Arama


we come one - avatarı
we come one
Ziyaretçi
15 Ocak 2008       Mesaj #2
we come one - avatarı
Ziyaretçi
BABİLİK-BAHAİLİK

NECİP FAZIL KISAKÜREK
ALTUN SAÇLI KADıN
Sapık kollar, «hezeyan aklı» devresini Hasan Sabbah'da kapatıp bir müddet sonra «akıl hezeyanı» çığırını İbn-i Teymiyye'de açar ve bu çığır da 18. Miladi Asır sonu ve 19. Asır başlarında (Hicri 12. ve 13. Asırlar) zehirli yemişini vermeye başlarken İran'da, o netameli fesat ikliminde, yine hezeyan aklına doğru yeni bir hareket fışkırdı:
Babilik ve Bahailik hareketi...
Miladi 19 ve Hicri 13. Asır çerçevesinde ve bugün de için
için kaynamaya devamda...
Hadisenin dekoru içinde en çarpıcı manzara, kendisine, altun rengi saçlarından kinaye «Zerrin Tae» lakabı takılmış olan bir kadın... Asıl ismi Fatıma, künyesi de Ümmü Selma... «Zerrin» kelimesi «altundan» demek... «Altundan Taç» manasına lakabı, onun sahneye çıkışından sonra takılıyor. 1818'de doğup 1851'de 33 yaşında dünyadan gidiyor. İki lakabı daha var: «Kürretül-Ayn: Göz Nuru» ve «Ferah-ül-Fuad: Gönül Ferahı...»
Mana ile karışık, yahut manaya yönelik şehvette bu kadın, tarihin (Aspasya), (Kleopatra), (Mesaline), (Salome) gibi en büyük ******lerinden belki daha keskin...
Babası bir din alimi... Çocuk yaşında evlendirdikleri ve yeğeni kocası da bir imam... Ondan 3 çocuğu oluyor; ve sonradan büründüğü şekil içinde ne çocuklar annelerini, ne de anne çocuklannı tanıyor. Bir köşede, karısının gittikçe sapıtan ruhi oluşuna karşı, kocası hayretle seyirci kalmaktan başka bir şey yapamıyor ve rezalet meydan yerine dökülünce de birbirini bırakıyorlar.
Evvela, babasının şiddetle yasaklamasına rağmen bazı sapık kollara ait eserler okumaya ve bunlar üzerinde sabahlamaya başladı. Bir zaman sonra peygamberliğini hemen ve daha yüzünü görmeden kabul edeceği ve kucağına atılacağı Mirza Ali (Bab)a hocalık etmiş bir sapığa (Reşti) kapılanmak istedi fakat ona yetişemedi ve bir «Mesih» bekleyen Reştilere katıldı ve yakında sökün edecek giyabi aşıkının atına ait nal seslerini sabırla bekledi.
İşte nal sesleri, kapısında duran at, inen süvari ve uzatılan el:
- Mirza Ali Muhammed!... Beklenen Mesih!
Evet, Mirza Ali Muhammed, Mehdiliğini ilan etmiş ve bu ilana sanki önceden davetliymiş gibi ilk katılanlardan biri Kurret-ül-ayn olmuştur.
Sene 1848 (Hicri 1261)... Babiler yani kurtuluş kapısını açtığı manasına Mirza Ali'ye «Bab-kapı» ismini verenler 29 yaşındaki rehberleri etrafında «Bedeşt Kongresi» dedikleri bir toplantı kurmuş bulunuyorlar...
Altun saçlı (histerik) kadın, işte bu kongrenin sahnesinde meydana çıktı. Açık saçık, belki sadece vücuduna yapışık bir tülle örtülü ve çizgilerinin en mahrem kıvrımlarını ortaya döker biçimde...
Dehşet!..
Bütün çeneler düşmüştür!
Yakıcı bir iş ve büyüleyici bir hitabet ve birer atom bombası sözler:
- Düsturlarımızı bütün gücümüzle yaymalıyız!
- Ahlak ve adetlerimizi değiştirmeliyiz!
- İşte beni görüyorsunuz; kadınlar açılmalıdır!
