Arama


Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
15 Aralık 2007       Mesaj #9
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye’nin Kıyı ve Deniz Biyolojik Çeşitliliği

Kıyı ve deniz çevreleri deniz yaşamının varlığını destekleyen çeşitli yaşama ortamlarını içerir. Denizlerimizdeki yaşam, soluduğumuz oksijenin üçte birini üretir, değerli protein kaynağı sunar ve küresel iklim değişikliğini dengeler.
Kıyı ekosistemleri, deniz ve kara ekosistemlerinin kesiştikleri önemli ani geçiş bölgeleri (ekonton) olmaları nedeniyle oldukça özel ekosistemlerdir. Ülke yüz ölçümünü oluşturan karasal kaynakların % 4,1’lik bölümünü kıyı ekosistemleri oluşturmaktadırlar. Ülkemizin kıyı bölgelerinde dağların denize iniş biçiminin ve kıyı topografyasının birbirinden farklı olması, bölgelere göre farklılaşan, kumul, mağara, delta, lagün, dalyan, kalkerli teraslar gibi çeşitli kıyı ekosistemlerini ortaya çıkarmıştır.
Karadeniz kıyılarındaki sıra dağlar, özellikle doğu bölgesinde, kıyıya paralel bir şekildekonumlanmış olup, kıyı kullanım alanını oldukça dar bırakmış olmasına karşın, özel bir iklimsel bölgeye dönüşmesine de neden olmuştur. Batı Akdeniz kıyıları da, yüksek dağlık kıyılar gibi, jeolojik özellikleri açısından doğu Karadeniz’e benzer özellikler göstermesine karşın, tipik Akdeniz iklimi özelliği göstermektedir. Ege kıyılarında ise, dağlar denize dik uzanmaktadır ve bu da Gediz deltası gibi alüvyon açısından zengin havzalar ve üretken deltalar yaratmıştır. Dağların bu kıyılardaki pozisyonu, Türkiye’nin bu bölgesinde birçok koydan oluşan girintili çıkıntılı kıyılara neden olmuştur. Diğer üretken havzalar ise Batı Karadeniz kıyılarında (Kızılırmak ve Yeşil ırmak) ve Orta ve Doğu Akdeniz kıyılarında (Göksu, Seyhan, Ceyhan ve Asi) bulunmaktadır. Doğu Karadeniz ve Batı Akdeniz kıyılarının tam aksine, Marmara’da kıyısal yapı genellikle insan yerleşimi için uygundur. Bu nedenle bu kıyılar oldukça tehdit altında bir ekosistem barındırmaktadır. Tüm bu kıyılar arasında özellikle Doğu Akdeniz bölgesindeki kıyı alanları çok yüksek flora ve fauna çeşitliliğine sahip zengin ekosistemlerdir.

Kıyı kumulları kıyı ekosistemlerimizin yaklaşık %10’luk kısmını oluşturur. Bu kumullar kendine özgü biyolojik çeşitlilik unsurları barındırır.Ege ve Akdeniz kıyılarındaki 17 kumul nesli tehlike altında olan iki deniz kaplumbağası türünün (Caretta caretta ve Chelonia mydas) dünyaca önemli üreme alanıdır.

Dalyanlar önemli balıkçılık alanlarını oluşturmaktadır. Ege ve Akdeniz’de 36 adet olan dalyanlardan 12 tanesinden ekonomik olarak yararlanılmaktadır.

