Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Kasım 2007       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1. EROTİZMDE ŞİDDET VE AHLAK İLİŞKİSİ

İnsanoğlunun yaşamsal dramının yoğunlaştığı alanlardan biri olan erotizmde içgü­düler üzerinde uygulanan baskı ve yönlendirme rejimi şiddet eylemlerini tahrik eder. Örtünmeyi gerekli kılan ahlak kuralları bedeni kapalı-açık kavramları aracılığıyla ahlak­sallaştırır. Bunun sonucunda bedenin bir bölümü mutlaka örtülür. Bu örtme olgusu bir ahlak kuralının varlığını gösterir. Bu kuralın amacı da şiddeti önlemektir. Cinsel içgüdü içinde yoğun şiddet barındıran bir içgüdüdür.

Ahlak kurallarının cinsel ilişkileri kontrol etmesi, insan türünü zorunlu hastalıklı bir tür haline getirmiştir. İnsanlığın bugünkü bu şiddet üretici ile baş ettiğini söylemek güçtür. Cinsellikle ilgili ahlak kuralları etkinliklerini kaybetmişlerdir.

Cinsellik içgüdüsü diğerinin bedenine müdahaleyi içermektedir. Bedenlerin birbi­rini çekmesi gönüllü şiddet oluşumlarına yol açar. İnsanlar şiddeti yaşamak zorundadırlar. Yoksa erotik coşkuyu hissedemezler. Kant’ın ahlakı ve erotizm dışı kupkuru yaşamı ‘Felsefe içinde bir giz mi taşıyor. Fikirler, fikirler ama ne için? Erotizm insanı korkunç bir kargaşanın içine sürüklüyor. Ahlak ve şiddet birbirinin içine giriyor. Erotizmde tüm düzen altüst oluyor. Erotizm varoluşun yaşama dönüşme noktası. Yaşamın varoluşun içinde yok olma noktası.

Yoksun bırakılma şiddeti davet etmektedir. Evlenme, şiddete karşı korunma yön­temlerinden biridir. Devasa bir evlilik ahlakı vardı. Evlilik kuralları, erotizmin belirsizli­ğine yol açtığı şiddete (kendine ve diğerine karşı) karşı etkin bir düzenlemedir. Evlilik erotik şiddeti, sürekli yinelenen ve böylece sıradanlaştırılan cinsel ilişkilerin içinde tör­pülemekte ve zamanla yok etmektedir.

Evlilik, ahlakın içgüdüler karşısındaki zaferidir. İç güdüsel zevkin sınırsızlığının şiddete dayanıksızlığı karşısında, içgüdünün ahlaksal kurallara boyun eğdirilmesidir. Hepimizi çileden çıkaran cinsel ahlakın özü, şiddete kategorik bir tavır almasıdır. Be­densel özgürlüğün şiddetin özgürleşmesine yol açması bir kez daha özgürlüğün ölüme ve dolayısıyla kendi zıddına dönüşmesi olgusunu gözler önüne sermektedir. herkesin cinsel etkinliğini şiddeti koruma rejimi yardımı.

Cinsel özgürlük şiddetin tamamen fanteziye dönüştüğü insanlar arasında müm­kündür. Cinsel özgürlük terimi çelişkili bir terimdir. Cinsellik, ötekinin varlığını ve be­denini sunmasını gerekli kılar. Yani, diğerinin onayı olmaksızın gerçekleşemez. Cinsel özgürlükten kastedilen şey, iki bedenin ve iki bilincin kendilerini birbirlerine sunduğu anda bir engelin bu sunuşu engellememesi durumudur. Cinsel özgürlük, iki kişinin bir bu tün olarak özgürlüğüdür, ikili özgürlüktür.

Erotik dürtüler kendi içinde anlamsızdırlar. Diğeri ile hiçbir anlama gelmeyen bağ­lantılara neden olmaktadır. Belki de şiddetin kaynağı bedensel dürtülerin zihne çok faz­la yük bindirmesinden kaynaklanmaktadır. Şiddet zihnin yorgunluğudur. içgüdünün yorulmaz istekleri karşısında zihin kendi bedenine ve diğerinin bedenine karşı bir dav­ranışlar rejimi oluşturur. Bu rejime uyulamadığı zaman şiddet oluşur.

