Arama

Çanakkale Kahramanları - Tek Mesaj #23

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Mart 2006       Mesaj #23
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  1.jpg
Gösterim: 375
Boyut:  215.4 KB

Çanakkale'de ilk özel savaş müzesini kuran ve bize bu konuda yol gösterici olan Salim Baba'mız kalbine yenik düştü
Ad:  2.jpg
Gösterim: 371
Boyut:  142.2 KB
76 yaşında hayatını kaybeden Salim Mutlu'nu 75 yaşındaki eşi Fatma Mutlu kalan kültür mirasını ömrü el verdiğince yaşatacağını söyledi.
Bu güne kadar Çanakkale için yaptıklarının, unutulmamasını diliyoruz...
YAŞAYAN “SON ÇANAKKALE KAHRAMANI”YDI SALİM MUTLU...
Savaşçı, “cengaver” bir milletiz; “asker” olmakla övünür, askere gitmeyene kız vermeyiz… Askerlik hatıralarını hiç unutmaz, ama askerden kaçmanın da binbir yolunu araştırırız… Davul zurnayla birliğine teslim ettiğimiz delikanlıları marşlarla cepheye uğurlarız… Cephede bıraktığımız “şehitler”e de ağıtlar yazar, anıtlar dikeriz…

Tek kötü yanımız, ister sağlam ister yaralı dönsünler, inançlarımıza göre “şehit”ten sonraki mertebe olan “gazilik”i yakıştırdığımız insanlara hiç kıymet vermeyişimizdir… Sanki “orada ölmeleri” şartmış, “geri dönmemeleri gerekiyormuş” gibi…

Gazileri adam yerine koymayız; bu yüzden maaşlarına zam yapmayız, hatta askeri hastanelerden yararlanmalarını bile engelleriz… Aldıkları fiziksel ve psikolojik hasarı onarmak için çaba sarfetmeyiz; bu nedenle gaziler sağda solda intihara kalkışırken “rehabilitasyon merkezleri” de ilgisizlikten çürür gider…

Uzun etmeyeyim; 20. yüzyılın başında, neredeyse kesintisiz 20 yıl boyunca o cepheden bu cepheye koşturan Türk milleti, şehitler bir yana, nedense, bugünkü varlığını ve vatanını borçlu olduğu gazileri unutmaya, unutturmaya yönelmiş, hatırlamaktan kaçınmıştır…

Hatırlasaydık, acaba neler yapardık?
Örneğin, o meş’um 1915 yılında Gelibolu Yarımadası’nda yaşanan tarifsiz savaşı hatırlasaydık, önce o savaşa katılıp da her nasılsa hayatta kalmayı başarmış insanlara bir başka özen gösterirdik... Örneğin; onların her birine bir madalya verip onurlandırabilirdik... Bu savaşta çoğu bir uzvunu kaybetmiş olan bu insanlara geri kalan yaşamlarında geçimlerini sağlayacak kadar bir maaş bağlayabilirdik...

Ama bunları hiç yapmadık... Gelibolu’dan sağlam kurtulanlar önce Filistin’e götürüldü; oradan canlı ve tek parça dönenler de Kurtuluş Savaşı’na katıldılar. Bu iki cephede yaralandığı ya da hastalandığı için Kurtuluş Savaşı’na çağrılmayanlar daha o günlerden itibaren kaderlerine terkedildiler. Oysa, “İstiklal Madalyası” alan tüm silah arkadaşları gibi onlar da çarpışmıştı vatan için... Kanlarını da dökmüş, kimisi organlarından birkaçını da feda etmişlerdi bu topraklar için...

Suçlar gibi “Onlar Osmanlı askeriydiler” dedik ve unutulup gittiler; bir “teneke” madalya dahi verilmedi bu insanlara... Taa ki 1990 yılına kadar... Bu tarihte, ANAP Çanakkale Milletvekili Ayhan Uysal ve 9 arkadaşının önerisi üzerine toplanan Milli Savunma Komisyonu, Çanakkale Savaşları’na katılanlara bir “Şeref Madalyası” verilmesini hükme bağlayan yasa önerisini kabul etti.

