Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Mart 2006       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İNSAN DEDİĞİN 2

Tabi bu olayın başka bir yönü de vardır. Müsbet bilimlerden gidildiğinde, bunların incelenmesi ve ortaya konulması oldukça zahmetli ve zaman alıcı bir iştir. Bu bilgilere ulaşmak için kaç insan ömrü gerekir o da ortadadır. Oysa tasavvuf ile bu bilgilere ulaşılması fazla zaman almayan, fakat nasipli bir iştir. Nasibin yanında da dehşetli bir iştir. Bu bilgilerin ışığında tasavvuf bilgisinin de yaratılış bilgisi olduğunu kavrıyor ve müsbet bilimlerle tasavvuf bilgisinin aynı hedefe giden değişik doğrultudaki vektörler olduğunu müşahade ediyoruz.. Aynı zamanda temiz ruhların ve sağlam iradeli düşüncelerin bu hakikatleri ortaya çıkardığını düşünecek olursak, güzel ahlakın önemini de anlamış oluruz. Peygamber efendimizin ‘ben güzel ahlakı tamamlamak üzere geldim’ demesinin de hikmeti bu olsa gerektir. Siz ne kadar kötü düşünceli ve iradesiz iseniz kainattaki size ait kurallarında bozulduğuna ve bozulacağına dikkat etmeniz gerekmektedir. Evrenin fen bilgisi yasalarının bozulması sonucunda, insanın kendi kıyametini hazırladığını da buradan görmüş oluruz. O zaman güzel ahlak zahirde dünyayı yaşanılır kıldığı gibi, batında da sizi yaşatan kuralların sağlamlığını ortaya koyan tek olamasa da önemli bir olgudur. Bazılarımızın hurafe diye bakabileceği toplumda oldukça ilginç ama kaynağı belli olmayan sözler vardır. ‘Allah(cc) iyilerin sayısının kırkta bire inmediği sürece dünyayı batırmayacaktır’ diye. Kötü ahlakın ve kötü düşüncenin kendi kuyusunu kendisinin kazması gibi bir şey olduğunu da hayretle öğrenmiş bulunuyoruz. ‘Kıyamet Müslümanlar üzerine kopmayacaktır’ hadisi de; yaratılış bilgisine ve davranışına sahip olan insanların, evrenin işleme biçimine nasıl katkıda bulunduğunun ayrı bir destekçisidir. Kısaca evreni işleten fizik bilgisi ve diğer bütün bilimlerin oluşması insanın yaratılış bilgisinin bir sonucudur. Burada hemen belirtelim, kuralların bütününü kapsamaz. Kıyamet kopmadan önce, bütün Müslümanların ruhlarının kabzedilip, kıyametin inançsızlar üzerine kopacağı söylenmektedir. Yani önce evreni ayakta tutan düşünce öldürülüyor, daha sonra haliyle evren yasalarının bozulmasıyla kıyamet kopuyor. Ayrıca ‘Allah kullarına zulmetmez.’
Öyleyse insanın kendisi bir bilimdir. Bugüne kadar öğrendiği de kendi yaratılış ve yaşatılış bilgisidir. Varlık nedir? Varlık işte budur. Din nedir? Allah’ı(cc) tanıma ve yaratılış bilgisini öğrenmesidir. Yaratılış bilgisi insanın kendisinde var olduğu için insanın kendisini öğrenmesidir. Yani ilim, ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Tasavvuf, kuru söz değildir. Tasavvufla müsbet bilimler aynı yolun yolcusudurlar. Görebilene fizik, kimya, matematik…vb.. bilimler de bir tasavvuftur. Bir dindir. Çünkü bunlarda da yaratanın bilgisi ve kokusunun olduğu gibi, yaratılış bilgisinin ve yaşatılışın ta kendisidir. Fakat müsbet bilimler parçadan bütüne gittiklerinden; bütünün her zaman her gözle anlaşılamaması gibi bir tehlike de vardır.
adsz773ga
İnsan yaşantısının, incelenmiş davranışlarının elbette bir bilim oluşturacağı açıkça ortadadır. Bilime kaynaklık eden de yine insanın kendisidir. Ama bazıları insanda bu kadar özelliğin olmasının, kurbanıdırlar. İnsanı anlamaya çalışmaktadırlar ama parçadan bütüne gitmenin kavramsal zorluklarına boyun eğmişlerdir. İşin içine şeytan’da girince büsbütün düşünceler karışmıştır. İnsan doğduğunda Allah’a en yakın olduğu zamandır. Onu tanımak ve insanın içine yazılmış bilgileri en çok sezdiği ve farkında olduğu zamandır. Yaratılmış yeni her şey eski her şeyden Allah’a daha yakındır. Yeni yağan yağmur, kar, kısaca oluşan her şey Allah’a daha yakındır.
İnsan yaşadıkça, değişik dünya zevkleri ile, değişik düşüncelerin etkisinden kendisini kurtaramaz. Yani devamlı bağıl düşünür. İnsanın kendisine ulaşabilmesi için öncelikle bağıl düşünme çemberini kırması gerekir. Daha sonra da kendisini, kendini araştıracak buraya ait konsantrasyon artırıcı işlerden kaçınması gerekmektedir. Yani burada, kayısı çekirdeği gibi yok olmalı ki, başka dünyalara doğsun ve kendi yaratılış bilgisine sahip olsun. Nasip ederse evliya olsun. O zaman bilginin kaynağı artık insanın kendi içerisinde fışkırmaya başlar.. Hele kendi içerisindeki büyük ruhla irtibat da kurdu mu? Artık bilimde onundur, teknoloji de. İnsan yaratılışı gereği alıştığı ortamı ve alışkanlıklarını zor terk eden bir varlıktır. Bir ortamdan diğer ortama girişi, kendisi için tanınmama probleminden kaynaklanan zorlukları ortaya koyar. Bu da insanın buradan ayrılışını zorlaştıran bir etkendir.
