6. Ücretsiz tercüman hakkı
Sözleşmenin 6. maddesinde yer alan son hüküm, mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde, sanığa tanınan, ücretsiz tercüman isteme hakkıdır.
Sanığın mahkemede konuşulan dili anlayamaması sağırlık ve dilsizlik gibi eksikliklerden de kaynaklanabilir. Bu gibi durumlarda da sanık ücretsiz olarak bir tercümanın yardımından yararlandırılmalıdır. Dil eksikliğinin hangi düzeyde bir tercüman atamasını gerektireceği somut olayın özelliklerine bağlıdır. Genel olarak, sanığın kendi yeteneğiyle veya bir tercümanın yardımıyla davayı anlayıp izleyecek bir konumda olması, adil yargılanma hakkının bir gereği kabul edilmektedir.
Bu hükümden en fazla mahkeme dilini anlamayan yabancıların yararlanması doğaldır. Nitekim, yabancı ülkelerde, özellikle Almanya’da yaşayan Türk vatan*daşları bu hükümden büyük ölçüde yararlanmışlardır. Komisyon, İngiliz, Cezayir ve Türk vatandaşları olan Luedicke, Belkacem ve Koç olayında, Alman hüküme*tinin söz konusu hükmü ihlâl ettiğini tespitle, adı geçenlerden tahsil edilen tercü*man ücretlerinin iadesine karar vermiştir. Daha sonra olayı inceleyen AİHM, mahkemede konuşulan dili konuşup anlayamayan herkese ücretsiz bir tercüman atanması gerektiğini, tercüman ücretinin sonradan ilgililerden talep edilemeye*ceğini belirtmiştir. Mahkemeye göre bu hak, yalnız duruşmalardaki sözlü çeviriyi değil, kanun yolları da dahil, davanın bütün aşamalarında kişinin adil bir şekilde yargılanmasının sağlanması için davayla ilgili önemli belgelerin çevrilmesini de kapsar. Bu belgelere mahkeme kararları da dahildir.
Aynı şekilde, Türk vatandaşları Akdoğan ve Zengin, Almanya’da yargılan*dıkları Heilbronn Bölge Mahkemesinin tercüman ücretlerinin ödenmesi talebiy*le karşı(aşmışlardır. Komisyon, her iki olayda da yapılan uygulamanın, Sözleş*menin 6 (3) (e) maddesine aykırı olduğuna karar vermiş ve düzenlediği raporu Bakanlar Komitesine intikal ettirmiştir. Sonuç olarak, Alman Hükümeti 15 Haziran 1989 tarihli kanunla CMUK’nda değişiklik yapmak zorunda kalmıştır. Yeni düzenlemeye göre, Düzene Aykırılık Kanunu (Ordnungswidrigkeitsgesetz) çerçevesinde görülen ceza davalarında, Almanca anlamayan sanıklardan, gerek*siz yere tercüme masrafı yapılmasına kendi hata ve kusurlarıyla sebebiyet ver*medikçe, tercüman ücreti alınmayacaktır.
AİHM, Kamasinski olayına ilişkin 19 Aralık 1989 tarihli Kararında, ter*cüman yardımının kapsamına açıklık getirmiştir. Olayda A.B.D. vatandaşı Kamasinski, Avusturya mahkemelerince yargılanarak, 18 ay hapis ve para ceza*sına mahkûm edilmiş ve mahkemede konuşulan dili anlamadığı gerekçesiyle Komisyona başvurmuştur. Komisyon, şikâyetçinin tercüman yardımından yeterince yararlandığından bahisle, Sözleşmeye herhangi bir aykırılık görmemiş ve raporunu AİHM’ne intikal ettirmiştir. Mahkeme, tercümanın yardımından üc*retsiz olarak yararlanma hakkının yalnız duruşmalardaki sözlü beyanları değil, duruşma öncesi ve mahkeme aşamasındaki bütün belgesel malzemeyi kapsadığı doğrultusundaki eski görüşünü tekrarladıktan sonra, Sözleşmenin 6 (3) (e) mad*desinin, mutlaka bütün yazılı delil ve diğer belgelerin yazılı olarak çevirtilmesini gerektirmediğini, sanığa yapılan çeviri yardımının, “aleyhindeki dava hakkında bilgilendirilerek kendisini savunmasına imkân sağlamaktan ibaret” olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, somut olayda mahkeme kararının yazılı olarak çevirtil*memesine rağmen, muhtevasının şikâyetçiye sözlü olarak İngilizce açıklanmasını ve kendisine yapılan diğer çevirileri yeterli bulmuş ve Sözleşmeye ay*kırılık tespit etmemiştir.
