiyle atjosferik basınç da azalır . Deniz yüzeyinden yükseklere çıkıldıkça hava basıncının azaldığı bilinmektedir. Nitekim deniz seviyesinde 760 mm Hg olan basınç, 5486 m'de bunun yarısı kadardır. Rakım yükseldikçe barometrik basınç azalmakta, buna bağlı olarak oksijen basıncı da azalmaktadır.

Deniz seviyesinde Dalton Yasası'na göre atjosfer basıncı 760 mm Hg iken solunan havadaki oksijen basıncı 149 mm Hg' dir. Solunan havadaki oksijen basıncı alveollerde 100mm Hg'ye düşerek arterial kana geçmekte ve bu şekilde de dokulara taşınmaktadır. Havadaki oksijen oranı %20.9 olduğuna göre barometrik basınçla orantılı olarak P02'de düşme olur. Mesela, deniz seviyesinde 149 mm Hg olan P02, 3048 m'de 107 mm Hg'dir. Alveolar P02'nin bu etkiye bağlı olarak 60 mm Hg düzeyine inmesi bu düşük alveol ve arteriyel kan P02'si sebebiyle, organizmada dokunun yeterince oksijen alamama durumu olarak tanımlanan ve performansın azalmasına sebep olan hipoksiye yol açar. Hipoksi, organizmada dokunun yeterince oksijen alamaması veya kullanamaması haline verilen isimdir. Dokuya gelen oksijen veya dokunun kullanabildiği oksijen, ihtiyacı karşılayamaz.

Hipoksi kendini oluşturan sebeplere göre dört başlık altında incelenmektedir. Solunan havada veya akciğer alveollerinde oksijen basıncının düşmesi sebebiyle kanın daha az oksijen ile yüklenmesi haline hipoksi, kanda fonksiyon gören hemoglobinin azalması sonucu dokuya taşınan oksijenin, ihtiyacın altına düşmesi durumuna ise anemik hipoksi adı verilmektedir. Kanda yeterince oksijen olmasına rağmen, organizmanın toksik bir sebeple oksijenden yararlanamamasına histotoksik hipoksi, kan dolaşımının yavaş olması sebebiyle dokuya yeterince oksijen sağlanamaması durumuna ise stagnant hipoksi demektedir.

Yüksek İrtifanın EtkileriYüksek İrtifanın Büyüme ve Olgunlaşmaya Etkisi

Yükseklikte temel problem, havadaki oksijen vasıtasıyla kana diffüzyonu azaltan barometrik basıncın düşmesidir. Vücut dokularında oksijen eksikliği yani hipoksi söz konusudur. Bu yüzden vücut dokularında oksijen eksikliği anlamına gelen hipoksinin oluşumu için vücutta bir durum vardır. Çok yüksekte ikamet etme barometrik basınçta büyük oranda azalma olması hipoksi için potansiyel oluşturur.

Peru (4000-4800 m), Bolivya (3800-4000 m), Nepal (3500-4000 m)'de yaşayan çocuklar üzerinde yapılan çalışmalarda bu çocukların, deniz seviyesinde veya daha düşük yüksekliklerde yaşayan aynı ırk ve cinsiyetteki akranlarından daha kısa boylu ve daha az kilolu oldukları ve daha geç olgunlaştıkları gözlenmiştir.

Yüksekte yaşayan Bolivya' lı Nepal' li ve Peru' lu çocukların, küçük vücutlu olması ve geç olgunlaşması, belki de Hipoksi ve kronikleşen yetersiz beslenmenin etkilerinden kaynaklanmaktadır .

Hemoglobinin oksijenle doyumunun (saturasyon) %98'den %85ye düşmesi, organizmayı anlamlı düzeyde etkilemese de (3048 m'ye kadar) saturasyonun %65 gibi bir düzeye inmesi ile hipoksinin etkisi belirginleşmeye başlar.

Yüksek irtifada hipoksiye maruz kalındıktan sonra birkaç saat içinde eritrosite oluşan fosfat bileşiklerinin miktarı artar. Bunların bazıları hemoglobinle birleşerek hemoglobinin oksijen 'ye ilgisini azaltır. Hemoglobinin oksijene ilgisi azaldığı için, oksijeni doku hücrelerine yüksek Oksijen basıncında verebilir. 4500 m yükseklikte bu etki, dokulara verilen oksijen miktarını %10-20 yükseltir. Fakat daha yüksek irtifalarda oksijene ilginin azalması, akciğerlerde oksijenin alınmasını da azaltacağından, sonuçta taşınan oksijen miktarı düşer. Bu daha büyük bir tehlike oluşturur.

