İslâm'ın en önemli sorunu temsil noksanlığıdır
Kitapta bulunmayan bir şey olursa, benden vâhi olan sünnet esastır. Benden vâhi bir sünnet yoksa Ashâbımın söylediğine uyacaksınız. Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir. Onlardan hangisini esas alırsanız hidâyete erersiniz.
Din tamamlanmıştır
Ne eksiği ne de fazlası var
Allah insanlara son kitabı ve son uyarıcıyı gönderdi. Bundan böyle artık ne bir kitap gelecek nede özel görevli bir uyarıcı. Allah–u Teâlâ Kur'an–ı Kerim'de "…Bugün kafirler, sizin dininizden, (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim…"(1) buyurmaktadır. Din tamamlandı, bu dine artık ne bir ilave ne bir eksiltme yapılmayacaktır. Yapılması gerekenler yapılmış, bundan sonra izlenecek yol, son uyarıcının ve ashabının izlediği yol olacaktır. Herkim ki bu yolda giderse, işte gerçek kurtuluşa eren o olacaktır.
Din kemale erdi, bunun için dine ne bir ilave nede bir eskitme yapılabilir. Hal böyle olunca, mezhep imamlarının, müçtehit imamların ortaya koydukları içtihatlar nasıl izah edilebilir? Onlar ortaya koydukları, ilke, prensip ve reyleri ile dine ilave yapmış sayılmazlar mı?
Müçtehit imamlar dine yeni bir ilave yapmadıkları gibi herhangi bir hususu da çıkarmamışlardır. Onlar geçen zaman içinde gelişen çağın, ortaya çıkardığı, geçmişte olmayan meselelere, Kur'an, Hadis ışığında, yeni ilke ve prensipler getirdiler.
İslâm dininin beşer içindeki en üst temsil noktası peygamberdir. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatta bulunduğu zamanda, İslâm dini geniş bir alana yayıldı. O görevini hakkıyla tamamladı. O'nun zamanın da insanlar herhangi bir sorun ile karşı karşıya kaldıklarında, bu sorunu direk kaynağından öğrenip çözüm yolunu buluyorlardı. Bu nedenledir ki; Resulullah'ın döneminde çözülmeyen problem yoktu.
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den sonra, sahabelerin devri başladı, bu devirde de, ihtilaflar çıkmasına rağmen çözülmeyen problem yoktu. Çünkü; onlar dinin kaynağını bizzat görmüş, yaşamış ve kaynaktan gerektiği gibi istifade etmişlerdi. Onlar kendi aralarında ihtilaf etseler bile, onların ihtilafında rahmet vardır. Bu konuda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular:
"Kitap'ta size ne gelmişse onunla amel edeceksiniz, onu terketmekte hiçbir özür kabûl edilmez. Kitapta bulunmayan bir şey olursa, benden vâhi olan sünnet esastır. Benden vâhi bir sünnet yoksa Ashâbımın söylediğine uyacaksınız. Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir. Onlardan hangisini esas alırsanız hidâyete erersiniz. Ashabımın ihtilafı sizin için rahmettir."(2)
SAHABELERE UYAN KURTULDU
Hadisi şeriften çıkaracağımız mana şudur; sahabelerin tamamı müçtehit seviyesindeydi. Sahabelerin hiçbirinde zerre miktarı itikat ve ameli bozukluk yoktur. Onları diğer insanlara üstün kılan özelliklerin başında itikat ve ameli bozukluklarının olmamalarıdır. Bunun içindir ki: "onlara uyan gerçek kurtuluşa erdi."
Sahabe devrinde İslâm öyle bir hızla gelişti ki, batıdan doğuya çok kısa bir sürede dört bir yana yayıldı. Afrika'nın ortalarından, Çin'e, Kafkasya'dan Hindistan'a her tarafa yayılan İslâm, her gittiği yerde o yerin yapısına ve konumuna bağlı olarak yeni yeni sorularla karşı karşıya kaldı.
Hicri 1. asırda İslâm'ın böyle büyük bir hızla yayılmasının sebebi ise sahabe–i kiramın İslâm'ı en üst düzeyde temsil etmelerindendir. Onlar, peygamberin kendilerine vaaz ettiği İslâm'ın ilke ve prensiplerini nefislerinde harfi harfine yaşadılar. Önce kendileri yaşadı, sonrada insanlara güzel örnek oldular. Böylece İslâm dininin çok hızlı yayılmasına vesile oldular.
Rivayetlere göre yüz binin üzerinde sahabe olduğu bilinmektedir. Bu yüz bin insan tek bir gaye için yer küre üzerine dağıldı, içlerinden çok azı doğduğu topraklarda kaldı. Tarihi kaynaklardan gelen haberlerde Arabistan'daki sahabe mezarlarının sayısı onbin civarındadır. Yüz bin sahabenin mezarları ise Arabistan yarımadasının dışındadır. Çin'den, Hint yarım adasına, Orta Asya'dan Kafkasya'ya, Balkanlardan, Anadolu'ya, Kuzey Afrika'dan, Güney Afrika'ya bu coğrafyanın her bir yerinde bir sahabe mezarı bulmak mümkündür. Demek ki bu güzide insanlar, doğup büyüdükleri yurtlarını terk ederek, İslâm dinini tebliğ etmek için yollara dökülmüşler.
Hiçbir mazeret öne sürmeden, yollara düşmüşler, çünkü insanın dünyaya geliş gayesinin en yüksek amacının tebliğ olduğunu çok iyi biliyorlardı. Bir insanın hidayetine sebep olmak için dahi eşlerini, arkadaşlarını, yurtlarını terk ederek dünyaya dağıldılar. İşte bunun içindir ki; insanın dünyaya geliş gayesini en güzel anlayan ve anladığını uygulayanlar Resulullah'ın arkadaşlarıdır. Bu nedenle Resulullah arkadaşları için:
"Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir. Onlardan hangisini esas alırsanız hidâyete erersiniz."(3) buyuruyor.
Bu söz öyle sıradan bir söz değildir. Bu sözün m******* iyi anlamak lazım. Bu söz ashabın, hatasız, kusursuz yada eleştirilmez olduğunu söylemiyor. Hiç şüphesiz Ashabın da içinde günahkâr olanlar, hata yapanlar vardı. Ancak onların içinde tek bir şey yoktu. O da sapıklık ve itikat bozukluğudur. Bir insanın itikadında zerre kadar noksanlık ve bozukluk yoksa yani itikadı garanti ise "ona kesin cennetliksin denilebilir mi?" denilebilir.