Erotizm, bireyin kendi bilincine ve bedenine egemen olamayacağını ve bedenini başka bir bedenle şiddet ilişkisine sokması zorunluluğunu içermektedir. Erotizimin dı­şında diğeri ile beden-bedene zorunlu bir ilişki yoktur. Erotizmde beden doğrudan bir unsurdur. Diğer unsurlar ikinci derecededir. Doğal düzen erkeğin bedeninin dişinin be­denine onay almadan şiddet kullanmasını içermektedir. Kültürel düzen, önce dişinin kan bağlantısı olan erkeğin onayı daha sonraki dönemlerde dişinin kendi onayı ile olu­şan cinsel ilişkiye izin vermiştir.

İnsan içgüdüleri kontrol ettikten ve erotik şiddeti bertaraf ettikten sonra ahlaksal kurallarla çevrili monoton bir yaşama mahkum oluyor. Hatta ahlak varlık nedenini de kaybediyor. Uzayıp giden bir beklenti dönemi başlıyor. Aslında hiçbir şey yapmaya ge­rek yok. Hiçlik kendini hissettiriyor. Çok garip. İnsanın içindeki bir hiçlik duygusu va­roluşu devindiriyor.

Önce değişmez içgüdüler var. Bu içgüdüler bireyin zihnini ele geçiriyor ve onu şid­dete çağırıyor. Ahlak ise zihni bu şiddetten vazgeçiriyor.

Üç evre vardır: biyolojik evre, sosyal evre, felsefik evre. Bu evreler üç duruma kar­şılıktır: içgüdü ahlaksal, kurallar, yaşam ötesi varoluş.

Çok açık bir olay var. Şiddetin kaynağı, yaşamı mümkün kılan içgüdülerdir. İçgü­dülerin yok oluşunu tasarımladığımızda içgüdüsüz, erotizmsiz, mekanik bir döllenmenin mümkün olduğunu düşünebiliriz. Üreme kontrol altına alındığında yiyecek bulma sorunu kalmayacaktır. Beden tali bir unsur haline gelecektir. Ve şiddet ortadan kalka­caktır. Bunun sonucu ahlak ortadan kalkacaktır. Ahlak ve şiddetin olmadığı bir yaşam­da insanlık tüm çabasını varoluşun gizemi üzerine yoğunlaştıracaktır. Her tür ayrıntı binlerce beyin tarafından incelenecek, yaşamsal engellemelerden kurtulunacağı için her­kes tüm zamanını bu ayrıntıları incelemek ve bunlardan sonuç çıkarmak için geçirecek tir. İnsan türünü, gerçeği gerektiği gibi araştırmaktan alıkoyan “içgüdüdür”. Tüm yaşa­mını anlamsız, sonu gelmez içgüdüsel istekleri tatmin etmek için uğraşarak heba etmek­tedir.

İnsan türü hızla çoğalmaktadır. Biyolojik yapı entelektüel yapıya dönüşememiştir. Tüm alanı içgüdüler kaplamış ve bunun sonucu şiddet ve ahlak birbirine paralel biçim­de genişlemiş ve yoğunlaşmıştır. Aşırı ahlaklı olmak, içinde aşırı bir şiddeti barındırmak demektir. Ahlak ve şiddet ikileminin dışına çıkmak, bireyin entelektüel ve felsefi gelişimini­belirli bir noktayı aşması ile mümkündür.