Ve Muhsin Abdülhamid imzalı, Iraklı bir profesörün eserinden aynen:
Açık-saçık, tahrik edici tarzda herkesin önüne çıkmış, fettan güzelliğiyle toplantıda bulunanların akıllarını başlarından almış ve uzun bir nutuk irad ederek şunları söylemiştir:
(Sizinle kadınlarımız arasında bulunan bugünkü hicabı, onlarla ortaklaşa iş yaparak, faaliyetlerini paylaşarak, yırtınız! Ayrıldıktan sonra da onlarla birleşiniz, onları kapalılık ve yalnızlıktan umumi hayata, cemiyete çıkarınız! Onlar dünya hayatının çiçeklerinden, güllerinden başka bir şey değillerdir. Çiçek ise mutlak koparılmalı ve koklanmalıdır. Çünkü koklanmak için yaratılmıştır. Sayılması veya şöyle ve şu kadar koklanacak diye sınırlanması uygun değildir. Çiçek derilir toplanır, dostlara sunulur, hediye edilir)...
Bu azgın dişi, bir yıl sonra idam edilecek olan Mirza Ali Muhammed'in peşinde, kendisi de 3 yıl geçince ölmek üzere, yapmadığını bırakmadı, kucaktan kucağa gezdi ve bir Fransız Akademisi azasının MesaIina'ya dair eserinde tasvir ettiği hayatı yaşadı:
- «Kendisini bir senatöre verirdi, çünkü şahsiyetliydi, bir kumandana verirdi, çünkü heybetliydi, bir gladyatöre verirdi, çünkü kuvvetliydi; nihayet önünden geçen birine verirdi, çünkü geçiyordu!»
Fatıma, nam-ı diğer «Zerrin Tac», Babilik ve Bahailik ruh sar'asının gözü dönmüş bir şehvet halinde tecellisine misal, çırılçıplak bir heykel, bir remz...
İKİ MİRZA VE BİR KADIN
Altun saçlı kadının müdafaasız bir futbol kalesi gibi bir Babi ve Bahaiden öbür Babi ve Bahaiye hedef teşkil edici fuhşu , onun iki büyük aşk yaşamasına engel olmadı. Bunlar ikisinde de Ali ismi bulunan İki Mirza, Babiliğin kurucusu Mirza Ali Muhammed, öbürü de birincisine ek halinde Bahailik davacısı Mirza Hüseyin Ali... Altun saçlı kadın birinci Mirza'dan 1 yaş büyük, ikinci Mirza da birincisinden 1 yaş küçük... Demek ki, kadın 1818, Mirza Ali Muhammed (Bab)
1819, Mirza Hüseyin Ali de (Baha) 1820 doğumlu olarak üçü de üç bitişik yaş çizgisi üzerinde...
Mirza Ali Muhammed Şiraz'da doğdu, babası öldüğünden dayısının sahabeti altında büyüdü ve tahsil görmesi için Kazım Reşti'nin talebelerinden bir şeyhe teslim edildi. Okumadı, çatık kaşlı gördüğü din bilginlerinden tad almadı, matematik ve felsefe ve bu arada masal ve hurafe cephesiyle (astroloji-yıldızlar ilmi)ne daldı ve 20 yaşlarında bizzat Reşti'nin karşısına dikildi ve talebesi oldu.
Batıl bir dava güden Kazım Reşti'ye sorarsanız Seyyiddir, yani Peygamber şoyundan... Mirza Ali Muhammed de aynı iddiada...
Ne aldıysa bu sıralarda ve Kazım Reşti'den aldı ve onun şu vasiyetine muhatap oldu:
- Seni, ölümümden sonra yerime halife olarak bırakıyorum! Yakında Mehdilik bayrağını açarak ortaya çıkacaksın!..
Bu bir keramet değil, Mirza'ya yol göstermektir ve sapık şeyh Ahsai ve Reşti boyunca köpürtülen Mehdilik masalına nihayet (Realite) aleminden bir namzet bulma ihtiyacına bağlı bir Fars tertibidir.
Aradan zaman geçti. Kazım Reşti öldü ve Mirza Ali Muhammed 1844(1260) yılında beklenen kurtarıcı olduğunu ilan etti. Ve işte altun saçlı kadın da o tarihte kendisi 20 ve Mirza 25 yaşındayken daha yüzünü görmeden sevdiği adama kapılandı. Münasebetleri 5 yıl sürdü, sürmedi. Mirza'ya daha ziyade manaya yönelik şehvet açısından ilgi gösteren kadın, belki yine aynı mananın kamçıladığı hayvanı şehvetini, birçok erkek bir arada geçirdiği gecelerde öbür kapı (Bab) yoldaşlariyle tatmin etmekten kaçınmadı ve durum o sıralarda hapiste bulunan Bab Hazretlerine bildirilince, şuna benzer bir cevap alındı.