Oksijen basıncı 'nin 35 mm Hg'ye düşmesi ile beyin fonksiyonlarında bozulma görülür. Bu durum 40 m'den itibaren görülmeye başlar. Düşük basınca maruz kalındığında kemoreseptörler yolu ile solunum dakika hacmi arttırılır. Yani hiperventilasyon oluşur. Yükseklikte meydana gelen solunum artışı egzersizdeki gibi değildir. Hiperventilasyon sonucu oksijen basıncı de azalarak respiratuar alkalozu oluşturur ki, bu da kanın asit baz dengesini bozar. Yükseklikte ayrıca kalp atım hızı ve kalp debisinin artışı ile birlikte dokuya yeterli oksijen sağlamaya çalışılır. Ayrıca bir takım adaptasyonlarla da dokuya daha fazla oksijen verilmeye çalışılır

Akut Dağ Hastalığı
Yüksek irtifa, hipobarik (düşük atjosfer basınçlı) ve hipoksik (az oksijenli) bir ortamdır. Bu sebeple birçok kişide ilk defa yüksek irtifaya çıkılması ile akut dağ hastalığı oluşur. Bu sendrom 1800 m üzeri yüksekliğe ulaşıldıktan sonra 8-24 saat, içinde de gelişir ve 4-8 gün boyunca devam eder. Akut dağ hastalığı baş ağrısı bulantı, kusma, uykusuzluk, yorgunluk ve periferik ödem ile karakterize bir hastalıktır. Bu sendromun şiddeti tırmanma hızına, çıkılan nihai yüksekliğe ve şahsın hassasiyetine bağlıdır. Ayrıca yüksek irtifada idrar hacminin azalması, ciddi şekilde pulmoner ve beyin ödemi oluşumu, koma ve ölüm gibi etkilerde görülebilir. Karbonhidrattan zengin bir diyet alımı ile dağ hastalığının etkileri ve fiziksel performansın düşüşü önlenebilir. Aşırı derecedeki dağ hastalığına yapılacak acil yardım kişiye oksijen verilmesi yada düşük irtifaya taşınması veya ikisinin aynı anda yapılmasıdır.

Yüksekliğe uyum (aklimatizasyon)
Aklimatizasyon yüksekliğe uyum sağlanmasıdır. Yüksekliğe uyumda temel faktör oksijen eksikliği problemidir. Barometrik basınçtaki azalmayla birlikte solunan havanın parsiyel basıncında da bir azalma meydana gelmektedir. Bu şartlar altında oksijen ihtiyacını karşılayamayan kırmızı kan hücreleri bakımından az doymuş hale gelir.

Yükseltiye uyum açısından ne kadar uzun sure yükseltide kalınırsa performansta da o derecede uyum gerçekleşir. Ancak hiçbir zaman deniz seviyesine ulaşılamaz. İrtifada kalınan süre içinde performansta görülen artış aklimatizasyondur

Havadaki Oksijen basıncı düşmesinin etkilerini minimale indirmek amacıyla yüksekliğe uyum başlıca üç fizyolojik yoldan meydana gelir:
1. Hemoglobin miktarı artar. Yükseklik arttıkça hemoglobin miktarı da artmaktadır. . Böylece aynı miktar kanın oksijen taşıma kapasitesi artmış olur.

2. Solunum sıklığı artar (hiperventilasyon). Bu yolla alveollerdeki Oksijen basıncı arttırılmaya çalışılır.

3. Dokularda, hücrelerde biyokimyasal değişiklikler meydana gelir. Bu değişiklikler oksijen O2 basınçlarında da dokularda kullanılabilmesini sağlar.

Aklimatizasyon kısa süreli ve uzun süreli uyumlar şeklinde.olabilir. Kısa süreli aklimatizasyon yüksekliğe bir yıldan daha az bir süre maruz kalma, belki de 3 ile 6 hafta gibi kısa periyotlarla karakterizedir.

Yüksekliğe kısa süreli uyumlar
1. Hemoglobin miktarında 6 gün içerisinde artabilmektedir.