İçgüdüsel olarak aşırı bir biçimde çoğalan insan yığınlarında şiddet tüm hızıyla ar­tacak, bunu önlemek için ahlak kuralları bireyin tüm alanını ele geçirecek ve sürüleşme tek yaşam biçimi olarak yüceltilecektir. Her şey toplum içindir çığırkanlığının kökenin­de bireyin birey olarak varoluşunun olanaksızlığı vardır. İnsanın içgüdülerini toplumsal bir eylemle değil bireysel bir eylemle kontrol etmesi gerekir. Toplumsal kontrol her za­man şiddete açık bir alan bırakır ve bu alan belirli bir genişliğe ve yoğunluğa ulaştığın­da bir topluluğa ait olan bireylerin birlikte başka bir topluluğa karşı uyguladıkları siste­matik ve toplu bir şiddet eylemi haline gelir. Şiddet, toplumsal ahlakın kategorik yapısı­nın kaçınılmaz sonucudur.

Günlerin insanın varoluşunu tüketircesine birbirini izlemesi her şeyin can sıkıcılığın unsurları haline gelmesi, her şeye doymuş olmak artık herhangi bir yenilikten umudunu kesmek, ölümün yavaş yavaş varoluşun içine nüfuz etmesinden kaynaklanır. Bu süreç içinde erotizmin, şiddetin, ahlakın birbirlerinin devinimini yavaşlatan bir döneme girdi­ğini fark ederiz.

Erotizmin günlerin yeknesaklığını önlemede yetersiz kalmasıyla birlikte ahlak, can-sıkıntısının kurallaşması biçiminde ortaya çıkar. Artık şiddetin yoğun baskısı hissedil­mez ve depresifin kayıtsız, karanlık varoluşsal serüveni başlar. Günler günleri kaçınıl­maz bir biçimde izler ve ahlaklı olmanın dışında bir seçim kalmadığı için ahlak da yok o­lur.

Ahlak her zaman bastırılmış bir şiddet olgusunu içinde taşır. Ahlak kurallarının keskinleşmesi şiddetin potansiyel olarak yoğunlaştığını gösterir. Keskinleşen ahlak bir patlamanın habercisidir. Kesin ahlak kuralları ile yaşayanların öldürmeye, ölüme ve te­cavüze, yakınlıkları yazarların, sinema yönetmenlerinin, sanatçıların gözünden kaçma­mıştır. Ahlakdışı alanda yaşayan Bnhemler’de şiddetin devinimi çok zayıftır.

Ayrıcalıklar,’bu-ayrıcalıklardan yoksun kalanlarda şiddete eğilimine yol açtığı için ah­lak bir kez daha şiddet bastırma işlevini yerine getirir. Şiddete başvurmanın dışında se­çimi kalmayanlar ahlaksız olmayı seve seve kabullenirler. Çünkü ahlakın içinde kötülü­ğü taşımak zorunda olduklarını fark etmişlerdir. Brecht’in ünlü sözü “Önce ekmek sonra ahlak”, ahlakın tutsağı olanların yalnızca ayrıcalıklara saygı göstermek zorunda kaldık­larını göstermektedir. Ahlakın özü adalet, eşitlik değil, şiddetten korkmaktır. Bireyin gelişmişliğini gösteren olgu, onun ahlaklı olması değil, ahlakın gerekli olmadığı bir va­roluş alanı yaratabilmesidir. Bu alan tüm yaşamı kucakladığı an, insan kendi eksik yapı­sını aşacak, başka bir türün varoluşunu başlatacaktır.

Ahlak kuralları ayrıcalıkları haklı kılma amacını güderler. Bunun nedeni, ahlakın toplumsal pratiğin kurallaşması özelliğinden ileri gelmektedir. Bireylerin hep kendileri­ni ahlaklı görüp toplumda hala haksızların çoğalmasından şikayetçi olmalarının nedeni, ahlakın ayrıcalıkları koruma eğitimini fark etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca­lıkları değiştirmenin veya kaldırmanın tek yolu şiddettir. (Üretken yapısının değişmesine de her zaman şiddet eylemleri eşlik eder.) Ahlakın değişmez niteliği olan şiddete kar­şı olması gerçeği karşısında eşitsizlik, adaletsizlik olguları ahlak kuralları ile birlikte va­rolacaktır.