Kalkerli yosun ve yumuşakça-kurtçuk terasları tipik toplulukların yerleşimi için uygun biyotopların oluşturduğu kayalık gelgit bölgelerdir. Bu ekosistemler çeşitli makro alg ve hayvan topluluklarını içermektedir. Bu teras yapılar Türkiye kıyılarında dar bir alanda, daha çok da Akdeniz kıyılarında, dağılım göstermektedirler. Biyolojik açıdan söz konusu teraslar yüksek tür sayısı ve genetik çeşitlilikle karakterize edilmektedir. Tüplü (Serpulid) kurtlar, vermetid yumuşakçalar ve kırmızı algler; örneğin Lithophyllum lichenoides, dar ve dikey bir alanda küçük resif yapıları oluşturabilecek yetenektedirler. Bu yapılar kıyı erozyonuna karşı, kalkerleşmenin neden olduğu birleşme ile üzerinde yer aldıkları kaya tabakasını korur ve sediman birikimini sağlarlar. Akdeniz’in doğu ve güney batı kısmında genellikle Dendroma petraeum tarafından oluşturulmuş kalkerli teraslar sığ sublittoral bölgede bulunurlar. Bir çok yazara göre terasların en iyi geliştikleri bölgeler denizel olaylara (akıntı, plankton bolluğu vs) açık olan kıyılardır. Terası oluşturan hayvan toplulukları (bivalvler, tüplü kurtlar) su kolonunu filtre ederek beslenen canlılardır. Böylece bu kıyılardaki oluşan dalga hareketlerinden faydalanırlar. Bu biyolojik yapıların içinden geçen su türbülansı ve dalga hareketleri birleştirme (cementation) ve kalkerleşme (lithification) süreçlerine yardımcı olmaktadır. Bu biyolojik yapılar altlarında bulunan kaya yüzeyini korumalarına rağmen özellikle Clinoid süngerler ve Bivalvlerden Lithophaga gibi türlerin hasarlarıyla birlikte erozyona meyillidirler. Karbonat kayaları üzerinde oluşan bu biyolojik yapılar çevresel koşullardaki değişim ve bozulmalardan etkilenebilirler.

Türkiye kıyıları boyunca çok farklı jeolojik yapılara sahip olan ve birçok balık türünü ve diğer deniz canlılarını barındıran binlerce deniz mağarası bulunmaktadır. Bu mağaraların bazıları Akdeniz fokunun barınma ve üreme alanı olarak tanımlanmıştır.

Ülkemizi çevreleyen denizlerin birbirinden farklı özelliklere sahip olması, barındırdığı biyolojik kaynakların da farklılaşmasını sağlamıştır. Türkiye kıyıları içinde en yüksek tuzluluk ve sıcaklık oranına sahip olan Akdeniz biyolojik çeşitliliği en zengin olduğu bölgedir. Süveyş kanalının açılmasından sonra Kızıldeniz'den göç yoluyla Akdeniz'e gelen Hint-Pasifik bölgesine ait birçok tür de bu bölgeye yerleşmişlerdir. Göç sonucu bu bölgeye yerleşmiş 26 tür saptanmıştır. Akdeniz’in Türkiye sularında 388, Ege Denizi’nde 389, Marmara Denizi’nde 249, Karadeniz’de de 151 tür balık bulunmaktadır.

Karadeniz'in kimyasal açıdan en büyük özelliği yüzey tabakasının altındaki suların oksijensiz ve tamamen hidrojen sülfur (H2S) ile kaplı olmasıdır. Bu nedenle 150-200 m arasında değişen derinliklerin altında yaşam yoktur. Karadeniz dip sularının oksijensizleşmesi iki tabakalı su kütlesi sisteminin oluşum sürecinin doğal bir sonucudur. Oksijensiz, sülfürlü alt tabaka, oksijence zengin yüzey tabakasından bir geçiş tabakası ile ayrılmaktadır.

Karadeniz’de hem biyolojik çeşitlilik açısından hem de ekonomik değer açısından önemli balık türleri yaşamaktadır. Bunlardan birisi Mersin balığıdır. Yaklaşık 200 milyon yıldır dünya üzerinde mevcut olan Mersin Balıkları yaşayan fosiller olarak da adlandırılırlar ve biyolojik çeşitlilik bakımından çok değerli balıklardır.Mersin Balıkları, Asya, Avrupa ve Amerika'nın kuzey yarım küredeki deniz ve tatlı sularında 27 tür ile temsil edilmekte olup bunlardan 5 tür [Huso huso (mersin morinası), Acipenser sturio (Alman mersin balığı veya kolan balığı), Acipenser gueldenstaedti (karaca mersin veya Rus mersini), Acipenser stellatus (sivrişka) ve Acipenser nudiventris (şip)] Karadeniz'in Türkiye sularında doğal olarak bulunmaktadır. Karadeniz’de 4 adet deniz memeli türü yaşamaktadır. Delphinus delphis (Tirtak), Tursiops truncates (Afalina), Phocoena phocoena (Mutur) ve 2005 yılında Ukrayna kıyılarında görülen Monachus monachus (Akdeniz Foku) dur. 1950’li yaılların başında yaklaşık yunus sayısı 1.000.000 olmasına karşın, 1980 yıllarında ise sayıları 50.000 ile 100.000’e kadar düşmüştür. Kapladığı alanlar azalsa da 34 balığın yumurtlama alanı olan 6 adet deniz çayırı türü bulunmaktadır (Zostera marina, Z. Noltii, Potamogeton pectinatus, Ruppia maritima, R. Spiralis ve Zannichellia major ).

