Arama

Sosyoloji (Genel Bilgi) - Tek Mesaj #10

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Nisan 2006       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yirminci yüzyıl düşüncesinde, Frankfurt Okuluyla birleştirilen toplumsal analiz tarzı. Tüm kapalı sistemleri eleştiri yoluyla çözmeyi ya da yıkmayı amaçlayan eleştirel teori, eleştirinin daha çok Hegel’deki versi­yonundan yola çıkmış ve dolayısıyla da, eleştirinin öncelikle özeleştiri şeklinde ger­çekleşmesi gerektiği inancını hayata geçir­meye çalışmıştır. Eleştirel teorinin Adorno, Horkheimer, Marcuse, Habermas gibi sahipleri, insanın toplumsal eleştiri yoluyla, baskılardan kurtulup özgürleşmesine katkı­da bulunan her felsefi görüşe sıcak bakmakla birlikte, daha çok Marksist bir çerçeve içinde kalmışlardır. Söz konusu eleştirel dü­şünürler, öncelikle toplumsal çıkarların, ça­tışma ve çelişkilerin düşüncede nasıl ifade edildiği ve baskı sistemlerinde nasıl üretil­diğiyle ilgilenmişlerdir.

Baskıcı sistemi ere ilişkin incelemenin ta­hakküm ve baskının kökleri konusunda uya­nışa yol açacağını, ideolojileri geriletip bi­linçlenmeyi hızlandıracağını öne süren eleştirel teorisyenler, kapitalizmin oldukça hızlı ve temelli bir biçimde değişmesinden dolayı, Marx’ın on dokuzuncu yüzyıl kapita­lizmiyle ilgili eleştirisinin meydana getirdi­ği genel çerçeve içinde kalmanın imkansız olduğunu savunmuşlardır. Bundan dolayı, Marksizmin çağdaş koşulların ışığı altında yenilenmesinin ya da yeniden kurulmasının gerekliliğini savunan Frankfurt Okulu düşü­nürleri, felsefenin yeri-ne bilimi ve devrim­ci pratiği geçiren Ortodoks Marksizmden çok temelli bir biçimde ayrılarak, felsefeyi ön plana çıkartmışlar ve LukAcs’ın, Marx’ın kendi eleştirel yönteminin, onun Öğretisinin içeriğinden çok daha büyük bir önem taşıdı­ğı görüşünü benimseyerek, K. Marx’ın eleş­tirel yöntemini ‘eleştirel teori’ şeklinde yorumlayıp uygulamışlardır.

Eleştirel teori, en iyi bir biçimde, Ortodoks Marksizmle olan söz konusu farklılığına ek olarak, zaman zaman negatif felsefe diye nitelendirilen pozitivizmin ilkeleriyle olan karşıtlık, ki bu karşıtlık birinci karşıtlı­ğın da temelinde bulunmaktadır, aracılığıyla ifade edilebilir. Buna göre, pozitivizmin bil­ginin duyu-deneyinin sonucu olduğunu dile getiren tempirizminin tersine, eleştirel teori belli bir akılcılığın ifadesi olmak durumun­dadır. Eleştirel teorisyenler, bilgimizin ve ortak insanlığımızın kaynağında, her birimi­zin rasyonel varlıklar olmamız olgusunun bulunduğunu öne sürerler. Hegel gerçek olanın rasyonel olduğunu söylemişti. Eleştirel teoriyi benimseyen Frankfurt Okulu dü­şünüleri ise, gerçek olanın rasyonel olması gerektiğini öne sürer. Rasyonalite ise, eleşti­rel teorinin bakış açısından, formel mantık­tan ziyade, tez ve antitezlerin özümlenip, çelişkilerin yeni sentezlere dönüştüğü diya­lektik bir düşünme sürecini ifade eder.