Şimdi; insanın yaratılmasındaki amaç, Allah’ın(cc) masivalarında kendisini seyretmesi, kendisinin takdis ve tenzih edilmesi, övülmesi, güçlüye hakkının verilmesi olduğuna göre, Allah’ı(cc) takdis ve tenzih edecek kişiler ya da kişinin de takdir yetkisine sahip, sözüne ve takdirine itibar edilir kişiler olması gerekir. Örneğin bir insan bir konu üzerinde derin araştırmalar yapsa ve bu araştırmaları hiç ilgisi olmayan kişiye aktarsa, bu kişi de yapılan çalışmayı çok takdir etse bunun çalışmayı yapan için hiç bir önemi yoktur. Zaten takdir de edemez. Çünkü bu kişi yapılan çalışmayı, emeği ve dehayı fark edemeyecek kapasitededir. Siz bir tez verdiyseniz bu tezi ehliyetli kişilere aktararak onların övgülerini almak durumundasınızdır. Değerli ve geçerli olan budur. Bu sebepledir ki, insan da dünya ya güçlü ve takdir yetkisiyle donatılarak gönderilmiştir. Çünkü işin sonunda Allah’ın(cc) takdir edilmesi vardır. Ayrıca takdir yetkisi olan kişinin de bağımsız ve ayrı bir iradeyle takdir etmesi gerekir. Hal böyle olunca da Cenabı Hak, insanları güçlü, donanımlı kılarak, ayrıca da iradeyle göndermiştir.. Bu güç ve iradenin övmesi ancak bir değer ifade eder. Üstelik bu iradelerin gönüllü olarak övmeleriyse, büyüklüğün tanındığı anlamına gelir.. Bu nedenledir ki Allah(cc), insanları yarattıktan sonra, onlarla sözleşme yapmıştır. ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’, Ruhlar da O ‘na ‘evet Sen bizim Rabbimizsin’ diyerek sözleşmelerini tamamlamışlardır. İşte bu sözleşme, irade ve güç anlamına gelmektedir. Çünkü sözleşme, sözleşme gücüne sahip bir kişiyle yapılır. Küçük bir çocukla ya da köle bir kişi ile sözleşme yapılamaz. Onlarla sözleşme yapmak için velisini veya sahibini ararız. İnsan iradesinin de yukarıda anlattığımız üzere oldukça büyük işlevleri gerçekleştirdiği düşünülürse, her insanın Allah’ı(cc) tanıma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü Allah’ı(cc) tanımayan bir irade ve nefsin, insanı yaşatacak kurallar bütününe oldukça büyük zarar vermesi söz konusudur. Yıldızların sistemlerinin temiz ruhlar üzerine kurulması, insanın ruhunun ve düşüncesinin de yaratılış çizgisine çekilmesini zorunlu kılmaktadır. Keza bu insanın kendi geleceği için şart gözükmektedir. Zaten Cenabı Hak’da Rahmet sahibidir. Yaratılış çizgisi; kendisinden çok, bize rahmet içindir.(Çünkü Allah(cc) kullarına zulmetmez). Burada, evrene insan oğlunun gelişi Allah’ın(cc) kendisini seyretmesi ise, yaşama ya da yaşatılışı da insanların Allah’ı(cc) seyretmesine(tanımasına takdis ve tenzih etmesine) bağlıdır. Bu bir sınavdan çok, insanın bekası için, zorunlu yol olarak gözükmektedir..
Kendisini tanımayan, Allah’ın(cc) güç ve kudretinden yeteri kadar haberi olmayan bir insanın iradesinin de; taa ki Allah’ı(cc) gereği gibi tanıyana kadar, Allah’a(cc) teslim edilmesi gereği de ortaya çıkmaktadır. Çünkü yaratılış çizgisine gelemeyen bir iradenin kendisine ve evrene oldukça büyük zararları olacaktır. Hal böyle iken;
İnsan: Ruhuyla Cenabı Hak’tadır. Aklıyla, hayaliyle, hayal aleminde, cismiyle varlık ve renk alemindedir.(Bu alemler daha önce belirtilmişti) Bütün bu saydıklarımız da yaratılmış evren düzenleri olduğuna göre, İNSAN EVRENİN KENDİSİDİR. Ayrıca insanın her an bu saydığımız yerde bulunması, aslında insana bahşedilen büyük bir fizik bilgisine de işaret etmektedir. İnsanın her an, büyük ruhun kapsadığı, yokluk aleminin içerisinde kalan evren düzeninde her yerde mevcut olduğudur. İnsana kendisi küçük ama cürmü büyük diye atıfta bulunulur. Aslında insanın cürmünden, çok daha büyük olan kendisidir. Diğer varlıklar insanın gölgesinde, insan için yaratılmış evrende, daha doğrusu insanın kendisinde yaşamaktadırlar. Zaten insan da ‘Yaratılmışların en şereflisi’ değil midir? Bütün bu olanlar da şerefin bahşettikleridir.
İnsanın düşünce ve iradeden oluştuğunu, diğer işlevlerinin bunların yanında çok mühim bir yer kaplamadığını söylediğimize göre, soru: Bilinç bir bilim midir? Bilinç doğanın parçası mıdır? Sorusuna gelmektedir. Bu sorunun cevabının tam olarak anlaşılabilmesi için, daha önce de belirttiğimiz evren düzenlerine tam vakıf olmak gerekir.