Arama


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
20 Aralık 2007       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Çalışanların haklarını işverenlere ve devlete karşı korumak ve geliştirmek üzere oluşturdukları örgütlerdir.
Sendikalar sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan çalışanlarla işverenler arasındaki güç eşitsizliğini ortadan kaldırmak için oluşturulmaya başlamıştır. Önceleri belirli niteliğe sahip çalışanların oluşturduğu ve meslek sendikaları olarak tanımlanan bir yapıdan, sonraları niteliksiz işçilerinde yer aldığı genel sendikalara doğru bir evrim geçirmiştir.

SENDİKA NEDİR?
Sendika, ücretli emeğin hak ve çıkarlarını koruyup, geliştirmek için oluşturduğu bir örgüttür. Çağımızda bu amaç doğrultusunda komite ve konseyler, meclisler ve çeşitli siyasal örgütlenmeler de oluşmuştur, ancak en kalıcı ve yaygın örgütler sendikalardır. Sendikalar üretim-hizmet ilişkileri içerisinde ortaya çıkan örgütler oldukları için öncelikle ekonomik örgütlerdir. Bir gereksinimden doğan sendikalar da her tür örgüt gibi insanlardan oluşur, o nedenle canlı ve dinamik varlıklardır. Gereksinmeler ve içinde yaşanılan koşullar değiştikçe sendikaların amaçları, işleyişleri, kısacası yapıları da değişir, ancak sömürüye karşıtlıklarının değişmesi söz konusu değildir. Sendikanın ne olduğu sorusunun cevabı, ne olmadığına verilecek cevaplarla daha iyi anlaşılmaktadır.

SENDİKA NE DEĞİLDİR?
Sendika, üyelerinin her ay ödedikleri “üyelik ödentisi” karşılığında belirli bazı işleri üyeler adına yapan bir “ticari kuruluş” örneğin “bir şirket” değildir. Çünkü, sendikanın çeşitli organlarında görev ve sorumluluk almış olan temsilciler ve yöneticiler “kar elde etmek” üzere değil, “emekçilerin birliğini ve mücadelesini geliştirmek” için oraya seçilmişlerdir. Sendika, üyelik ödentisi veren işçileri-emekçileri belirli durumlarda savunan bir “avukat” değildir. Üyelik ödentisi de “vekalet ücreti” değildir. Çünkü, müvekkilin avukata karşı görevi gerçeği söylemek ve savunma hizmeti karşılığında “avukatlık ücretini” ödemektir. Oysa ki, sendika üyesinin görevi “üyelik ödentisi” ödemekle bitmez, onunla başlar. SENDİKAL MÜCADELE; ÇALIŞANLARIN PASİF BIRAKILARAK, SADECE BİRKAÇ YÖNETİCİNİN AKTİFLEŞTİĞİ, ÇALIŞANLAR ADINA VE ONLARA RAĞMEN YAPILAN, MEDYATİK VE GÖSTERMELİK HAK SAVUNUCULUĞU DEĞİLDİR. Çünkü, sendika amaçlarını ancak üyeleri olan işçilerin-emekçilerin örgütlü gücüyle ve ortak mücadelesiyle gerçekleştirebilir. SENDİKA; İŞÇİ-EMEKÇİ ÇALIŞANLARIN BİRLİĞİ, İŞYERLERİNDE VE HAYATIN HER ALANINDAKİ ÖRGÜTLÜ GÜCÜNÜN VE ORTAK MÜCADELESİNİN ADIDIR. Sendika üyelerinin, işçilerin-emekçilerin bugün ve gelecekte daha insanca, daha iyi koşullarda