Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ocak 2008       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Rio Deklerasyonu

Evimiz olan dünyanın, birleşik ve birbirine bağımlı olan özelliklerinin farkına vararak ülkeler Rio de Janeiro’daki Yeryüzü Zirvesi’nde biraraya geldiler. Hatta ülkemiz bu zirvede hükümet başkanı seviyesinde temsil edildi. Devletler, gelecekteki gelişmeleri aydınlatması için bir takım prensipler geliştirdiler. Bu prensipler insanların kalkınma haklarını ve ortak çevremizi koruma sorumluluklarını tanımlamakta olup, 1972’de düzenlenen “BM İnsan ve Çevresi Stockholm Konferansı” sonunda yayınlanan “Stockholm Deklerasyonu” üzerine inşa edilmiştir. Rio Deklerasyonu, uzun vadeli ekonomik kalkınmanın tek çaresinin ancak çevrenin korunması ile bağdaşlaştırılması olduğunu ifade etmektedir. Bu ise ancak ülkelerin; hükümetlerini, halklarını ve toplumun anahtar kesimlerini içine alarak, yeni ve eşitliğe dayanan küresel bir ortaklık meydana getirmeleri halinde gerçekleşecektir. Ülkeler, küresel çevre ve kalkınma sistemlerinin bütünlüğünü koruyacak uluslararası anlaşmalar meydana getirmelidirler.
1992 çevre konusunda bazı ilkeler saptamıştır. Bu ilkeleri aşağıdaki önemli noktaları belirterek şöyle sıralayabiliriz:
• İnsanlar, doğa ile uyum içinde sağlıklı ve verimli bir hayata layıktır.
• Günümüzdeki kalkınma, şu andaki ve gelecekteki nesillerin kalkınma ve çevre ihtiyaçlarına zarar vermemelidir.
• Ülkeler, sınırlarının ötesinde bir çevre tahribatına yol açmdan kendi öz kaynaklarını kullanma hakkına ve iradesine sahiptir.
• Ülkeler, doğayı korumak amacıyla tahribatı önleyici bir yaklaşım içinde olacaklardır. Ciddi veya geri dönüşü olmayan tahribat tehdidi olan yerlerde, çevre bozulmasını engelleyici ve yüksek maliyetli tedbirleri ertelemek için bilimsel belirsizlikten istifade edilmeyecektir.
• Sürdürülebilir kalkınmayı başarmak için; çevre koruma anlayışı, kalkınma gayretlerinin ayrılmaz bir parçası olacaktır. Bunlar birbirlerinden ayrı düşünülemez.
• Dünyanın değişik yerlerinde ortadan kaldırılan yoksulluk ve hayat standartlarındaki azalan farklar, sürdürülebilir kalkınmanın başarılması için gerekli olup, bunlar çoğu insanın ihtiyaçlarına cevap verebilmektedir.
• Ülkeler, dünya ekosisteminin sağlığını ve bütünlüğünü korumak ve onarmak için işbirliği yapacaklardır. Toplumlarının küresel çevre üzerine verdikleri baskıdan ve idare ettikleri ekonomik ve finansal kaynaklarından dolayı, uluslararası düzeyde sürdürülebilir kalkınmanın takipçisi olmaları gereken kalkınmış ülkeler, sorumluluk üstlenmektedirler.
• Ülkeler, sürdürülebilir nitelikte olmayan üretim ve tüketim modellerini azaltmalı veya ortadan kaldırmalı ve uygun demografi politikaları geliştirmelidirler.
• Çevre konuları iyi şekilde, ancak ilgili bütün vatandaşların katılımı ile yönetilir. Ülkeler, geniş çapta çevre bilgilendirmesi yaparak kamuoyu aydınlatılmasını ve katılımı gerçekleştirecek ve teşvik edeceklerdir.
• Ülkeler, kirlilik ve diğer çevre tahribatı kurbanlarına karşı sorumlulukları ile ilgili çevre kurallarını kabul edecek ve ulusal çevre kanunlarını geliştireceklerdir. Yetkileri olduğu yerde ülkeler, önemli derecede ters etkisi olabilecek faaliyetlerin çevresel değerlendirilmesini yapacaklardır.
• Ülkeler, bütün dünyada sürdürülebilir ekonomik sistem ortaya çıkarmak amacıyla işbirliği yapmalıdır.
• Prensip olarak; kirleten, kirletme bedelini ödemek zorunda olmalıdır.
• Ülkeler, sınır ötesi etkileri olabilecek doğal afetler veya faaliyetler konusunda birbirlerini uyaracaklardır.
• Sürdürülebilir kalkınma, sorunların bilimsel olarak daha iyi anlaşılmasını gerektirmektedir. Ülkeler, sürdürülebilir kalkınma amaçlarına ulaşmak için gerekli bilgiyi ve yeni teknolojiyi paylaşmalıdır.
• Sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirmek için kadınların tam olarak katılımı şarttır. Gençliğin yaratıcılığı, idealizmi ve cesareti ile yerli halkın bilgisine de ihtiyaç vardır. Ülkeler, yerli halkların kimlik, kültür ve çıkarlarının farkında olmak ve desteklemek zorundadır.
• Savaş, sürdürülebilir kalkınmayı tahrip eder. Ülkeler silahlı çatışma durumlarında çevreyi koruyan uluslararası hukuka saygı gösterecek ve bu hukukun daha da geliştirilmesi yolunda işbirliği yapacaklardır.
• Barış, kalkınma ve çevre koruma birbirlerine bağımlıdır ve birbirlerinden ayrılamaz.
Rio Deklerasyonu (1992, Rio) bu anlamda sivil toplumun önemini bir kez daha ortaya koyan uluslararası bir forum oldu. İşte bu yüzden, bir sorunun çözümünde yetkiyi ve sorumluluğu en yakın birime ve sivil topluma verme anlayışı, örgütlü katılımı önemli kılıyor. Ancak kentdaşlar çeşitli nedenlerden dolayı her zaman bu kanalları kullanmayabilir ve harekete geçmeyebilirler. Bu gibi durumlarda görev belediyelere düşüyor. Belediyeler bu yaklaşımı benimsiyorsa (ki başarının anahtarı da buradadır) kentdaş bilincinin artırılmasına, halkın örgütlenmesine katkı sunmalı hasılı katılım ve denetimi teşvik etmelidir. Yerel yönetimler (özellikle de belediyeler) de su ve toprak başta olmak üzere fiziki mekanları, tarihi varlıkları ve tabiat varlıklarını kültürel değerleri gelecek kuşaklara aktaracak bir tarzda kullanılmalıdır. Bu da sürdürülebilir kentleşmenin gereğidir.
Rio Deklerasyonu’nda bir dizi önlemler içeren ek belgeler de imzalanmıştır. Bunlar;
  • Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi,
  • İklim Değişikliği Sözleşmesi,
  • Orman Prensipleri Antlaşması’dır.
İklim Değişikliği Sözleşmesi
Dünya ısısının artmasına ve bu sebeple buzulların eriyerek denizlerin kabarmasına ve artan sıcaklık sebebiyle yaşam şartlarının zorlanmasına sebep olan karbondioksit ve diğer sera gazları emisyonunun kontrol altına alınarak azaltılması ve atmosferdeki oksijen – karbondioksit dengesinin bozulmasını önlemek amacı ile gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere bazı kısıtlamalar getiren bir sözleşmedir. Ülkemiz taraf değildir.

