Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Aralık 2007       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kıbrıs Sorunu

Bir Doğu Akdeniz adası olan Kıbrıs Türklerden ve Rumlardan oluşan iki farklı toplumun anavatanıdır. Her iki toplum için bir çoğunluk veya azınlık değil, eşit haklara sahip bir siyasi ortaklık söz konusudur. 300 yılı aşan Türk hakimiyetinden sonra, Kıbrıs adası 1878'de fiilen ıngiltere yönetimine girmiş, hakimiyet resmi olarak 1923 yılında İngiltere'ye geçmiştir. Adadaki İngiliz koloni yönetimi, 1960 yılında İngiltere, Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Türkleri ve Rumları tarafından imzalanan uluslararası anlaşmalar ile iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti kurulana kadar devam etmiştir. 1960 yılı anlaşmaları, adada çeşitli kontrol, denge ve garantilerin koruması altında güç paylaşımı ve birlikte yaşamaya imkan sağlayan iki toplumlu bir devlet sayesinde, iki topluluk arasında siyasi bir ortaklık kurmuştur. Ne yazık ki, bu siyasi ortaklık sadece üç yıl sürmüştür.
Kıbrıs üzerindeki bağımsızlık düzenlemelerinin neden hızla çöktüğünü anlayabilmek için, önceki yılların olaylarına göz atmak gerekmektedir. 1954 ve 1960 yılları arasında, Kıbrıs Rumları bağımsızlık için değil, Yunanistan ile birleşmek için mücadele etmişlerdir. Rum liderleri, 1960 anlaşmalarını ada için nihai sonuç olarak görmemiş, aksine Yunanistan ile birleşmeye doğru bir adım olarak kabul etmişlerdir. İki toplumlu bağımsız bir devletin aleyhine kanunsuz olarak çalışmaya devam etmişler ve 21 Aralık 1963'te Kıbrıs Türkleri'nin katliamı için planlarını uygulamaya koymuşlardır. 1960 anayasasını hiçe sayarak ENOSIS (Kıbrıs'ın Yunanistan ile birleşmesi) yönünde çalışmışlardır. Kıbrıs Türkleri Kıbrıs Parlamentosu'ndan ve Kıbrıs Hükümeti'nden atılmışlardır. Devlet mekanizması Rumlar tarafından tek taraflı olarak ele geçirilmiştir. Rum saldırıları o kadar insafsız hale gelmiştir ki, sayıları 103 civarındaki köylerde yaşayan Kıbrıs Türkleri, hayatlarını kurtarmak için kaçmak ve Kıbrıs genelinde ufak yerleşim birimleri meydana getirmek durumunda kalmışlardır. Ada genelinde Rumlar tarafından Türklere yönelik saldırılar yüzünden büyük bir göçmen problemi meydana gelmiştir. 1964 yılının başlarında meydana gelen olaylar Kıbrıs Türkleri'ni kendi topraklarında mahkum ve rehin hale getirmiştir. Dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, bu durumu "gerçek bir kuşatma" olarak tarif etmiştir. 1964 ve 1974 yılları arasında, Kıbrıs Türkleri kendi yönetimleri altında, dağınık bölgelerde çok zor şartlarda yaşamışlardır. Müzakereler bu dönemde de devam etmiş, fakat Rumlar sürekli Kıbrıs Türkleri'nin haklarını tanımamakta ısrar etmişlerdir. 15 Temmuz 1974'de Yunanistan'daki askeri hükümet ENOSİS'i gerçekleştirmek için Kıbrıs'ta darbe girişimi yaptırtmıştır. İç garantör ülkeden biri olan Türkiye, 1959 Garantörlük Anlaşması'nın 4. maddesi gereğince İngiltere'ye ortak müdahale çağrısında bulunmuş, ancak Harold Wilson başkanlığındaki ıngiliz Hükümeti bu çağrıya olumsuz cevap vermiştir. Bu durumda Türkiye, ya Kıbrıs'ın süratle Yunanistan ile birleşmesine ve Kıbrıs Türkleri'nin ciddi risklere girmesine yol açacak hareketsizliği seçecekti ya da garantör devlet olarak anlaşmaya göre meşru haklarını kullanarak kendisi bir müdahalede bulunacaktı. Nitekim 1974 yılında, Kıbrıs Türkleri'ni korumak amacıyla Türk kara, deniz ve hava kuvvetleri, adaya hızlı ve başarılı bir operasyon düzenlemişlerdir. 