çalışıp, yaşayabilmeleri için uğraş vermekle beraber bir “sigorta şirketi” değildir. Çünkü, sigorta şirketlerinin işlevi “bireyin” geleceğini çeşitli tehlikelere karşı “güvence” altına almaktır. Oysa ki, işçilerin-emekçilerin birliğinden başka gücü olmayan sendikalar, tek tek işçilerin-emekçilerin “bireysel” güvenliğini ve esenliğini sağlamayı değil, mücadele etmeyi, hak ve özgürlük elde ederek bugünü ve geleceği tüm işçiler ve emekçiler için daha yaşanılası kılmayı amaçlar. Geleceği bir yana bıraksak da sadece bugünü daha yaşanılır hale getirmek bile sendikaların siyaset yapması, bazı siyasal konu ve sorunlarla ilgilenmesi, kısaca bazı siyasal talepler için mücadele etmesi demektir. Daha yalın bir ifadeyle “sömürüye karşı mücadele etmesi” demektir. Daha iyi ve daha yaşanılır bir hayatı amaçlayan sendikaların kuruluş ve varlık gerekçeleri ister istemez sendikal taleplere bir siyasal nitelik kazandırıyor. Ne var ki, tüm bunlara karşın sendika bir “siyasal parti” değildir. Hukuk sorunları, vergi politikaları, sosyal güvenlik sistemi, sağlık ve eğitim, ulaştırma ve haberleşme hizmetlerinin durumu, tarım, hayvancılık ve madenciliğin durumu… Tüm bunlar siyasal sistemle ve kararlarla biçimlendiğine ve bunların her biri işçilerin-emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını etkileyip, belirlediğine göre, sendikalar siyasal bir dünyanın içindedir. Suyun dışında bir balık düşünülemeyeceği gibi, siyasal hayatın dışında bir sendika da düşünülemez. Dolayısıyla sendika ülkedeki ve dünyadaki siyasal sorunlarla da ilgilenir. Bu ilginin biçimi ve düzeyi döneme, ülkeye ve topluma göre değişiklik gösterebilir. Ancak, sendikaların iki yüz yıla yaklaşan tarihinin gösterdiği bazı gerçekler vardır ki, her toplum ve ülke için, her dönem geçerliliğini koruyacak doğrulardır. Sendika, sömürücü sermayeye ve düzenine karşı işçilerin-emekçilerin örgütlü gücünü simgelediği için, siyasal olarak sömürücü sermaye sınıfının karşısında ve onun her tür biçim ve görünümüne karşı “bağımsız” olmalıdır. Öte yandan sendika, sömürücü sermayeye karşı işçilerin-emekçilerin hak ve çıkarlarını savunan, destekleyen, hatta onlar adına iktidar mücadelesi veren siyasal partilerle, kuruluşlarla çeşitli düzey ve biçimlerde ilişkiler içinde olsa da “örgütsel bağımsızlığını” özenle korumalıdır. Aksi takdirde ne demokratik bir sendikal işleyiş kurulabilir, ne de işçilerin-emekçilerin yönetme kabiliyetlerinin özgürce gelişmesi mümkün olur. Ayrıca, sermaye sınıfının siyasal ve ideolojik denetim altında tuttuğu, bunun için her yola başvurduğu işçilerin-emekçilerin birliğinin, sınıf kardeşliğinin sağlanması mümkün olmaz. Ortaya çıkan siyasal rekabet yine sermayenin çıkarlarına hizmet eder.

