İslâm Hukukunda İhtilaf Tabiî ve Zarurîdir
Bu çarpıcı başlık, derinlemesine hukuk bilgisi olmayan insanların şaşkınlık ve hayranlıkla karşılayacağı bir başlık olabilir. Buna rağmen, bu ara başlık gerçekten İslâm hukukunun en önemli özelliğini belirtmektedir.Malum, İslâm hukukunda iki ana kaynak vardır; Kur'ân ve Sünnet. Bu kaynakların gerek sübûtu, gerekse yorumlanışındaki farklılıklar ihtilafı tabiî ve zarurî hale getirmektedir. Şöyle ki; önce ayetleri ele alalım. Ayetlerin sabit, sahih ve doğru oluşunda hiçbir problem yoktur. Fakat onların delâlet ettikleri mânâlar üzerinde ilk günden itibaren ulema ihtilaf etmiştir. Vücubu kat'î, delâleti zannî veya vücubu kat'î, delâleti kat'î ifadeleri, farz, vacip, mekruh, haram kavramları hep bu farklı anlayışları ifade etmek için kullanılmaktadır. Buna göre " nassların olduğu yerde, ihtilafa yer yoktur" sözünün doğruları yansıtmadığı meydandadır. Mesela, "Boşanmış kadınlar, üç kur' (iddet bekleyip) kendilerini gözetirler (hamile olup olmadıklarına bakarlar)" (Bakara, 2/228). Ayette geçen kur' kelimesi hem hayız, hem temizlik, hem de her iki mânâyı içine alacak şekilde kullanılır. İşte kur' kelimesinin anlamındaki bu farklılık, fukahanın ayeti farklı yorumlayarak, farklı hükümler vermesine neden olmuştur.
Aslında aynı şey hadis-i şerifler için de geçerlidir. Hatta yorum alanı ayetlere nispeten hadislerde daha fazla olduğu için, ihtilafın boyutları da derinleşmektedir. Hadisleri anlama, kavrama ve yorumlamadaki ihtilafın, Hz. Peygamber'in hayatta olduğu dönemde bizzat sahabe tarafından yapıldığı bir vakıadır. Yer yer bu ihtilaflar Efendimiz'e arzedilmiş, duruma göre bazen Allah Resulü müdahale etmiş, bazen de etmemiştir. Bu da bize bu işin tabiî ve zarurî olduğunu göstermektedir. Bu sahada en meşhur misal Hz. Peygamber'in Hendek Savaşı günü Benî Kureyza yurduna giden ashaba "İkindi namazlarınızı Benî Kureyza'da kılın" emridir. Bu emre muhatap olan sahabe-i kiramdan bazıları lafzî/literal/ zahirî yorum yapmış ve namazın mutlaka Benî Kureyza yurdunda kılınması gerektiğini söylemişlerdir. İ. Hazm'ın "Şayet biz Benî Kureyza gününde bulunsaydık, oraya varmadan gece yarısından sonra da olsa ikindi namazını kılmazdık" (1) sözü, bu anlayışı açığa vuran enfes bir örnektir. Bazıları da Efendimiz'in bu emrine gâî yorum yapmış ve yolda ikindi namazlarını kılmışlardır. Zira bu kısmın anlayışına göre, Allah Resulü'nün bu emirle hedefi, bir an önce Benî Kureyza yurduna ulaşılmasıdır. Bu olay Allah Resulü'ne anlatıldığında, o iki grubu da ayıplamamıştır.
Hadislerin farklı yorumlanması ile ilgili ashaba ait daha birçok misal verilebilir. İslâm hukukunun tedvin edildiği, Hz. Peygamber'in vefatı sonrası dönemlerde bu farklı anlayış ve farklı yorumlamalar daha bir derinlik kazanmış ve çoğalmıştır.
Ayrıca hadis-i şeriflerin sübûtunda yaşanan problemler, yorum farklılığında etkin rol oynamaktadır. Zira bazı fukahaya göre sahih olup, hüküm ihticacında kaynak değeri olan hadis, bazılarına göre sahih değildir.
Öte yandan, Kur'ân ve Sünnette hükümleri bulunmayan meseleleri çözmede kullanılan metodolojinin farklı oluşu, ihtilafı oluşturan unsurlar arasındadır. Bu farklılık, kavramlara giydirilen mânâ ve müracaat sıralamasında açığa çıkmaktadır. Şöyle ki, genelde fukahanın kullandığı metodlar istihsan, kıyas, masalih-i mürsele, ististab, örf ve âdet gibi şeylerdir. Fukaha bu metodlara farklı tanımlamalar getirmiştir. Mesela, Ebu Hanife istihsan'ı " hafi bir maslahat nedeniyle kıyası terketme" olarak tarif ederken, İ. Şafiî buna " telezzüz" demektedir. Tabiî ki bunun sonucu olarak, bu metodun kullanılması ile elde edilen hükümler farklılık arzetmektedir. Ayrıca metodları kullanmada gözetilen sıralamanın farklı oluşu hükümlerde ihtilafı netice vermektedir. İşte gerek ayet ve hadislerin yapısı, gerek onları anlama ve yorumlamada takip edilen yol, farklı anlayış ve farklı hükümlerin yani ihtilafın zuhuruna sebeb olmaktadır.
Arzettiğimiz bu husus, İslâm hukuku adına bir dezavantaj değil aksine bir avantajdır. İhtilaflar İslâm hukukunun zenginliğidir. "Din kolaylıktır" beyanının hukuk alanındaki tezahürüdür. "Ümmetimin ihtilafı rahmettir" hadisinde anlatılmak istenen müspet ihtilafın dışa vurumudur. Yalnız günümüzde var olan siyasî ve idarî yapılanma ve hukukî düzenlemeler, bu ihtilafları asgarî düzeye indirecek uygulamalara geçilmesini gerektirebilir. İslâm hukuku yapı ve ilke itibarıyla buna da açıktır. Nitekim Osmanlı'nın son dönemlerinde taknîn (kanunlaştırma) çalışmaları ile bu devreye sokulmuştur. Aynı şeyin daha geniş bir perspektifte güncel şartları da nazara alarak yeniden yapılmasının lüzumu tartışılmaz.
[1] İbni Hazm, el-İhkâm fi Usuli'l Ahkam, 3/27