Böyle bir rasyonalite anlayışını, savunu­cularının çok değerli buldukları bir ütopik düşünce tarzıyla bir araya getiren eleştirel teori, buradan rasyonel bir toplum idealine veya ütopyasına yönelmiştir. Madem ki biz­ler, insan varlıkları olmamız hasebiyle, ras­yonel düşünme yeteneğine sahip bulunmak­tayız, öyleyse rasyonel bir toplum, tüm üyelerinin çevrelerini yaratmak ve dönüşü­me uğratmak için varoldukları, söz konusu yaratma ve dönüştürme sürecine fiilen ve bir bütün olarak katıldıkları bir toplum ol­malıdır. İşte bu yaklaşım, eleştirel teoriyi benimseyenlere, varolan Batılı kapitalist toplumların eleştirisinde kullanılacak temel ölçütü sağlar: Batılı modern kapitalist top­lum, kimi toplumsal kesimleri ekonomik ve politik katılımın dışında bırakan, veya birta­kım toplumsal grupları sistematik bir tarzda tahakküm altına alıp güçsüzleştiren irrasyo­nel bir toplumdur. Söz konusu standart, eleştirel teorinin en önemli savunucuların­dan biri olan Jürgen Habermas’ta farklı bir modelle dönüşüme uğrar. Rasyonel düşün­me yetisine sahip varlıklar olmamız olgusundan değil de, hepimizin semboller veya bir dili kullanmamız olgusundan yola çıkan filozof un ütopyası ise, nitekim hiç kimsenin söylem dışına itilmediği, tüm bireylerin gerçek bilgiye erişip, kamusal tartışmaya etkin bir biçimde katılabildikleri bir ideal konuş­ma durumudur.

Eleştirel teorinin akılcılığı ile pozitiviz­mm empirizmi arasındaki karşıtlık, aynı za­manda bir eleştirel teori/geleneksel teori karşıtlığı olarak da ifade edilebilir. Gele­neksel teoriyi, a) empirist bir bilim anlayışını uygun, yeterli ve doğru bir bilim görüşü olarak gören ve b) her tür bilginin doğa bi­limleriyle, özde aynı bilişsel yapıya sahip olması, ve dolayısıyla da, doğa bilimlerinin yönteminin insan ve toplum bilimlerine de uygulanması gerektiğini savunan bir teori olarak tanımlayan eleştirel kuram, bu teori­ye karşı toplumsal alanla insanın dünyasın­da, doğa alanında olduğu gibi, ezeli-ebedi ve değişmez hakikatler için verili bir temel olmadığını öne sürer. Rasyonel bir toplu­mun veya rasyonel bir toplumsal varoluşun henüz varolmadığını savunan eleştirel teo­risyenler böyle bir toplumu eleştirel teorinin amacı yaparken, erişilmesi gereken hedefi gösterirler. Buna uygun olarak, geleneksel teorinin sözde çıkar gözetmediği, doğru bil­giye ulaşmak dışında bir amaç taşımadığı yerde, eleştirel teori önce geleneksel teori­nin olumsuz sonucunu gösterir, yani doğa bilimlerinin yönteminin insana ve insanla doğrudan doğruya ilgili olan konulara uygu­lanmasının insanın potansiyel güçleriyle özgürlüğünün yadsınmasından başka bir şey olmadığını ortaya koyar ve sonra da, kendi en temel ilgisini dile getirir: İnsanın özgürleşimi.

Bundan dolayı, eleştirel teori, yüklendiği varolan yapıları eleştirme görevine ek ola­rak, insanın özgürleşimi için radikal bir top­lumsal değişmeyi başlatma amacı güder. Buna göre, eleştirel teori, insanın, varolan toplumsal düzenin ihmal ettiği potansiyelle­rini ortaya çıkarmak durumundadır. Frank­furt Okulu düşünürlerine göre, eleştirel teori, Aydınlanma biliminin veya pozitiviz­im tek yanlı akılcılığının sınırlı kaynakla­rından daha fazlasına ihtiyaç duyar; sanata, ütopik düşünceye, fantazi ve imgeleme işte bunun için, eşdeyişle inşanın bastırılmış güçlerinin, varolan toplumsal düzen tarafın­dan ihmal edilmiş potansiyellerinin su yü­züne çıkarılması için ihtiyaç vardır.