2. Kilo kaybı görülmektedir.

3. Kan volümü azalmaktadır. Bayanlarda 30 gün içerisinde %20, erkelerde 15 gün içerisinde % 15 azalma görülmüştür. Meydana gelen azalmalar deniz seviyesine inildikten sonra 15-20 gün içerisinde normale dönmektedir.

4. Kalp atım hacmi 20-21 gün kadar bir sure % 10 miktarında azalmaya uğrar.

5. Kısa süreli yükselti etkilerinde biriside kalbin bir dakikadaki atım hızında artma ortaya çıkmasıdır.

6. Kalp atım gücü (cardiac output) azalır.

7. Düşük seviyede kan bikarbonat düzeyi sebebiyle azalmış kan tampon sistemi (nötralizasyon ) özelliği ortaya çıkar.

8. Fazla yüklemeli çalışmalarda 42 günlük bir süre, daha yüksek seviyede kan laktik asit düzeyinin meydana gelmesini sağlamaktadır.

9. Yüksekliğe çıkılmasını takiben 11 gün içerisinde eritrosit miktarında artış gözlenir.

Yüksekliğe uzun süreli uyumlar
Uzun süreli aklimatizasyon bir yada daha uzun yıllar belki de jenerasyonlar boyunca yükseklikte yaşamış grupların dahil edilebileceği bildirilmiştir.

Yükseltide kalış süresi, birkaç günden uzun olduğunda gerçekleşen metabolik ve fizyolojik uyumlar şu şekildedir.
Hiperventilasyon (sık solunum) : Yüksek irtifaya çıkış ile ilk birkaç günde hiperventilasyonda belirgin bir artış varken, yaklaşık bir hafta sonra sabitleşir. Hiperventilasyon azalmaya başlasa da normal düzeye dönebilmek için yıllarca yüksek irtifada kalmayı gerektirir.

Asit- baz dengesinin sağlanması :Yükseltide hiperventilasyon sonucu organizmaya daha fazla oksijen sağlanırken, organizmadan daha fazla oksijen atılımı gerçekleştirilir. Bunun sonucu olarak arteriyel kanda oksijen miktarı azalmakta ve alkali maddelerin miktarı artmaktadır. Respiratuar alkolozun oluşumu ile kanın ph dengesi alkali tarafa kayar. Yükseltiye uyum sağlanılması için böbreklerde alkali maddelerin HC03 atılımı ile kasın ph dengesi normale döndürülür.

Hematokrit düzeyinde meydana gelen artışlar : Yükseltiye çıkışla birlikte plazma hacminin azalmasına bağlı olarak kan hücrelerinde görülür. Özellikle ilk iki üç günde artış görülmeye başlanır. İrtifada kalış süresince artış devam eder. Eritrosit ve hemoglobinde meydana gelen artışlar kanın oksijen taşıma kapasitesini arttırır.

Dokuda meydana gelen değişiklikler : Kasın O2 kullanma düzeyi arttırılmalıdır. Bunun için kas dokusundaki kılcal damar sayısı, mitokondri yoğunluğunda ve kandan dokuya oksijen diffüzyon yeteneğinde meydana gelen artışlarla da dokuda daha fazla oksijenin kullanılması sağlanır. Ayrıca yüksek irtifada hava basıncının düşmesi ile oksijen basıncının de değişmesi O2 doygunluğu da azaltır. Hemoglobinin bağlanma eğiliminin azalması ve O2 ayrışım eğrisinin sağa kayması ile dokuya oksijen daha çok bırakılmaktadır.

Yüksek irtifaya uyum süreleri
Yükseltiye uyum sağlanması amacıyla gereken süre birçok araştırmacı tarafından şu şekillerde açıklanmıştır. Ancak temel yönüyle uyum süreleri şu şekildedir.

2700 m'de uyum 7-10 gün,

3600 m'de uyum 15-21 gün,

4500 m'de uyum 21-25 gün

Genel olarak yükseltiye uyum için kalınan sure bireysel özelliklere bağlıdır. Ancak 2300 m'ye kadar olan yüksekliklere uyum için 2 hafta ve 2300 m'den sonraki her 6-10 (4572 m'ye kadar) ek bir hafta süreye ihtiyaç duyulur. Ayrıca gerçekte bazı insanların zaman yüksekliğe uyum sağlayamadıkları ve bunun sonucu olarak da dağ veya irtifa hastalığına yakalandıkları belirtilmektedir.