Dava taraflarının mahkeme dilini anlamalarına rağmen, sırf gösteri ve propaganda amacıyla tercümandan yararlanma hakkını kötüye kullanmaları söz konusu olabilir. Örneğin, Mehdi Zana-Türkiye Davasında, adı geçen Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinin istinabe talebi üzerine, çıkarıldığı Aydın Ağır Ceza Mahkemesindeki 20 Haziran 1990 tarihindeki duruşmada Türkçe konuşma*yı reddetmiş ve savunmasını ana dilinde Kürtçe olarak yapmak istediğini bildir*miştir. Mahkeme, bu tutumunda ısrar ettiği takdirde, savunma hakkından vazgeç*miş sayılacağını kendisine ihtar etmiştir. Ancak kendisi Kürtçe konuşmaya de*vam ettiğinden, mahkeme savunma hakkından vazgeçtiğini tutanağa geçirmiştir. AİHM’ne göre:
“Hükümetin iddiasının aksine, başvuranın Aydın Ceza Mahkemesinde usuli itirazlarda bulunması ve mahkemeye Kürtçe yanıt vermek istemesi hiç bir biçimde, açıkça savunma hakkından ve Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi önüne çıkmaktan vazgeçtiğini göstermez. Sözleşmede garanti altına alınan bir hakkın kullanılmasından vazgeçilmesi, bunun açıkça söylen*mesiyle mümkün olabilir.”
Mahkeme bu gerekçeyle savunma hakkına yapılan böyle bir müdahalenin, Sözleşmenin 6 (1) ve 3 (c) maddelerine aykırı olduğu sonucuna varmıştır.
Ne var ki, AİHM geçmişteki kararlarında bu tür girişimlere karşı hiç bir anlayış ve müsamaha göstermemiştir. Örneğin, Fransa’daki ayrılıkçı etnik grup Brötan’ların Fransızca’yı yeterince anlamalarına rağmen, Fransız mahkemeleri önünde Brötanca tercüman talep etmelerinin karşılanmaması üzerine yapılan başvurular, AİHM’nce kategorik olarak geri çevrilmiştir. Mahkemenin kesin*leşmiş içtihadına göre, akit devletler resmî dilleri dışındaki bir dilde yargılama yapmakla yükümlü değildir.
Kanımızca Mahkeme içtihadında herhangi bir değişiklik olmamıştır. Zana davasında Sözleşmenin 6, (3) (e) maddesinin değil, dil konusunda bir değerlendirme yapılmaksızın, savunma hakkına ilişkin 6 (3) (c) maddesinin ihlâl edildiğinin tespit edilmiş olması, bu görüşümüzü doğrulamaktadır.
Adil yargılanma hakkı ve adalet duygusu, mahkemede konuşulan dili anla*mayan kişiler mutlaka bir tercümanın yardımı gerektirir. Bu nedenledir ki, özellikle Kürt kökenli olupta Türkçe bilmeyen vatandaşlarımızın Güneydoğu Anadolu’daki davalarının çoğu, daha AİHS hiç ortada yokken bile, ücretsiz olarak Kürtçe bilen tercümanlar aracılığıyla görülmüştür. Bu uygulama gönümüzde de sürdürülmektedir. Ancak, zaman zaman bazı militanların Türkçe bildikleri halde, ısrarla Kürtçe konuşarak, bu hakkı kötüye kullandıkları gözlenmektedir. Belirli amaçlarını gerçekleştirmek için gösteri ve propagandaya yönelik bu girişimlerin bizzat AİHS’nin 17. maddesine aykırı olduğunda ve Sözleşme çerçevesinde korunamayacağında kuşku yoktur.
VII. SUÇ VE CEZALARIN KANUNİLİĞİ İLKESİ
Sözleşmenin 7. maddesi aşağıdaki hükmü ihtiva etmektedir:
“Madde 7.1 Hiç kimse işlediği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre bir suç sayılmayan bir fiil veya ihmâlden dolayı mahkum edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Bu madde, işlendiği zaman uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkele*rine göre suç sayılan bir fiil veya ihmâlden suçlanan bir kimsenin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir.”