- Bu kadar güzel bir kadının hareketlerini çirkin görebilmek ne mümkün!
Kıyametler kopartan ve İran fakihlerini birbirine katan 1849 kongresinden sonra Mirza bir de peygamberlik ve peşinden tanrılık iddiasına kalkışınca onu zindandan çıkarıp meydan yerinde idam ettiler ve «El Beyan-Bildiri» isimli kitabını yaktılar.
Nefsine türlü çileler teklif eden, kızgın güneşte bir minarenin şerefesine çıkıp başını göğe kaldıran ve öylece saatler, hatta günler boyu bekleyen, haftalar, hatta aylar süresi kimseyle tek laf etmeyen, evvela Mesih'in kapısı, derken kendisi ve derken peygamber ve peşinden bizzat ilah olduğunu ilan eden bir deli... Yanında (histerik) bir kadın ve peşinde kendisinden beter ikinci Mirza Ali (Baha)..
Daha 1 yaş kücüğü olduğu Mirza Ali Muhammed (Bab)ın talebesi... Derken halifesi ve derken ondan ayrılma bir kol halinde ve istiklal iddiasında Bahalliğin davacısı...
Bab'ın verdiği halifelik Baha'nın kardeşine ait iken o bu imtiyazı nefsine çekmeyi bildi ve Babileri telkin dairesine almayı becerdi. Vaktiyle hapisten kurtardığı ve Bab'dan ziyade kendisine tutkun gördüğü Kurret-ül Ayn'ı, Bedeşt Kongresinden başlayarak ustaca idare etti, onun yakıcı güzelliğiyle rakipIerinin mukavemetini eritti ve cereyana baş oldu.
Kendisini, hecelenmesi ve çözülmesi imkansız bir sır hüviyetinde gösterebilmek ve insanları apıştırmak için türlü(prosede-sun'i tertip)ler tatbik ediyor, yüzünü bir peçeyle örtüyor, ayak takımına göstermiyor ve huzuruna nasıl çıkılıp onunla nasıl laf edilebileceğine dair usuller koyuyordu. Açık hokkabazlık ve gözbağcılık...
Bir de «El Akdes-en mukaddes» isimli eser...
Bab'dan sonra bu dava böyle bir yol tutarken İran Şahına
yaptıkları suikast neticesinde Babi ve Bahailer perişan edildi, zindanlara atıldı, kısa bir müddet sonra da Mirza Hüseyin Ali (Baha), biraz sonra ele alacağımız, işin en nazik noktasını teşkil eden, emperyalist dış politika dünyasının tazyikiyle hapisten çıkarıldı ve İrandan sürüldü.
Bağdat... Babilerle Bahailer arasında anlaşamamak... Süleymaniye... Dağlarda ve mağaralarda hayat... Yine Bağdat ve Osmanlı Devletiyle İran arasında bir mutabakat üzerine Edirne'ye ve peşinden Akka kalesinde, 19. Asır sonlarında, 76 yaşında ölüm...
O ölmeden çok evvel, Babiliğe karşı İran'da girişilen harekette, afet kadın Fatıma, Ümm-ü Selma, Zerrin Taç, Kürret-ül-Ayn, Ferah-ül-Fuad, ele geçirilerek bir odun yığını üzerine çıkarılmış ve bir anda alev alan altun saçlarıyla diri diri yakılmıştı.
POLİTİKADA BABILİK-BAHAİLİK
Asıl davayı, İslamın arınması mihrakında toplamak üzere günümüze getirirken öbür sapık mezhepler üzerinde pek az durduğumuz halde Vehhabilik ve Babilik-Bahailik mevzularında uzunca kalışımız şunlardandır:
Biri kuru aklın İslamı tahribi, öbürü de hezeyanın aynı işi üzerine alması diye sınıflandırabileceğimiz, aşağı yukarı çağdaş bu iki mezhep, asrımızın ve gelecek asrın bitişiğinde, aynı hezeyan kolundan Kadıyanilerle beraber, hala izlerini muhafaza etmeleri ve yenilemeye çalışmaları bakımından, arınmasını bekleyen İslam için başlıca çelmeleme ve yıpratma merkezleridir; ve onları takip edici köksüz reformculara (Cemaleddin Efgani ve Şeyh Muhammed Abduh) tepki yoluyle zemin hazırlamış olmalarından ötürü, üzerlerinde ne kadar durulsa azdır.