Yükseklik antrenmanları için uygun yükseklik ve antrenmanların süresi
1800 m'nin altındaki yüksekliklerin çok az uyarıcı etki yapması, 2800 m'nin üzerinde yüksekliklerinde oksijen yetersizliğine sebep olması, sistematik bir antrenmanı güçleştirdiğinden yükseklik 1800 -2300 m arasında olmalıdır. Gençlerin gelişmesine yönelik antrenmanlar için en uygun yükseklik de 1600 -1800 m'dir. Yükseklik antrenmanı için en uygun 4 haftadır. Bu sure aşılmamaya çalışılmalı ve 2 haftadan az olmamalıdır. Yükseklikler kampların süreleri uzar, yükseklik azaldıkça kısalır. Ayrıca antrenmanlar ne kadar sık tekrarlanırsa adaptasyon o kadar çabuklaşır. Bir sezonda birkaç defa tekrarlanır. Yükseklik antrenmanlarında, yalnızca 10 günlük bir süre bile (minimal süre) etkili olur.

Yüksek İrtifanın Çocuklarda Performansa Etkisi
Yüksek irtifada performansın azaldığı çok net olarak kanıtlanmıştır. Yaklaşık 1200 seklikte 2 dakika ya da uzun süre büyük kas gruplarının katıldığı ağır egzersiz yapıldığı durumun açıkça belli olacağı ifade edilmiştir. İrtifanın artmasıyla fiziksel iş yapma yeteneğinin gittikçe şiddetlenen dozda etkileneceği bildirilmiştir .

Meksika olimpiyatlarının sonuçları incelendiğinde görülür ki, atletizm yarışmalarının 400 m'ye kadar olan mesafelerinde deniz seviyesi ile eşit ya da daha iyi sonuçlar kaydedilmiştir. 1500 m'lik mesafelerde yaklaşık %3'lük ve 5000, 10000 m'lik mesafelerde deniz seviyesi ile karşılaştırıldığında yaklaşık %8' lik düşüş kaydedilmiştir. Yani, iki dk' ya kadar süren yarışmalarda en azından 2300 m'ye kadar olan yüksekliklerde deniz seviyesi ile önemli bir fark olmadığı gözlenmiştir. 2 dk'nın üzerinde ağır egzersiz kapasitesi gerektiren etkinliklerde ise kapasite kesinlikle azalmaktadır. Bu durumda yüksekliği esas alarak sprint ya da anaerobik olaylardan çok aerobik aktiviteler veya dayanıklılığı etkilediği söylenebilir .Anaerobik metabolizma genellikle maksimal anaerobik güç (Vmax) ve anaerobik kapasitenin belirlenmesiyle değerlendirilir. Anaerobik kapasitenin akut ve kronik hipoksik şartlarda maksimal kan laktat konsantrasyonu ve maksimal oksijen açığı ve borcu ile değerlendirilmesine ilişkin tartışmalı bulgular mevcuttur (Yüksekliğe uyumlu bireylerde). 5200 m ve yukarı irtifalarda kısa süreli yoğun egzersizde maksimal anaerobik güçte hiçbir farklılık gözlenmez. Alaktik anaerobik gücün en iyi göstergesi olan güç platformundaki sıçramalar, alaktik aynı zamanda laktik metabolizmayı kullanan 7-10 sn' lik sprintler anaerobik gücü belirleyen egzersizlerdir. 30 sn ve daha fazla süreli egzersizlerin (örneğin; Wingate testi) sonuçlar ile ilgili tartışmalar bulunmaktadır. Çünkü bu test sırasında aerobik metabolizmanın düşük katkısı sebebiyle anaerobik performansla karıştırılmaktadır. Sonuçta, yüksek irtifada 5 haftadan uzun sure kalınırsa, 5200 m ve yukarı irtifaların anaerobik . performansı değiştirmediğini söyleyebiliriz. Bu süreden sonra kas kütlesi azalmaya başlar