1974'den bugüne, Kıbrıs'ta toplumlararası şiddet olayı vuku bulmamıştır. Kıbrıs Türkleri artık can korkusuyla yaşamıyorlar. 1975 yılında, hemfikir olunan yöntemler ve eşit tabanlı müzakereler yoluyla iki grubu biraraya getirmesi için BM Genel Sekreteri'ne iyi niyet misyonu verilmiştir. Aynı yıl BM gözetimi altında nüfus mübadelesi anlaşması yapılmış ve yürürlüğe girmiştir. 1977 ve 1979 yıllarında, Kıbrıs Türkleri ve Rumlar arasında federal çözüm için iki üst düzey anlaşma yapılmıştır. Kıbrıs Türkleri, Rumlar'la barış içinde yaşamak amacıyla ve her iki toplumun siyasi eşitliğine dayanan iki taraflı, iki bölgeli bir federasyonun kurulmasını desteklemişlerdir. Ancak Rum tarafının Türk tarafı üzerinde üstünlük kurmaya çalışması birçok gayreti boşa çıkarmıştır. Rum tarafı karşılıklı kabul edilebilir çözüm için müzakereler yerine, propagandaya başvurarak uluslararası forumları kötüye kullanmayı tercih etmiştir. Rumlar'ın 1983 yılında, Kıbrıs Türkleri'nin adil bir şekilde seslerini duyuramayacakları Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na başvuruları, müzakere sürecinin kesilmesine, aynı yıl Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) kurulmasına yol açmıştır. 20 yıl devlet çıkarı olmadan sabırla bekleyen Türk toplumu, kendi geleceğini belirleme hakkını kullanarak Kasım 1983'te bağımsızlığını ilan etmiştir. Kıbrıs Türk toplumu, Bağımsızlık Deklarasyonu'nda Kıbrıs Rumları ile meydana gelebilecek iki toplumlu, iki bölgeli federasyona açık kapı bırakmıştır. Bu istek doğrultusunda Türk tarafı, anlaşılmış formül çerçevesinde doğrudan müzakerelerin yeniden başlaması için, BM Genel Sekreteri'nin iki tarafla ayrı görüşmeler yapmasına olumlu yanıt vermiştir. 1983'te KKTC'nin kurulmasından sonra, toplumlararası görüşmeler yeniden başlamıştır. Ancak çözüm getirecek gayretler sonuçsuz kalmıştır.
Anlaşmazlığın temel kaynağı Rum tarafının, Türk tarafıyla eşit egemenlik haklarına dayanan, yeni bir ortak devlette siyasi gücü paylaşmama isteğine dayanmaktadır. Aynı şekilde, Rum tarafının çözüm öncesi AB'ye girmek istemesi, kendisinin "Kıbrıs Hükümeti"ni temsil ettiğine dair yanlış tezini güçlendirmek içindir. AB'nin, tek taraflı başvuruya rağmen, Kıbrıs Rum yönetimiyle üyelik müzakerelerine başlama kararı, çözüm gayretlerine ağır bir darbe vurmuş ve BM çerçevesinde devam eden gayretleri anlamsız kılmıştır. Kıbrıs Rum kesimi, AB üyelik kartını Kıbrıs konusunda iki toplum ve aynı zamanda Türkiye ile Yunanistan arasında kurulmuş olan dengeyi bozmak için kullanmak niyetinde olduğunu gizlememektedir. AB üyeliği dışında, Yunanistan'ın cesaretlendirmesiyle, Kıbrıs Rum kesimi süratle silahlanarak askeri boyutu gündeme getirmiştir. Tüm bu gelişmeler, Yunan/Rum cephesinin Kıbrıs konusunda anlaşma yerine gerginliği tercih ettiğini göstermektedir.
Yunan tarafının kışkırtıcı tavrına rağmen Türkiye, 1960 Anlaşmaları'ndan doğan Kıbrıs'taki haklarını korumak suretiyle bir çözüme ulaşılmasına gayret göstermektedir. Türkiye, uluslararası gayretlerin sonuç vermesinin ancak Kıbrıs'taki mevcut gerçeklerin üzerine kurulmaları halinde mümkün olabileceği görüşündedir.
Kıbrıs konusuna en uygun yaklaşım için başlangıç noktası, adada bulunan iki eşit toplumu, her iki toplumun kendi topraklarındaki hakimiyetlerini ve bağımsız devletlerini tanımaktır. Geçerli olan bu temel üzerinde çalışarak, iki devlet karşılıklı endişelerini giderebilir ve yeni bir ortaklığa doğru istikrarlı bir ortamda gayret gösterebilirler.