Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Mart 2006       Mesaj #30
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

gulEn güzel ahlâkı biz O’ndan öğrendik. İnsanlığın gözündeki perdeyi O kaldırdı ve bizleri aydınlık ufuklara O götürüp ulaştırdı. Bu şuuru vicdanının en derin yerinde duyan sahabi “Minnet Allah’a ve Resulü’nedir” diyordu ve O’na ait her şeyi mübarek ve kurtuluş vesilesi sayıyordu. Saçından, sakalından düşen her mübarek tüyü, Cennet’ten gelmiş gibi kabul ediyor, ipekler, kristaller içinde, evlerinin en mûtena yerinde muhafazaya çalışıyorlardı. Allah Resulü de onları böyle davranmaktan men etmiyordu. Eğer onların böyle davranmaları şirk olsaydı, şüphesiz ki yeryüzünden şirki kazıyıp atmak için gelen Allah Rasulü, onları böyle yapmaktan men ederdi. Afrika’yı bir baştan bir başa fetheden büyük insan Amr b. As, büyük siyaset ustası ve dehâ çapında bir idare kabiliyetinin adamıydı. Vefat ederken dilinin altına Allah Rasulü’nden hâtıra kalmış mübarek bir kıl koyuyor ve bununla sorulan suallere kolay cevap vereceğine inanıyordu. Eğer sahabi de tevhidi anlayamadıysa, yeryüzünde tevhidi anlayan kim vardır? Eğer bu şekildeki tevessüller (vesile kılmalar) şirk ise ondan ilk kaçınması gerekenler Allah Rasulü’nün gökteki yıldızlara benzettiği ve “hangisine uysanız hidayeti bulursunuz” diye yücelttiği, bu mümtaz ve müstesna insanlar olması gerekmez miydi? Halbuki görüyorsunuz ki onlar bu ma’nâda tevessülde bulunmayı mahzurlu görmüyorlar.
Başka bir misal daha verelim: Hz. Ömer devrinde bir kuraklık olmuştu. Hz. Ömer, bu musibetin kendi yüzünden ümmetin başına geldiğine inanıyordu. İki büklümdü ve yüzü bir türlü gülmüyordu. Bir gün aynı düşünceli eda ile evine gidecekti, fakat birden durdu. Geriye döndü ve koşar adımlarla bir istikamete doğru yürüdü. Geldiği ev Hz. Abbas’ın eviydi. Kapıyı Hz. Abbas açtı ve O’nun, ne olduğunu sormasına bile fırsat bırakmadan elinden tuttu ve bir tepeye doğru götürdü. Orada Hz. Abbas’ın elini havaya kaldırarak şöyle dua etti: “Allah’ım biz hayatta iken, Resulü’nün aziz varlığını şefaatçi yapar ve isteyeceğimizi O’nun adına isterdik. Fakat artık O aramızda değil. Ancak bu gün Sen’in huzuruna, Habib’inin amcasıyla geldim. Şu el hürmetine bize yağmur ver!” Sahabi diyor ki, daha onların elleri havadan inmemişti ki gökten sağanak sağanak yağmur boşalmaya başladı. Bu vakaları çoğaltmamız mümkündür.

Şu soruları kendi kendimize soralım ve cevaplarını düşünelim:

* Kur’an’ın vesileliğini inkâr etmeye imkân var mıdır?
* Kur’ân olmasaydı biz, ebedi hayat ümidini hangi kaynaktan alacaktık?
* Dünya hayatımızı nasıl tanzim edecek ve Cennet haritasını nasıl görecektik?
* Yine mi’râca dahi çıktığı zaman “ümmeti ümmeti” diyerek geriye dönen Efendimiz’in vesileliğini inkâra imkân var mıdır?
* O öğretmeseydi biz dinimizi kimden öğrenecektik?

Vesile konusunda ölçümüz ne olmalı? Kendisiyle tevessül edilen şahıslar esas gaye ve maksat yerine geçirilmediği ve onların sadece bir vesile ve vasıta olmaktan öte hiçbir salahiyetlerinin bulunmadığı unutulmaz ve bütün bunlarda Cenab-ı Hakk’ın dilemesi ve yaratmasının esas olduğu nazardan kaçırılmazsa tevessül vardır ve olmuştur. Bunun şirkle herhangi bir alâka ve irtibatı da yoktur. Ancak her ma’sûm düşüncenin sû-i istimali mümkün olduğu gibi, bunu da kötüye kullananlar olabilir. Fakat, onların bu art niyeti, tevessülün özünde masum bir hareket oluşuna asla zarar veremez.