Ama, bu öneri yasalaştı mı; yasalaşan bu öneri sonucu kaç kişiye Şeref Madalyası verildi; ya da o günlerde bu Şeref Madalyası’nı alacak Çanakkale Savaşı gazisi var mıydı hayatta, inanın bilmiyorum...

Hatırladığım; 1990 yılında yaşayan bir ya da iki Çanakkale gazisinin kaldığı... “Ben de Çanakkale gazisiyim” diye ortaya çıkanların çoğunun gerçekte Kurtuluş Savaşı gazisi, çok küçük bir kısmının da çocukları tarafından “Belki maaş bağlanır” ümidiyle bir eski asker elbisesi giydirilip sokağa bırakılmış, neredeyse bunamış ihtiyar dedeler olduğu biliniyor.

Hatırlasaydık, acaba ne yapardık?
Hatırlasaydık, önce Kore gazilerini, sonra da Kıbrıs gazilerini korur, kollardık… İkisini de yapmadık; Kore gazileri de artık tükenmeye yüz tuttular; Kıbrıs gazileri ise “uğruna bir sürü fedakarlıkta bulundukları yavru vatan”ın bir AB uğruna gözden çıkarılmasını kahrolarak izliyorlar…

Onların da gelecekten hiç ümitleri yok, terör gazilerinin de…

Bu ikinci grubun yazgısı hepsinden farklı… Toplum, daha önceki Çanakkale, İstiklal, Kore ve Kıbrıs savaşlarını yaşamış; dolayısıyla bu savaşlardan dönenleri de, en azından, birer “gazi” olarak kabullenmişti. Ama, Türkiye’nin güneydoğusunda, bir terör örgütüne karşı verilen gayrı nizami bir savaştan geri dönebilenleri ne devlet önemsiyor, ne de toplum benimsiyor. Sınır boylarında, dağ tepelerinde vatan savunması uğruna yaralandığı halde kimse tarafından önemsenmemek de bu insanları manen öldürüyor. Eğer şimdiden önlem alınmazsa, onların durumu daha da ümitsiz…
Ad:  3.jpg
Gösterim: 366
Boyut:  375.5 KB
1960’lı yılların ortalarında, bir lise öğrencisiyken, okulun düzenlediği bir Truva gezisinden dönüyorduk. Neresiydi, şimdi hatırlayamıyorum, ama bizi taşıyan otobüs bir köy evinin önünde durdu.. Kapısındaki küçük bir tabelada “Çanakkale Harp Hatıraları Müzesi” yazan eve girdiğimizde hepimiz hayretler içinde kalmıştık. İçeride tüm duvarları camlı sergi dolaplarıyla döşemiş olan evsahibi, bu dolapları da inanılmaz eşyalarla doldurmuştu.
Küçük evin içinde dolaplardan taşan bu eşyalar, Çanakkale Savaşları’ndan kalma harp hurdasıydı...

Biz çıkarken arkamızdan “Güle güle” diyen ve yöre lehçesiyle sorularımızı yanıtlayan 30 yaşlarındaki genç adamın evsahibi olduğunu öğrendiğimizde daha da afallamıştık. Ne iş yaptığını bilmediğim bu insanın, evini bunca harp hurdasıyla doldurmasına hiç anlam verememiştim o zaman...

Bakkal Salim Mutlu, Romanyalı bir göçmen ailenin çocuğuydu... Türkiye’ye göçtükleri zaman Gelibolu’da iskan edilmişlerdi. Küçük bir çocuk sayılırdı o zamanlar; bütün günü sokakta geçirir, tarlada bayırda koşar oynardı...

“Küçükken her yağmur yağdığında alt üst olan topraktan hurdalar çıkardı ortaya... Bunları toplar, kilosu iki-üç kuruşa satardık. Bu arada elimize çok şey geçti; kurşun delikleriyle dolu iskeletler, parçalanmış kafa tasları, paslı silahlar ve özel eşyalar... O zamanlar çok olağan bir şeydi bu...” demişti bir keresinde bana... Ama o, diğer arkadaşlarının tersine, eline geçen herşeyi hurdacılara satmamış; ilginç bulduğu parçaları kendine saklamıştı. Bunu farkeden arkadaşları da ellerin geçen benzer parçaları Salim’e getirmeye başlamışlardı; Salim para verip alıyordu getirilenleri...