Karadeniz’de 1619 adet tür mantar, alg ve yüksek su bitkileri, 1983 omurgasız tür bulunmaktadır. Karadeniz’de hamsi, istavrit, palamut, lüfer, çaca, kalkan, mersin balığı, mezgit ve deniz alabalığı en önemli türlerdendir. Kirlilik, aşırı avlanma, ötrofikasyon, habitat değişikliği vb nedenlerden dolayı da ticari önemi olan balık türü sayısı 20’den 6’ya düşmüştür.En önemli tehlikelerden biri olarakta yabancı türlerdir. 1996 ve 2005 yılları arasında toplam 48 yabancı tür tespit edilmiştir. Bu türlerden Mnemiopsis leidyi (özellikle hamsi stokları üzerine) ve Rapana thomasiana (midye stokları üzerine) fauna üzerine en fazla olumsuz etki yapan yabancı türlerdir.

İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi'nden oluşan Türk Boğazlar Sistemi Doğu Akdeniz'in Ege Havzası ile Karadeniz arasındaki su taşınımını sağlayan bir iç deniz sistemi konumundadır ve palamut, torik, lüfer vb balık türleri için biolojik koridor görevini görür. Marmara Denizi’nin yüzeyinin İstanbul Boğazı yoluyla gelen Karadeniz sularının etkisi altında olduğu görülmüştür. Marmara Denizi’nin daha derin bölgeleri ise Ege-Akdeniz sularını içerir ve 400’den fazla bentik organizma türünü barındırır. Marmara Denizi bir çok pelajik balık türünün yumurtlama yeridir. Aşrı avlanma ve kirlilik yüzünden bir çok balık türü olumsuz etkilenmiştir. Gerardia savaglia 30 m derinlikte hala yaşamını sürdürmektedir.

Türkiye adalarının uzunluğu yaklaşık 1067 km dir. Adalar biyolojik çeşitlilik açısından çok önemlidir. Ötücüler ve deniz kuşları gibi pek çok göçmen tür için özellikle göç zamanında büyük önem taşımaktadırlar. Örneğin,küresel ölçekte nesli tehlike altında olan Ada martısı (Larus audouinii) nın yaşama ve üreme ortamı Ege Adalarıdır.Ayrıca adaların çevresi, bir çok balık türünün yumurtlama ve beslenme yeridir.


Yüzey alanı yaklaşık 180 bin km2 olan Ege Denizi, çok karmaşık bir taban topoğrafyası ve kıyı geometrisine sahiptir. Ayrıca, bu denizde irili-ufaklı yüzlerce adacık bulunmaktadır. Havzanın genel olarak 3 tane derin çukurdan oluştuğu söylenebilir. Kuzey çukuru yaklaşık 1500 m derinliğinde olup 200-500 m derinliğinde bir tepe ile 1100 m'lik orta Ege çukuruna bağlanmıştır. En güney kısmında ise Girit Havzası bulunmaktadır. Burası 2000 m'yi geçen derinliklerle Ege Denizi’nin en derin bölgesi olup Girit Adası’nın her iki tarafındaki boğazlar ile Doğu Akdeniz’e bağlanmıştır.

Genelde doğal çevrelerinde siyah olan Süngerler (Sponges) Ege’nin derin sularından toplanan ticari ürünlerden biridir ve son yıllarda populasyonlarında azalma görülmüştür.

Akdeniz Foku (Monachus monachus) Ege ve Akdeniz’de yaşayan ve dünyada nesli tehlike altında 12 türden biridir. Habitat tahribi, turizm faaliyetleri, kirlilik ve bilinçli öldürme nedeniyle nesilleri tehdit altındadır.

Akdeniz’de 3 deniz kaplumbağası türü bulunmaktadır ve bunların ikisi tehlike altındadır. Akdeniz kıyısında Caretta caretta ve Chelonia mydas’ın 17 önemli üreme alanı belirlenmiştir.