TÜRKİYE’DE SENDİKAL MÜCADELE TARİHİ
1871’de “İstanbul Ameleperver Cemiyeti”nin kurulması ve 1874’teki tersane işçileri grevi ülkemizde sınıf örgütlenmesinin ilk kilometre taşları oldu. Bu gelişmeleri 1895’te İstanbul Tophane Fabrikası işçilerinin gizli olarak kurdukları “Osmanlı Amele Cemiyeti”nin kuruluşu izledi. Temmuz 1908’de meşrutiyetin ikinci kez ilanıyla birlikte çığ gibi büyüyen işçi ve emekçi örgütlenmeleri karşısında 25 Eylül 1908 tarihli “Tatil-i Eşgal Hakkında Kanun-ı Mukakkat” ile kamu hizmetlerinde “sendikalaşma” ve “grev” (tatil-i eşgal) yasağı getirildi. Bu yasakçı tutum işçilerin-emekçilerin hak ve çıkarlarını savunan partilerin kuruluşunu ve örgütlenmesini hızlandırdı. “Tatil-i Eşgal” (grev) yasağına karşın 1910’da tramvay işçileri etkili grevler yaptılar. Aynı yıllarda (II. Meşrutiyet dönemi) başta öğretmenler olmak üzere memur statüsündeki emekçiler de çeşitli cemiyetler (dernekler) kurarak örgütlenmeye girişmişlerdi. Ne var ki, I. Dünya Savaşı’nın ağır koşullarında tüm bu işçi ve emekçi örgütlenmeleri cılız ve etkisiz kaldı. Savaş sonrasının yıkıntıları arasında işçiler “1 Mayıs” kutlamaları gerçekleştirirken ve sınıf bilinci daha gelişkin olarak filizlenirken, İstanbul ve başka kentlerde de aylıklarını alamayan öğretmenler “grevler” yaptılar. İstanbul’da kurulan “Umum Amele Birliği”, işçiler adına İzmir İktisat Kongresi’ne (1923) katıldı. 1925’te çıkarılan “Takrir-i Sükun Kanunu” işçi ve emekçilerin siyasal örgütlenmelerini yasaklarla baskı altına alırken, sendika ve cemiyetler üzerinde de yoğun bir baskı uygulandı. Buna karşın 1925’te telgraf memurları grevler yaptılar. Aynı yıllarda “Memurin Kanunu” (1926) vb. başka hiçbir yasada ya da hukuksal düzenlemede bir yasak hükmü olmamasına karşın memurların kendi sınıf çıkarları doğrultusunda işçilerle birlikte ya da ayrı, bağımsız bir örgütlenme girişimleri olmadı. Bu dönemde daha çok kooperatifler ya da cemiyetler biçiminde görülen memur örgütlenmeleri ağırlıkla devlet-hükümet denetimindeki kuruluşlar idi. Bağımsız işçi-emekçi örgütlerinin kuruluşunun yönetsel ve fiili olarak engellendiği bu dönemin ardından 1938’de “tek parti yönetimi” zamanında “Cemiyetler Kanunu” ile “sınıf esasına dayalı cemiyetler”in kurulması yasaklandı. 1946’da kanunda yapılan değişiklikle bu yasak kalkınca, pek çok bağımsız sendika kuruldu. İşçi sınıfının-emekçilerin kendi sınıf çıkarları doğrultusunda bağımsız örgütler oluşturmasının önü 1947’deki “Sendikalar Kanunu” ile kesilmeye çalışıldı. Grev ve toplu pazarlık haklarından yoksun olan sendika ve federasyonlar 1952’de TÜRK-İŞ’i kurdular. 1961 anayasası işçilere grev ve toplu iş sözleşmesi hakkını tanıdı. Ardından çıkarılan yasa ile de bu hakların kullanım esas ve usulleri belirlendi. Yoğun olarak sermaye yanlısı politikaların etkisinde bir faaliyet gösteren TÜRK-İŞ’ten ayrılan ve işçi sınıfının bağımsız sınıf çıkarlarını savunan işçi önderlerinin ve bazı sendikaların girişimiyle 1967’de DİSK kuruldu. DİSK’in işçi sınıfı içinde etkili bir örgütlenme yaratması ve mücadeleci bir sendikal hat oluşturması nedeniyle, onun gelişimini durdurmayı hedefleyen yasa değişikliği TBMM’de gündeme getirilince, işçi sınıfı 1970’in 15-16 Haziran günlerinde yakın tarihimizin en önemli işçi eylemini gerçekleştirip, tasarıyı geri çektirmiştir. 1976’da HAK-İŞ ve 1979’da MİSK”in kuruluşu gerçekleşirken DİSK, DGM’lerin kuruluşu girişimine karşı etkili bir direniş gösterdiği 1976’dan başlayarak 1 Mayıs’larda yüzbinleri bir araya getirmiştir. 12 Eylül askeri darbesiyle DİSK kapatıldı, yöneticileri yargılandı. TÜRK-İŞ, 12 Eylül hükümetine bakan verdi. HAK-İŞ kontrol altına alındı, daha sonra faaliyetleri serbest bırakıldı. MİSK’in faaliyeti durduruldu, sonra çalışmasına izin verildi. 1987’de adını değiştirdi, YURT-İŞ oldu. 1988’de kapandı.asd
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....