Orman Prensipleri Antlaşması
Bu sözleşme, başta yağmur ormanları olmak üzere doğal ve yetiştirme suretiyle meydana getirilmiş ormanların korunmasına ilişkin bir çok kararı içermektedir. Ormanların korunması atmosferin oksijen – karbondioksit dengesinde önemli rol oynamaktadır. Ülkemiz bu prensipleri kabul etmiştir.

1992 Rio Çevre Zirvesi’nin en somut sonuçlarından birisi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin imzaya açılması olmuştur. 1994 yılında yeterli sayıda ülkenin yasama organlarınca onaylanarak yürürlüğe giren sözleşme, TBMM tarafından Aralık 1996’da kabul edilmiştir.
Böylece ülkemiz antlaşmaya taraf olmuştur. Bütün uluslararası antlaşmalar gibi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi de taraflara bazı yükümlülükler getirmektedir. Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
• Ulusal stratejilerin belirlenmesi, bir eylem plan ve programının oluşturulması.
• Biyolojik çeşitliliğin acil olarak korunma gereksinimi olan türlere veya mekanlara öncelik verilerek izlenmesi.
• Koruma alanlarının belirlenmesi ve kurulması
• Koruma altına alınmayan bölgelerde de doğa ve kaynakların kullanımında sürdürülebilirlik ilkesinin geçerli olması.
• Sözleşmenin uygulanması için gerekli yasal ve idari düzenlemelerin yapılması.
• Halkın biyolojik çeşitliliğin değeri ve önemi konusunda eğitilmesi.
• Bu konuda yapılan araştırmaların ve bulguların ülkeler arasında serbestçe paylaşılması
• Kalkınmış ülkelerin, biyolojik çeşitliliğin korunabilmesi için kalkınmakta olan ülkelere gerekli parasal ve teknik yardımları sağlamaları.
Belgeyi imzalamasının ardından Türkiye, Dünya Bankası’ndan 5 milyon dolarlık bir kredi aldı. Sözleşmeye taraf olmamızdan bu yana, Dünya Bankası’ndan alınan 5 milyon dolarlık bir kredi ile ulusal stratejilerin ve bir eylem planının oluşturulmasına çalışılmaktadır. Bu çabaların ürünü henüz ortaya çıkmadığı gibi, envanter çalışmalarında da hiçbir ilerleme olmamış, koruma alanları tespit edilmemiş ve en önemlisi halkın eğitimi yükümlülüğü savsaklanmıştır. Oysa ki, ülkemiz biyolojik çeşitlilik konusunda dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Türkiye’nin bir konumunda bulunması ve çok değişik iklim kuşaklarına sahip olması bize böyle bir zenginliği bağışlamıştır. İnsanoğlu tarım kültürüne bölgemizde geçmiştir ve dünyadaki birçok bitkinin, özellikle tahılların, orijinal yabanıl türleri ancak ülkemizde bulunmaktadır. Ülkemizde bilinen 9.000 tohumlu bitki türü vardır ve bunların 3.000 türü endemiktir, yani ülkemize özeldir. Bu, tüm Avrupa’nın biyolojik varlığına eşit bir zenginliktir.