Karadeniz'de olduğu gibi, Doğu Akdeniz kıyıları 10-20 km'lik bir topoğrafik eğim kuşağı ile derin havzaya bağlanmaktadır. Kuzey Levant Denizi'nin en belli başlı çukurları Rodos (4000 m), Antalya (2500 m), Kilikya (1000 m) ve Latakya (1500 m) basenleridir. Kilikya Havzası, Antalya Havzası'na göre daha sığ olup duvar biçimindeki bir topoğrafya ile birbirlerinden ayrılmıştır.

Akdeniz'e sahildar ülkelerdeki deniz bitkileri uzmanlarının ortak çalışmaları sonucu 16 Kırmızı (Rhodophyta), 18 Esmer (Phaeophyta), 4 yeşil (Chlorophyta) Alg ve 2 deniz çayırı türü ile 8 deniz bitkisi topluluğu ve 7 deniz peyzajının Akdeniz'de tehdit altında olduğu tespit edilmiştir.

Deniz çayırları (Posidonia oceanica), Akdeniz’e özgü, endemik, olan bu tür, Akdeniz ekosisteminin gösterge türlerinden biridir (Karadeniz’de görülmez) ve 1- 40 marasında yaşayan bentik bir canlıdır. Zemini tutan yapısı, besin zincirindeki yeri, bir çok canlıya ev sahipliği yapması (Akdeniz’de yaşayan deniz canlılarının yaklaşık %25’inden fazlasının bu ekosistem içinde yaşadığı tahmin edilmektedir) ve türler arası ilişkiye ortam oluşturması ve önemli bir oksijen kaynağı olması; bir başka değişle 1 m2 de günde 10 ila 14 lt arası oksijen üretmesiaçısından önemlidir. Ancak, trol, kirlilik, iklim değişikliği ve yayılımcı yabancı türler deniz çayırlarını tehdit etmektedir.
Faunistik gruplardan eklem bacaklılar (Arthropoda) filumu 901 türle (%29) başta gelmekte, bunu 796 türle (&) yumuşakçalar (Mollusca) izlemekte ve 429 türle (%14) kordalılar (Chordata) filumu üçüncü sırayı almaktadır.
Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında Akdeniz Foku dahil 11 adet deniz memeli türü bulunmaktadır. Bütün deniz memelilerinin avcılığı 1983 yılından beri yasaklanmıştır. Akdeniz’in balık türü çeşitliliği diğer denizlerimize göre fazladır. Fakat, sayıca daha azdır. En önemli türler, çipura, levrek, trança, yılan balığı, mercan, kum köpek balığı, müren, deniz atı, kılıç balığı, ton, orkinos, kefal, iskarmoz, izmarit, kabuklu deniz canlılarından ise akivades, istiridye, tarak, eklem bacaklılardan ise karides, istakoz, kafadan bacaklılardan ise ahtapot, mürekkep balığı sayılabilir.

DPT ve TÜBİTAK tarafından desteklenen “Türkiye Faunası Veritabanı” projesi çerçevesinde hazırlanan “Türkiye Denizleri Faunası Veritabanı” ülkemiz denizlerinde toplam 3112 hayvan türünün tanımlandığını ortaya koymuştur. Ancak bugüne kadar 1000'e yakın tür tanımı çeşitli araştırıcılar tarafından yapılmıştır. Bunlardan 429 tür omurgalı ve 2683’ü de omurgasızlar grubuna dahildir. Benzer bir çalışma deniz bitkileri için tamamlanmadığı için henüz ülkemizi çevreleyen denizlerde yaşamakta olan deniz bitkisi tür sayısı kesin olarak bilinmemektedir.
Kıyı Deniz Biyolojik Çeşitliliğini Tehdit Eden Faktörler


Diğer kaynaklardan farklı olarak denizel çevrede canlı kaynakların yenilenebilir olmaları, yakın zamana kadar deniz kaynaklarının sonsuz kaynaklarmış gibi kullanılmasına neden olmuştur. Ancak geçtiğimiz yüzyılın ortalarından itibaren denizel ve kıyısal ekosistemlerin ve bu ekosistemlerin barındırdığı biyolojik çeşitliliğinin aşırı ve sürdürülemez kullanımları sonucunda, ekosistemde bozulmalar ve biyolojik çeşitlilikte azalma olduğu gözlenmiştir. Bu azalma sürecinin sonucunda denizel ve kıyısal biyolojik çeşitliliğin deniz canlı kaynaklarının sonsuz değil kendini yenileyebilen sınırlı kaynaklar olduğu, ancak bu kaynaklardan sürdürülebilir ürün elde edebilmek için kaynağın bu yenilenme özelliğini kullanmasına olanak verilmesi gerektiği ortaya çıkmıştır.