Çelmeleme ve yıpratma merkezleri dedik; yetmez! Bilhassa İslam düşmanlarınca istismara kapı açma merkezleri...
Babilik ve Bahailik, siyasi cephesiyle, Batı emperyalistleri elinde bir din tahripçisi olarak, 19. Asırda Batı emperyalizmasının iki kutbu, İngilizler ve Rusların kanatları altında gelişmiş ve bazı umdeleri yönünden kendisine Amerika ve Avrupa'da müritler kaydetmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra eski emperyalizma nizamı bozulunca da bu dava müzelik olmuştur.
İngilizler Hindistan müslümanlarının sünni bütünlüğünü parçalamak için araya İran yoluyle bir Fars üfürüğü estirmeye bakıyor ve Arap aleminde sürdürdüğü fesada eş, Hindistan yoluna hakim, Irak, İran ve Afgan havzalarında Babilik, Bahailik kolerasını körüklemekten geri kalmıyordu. Rusya ise, Kafkasya yoluyle bir taraftan Akdeniz'de «Ilık su» diye isimlendirdiği iklime kavuşmayı tasarlarken, öbür taraftan, Basra Körfezi istikametini de kolluyor ve bunun için İran'ı hükmü altında tutmak ve içinden çürütmek stratejisini güdüyordu.
Nitekim Mirza Hüseyin Ali'nin hapisten çıkarılması için, İngiliz ve Rus sefirleri kol kola İran hükümet binasına girdiler ve emirlerini başvezire bildirdiler.
Milletler arası Yahudiliğin de bu işte Babi-Bahailere yardımı büyük...Niçin diye sormak bile saçma... Osmanlı Devletinin şahsında pörsümeye giden İslamı, orta Doğunun bu en nazik havzasında fesada vermek ve «Arz-ı Mev'ud: va'dedilen vatan»larına, hadiseden doğacak ihtilatlar neticesinde Mezopotamya ve Suriye sahasında yer sağlamak...
Mirza da bu stratejiyi şuurla benimsedi, Yahudilerin Filistin emellerini savundu ve sade istismara uğrayan bir gafil değil ona yardımcı bir hain olduğunu da gösterdi. Komünist ihtilalinden sonra Ruslar Babi-Bahailerden el çekerken, İngilizler, islamı ve Orta Doğu'yu çürütmeye memur bu iltihap merkezini sonuna kadar korudular ve 1920 yılında Baha'nın oğlu Abdülbaha'nın göğsüne, Tahran'daki İngiltere sefarethanesinde merasimle en büyük nişanlarından birini taktılar. Bir taraftan Lozan anlaşmasının kulislerinde bize dini rabıtalarımızı çözmeyi telkin etmeye hazırlanırken, öbür taraftan, hala Hindistan'a doğru tesir yolumuza sed çekme gayretini elden bırakmadılar. ingiltere bununla kalmadı. islam alemi üzerinde nüfuzunun İlahi bir tecelli ile kaybolmaya başladığı İkinci Cihan Harbinden sonra bile Bahaileri tutmakta devam etti. Bahailere üs vazifesini gören Londra, 1963 yılında dünya çapındaki Bahai konferansına yataklık etti.
Mirza Hüseyin Ali'nin «El işrakat» isimli bir yayın organında çıkmış şu satırlarına dikkat:
«Krallardan biri -ki Allah onları başarıya ulaştırsın- bu mazlum mezhebi yani Bahailiği koruyunca ve buna yardım edince herkesin o kralı sevmesi ve ona hizmete koşması gerekir. Bu herkese farzdır. işleyenlere ne mutlu!»
İşte politikada Babi-Bahailik... İslam düşmanlariyle el ele, hezeyan yolundan islama kıymanın mezhebi.
İTİKATTA
BABİLİK – BAHAİLİK
- «Ey insanlar! İlk dinin hükümleri kaldırılmıştır! İkincisi de henüz bize ulaşmamıştır! Biz şu anda herhangi bir ölçüye bağlı ve mükellefiyete tabi bulunmayan bir zaman içinde yaşıyoruz!»
Bu sözler mahut Altun Saçlı kadının, göğsü bağrı açık, dişi bir ihtilalci edasiyle Babiler toplantısındaki haykırışından bir parça... Bu sözleri Bab'dan fışkırma kabul eder ve onun «El Beyan»daki akidesini nazara alırsanız hemen anlarsınız ki, Babilik ve onun adam ve meşrep farkından ibaret son şekli Bahailik, şeriat koymaktan ziyade şeriat kaldırmayı hedef tutucu ve kainat görüşünü eski «Batıniyye»cilerin Allah ile insanı bir tutan hezeyan fikriyatına bağlayıcı, bir tımarhane edebiyatıdır.