Romanya’dan birlikte göçtükleri komşularının kızı Fatma ile evlenmişti Salim Mutlu… Zaten çocukluk arkadaşı olan bu kız, onun tutkusunu da biliyordu. Hayatını kazanma zamanı geldiğinde bakkallığı seçen Salim, savaş anıları saklamaktan vazgeçmedi... Birlikte, ailelerine tahsis edilen toprağa gidiyor ve bütün gün orada da çalışıp ekip biçiyorlardı.

“Her çapa vuruşunda, her kazmada topraktan kemik fışkırıyordu o zamanlar…” diye anlatmıştı Fatma Bacı o günleri... “Sonunda köylü isyan etti; konu ilgili mercilere ulaşınca da bir dolu asker geldi tarlaların olduğu yere… Arazi günlerce kazıldı ve çıkarılan kemikler tam 80, evet 80 GMC ile taşındı bir yerlere… Meğersem, savaş zamanında şehit mezarlığı olarak kullanılmış buralar…”

Salim Mutlu da bu arada boş durmuyor, eline ne geçerse saklayıp koruyordu… Ama, evinin de kullanılacak yeri kalmamıştı; onu tamamen bu eşyalarla doldurup “Çanakkale Harp Hatıraları Müzesi” yaptı. Müzeye giriş paralı değildi; isteyen ziyaretçi yardım kutusuna gönlünden kopan miktarı bırakıyordu, müze de ihtiyaçlarının bir kısmını bu gelirden karşılıyordu. Ama asıl finansör, Salim Mutlu ve Alçıtepe’deki küçük bakkal dükkanıydı...

Müzesindeki parçaları toplamaya başladığından neredeyse 30 yıl sonra, 1980’lerin sonunda birileri geldi kapısına Salim Mutlu’nun... Dediler ki, “Şu müzenin en nadide parçalarını alacağız ve Kabatepe’de yapılacak devlet müzesine koyacağız. Sana da, al şu kadar para...”

Para hiç umurunda değildi Salim Mutlu’nun ama, işin boyutu giderek onu aşmaya başlamıştı... Hem biraz hastaydı, hem sahibi olduğu savaş anılarını koyacak yer bulamıyor, hem de onların bakımına para yetiştiremiyordu. Yine de elinden geleni yapmış, bu anıları bunca yıl korumayı başarmıştı. İster istemez kabul etmek zorunda kaldı bu “buyruğumsu” teklifi... Birileri geldi; eşyaların en nadide olanlarını seçti ve gittiler.
Ad:  4.jpg
Gösterim: 392
Boyut:  503.8 KB
Yaşamı boyunca bulup sakladığı “kişisel” eşyaların evinden birkaç kilometre ötede, güvenli bir müzenin camekanlarında sergilenmesinden mutluydu Salim Mutlu ama, 60 yaşından sonra da yaşamını değiştirmeye niyeti yoktu. Müzesiz yapamayacağını biliyordu; yeniden başladı savaş anıları toplamaya... Bakkal dükkanının yanındaki evin iki odasını ayırdı onlara ve kapıya tabelayı astı yeniden: “Çanakkale Harp Hatıraları ve 80 İlimizin Toprak Seramik Kolleksiyonu”...

Unutmadan eklemeliyim; Salim Mutlu, bir ara tüm illerimizin valilerine bir yazı yazmış ve onlardan “Bir otantik kap içinde il toprağı” göndermelerini rica etmişti. Bu ricaya sadece İstanbul ve Kırklareli’nden cevap alınca, bu kez kendi yollara düşmüş ve bütün illere gidip oralardan vatan toprağı getirmişti müzesine...

Geçen yıl, Kabatepe Müzesi’nin girişindeki panoda, müzeye emekleri geçen kişilerin isimlerinin arasında Salim Mutlu’nunkini göremeyince sormuştum görevliye; “Neden onun ismi yok burada?” diye…

“Parayla sattı bu eşyaları, onun için…” dedi görevli kısaca…

“Ne fark eder, bütün bu eşyaları bulup çıkaran ve bugünlere kadar saklayan oydu…” diye üsteleyince de “Valla ben bilmem, Orman Müdürlüğüne soracaksınız” dedi…

Bir müzenin orman müdürlüğüne bağlı olabileceğini de bu vesileyle öğrenmiş oldum… Herhalde dünyada tek örnektir…

