1) Rio Deklerasyonu’nda az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde meydana gelen çevre sorunlarına yardım hususunda öncelik verileceği söylenmiş. Böylece Stockholm’de bahsedilen “yardımcı olmak” kavramının içi açılmış, anlamı genişletilmiş. Daha belirgin hale getirilmiş de diyebiliriz. 2) Rio’yu Stockholm’den ayıran bir diğer alan da “Çevre Mevzuatı”. Rio Deklerasyonu, devletlere etkin bir çevre mevzuatı oluşturmaları konusunda tavsiyelerde bulunmaktadır. Kirliliğe sebep olanların sorumluluğu ve zararın tazmin edilmesi meselelerinin netleştirilmesi de Rio’nun yeni konuları arasında. 3) Rio Deklerasyonu’nu incelediğimizde, “kirleten öder” prensibini yerleştirmeyi amaçladığını anlıyoruz. Stockholm’da bu yönde bir ifade yer almıyordu. Bununla beraber, çevreye önemli derecede zarar verebilecek nitelikteki ve uzman milli otoritenin kararına bağlı olan faaliyetler için “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED)” adı verilen değerlendirmenin yapılmasını tavsiye ediyor. 4) Stockholm Deklerasyonu, çevre korunması ve çevre sorumluluğu üstünde devleti tek yetkili olarak görüyordu. Oysa Rio Konferansı ile bu anlayışın değiştiğini görüyoruz. Gençlere, kadınlara, yerli halklara ve hükümet dışı kuruluşlara da çevre üstüne görev ve sorumluluk verilmiştir. 5) Stockholm Deklerasyonu’nda çevre bilincinin geliştirilmesi adına halkların eğitilmesi üzerine herhangi bi ilkeye rastlayamıyoruz. Ama Rio Deklerasyonu devletlere halkları eğitmeleri konusunda tavsiyelerde bulunuyor. 6) Rio Deklerasyonu savaş durumunda olan ya da işgal altında olan devletlerin de durumunu dikkate almış. İşgal altındaki devletlerin bile kaynak ve çevrelerinin korunması gerektiği ifade edilmiş. 7) Stockholm Deklerasyonu’nda “nükleer silahsızlanma” başlı başına bir ilke olarak ele alınmış. Ancak Rio Deklerasyonu’nda bu konuya ayrı bir madde ayrılmamış. Savaş ve çevreye etkileri hususundaki ilkeler arasına katılmış. Yine de bir “nükleer” ifadesi görmek mümkün değil. Bu da “nükleer silahlar konusunda gösterilen hassasiyet azaldı mı ?” sorusunu gündeme getiriyor.