Ne var ki, bu tımarhane edebiyatı, politika, cazip görünme ve İslam düşmanlarının yardımlarını alma mevzularında gayet (realist-gerçekçi) bir yol tutmayı bilmiştir.
Tatbikat ve içtimai gaye hususlarında tezleri:
1- Bütün şeriatleri kaldırmak ve Bab ile Baha'nın Mesihliği, biraz fazla tarafından peygamberliği ve eğer yutulacak olursa ilahlığı etrafında teklifsiz, tekellüfsüz, bir yeni beşeriyet dini kurmak... Böylece hem İslama karşı kilise ve sinagogu ümide düşürmek, hem de bütün dini boyunduruk nefreti besleyenleri tatmin etmek... Puta tapanları da güya gerçek tevhide çağırmak...
2 - Dünyada dil ve ırk farkını kaldırıp insanlığı tek ve mükemmel (!) bir lisan mihverinde halkalamak ve bu yoldan güya, rekabetleri, ihtilafları, kültür didişmelerini önlemek, insanlığı tek bir duygu ve düşünce aleti hizasına getirmek...
3- İslamın, ferde kendi özü içinde, cemiyete de başka toplumlara karşı en büyük farzı olan gaza emrini mutlaka silmek ve dünyayı, ebedi hasreti ebedi barışa erdirmek...
Şimdi bu teşhislerimizin vesikalarını, her iki cinnet kutbunun kitaplanndan kısa parçalarla gösterelim:
Bab (Bağdat müftüsüne mektubundan): «Allah benden önce (M...d)i göndermiş olduğu gibi şimdi beni göndermiştir. Sizin bildiğiniz her şeyi kaldırdık.»
Bab (El'Beyan):
- «Ben (M...d)den daha faziletliyim! Benim Kur'anım da
onunkinden daha üstündür!»
Bab (El'Beyan):
- «Bütün isimler O'nun ismidir. Aslında bütün sıfatlar
O'nun sıfatıdır.!»
Sapık tasavvuf anlayışının «Herne Ost-her şey odur» iddiasiyle, gerçek ledün ilmi görüşünün «Herne ez Ost-her şey ondandır» hükmü arasındaki, dağbaşı ve uçurum dibi farkını ve Bab'ın hangi noktada bulunduğunu göstermeye yukarıdaki satırlar yeter.
Kur'anın dış yüzüne ait, üslup, eda, kafiye gibi hususiyetleri aklınca taklide yeltenerek, her türlü lisan yanlışlan içinde Bab'ın kaleme aldığı «El'Beyan))dan sonra Baha'nın «El'Akdes))i... Aynı saçmalar, aynı zaaflarla dolu, ikinci hezeyanname...
Bir İslam büyüğünün şu teşhisi «El'Akdes))in «Esfel))liğini tespit eder:
- «Müellif, hocası Mirza Ali Muhammed Bab'ın kitabı el­Beyan'dan benimsediği metotla hareket ederek kitabını Kur'an-ı Kerim gibi tanzim etmeye yeltendi. Fakat Kur'an'ı aslından uzaklaştırdı. Kalp fikirlerini ortaya döktü, kendini kepaze etti. Ortaya bir söz attığı zaman, bırakın kültürlüyü, talebe bile bunun yalan olduğunu, bunda gülünç sun 'ilik bulunduğunu, kelime ve cümle tertiplerindeki tuhaflıkları anlamakta tereddüt etmez.»
-
Ayrıca, ölümden sonra dirilişi reddetmeler, (19) sayısını mukaddes sayma ve seneyi 19 aya, ayı 19 güne bölmeler; bağlılarına bir sürü telkinlerle «Şimdi uykuya yat ve hakikatimizi rüyada gör!» demeler ve Hazret-i İsa ve Mehdi'ye ait bazı hadiseleri kendilerini müjdeleyici mahiyette yorumlamalar ve daha neler neler!...
Babilik ve Bahailik, 19. Asrın, müşahhas bilgi vehmiyle mücerreddin ilmini kaybetme yolunda, din yapıcılığı değil de yıkıcılığı işine memur tımarhanelik bir depreniştir.