Ad:  5.JPG
Gösterim: 438
Boyut:  347.2 KB
Oysa, bu işi “Belki bir karşılığı olur” düşüncesiyle de yapmamıştı Salim Mutlu... Gelibolu’da doğmamış ve o savaşı yaşamamış olduğu halde, içgüdüsel bir refleksle olsa gerek, bu topraklardaki anıların gelecek kuşaklar için saklanması gerektiğini düşünmüştü... Belki de bu nedenle büyük bir kente göçmeyip dünyanın en sessiz yörelerinden biri olan Alçıtepe’de yaşamayı seçmişti.
Burada huzur içinde öleceğini ve ödülünün Çanakkale şehitlerinin yanında “cennette bir mekan” olacağını da biliyordu.

Bu yüzden soyadı gibi mutlu bir insandı Bakkal Salim...

Ama ben hiç mutlu değildim...
Taa Avustralya ve Yeni Zelanda’dan kalkıp gelen insanlar, ülkelerinde ellerine tutuşturulmuş kitapçıklara bakarak Salim Mutlu’nun müzesini buluyor ve onun elini sıkmak için sıraya giriyorlardı...

Resmi kayıtlar, Çanakkale Savaşları’na katılmış olup da 1999 yılı itibariyle hayatta olan kimse kalmadığını söylüyordu. Oysa, birçok Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Fransız ve İngiliz bunun tersini düşünüyordu; henüz bir kişi vardı; o da Salim Mutlu’ydu...

“Son Çanakkale kahramanı O’dur, dedelerimizin, dedelerimizin babasının, büyük amcalarımızın, büyük büyük dayılarımızın özel eşyalarını, bunca yıldır ‘sanki bir gün çıkıp geleceklermiş gibi’ özenle saklamış ve onların bize ulaşması için koca bir yaşamı, ‘kendi yaşamı’nı harcamış” diyorlardı.

Kıytırık sinema oyuncularına, üçüncü sınıf türkücülere, kadın sesli erkek arabeskcilerle erkek sesli kadın Türk müziği şarkıcılarına, fırça tutmasını bilmeyen ressamlara “devlet sanatçısı” ünvanı veren bu devletin, Salim Mutlu gibi bir insanı Alçıtepe Köyü’nün unutulmuşluğuna terketmesine gönlüm hiç razı olmuyordu. Bu yüzden hiç “mutlu” değildim...

Bu nedenle, bunca yıldır yapmadığımız bir şeyi yapalım; “hayattaki son Çanakkale kahramanı”na; Salim Mutlu’ya bir “üstün hizmet nişanı” verilmesine önayak olmak istemiştim…

Bunu, “Savaşlarda ölen onca insana olan borcumuz adına; ömrünü onların hatıralarını bizim için saklayıp korumaya harcayan Salim Mutlu için yapalım” demiştim...

Biz de zamanı gelince onun gibi “mutlu” ölelim diye...

Ama beceremedim…
Geçtiğimiz yaz ziyaretine gittiğimde, sohbet sırasında, “yıllar önce Cumhurbaşkanı Demirel’in oralardan geçtiğini, ama müzeye uğramadığını” belirgin bir kırgınlıkla anlatmıştı. Bu “nişan” konusunu açıkladığımda, solgun yanaklarının pembeleştiğini fark etmemek mümkün değildi; heyecanlanmıştı… Hastalığı devam ediyordu… Müzesinin geleceği konusunu kendince çözmüştü; kızlarının biri ve polis olan damadı ilgiliydiler, onlara teslim edecekti tüm o hatıraları…

Şubatın 17’sinde kalbine yenik düştü Salim Mutlu…
Onu, kar nedeniyle neredeyse tüm dünyayla bağları kopan Alçıtepe köyünün sessizliği ve yalnızlığında ölümün kollarına terk ettik…
Ama, adım kadar eminim ki, bizim gösterdiğimiz ilgiden çok daha fazlasıyla karşılamışlardır onu gittiği yerde…
Seni rahmetle anacağız Salim Amca…
Varsın madalyan da olmasın…
Yanında yatan onbinlerce şehidin de yok zaten…

Yetkin İŞCEN
26.02.2004
Son düzenleyen Safi; 16 Kasım 2016 01:11