KUTSAL OLANI YIRTMAK… ‘’…Kutsallık iki şeyle,bedenle ve yazıyla mühürlüdür.Beden de yazı da cildin içinde saklanır.Kutsal olanın yırtılması cildin de yırtılmasıdır.Cinsellik de budur,tam anlamıyla:KUTSAL OLANI YIRTMAK…’’ Cinselliğin içkin bir beden tanımıyla bütünleştiğini dile getirmek zorunlu görünüyor bana.Burada içkin sözcüğünü şu anlamda kullanıyorum:cinsellik,tek başına ve tek boyutlu olarak ‘yaşanan’ bir şey değil.Cinsellik benimizle ve bedenimizle ilişkili olduğu kadar öte benliğimizle,bilinçaltımızla da ilintili.Hatta,libido bağlamında,onların tayin edici unsuru.Bu yanıyla da bir ‘düşlem’ olgusu cinsellik.Bir düşlemin yaşanmayan bir ‘veri’ olmaktan çıkıp bir edime/eyleme dönüşmesi günlük hayatta kavrayabileceğimiz bir şey değil.Yani cinselliği yaşarken insan onun fizik boyutunun dışında ne kadar bir öte-gerçeklik yaşadığını bilemez.O anlamdaki cinselliği bilmek/tanımak doğrudan doğruya bir dil sorunsalıdır.Tıpkı,dilin ve anlatımın olmadığı noktada örneğin psikanalizin olamayacağı gibi. Cinsellik tam da böyle bir anlama sahip.Bu nedenle cinsellik bedensel değil, ‘dilsel/sözel’ bir içeriğe sahiptir.Bir tür ‘mastürbatif cinselik’ demek de mümkün buna.Mastürbasyonun içerdiği tekillik/ yalnızlık boyutunu kuran ve kıran cinsellik imgesel bir anlatımdır.O anlatım ise sadece tahayyül etmeye dayanır.Bir anlamda imgeler kurmaya.Mastürbasyonun son aşamada dilsel olması bundandır. Bir diğer noktada dil ve imgeler gücünü her zaman ‘aşırılıktan-fazlalıktan’ (excess)alır,ekonomiden değil.Bu bağlamda bakıldığında cinselliğin (aşırılık ve fazlalık olduğunu kurgularsak) mitsel de olsa ‘kötülük’ kelimesiyle yan yana algılamak oldukça makul.Ama bu kötülüğü sadece karanlık/kapalı bir kötülük olarak kurgulamak bir hata.Söz ettiğim cinsellik-imge-dilsel/sözsel olanın kapsadığı mekanik içinde öne çıkan şey gerçekleştirilemeyendir.Cinselliği bize somutlaştıran da budur:cinsellik tekrar ve tahayyül/aşırılık çerçevesi içinde bakılırsa,asla gerçekleşmez;çünkü sonu yoktur.Cinselliğin ‘inanılmayan’ bir şey olması aynı zamanda bitimin bitimsizliği olduğuna götürü bizi. İşte o ‘gerçekleşmeyenin’ günlük hayattaki karşılığı ‘kötülüktür’.İyilik,tanımlı olandır.Bitimli olandır;sonlu olandır.Çünkü kategoriktir.Kötülükse,tıpkı cinsellik gibi,tanımsız olanla özdeştir.Neredeyse hiç bitmeyecekmiş gibi duran,sürekli akan/boşalan anlamlar,tanımlar bunu vurgular:tanımsız olanın tezahürü:kötülük.Eğer aksi olsaydı,yani bir kez yaşanıp biten bir edim olarak düşünülseydi o sözsel/cinsel olamazdı.Olamazdı,çünkü,tekrarı olmayan cinsellik yoktur.O ancak olmayan cinselliktir ki,masalların dünyasına girer. Cinsellikse doğrudan kötücül bir edimdir.Cinsellik,İNSANIN KENDİSİNDE SAKLADIĞI İKTİDARDAN VAZGEÇMESİDİR,İNSANIN BEDENİNİ BİR BAŞKASININ MÜDAHALESİNE AÇMASIDIR…
KIRILGAN RUHLARIN GRİ ŞARKISI Büyük hayaller,büyük altüst oluşlar yaşadık.Üzüldük,kırıldık,çiğnendik,kabuğumuz-a çekildik.Bizi anlamadıkları yere gözyaşlarımızla birlikte umutlarımızı gömdük.Geri çekildikçe içimize kapandık,kapandıkça kapana kısıldık;yalnızlaştık.Oysa ne de kolay inanmıştık 20. Yüzyılın iletişim çağı olacağına.Berlin Duvarı’nı yıkmış,Çavuşeskuyu alaşağı etmiş,sınırları kaldırmış,uzun zamandır birbirine hasret,iki uzak akraba gibi kucaklaşmıştık bir an sahte bir duyguyla;artık ideolojilerin bittiğini ilan ederek. Küreselleşen yeni dünya düzeninin gündemimize dahil edildiği 2000’li yıllara girerken,1900’lü yıllardan beri taşıdığımız bütün erdemleri de terk ettik.İdeolojilerin bittiği yerde,her şey ticarete havale edildi.Hepimiz bir şeyi satmanın,satın almanın telaşına düştük.Ve gelişen iletişim imkanları sayesinde oldukça kalabalık,büyük bir dünyada herkesle bu kadar yakın olduğumuzu düşünürken,içsel mesafelerin uçurumlara dönüştüğünü,uçurumların dibindeki yalnızlığımızı bir türlü göremedik.Bu yüzden egolarımızı kuşandık;ikiyüzlülüğümüzü,sahtekarlığımızı; karşımıza çıkanı devirdik,hesap sorduk;bir gün olsun hesap vermek istemedik.Ya gözümüze görünmeyenler?Üstüne bastıklarımız,ezip geçtiklerimiz,kuruttuklarımız,acımasızca savurduklarımız,öldürdüklerimiz;içinde insan olmanın,varoluşun acısını en derinden hissedenler;yani o kırılgan ruhlar… İnsan bencilliğinin altın çağını yaşadığı günümüzde kırılgan ruhlara ne oluyor peki? Sabun olmuyorlar belki,evet;ama her seferinde biraz daha başlangıçtan savruldukları kesin.Günümüzde bu kırılgan ruhlar daha da derinden kabuğuna çekilmekte,kendilerine gönüllü bir sürgün hayatını reva görmekte,böylesine itiş kakış bir dünyada olmaktansa,kendi pimini çekmeyi hayal eder hale gelmişlerdir . Kayıp olmak…Sesini kaybetmek…Yaralı bir kurt gibi,cıngılın ortasında çığlık çığlığa uluyarak sesini duyurmaya çalışırken,ormanda hayvanlar cümbüşte… Son düzenleyen anzu; 21 Mart 2008 20:49
Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi