Arama

Barış Manço - Tek Mesaj #8

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Mart 2006       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Barış Manço abimizin, 1967 yılında geçirdiği bi kaza sonucu bıyık bıraktığını biliyor muydunuz?
Peki giyim ve kıyafeti nasıl ve ne şekilde imajı olmuştu?
Alttaki röportaja kulak verelim o zaman.
Ad:  Barış Manço5.jpg
Gösterim: 1968
Boyut:  59.9 KB

Fiziksel değişim

"Fiziksel değişim biraz tesadüfler yardımıyla oldu. 1967’de büyük bir araba kazası geçirdim Hollanda’da. Şimdi bıyığımı kessem, bütün izler altından olduğu gibi çıkar. Bütün suratım boydan boya kesilmişti, kaşımdan çenemin altına kadar, sonra onu kapatmak için bıyık bıraktım. Bıyığımın altı olduğu gibi ke*****r benim. Bu bıyık böyle kendi kendine oluştu. Tabii aşağı doğru sarkan bir bıyık olunca, saçı da aynı oranda uzattım. Derken bu saç ve bıyıklar, kravat ve takım elbise üzerinde garip durmaya başladı. Otomatikman elbiseler de başladı aşağı doğru sarkmaya, saçaklar, püsküller falan derken ben kıyafetimi buldum. Ancak, 1967’ye kadar benim çok konvansiyonel bir görüntüm yoktu zaten. Lisedeyken de saçlarım uzundu sadece geriye tarardım o zamanlar, o zaman öyleydi, kulaklar açıkta kalırdı, birayla veya limonla ıslatıp arkaya doğru tarardık. Bugün Travolta’nın saçı, 25 sene evvel ülkemizde başka bir şekilde vardı zaten. 67’de gerçek değişime uğradım. Ondan beri de hiç değişmedim. O yıllarda uzun saç modaydı, onun da yardımı oldu. Sonra o modalıktan çıktı. Mevsimler geçti ben kaldım."

DELİDİR NE YAPSA YERİDİR

"Ben baştan kuraldışıyım. Beni gören adam bu bilerek hazırlıklı geliyor zaten. Dış görünüş önemli bir ayna. Bizim kuraldışı bir insan olduğumuzu zaten 18-20 yıldır biliyor benim izleyicim. Otomatikman yaklaşırken zaten gardını alarak, “bu adam bildiğimizin dışında bir şeyler söyleyecek” düşüncesiyle yaklaşıyorlar. Bu durumda, kentsoylu da olsa, kırsal kesimden de gelse, hiçbir şey değişmiyor. Biz de hakikaten onun beklediğinin haricinde ya da beklediğinin fevkinde bazı şeyler söylüyoruz. Gene söylüyorum: Bu benim kişisel başarım değil. Absürdün kralı bizim toplumumuzda var. Dede Korkut okumuş bir insanın başka absürd bir şey okumasına fırsat kalmadan, aKsürdün zaten bizim kültürümüzde olduğunu bilmesi gerekir. Veyahut bir Bektaşi okuyan, bir Nasrettin Hoca okuyan biri absürd olayının dibine kadar inildiğini bizim toplumumuzda bilir. Ben de bunu varsayarak konuya giriyorum. Bundan o kadar emin olarak giriyorum ki, karşımdaki de beni emin bir şekilde dinliyor. Bu diyalog kurulduktan sonra, gerisi kendi kendine geliyor. Zaten mesele, zincirin birinci halkasını bağlamak bence. Ondan sonra, geriye kalan halkalar birbirine bağlanarak gidiyor zaten. Dolayısıyla, ben 17-18 yıldır üzerine çalıştığım, hele son yedi-sekiz senedir iyiden iyiye yerleşmiş bir olayı artık izah etmekte zorluk çekiyorum, çünkü çoktan unuttum o diyaloğun nasıl kurulduğunu. Kuruldu gidiyor. Benim olağanlaştı. O bekleniyor, biz de onu yapıyoruz. “Delidir ne yapsa yeridir”diye bir laf var. Bunu biraz yumuşatarak yinelersek, halk bizim her yaptığımız yeni plağı biraz böyle bekliyor.

“Kendimi hıyar gibi hissediyorum” parçasını yaptığım dönemde kendimi aşırı bir yalnızlığın içinde hissediyordum. Türkiye’de bir müzik dünyası var, benim bu olayda belli bir yerim var. Benim gibi A, B, C, X, Y, Z gibi şahısların da belli görevleri, yerleri var. Bu şahısların çok büyük bölümünün benim anladığım gibi veyahut yıllar önce hepimizin anladığı gibi görevlerini yerine getirmedikleri düşüncesi bende uyanmıştı. Ve bu düşünce içinde yalnız kalmışlığımı anlatmak istedim. Müzikle sınırladım ama, ülkemizdeki kitlelerarası iletişim yapan kişilerin görevlerini yapmamalarına karşı hafif bir protesto olarak çıktı o parça. Bir takım çabaları elinin tersiyle iten insanları, bu kraldan çok kralcı insanları yermek için yaptım. Kader, felek, ah vurulmuşum, yanmışım edebiyatı yaptıktan sonra, milyonlarca liralık Mercedes arabalarda gezen insanların dramını göstermek için yaptım. O şarkının sözleri çok daha uzundu baştan, bir şarkı boyutlarını aştığı için durdurmuştuk. O zaman kendimi niye hıyar gibi hissettiğime, yalnız hissettiğime daha bir açıklık getiriyordu. Sonra baktım, aşırı bir protesto olayına dönecekti, oradan kurtarmak için bu şekilde bıraktım."

ARKADAŞIM EŞEK

"Çocuklar zannediyorum, beni daha çok Tarzan, Red Kit falan gibi bir resimli roman, bir masal kahramanı gibi görüyorlar. Dış görünüşüm, kıyafetlerim, takılarım ve de onların çok anlayacağı bir dille şarkı söylemem onlara cazip geliyor. Büyük bir kısmının gözünde Tarzan’dan farkım yok. Karşı karşıya geldiğimizde çok şaşkınlık içinde bakıyorlar bana, “aaa bu da babamız gibi birisiymiş!” diye. Ama ben özellikle çocuklar için şarkı yazmıyorum. “Arkadaşım Eşek”i ben çocuklar için yazmadım. Fakat çocukların çok iyi aldığını görünce, olayın biraz daha üzerine gidip, bir çocuk programında bu şarkıyı söylemeyi yeğ tuttum. Ondan önce “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa”yı seçmişlerdi çocuklar. Ve benim gündemdeki son parçam “Halil İbrahim Sofrası”, ki müzik zamanlaması, söz, içerik bakımından en ağır parçamdır, altı dakika süren bir şarkı o. Muazzam uzun sözleri var ve çoluk çocuğun dilinde o parça. Normalde çocukların küçük bir kısmını bile ezberlemesinin çok zor olduğu bir şarkıdır, ama öyle... Oralarda kendilerini bulabildikleri bir şeyler mutlaka oluyor. Aslında, Halil İbrahim sofrası diye bir deyim de yoktur. “Halil İbrahim bereketi” vardır. Bir de “Zekeriya sofrası” diye bir deyiş vardır. Yıllardır, kendi absürd anlayışım içinde, çatırmadan sürdürdüğüm başka bir taktik bu. Hiçbir şeyi folklordan olduğu gibi almıyorum, kendi kafama göre yeni baştan yazıyorum. Keza Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’nın da “gel senin borcunu ödiyim” dediği de vaki değildir. Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, kim olduğu bilinmeyen bir insandır. Benim şarkımda onun bunun borcunu ödeyen, aslında ödemeyen, dümenden birisi gibi geçiyor. Keza yıllar öncesinden benim “İşte Hendek İşte Deve” diye bir şarkım vardır, öyle bir deyim de yok. “Deveye hendek atlatmak” diye bir tabir vardır. Ben bir takım benzetmeler, çağrışımlar yaparak başka şekillerde söylüyorum. “Halhal” unuttuğumuz bir kadın takısıydı, onu hatırlattım ben. Maşallah, şimdi herkes yeni baştan takmaya başladı.

Bu gurubun özelliği burada diğer çalıştığım guruplar. Hazır gruplardı.
Kurtalan'ı biz kendimiz kurduk. Gerçekten çok kıymetli müzisyenler geldi, müziği bırakan olmadı pek. Kayda değer müzisyen olarak Ohannes Kemer vardı, çok yıllar önce Kadıköy Ticaret Lisesi'nde bir grupta çalışıyordu. Milliyet Gazetesi yarışmasında her sene arka arkaya birinci olurdu, bu grubu o grup gibi aldık Kurtalan Ekspres'e. Kaygısızlar o sırada dağılmıştır. Fuat gene geldi, o zamanlar Özkan yeni yeni çıkıyordu. Türkiye'de o zaman kim gündemdeyse aşağı yukarı bu gruptaydı. Dokuz kişiydi Kurtalan Ekspres, çok iyi günlerimiz oldu.
Çok iyi şeyler yaptık derken benim askerliğim araya girince Kurtalan Ekspres de geçici olarak dağıldı. Askerliğimden sonra kurulan Kurtalan Ekspres tam 10 yıl devam etti.

Gazinolar yeni yeni bizimle ilgilenmeye başlamıştı. Biz Türkiye'de süper flaş bir duruma gelmiştik. Geline bilecek en yüksek noktaya gelmiştik ki ben askere gittim. Yaşım gereği tahsilimi bitirmemden ötürü artık gitmem gerekiyordu, 28 yaş barajını aşmıştım, 29 yaşında askere gittim.

Askere gitmemin sahne ve plak çalışmalarıma büyük çapta sekte vurduğunu söyleyebilirim. Yedek subaydım ben, ancak bir takım pürüzler nedeniyle fazla askerlik yaptım, 19 ay 26 gün süren bir askerlik. Bu sürede hiç sahneye çıkmadım, televizyona ve sahneye çıkmadığım için unutulmama düşüncesiyle evvelden hazırladığımız iki bandı plak haline getirerek askerliğin ortalarına doğru çıkardık . Kelimenin tam anlamıyla idare ettik.

Askerliğin bitmesine yakın HEY KOCA TOPÇU ve GENÇ OSMANI hazırlamıştım. Topçu astegmen günlerimin etkisiyle bir anı olarak yapmıştım.

20 aylık müzikten kopuk süreyi noktalama amacını güdüyorduk. Bir noktaya kadar muvaffak olduk fakat çok muvaffak oldugumuzu söyliyemem. Çünki 2 senelik ayrılık bir dahaki 2 seneye gösterdi 74- 75 seneleri bizim için çukur senelerdi."
ROLL DERGİSİ /28 SUBAT 1999
Son düzenleyen Safi; 14 Ağustos 2016 00:03