Eleştirel teori, ütopik düşünce geleneğin­den koparak, pozitivizmin olumsuz etkisi altında kalan Ortodoks Marksizmi de, yani Marx’ın düşüncelerinin pozitivist bir yaklaşımla fosilleştirilmesi veya dondurulması iş­lemini de şiddetle eleştirir. Buna göre, eleş­tirel teorisyenler, determinist bir toplum bi­liminin kapitalizmin temel yasalarını saptayacağı ve onun gelecekteki çöküşünü tahmin edebileceği anlayışının, Doğudaki Stalinizmin ve Batıda da Stalinizme sadık komünist partilerin büyük yanlışlarının en önemli kaynağı olduğu şeklindeki sert ve ağır eleştiriyi çekinmeden dile getirmişler­dir. Başka bir deyişle, Frankfurt Okulunun eleştirel kuramı benimseyen mensuplarına göre, tarihsel maddeciliğin bilimsel statüsü, ya da pozitivizm kaynaklı bilimsellik iddia­sı, parti liderleriyle entellektüellerini eleştiriden korumuştur. Teorinin sözde bilimselliği, ahlâki ya da siyasi konuları teorik ya da tek­nik uzmanlıkla ilgili konulara dönüştürmek suretiyle, Bolşevik partinin demokratik mer­keziyetçiliğini haklı kılmıştır. Kararlar, sıra­dan işçiler ya da köylüler tarafından değil de, Marksist teori çok ayrıntılı olarak ve de­rinlemesine bilenler tarafından alınmalıdır. Şu halde, Sovyet Marksizmindeki bürokratik otoriteryanizmi doğuran şey, Frankfurt Okulu düşünürlerine göre, Marx’ın kendisin­den ziyade, pozitivizmin kendisidir.

Ortodoks Marksizmin geleneksel ekono­mik açıklama modellerinden veya ekono­mik determinizminden uzaklaşan eleştirel teori, bir yandan bir ideoloji ve siyaset eleş­tirisi geliştirirken, bir yandan araçsal akılcı­lıkla modern Batı toplumlarında güçlenen totaliter hakimiyet tarzını analiz etmiştir. Aydınlanma ve pozitivizmle modernliğe ilişkin değerlendirme ve eleştirilerinde çok büyük ölçüde, ünlü sosyolog Weber’in top­lumun rasyonalizasyonuyla ilgili görüşleri­ne dayanan eleştirel teorisyenler, bu bağ­lamda bürokrasi ve kapitalizmin tek yanlı bir akılcılığı, araçsal akılcılığı temsil ettiğini öne sürmüşlerdir. Eleştirel teorisyenlere göre, bürokrasi ve kapitalizm toplumu saptanmış olan belirli amaçlara en iyi ve sağlam bir biçimde ulaşma olanağı verecek araçların seçimiyle ilgilenen formel akılcılık açısından rasyonalize eder. Ve toplumun bu açıdan rasyonalizasyonu, eleştirel teorinin savunucularına göre, birtakım irrasyonel so­nuçların ortaya çıkışını engelleyemez. Da­hası araçsal akıl dünyayı ve başka insanları konu alır ve değerlendirirken, onları nasıl sömürebileceğimiz sorusunu temele koyar. Olgu değer ayrımını benimserken, değerlere bilgi ve yaşamda son derece önemsiz bir rol verir. Modern toplumlara özgü söz konusu düşünme tarzı, totaliter yönetim tarzı ve tahakküm arzusuyla yakından ilişkilidir. Bu açıdan ele alındığında, eleştirel teorinin esas hedefinin araçsal akılcılık, ve özellikle de doğa bilimlerinin gerçek bilginin tek geçerli türü olma iddiası olduğu söylenebilir. Bundan dolayı, eleştirel teori, son çözümlemede bili­min ve kapitalizmin temellerine ilişkin bir eleştiri ve analiz olmak durumundadır.