Arama

Asla Bitmeyen Konu - Tek Mesaj #21

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Ekim 2005       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
TOPRAKSIZ

Elleri sıcak, sımsıcak, taze, kırmızısı güzel bir kana bulanmıştı. Ellerine şöyle bir baktı, korktu, şaşırdı, sanki kan elinden bütün bedenine, ruhuna, beynine kadar bulaşmıştı. Üzerine sürüp ellerini temizlemeyi düşündü ama sadece düşünebildi bunu, yapamadı. Kendinden kaçarcasına, kaybolmuşluk içinde koşmaya başladı. Nefesi kesilene, boğazı kuruyana, ciğerleri göğsüne dar gelene kadar koştu. Durdu; kendini dinledi; istediği yere kadar koşamamış, bir yere varamamış gibi hissetti. Dermanı kalmamıştı. Dizlerinin üzerinde olduğu yere çöktü. Üzerinde gömlek, kazak, yelek vardı ama bacakları; yer yer elenmiş, eskilikten incelmiş tek kat kumaşa sarınmıştı. Bacaklarının değdiği yerden toprağın soğukluğunu hissediyordu. Bu soğukluk ona huzur veriyordu. Nedenini bilmeden öylece kalakalmak istedi orada, hiç kıpırdamadan tek damla su ve sese ihtiyaç duymadan, kalakalmak.

Zor olmamalıydı; bir dileğini de kabul edeydi tanrısı. Kime ne yapmışlığı vardı da, bu ona reva görülmüştü? Duymadan, işitmeden tek bir şey hissetti. Canı yanıyordu, yüreği yanıyordu. Yüreğinin olduğu yerde yumruğundan büyük bir ateş vardı. Kor gibiydi, eritiyordu bedenini ama bu erime yanmak gibiydi. Yok olmasına bile izin verilmiyordu. Nefesi boğazına düğümlendi. Geçememesini, orada kalakalmasını istedi. Sanki toprak yumuşadı altında, inanamadı elini uzatıp usulca toprağı okşadı. İlk çöktüğünden daha da yumuşak geldi. Bacakları kendine yer bulmuştu bu toprakta. Bacaklarını bile kabul etmişti, şeklini alıp rahat ettirmişti de bu toprak, yüreğindeki acıyı niye sarıp sarmalayamıyordu ki? Elleriyle göğsünü delip olduğu yerden yüreğini sökebilir miydi? Ellerinden damla damla kan akarken, toprağı avuçlarıyla açıp, sıcak yüreğini oraya koyuverseydi. Hemencecik gömseydi. Bastırıp toprağı, ellerinin nasır olmuş avuç içleriyle düzleseydi. Yavaşça ayağa kalkıp onu orada bırakıp arkasını dönebilse, yürüyüp gidebilseydi. Her şey o toprağın altında gömülü kalsaydı. Hiçbir şeyi hatırlamasaydı.

Ayakkabısı bileğini acıttı. Şaşakaldı bunu hissettiğine. Şekilsizce düşüvermişti olduğu yere. Ayağı neredeydi, eli, kolu nerede kalmıştı. Ya beli, sanki yoktu. Diliyle usulca dudaklarına dokundu. Çok mu kuruydular? Hayır, yüzü ıslaktı. Az önce toprağı okşadığı eli yavaşça havaya kalktı. Ellerine bulaşıp kurumuş kan toprakla karışınca bir garip olmuştu. Bunu görmek gözlerini iyice halsiz bıraktı. Yüzüne götürdü elini, ıslaktı yüzü. Ağlamış mıydı? Oysa anası ''sen doğarken bile ağlamadın oğul'' der; saçını, elini, yüzünü okşamaz mıydı? Hani doğarken bile ağlamayacak kadar güçlüydü. Neden ağlamıştı? Ağlamıştı da nasıl fark etmemişti. Bir kuş kondu az ötesine, öylece baktı ona. Özgürlüğünü kıskandı. Hele ki şimdi, kanatları kıskanılmayacak gibi değildi. Ayaklarından toprağa bağlanmış gibi, bacaklarından kök salmış gibi toprağa aitti. Onu oraya görünmez bir demir mıhlamıştı. Gerçekliğini sorgulayarak, gözlerini kırpmadan bakmaya devam etti. Kuş minikti. Avucuna alsa, kaybolurdu. Avuç içlerinde kuşu hayal etti. Yumruk olmuş elleri, yüreği kadar büyüktü. Bir ellerine baktı, bir yüreğine, birde kuşa. Kuş gidecekti birazdan. Elleri duracak, yüreği yanacak, bedeni orada öylesine kalacaktı. Gözleri acıyordu. Islık öttürüp kuşun dikkatini çekmek istedi. Sesi çıkmadı. Dudaklarını birbirine yaklaştıramadı bile. Oysa ıslaktı, biliyordu. Genzi yanıyordu, acıyordu. Yoksa az önce uzaktan duyduğu o haykırış sesleri kendisininki miydi? Zamansızlık buydu, buna inandı. Zamanın yok olduğuna tanık olmuştu işte. Hayatında geçmeyen, akmayan geceler olmuştu. Özlemden hasretten ağlayan anasına yandığı, nazlı yarine aklının takıldığı gecelerde. Hepsi, hepsi bitmişti gün doğmuştu sonunda da, bu günün gecesi ne zaman olacaktı. Ne kadar vardı daha karanlığın basmasına? Karanlık gelip kuşataydı her yanını bu utancı, acısı kaybolur muydu, biter miydi? Hiçbir utancı olmamıştı ki bugüne kadar. Böyle gömülmek istememişti karanlığa. Sevmezdi ki zaten geceyi. Arkadaşına ava çıkalım gece demişti; canı, ciğeri, dostu, kardeşi her şeyi de; ''gündüzün şerri gecenin hayrından iyidir'' dememiş miydi? Ne gündüzün şerri kurtarabilirdi onu ne gecenin hayrı. Hangisi aldığı canı geri getirebilirdi ki? Olacaklardan değil, olmuş olandan yana korkuyordu. Savaşamayacak kadar pişmandı yaptığından. Şaka olacaktı hani, hep güreştikleri gibi sonunda sarmaş dolaş olup, gülüp eğleneceklerdi.

İkindiye doğru kapısına gelen yine o değil miydi? Ondan yardım dilemişti. Pek sevinmişti, pek severdi yardım etmeyi. Silahı temizlerken yardım et bana demişti. Yarın beraber, erkenden ava çıkacaklardı.
Yarın olsa ne olurdu olmasa ne?
Gün erken olsa
Güneş hemen batsa
Yarının olmamasını mı dilemeli tanrıdan
Yoksa bugünün yaşanmadığını mı?
Düşünemiyordu, düşünemeyecek kadar yok olmuş, kaybolmuştu, topraksızdı…

Serap Ezgi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.