Türkiye’deki deniz ekosistemlerinde görülen biyolojik çeşitlilik kayıplarının 7 temel nedeni bulunmaktadır. Bunlar; yabancı türlerin girişi, aşırı balık avlanması, yasa dışı avcılık, kirlilik, habitat tahribi, turizm, su rejimine yapılan müdahaleler şeklinde sıralanabilir.

Kıyı kumulları dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi ülkemizde de insan faaliyetlerinden kaynaklı baskılar nedeniyle hassas ve tahribe açık, bazı yerlerde de tahrip edilmiş ekosistemlerdir. Yol yapımı, ağaçlandırma, kum çekimi, ikincil konutlar ve turizm yatırımları neticesinde oluşan kıyı erozyonu nedeniyle Akdeniz ve Ege kıyılarında bulunan 110 kıyı kumulundan sadece 30’u (% 27’si) günümüzde göreli olarak sağlıklı durumdadır.

Kalkerli yosun ve yumuşakça-kurtçuk terasları kıyısal bölgede yer aldığından ötürü kirlilik, plaj oluşturmak amaçlı kıyı doldurma, kıyısal alanda yapılaşma, erozyon gibi insan kaynaklı faaliyetlerden etkilenmektedir. Akdeniz’deki Lithophyllum yapıları üzerindeki çalışmalar da göstermektedir ki, kirlilik yosunlara hasar vermeleri sonucunda erozyona neden olabilir. Ötrifikasyonu takiben yeşil alglerden Ulva gibi türler terasın yüzeyini kaplayarak rekabete girerler ve sonunda Lithophyllum gibi kalkerli yosunların ortamdan kalkmasına (biyoerozyon) ve bu değerli oluşumların çökmesine neden olurlar.

Bir zamanlar zengin biyolojik çeşitlilik ve balık potansiyeline sahip olarak bilinen Karadeniz ekosistemi son 20-30 yıldaki ortaya çıkan bir dizi iklimsel ve insan kaynaklı etkenlerden dolayı günümüzde son derece sağlıksız bir ekosistem yapısına dönüşmüştür. Bu etkenlerin en belli başlı olanları: son çeyrek yüzyılda giderek artan ve Karadeniz’e ve Tuna nehrine kıyısı olan ülkelerden kaynaklanan karasal kaynaklı kirlenme, su rejimine yapılan müdahaleler ile tatlı su girdisi debisindeki aşırı azalma sonucu su bütçesindeki olumsuz değişimler, deniz taşımacılığı ile diğer denizlerden gelen ve Karadeniz’e yayılımcı yabancı türlerin ve besin değeri olmayan bazı canlı türlerinin ekosistemde baskın hale gelerek biyolojik yapıyı kendilerine uygun olarak değiştirmeleri, balıkçılık sektöründeki hızlı teknolojik gelişmelere bağlı olarak aşırı balık avlanılması ve böylece balık stoklarının eritilmesidir. Bu etkiler içinde en büyük riski oluşturan unsur kirliliktir. Çünkü Karadeniz'in dünyanın en büyük hidrojen sülfur (H2S) rezervlerinden birisidir ve aşırı ötrifikasyon nedeniyle deniz suyunda bulunan bakterilerin çözünmüş oksijen yerine sülfür iyonlarından oksijen temin etmesiyle, iki tabakalı su kitlesi siteminin bozulması ve dipte bulunan hidrojen sülfürün patlayıcı faza geçerek bir çevre felaketi ile sonuçlanması riski vardır.

Ege ve Akdeniz’de ise turizm ve sanayileşme kıyı ve deniz ekosistemleri üzerindeki en önemli baskı unsurudur.




Alıntıdır...