Bu hükmün 1. fıkrası, ceza hukukunun temelini oluşturan, kanunsuz suç veya ceza olmaz ( nulla poena sine lege) ilkesini tekrarlayarak, işlendiği zaman kanunda suç olarak nitelendirilmemiş bir eylem dolayısıyla kişinin cezalandırıl*masını engellemektedir. Diğer bir ifadeyle, kişiyi bir eylemden dolayı sorumlu tutabilmek için, davranışının işlendiği tarihte yürürlükte olan kanunlara göre suç sayılmış olması zorunludur. Hüküm ayrıca, ceza kanunlarının genişletici bir şek*ilde yorumlanarak kıyas yoluyla kanunda açık olarak belirlenmemiş benzer olay*lara uygulanmasını da yasaklamaktadır.
Maddenin 1. fıkrasının ikinci cümlesinde, ceza hukukunun, ceza kanun*larının geriye yürüyemeyeceği (non retroactivity) şeklindeki diğer önemli bir ilkesine yer verilmiştir. Buna göre, sanığa suçu işlediği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Örneğin, bir sanığın, kanundaki ceza*sı azami 3 yıl olan bir suçu işlemesi ve suçun kanunun değiştirilmesinden sonra ortaya çıkarılarak kovuşturma konusu yapılması halinde, yeni kanunda öngörülen daha yüksek ceza kendisine uygulanamaz.
Maddenin 2. fıkrasında ise, ceza kanunlarının geriye yürümesi yasağına bir istisna getirilerek, bu ilkenin, işlendiği zaman “uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkelerine göre” suç sayılan eylemlerin kovuşturulmasına engel teş*kil etmeyeceği belirtilmiştir. Sözleşmenin hazırlık çalışmalarından anlaşıldığına göre, bu hükmün amacı, II. Dünya Savaşı sırasında işlenmiş olan savaş suçlarının faillerini yargılayabilmek için, sonradan çıkarılan kanunları saklı tutmaktır.” Nitekim, savaştan sonra kurulan Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Mahkemeleri, savaş suçlularını sonradan kabul edilen bu tür kanunlara dayanarak yargılamış*
f) “ADİ YARGILANMA HAKKI”NA İLIŞKİN OLARAK ANAYASAMIZ*DA YER ALAN KURALLAR
“Adil yargılanma hakkı” na ilişkin kurallar Anayasamızın 36,37,38,138-142 ve 159. maddelerinde yer almıştır.
Madde 36 - Hak arama hürriyeti.
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yar*gı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir.
“Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davayı bakmaktan kaçınamaz”.
Madde 37- Kanuni hakim güvencesi
“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
“Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir mer*ci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağa*nüstü merciler kurulamaz”.
Madde 38 (fıkra 4) - Suç ve cezalara ilişkin esaslar
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayıla*maz.”
Madde 138 - Mahkemelerin bağımsızlığı
“Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
“Hiçbir organ, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
“Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
“Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiç*bir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktire*mez.”
Madde 139 - Hakimlik ve savcılık teminatı.
“Hakimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Ana*yasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkeme*nin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık. ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.”
Madde 140 (fıkra 2) - Hakimlik ve savcılık mesleği.
“Hakimler, mahkemenin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler”.
Madde 141 - Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması
“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir.
“Küçüklerin yargılanması hakkında kanunla özel hükümler ko*nulur.
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
Madde 142 - Mahkemelerin Kuruluşu
“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi, yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”
Madde 159 (fıkra 1-4)- Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
“Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu mahkemelerin bağımsız*lığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.
“Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşa*rı Kurulun tabii üyesidir. Kurulun üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulu*nun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilirler. Kurul seçimle gelen asıl üyeleri arasın*dan bir başkanvekili seçer.
“Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, adli ve idari yargı hakim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yet*ki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslek*te kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme. görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar. Adalet Ba*kanlığının, bir mahkemenin veya bir hakimin veya savcının kadro*sunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştiril*mesi konusundaki tekliflerini karara bağlar. Ayrıca Anayasa ve ka*nunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.
“Kurul kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz”.