Yükseltide yapılan maksimal egzersizlerde metabolizma etkilenmemiş gözükse de bu glikolitik yol için açık biçimde gözlenememektedir. Hipobarik çember içinde yapay olarak oluşturulan 4500 m yükseltide yapılan çalışmada, 20 dk'lık submaksimal egzersizde (750 kpm/min), kan laktik asit konsantrasyonunda anlamlı artış gözlenmiştir. Birçok araştırmada yüksek irtifada maksimum laktat üretiminde azalma rapor edilmiştir. Birçok veri yükseltide anaerobik güçte azalmayı belirtmektedir. Bu bulgulara karşın anaerobik performansın sprint gibi branşların hipoksiaya maruz kalmadan etkilenmediği gözlenmektedir.
Bedu ve ark ( 1994) puberte öncesi Bolivyalı çocuklarda kronik hipoksia ve sosyoekonomik yapının anaerobik güce etkisini (iki farklı irtifada 3600m ve 420 m) araştırarak; aynı sosyoekonomik sınıftaki çocukların yüksek ve alçak irtifada aynı anaerobik gücü gösterdiklerini, ancak yükseklik dikkate alındığında düşük sosyoekonomik yapıdaki çocukların kısa süreli egzersizde daha düşük güç ürettiklerini bildirmektedirler. Fellmann ve ark (1992) Bolivya'nın La Paz bölgesinde (3700 m) 7-15 yaşındaki çocuklarla yaptıkları Wingate testinde ortalama güçte % 14-17 arasında bir azalma bulmuşlardır. Bu azalmayı da test sırasında aerobik metabolizma ve glikolizisin enerji üretimine daha düşük düzeyde katılımı ile ilişkilendirmektedirler.

Yüksek irtifaya adaptasyonun üç önemli sonucu vardır.
1. Hipobarik hipokside bile yüksek performans

2. Düşük maksimum aerobik ve anaerobik kapasiteler

3. Yüksek dayanıklılık. Kas biyopsisi ve enzim aktivitesi ölçümleri bu adaptasyonların en azından bazılarının esaslarını açıklamaktadır.

Uzun süreli yüksek irtifaya maruz kalma önemli oranda büyük bir bölümü kas dokusun olan ağırlık kayıplarına sebep olur. Ağırlık kaybı çoğunlukla rahat olmayan bir çevrede damak tadı eksikliği yüzünden beslenme bozukluğunun sonucu olabilir. Fulko ve arkadaşlarına göre, yüksekte kas kuvveti, maksimal kas gücü ve anaerobik performans kütlesi korunduğu sürece etkilenmez. İlaveten, aerobik komponent içeren aktiviteler performansı bozmaz ve sprint gibi şiddetli egzersizler antrene edebilir.

Yüksek irtifada en az 21 günlük egzersiz, organizmada özellikle kan parametreler artışlara, aerobik ve anaerobik kapasitelerde hipoksiaya bağlı değişimler meydana gelme dir. Ancak yapılan çalışmalarda, birbiriyle çelişkili sonuçlar mevcuttur. 5200 m ve daha y rı irtifalarda 5 haftadan daha uzun süreler kalmak, özellikle kas kütlesinde bir azalmaya dolayısıyla da vücut ağırlığında bir düşüşe sebep olmaktadır.

Çocukların yüksek irtifaya maruz kalmaları büyüme ve gelişmelerini olumsuz yönde etkilemekte ancak anaerobik performansların da bir değişiklik görülmemektedir. Ancak çocukların sosyo-ekonomik düzeylerine bağlı olarak, yüksek irtifada anaerobik güçlerinde farklı olduğu gözlenmiştir.

Sebepleri: Baldır kaslarının kramp yada spazmlara sebep olacak derecede aşırı zorlanması.

Özel Bulgular: Topuğun üst kısmında uzun süren ağrılar.

İlk Yardım: Ağrılı tarafı tespit edin (örn. bandaj ile) ve zorlanmadan kaçının. İlgili uzmana danışın.


Ek Uygulamalar: Baldır kaslarına masaj. Topuğun ayakkabı içine konacak bir parça i!e yükseltilmesi (Bu, aşil tendonuna binen yükü azaltıp iyileşmeyi hızlandıracaktır. Bir gel sürülerek belirtiler gerilinceye kadar tedaviye devam edilir.

Tedavi Sonrası: Baldır kasları için germe egzersizleri. Antrenmanlardan sonra tendon ve çevresine buz ile soğuk uygulama. Uzun süren bazı lezyonların tamamen iyileşmesi için egzersiz, ultrason, TENS tedavilerini içeren fizik tedavi kürleri uygulanabilir.

Korunma: Beslenme ile uygun magnezyum alınması sorunlara karşı önlemlerden birisi olabilecektir. Spora başlamadan önce ısınma ve germe egzersizleri yapılmalı kaslar ısıtılmalı ve esnetilmelidir.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 17 Haziran 2010 16:54